TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMEL KAYNAR VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3667)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 18/9/2015-29479
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucular
|
:
|
Emel KAYNAR
|
|
|
Naime
TIĞLI
|
|
|
Hatice TUNCA
|
|
|
Erkan TUNCA
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Hayati YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel
Müdürlüğünce kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza
el konulması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 31/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/11/2013 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm
tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru
konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/3/2014 tarihli görüş yazısına karşı
başvurucular beyanlarını sunmuşlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama
dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. İstanbul ili Ümraniye ilçesi 333 ada 6 parsel (yeni 18
pafta 4196 parsel) numaralı 541 m2 büyüklüğündeki taşınmaz, Devlet
Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünce 26/2/1974 tarihinde kamulaştırılarak o
tarihteki taşınmaz malikleri F.D. ve müştereklerine kamulaştırma işlemi tebliğe
çıkarılmış ve aynı tarihte malikler adına T.C. Merkez Bankası İstanbul Şubesine
taşınmaz bedeli bloke edilmiştir. Maliklerin belirtilen adreste bulunamaması
üzerine tebligat iade edilmiştir.
8. Anılan taşınmazın tapu kaydında kamulaştırma kararına
dayalı işlem yapılmamış olup, başvurucuların murisi Niyazi Tunca ve başvurucu Naime Tığlı 27/11/1974 tarihinde taşınmazı satın almışlar
ve adlarına tapuya tescil ettirmişlerdir.
9. 31/5/1976 tarihinde yeniden yapılan tapulama sonunda
taşınmaz, kamulaştırma işlemine ilişkin şerh olmaksızın başvurucuların murisi
Niyazi Tunca ve başvurucu Naime Tığlı adına tapuya
tescil edilmiştir.
10. DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 10/12/1976 tarihinde
kamulaştırma şerhi tapu kaydına işlenmiş, Niyazi Tunca ve Naime
Tığlı’ya 25/8/1977 tarihinde Noter aracılığıyla
kamulaştırma işlemi tebliğe çıkarılmıştır.
11. Beşiktaş 3. Noterliğince,
tebliğ işlemlerine dair belgelerin imha edildiği bildirilmiştir.
12. T.C. Merkez Bankası İstanbul
Şubesinin yazısında, F.D. ve müşterekleri adına bloke edilen bedelin DSİ Genel
Müdürlüğünün yazısı gereği 4/12/1997 tarihinde Ziraat Bankası Kadıköy Şubesine
havale edildiği, Naime Tığlı adına herhangi bir ödeme
yapılmadığı bildirilmiştir.
13. Taşınmaz, kamulaştırma şerhi
ile birlikte başvurucular adına tapuya tescillidir.
14. Taşınmaz, DSİ Genel
Müdürlüğü tarafından İSKİ Genel Müdürlüğünün kullanımına devredilmiştir.
15. Başvurucular, İSKİ Genel
Müdürlüğü aleyhine 23/2/2007 tarihinde Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtıkları davada, İstanbul ili Ümraniye ilçesinde bulunan taşınmazlarına
kamulaştırma yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin el atıldığı iddiasıyla kamulaştırmasız
el atmaya dayalı taşınmaz bedelinin ödenmesi isteminde bulunmuşlardır.
16. Davalı, taşınmazın DSİ
tarafından kamulaştırılarak İdarenin kullanımına verildiğini, Yukarı Dudullu su deposu sahasında kaldığını, süresi içinde dava
açılmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
17. İSKİ Genel Müdürlüğünün
30/3/2007 tarihli yazısına göre taşınmaz, Yukarı Dudullu
su deposu ve Kozyatağı isale hattı sahasında
bulunmaktadır.
18. Mahkemece, 21/5/2009 tarihli
ve E.2007/111, K.2009/391 sayılı kararla, davanın, kamulaştırmasız el atmaya
dayalı tazminat davası olduğu belirtilerek, taşınmazın su deposu alanında
bulunduğu ve yapılaşmasının engellenerek el atıldığı, usulüne uygun
kamulaştırma işlemi yapılmadığı, zira bankaya bloke edilmekle tamamlanan bir
kamulaştırma işleminde sonraki maliklere tekrar kamulaştırma işleminin
gönderilmemiş olması ve bu tebligattan sonra da paranın bloke edildiğinin belirtilmemiş
olmasının kamulaştırma işleminin usulüne uygun yapılmadığını açıkça gösterdiği,
bilirkişi heyeti raporunda belirtildiği üzere taşınmazın bedelinin ödenmediği gerekçesiyle
davanın kabulüne, 757.400,00 TL'nin, 23/2/2007 tarihinden itibaren yasal faiziyle
davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
19. Temyiz üzerine, Yargıtay 5.
Hukuk Dairesinin 22/6/2010 tarihli ve E.2010/8703, K.2010/11895 sayılı
ilâmıyla, davanın, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili
istemine ilişkin olduğu, taşınmazın su deposu ve Kozyatağı
isale hattı inşaat alanında kaldığından 1974 yılında DSİ tarafından
kamulaştırıldığı, kamulaştırma bedelinin o tarihteki malikleri adına bankaya
bloke edildiği ve kamulaştırmaya ilişkin belgelerin davacılara 25/8/1977
tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, bu durumda geçerli bir
kamulaştırma işlemi bulunup, kamulaştırmasız el atmadan söz edilmeyeceği gibi,
4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 14. maddesinde yazılı
30 günlük hak düşürücü süre içinde dava da açılmadığından davanın reddine karar
verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve hüküm
bozulmuştur.
20. Karar düzeltme istemi,
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16/2/2011 tarihli ve E.2010/16568, K.2011/2480
sayılı ilâmıyla reddedilmiştir.
21. Mahkemece bozma kararına
direnilerek, 1/11/2011 tarihli ve E.2011/234, K.2011/620 sayılı kararla, “Taşınmaz su deposu alanında bulunmakta olup
kullanımı sınırlandırılmıştır. Kamulaştırma bedeli 31/5/1974 tarihinde F.D. ve
müşterekleri adına T.C. Merkez Bankası İstanbul Şubesine bloke edilmiştir.
Davalı İdarenin davacılara 25/8/1977 tarihinde noter tebligatı yapıldığına dair
savunması incelenmiş ancak noter tebliğ evrakı dosyaya sunulmamıştır. Tebliğ
evrakı yerine geçmek üzere davalı İdarece ‘Niyazi Tunca: Bizzat kendisine
25/8/1977 de tebliğ edildi’ yazısı gönderilmiştir. Bu yazının noter evrakı
olduğuna dair hiçbir ibare bulunmamaktadır. Zira söz konusu yazı noter
evrakının eki mahiyetinde değildir. İdarenin, kamulaştırılacak taşınmaz mala
ait plan yazısının arkasına elle yazılan, kimin tarafından imza edildiği
anlaşılamayan boş bir sayfaya yazılı beyandan ibarettir. İlgili tebliğ
evrakının Noter tarafından imha edildiği bildirilmiştir. Dolayısıyla 25/8/1977
tarihli ‘tebliğ edildi’ yazısının noter tebliğ evrakı olduğu kabul
edilmemiştir. Kamulaştırma işlemine karşı 30 gün içinde idari yargıda ve takdir
olunan bedel ile maddi hatalara karşı da adli yargıda dava açılabilir. Ancak 30
günlük hak düşürücü sürenin başlangıcı, taşınmaz malın sahibine usulüne uygun
olarak yapılacak noter tebliğ işleminden sonra başlamaktadır. Kamulaştırma
işleminin başvuruculara usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği, ibraz edilen
tebligat evrakının noter tebliğ evrakı olduğunun davalı idare tarafından
ispatlanamadığı, boş bir kağıt üzerine gelişi güzel
yazılan ‘tebliğ edildi’ yazısının noter evrakı olarak kabul edilemeyeceği
anlaşılmıştır. Böyle bir yazının noter evrakı olarak kabul edilmesi, idarenin
sunduğu her tür yazının kayıtsız şartsız doğruluğunun kabul edileceği anlamına
gelir. Dolayısıyla 30 günlük dava açma süresinin de başlamadığı, Dudullu su deposu ve Kozyatağı
isale hattı alanı içinde kalan dava konusu taşınmaza davalı tarafından
kamulaştırmasız el atıldığı gerekçesiyle ilk hükümde direnilmesine, 757.400,00
TL'nin yasal faiziyle davalıdan tahsiline” karar verilmiştir.
22. Davalının temyizi üzerine,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/7/2012 tarihli ve E.2012/5-208, K.2012/443
sayılı ilâmıyla direnme hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
Kararın
gerekçesi şu şekildedir:
“Dava, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmaz bedelinin
tahsili istemine ilişkindir. Uyuşmazlık, taşınmazın usulüne uygun olarak
kamulaştırılıp kamulaştırılmadığı ile davanın 30 günlük hak düşürücü süre
içinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.
26/2/1974 tarihinde taşınmazın o tarihteki malikleri adına
kamulaştırma bedelinin bankaya bloke edildiği ve maliklere noter aracılığıyla
tebligat gönderildiği, tebligatların bila ikmal iade
edildiği, bu aşamada dava konusu taşınmazın satış ve tapulama nedeniyle
31/5/1976 tarihinde davacı Naime Tığlı ile diğer
davacıların murisleri Niyazi Tunca adına tescil edildiği, İdarece 22/8/1977
tarihinde Naime Tığlı ve Niyazi Tunca’ya kamulaştırma
evraklarının noter aracılığıyla tebliğinin istendiği, dosya içerinde mevcut
kamulaştırma evrakı üzerine, ilgili noterce onaylanmak suretiyle tebliğ
işleminin yerine getirildiğine dair şerh verildiği, buna göre malik Niyazi
Tunca’ya bizzat, malik Naime Tığlı’ya
ise birlikte ikamet eden kızı Güler Tığlı aracılığı ile tebligat yapıldığı
anlaşılmaktadır.
2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun ‘Dava hakkı’ başlığı
altında düzenlenen 14. maddesinin 1. fıkrasında ‘Kamulaştırılacak taşınmaz
malın sahibi, zilyedi ve diğer ilgililer noter veya köy ihtiyar kurulu
aracılığıyla yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılmayanlara
tebligat yerine geçmek üzere gazete ile yapılan ilan tarihinden veya köy
odasına asılmak suretiyle yapılan ilan süresinin bitiminden itibaren otuz gün
içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda ve takdir olunan bedel ile
maddi hatalara karşı da adli yargıda dava açabilecekleri’ hükmü öngörülmüştür.
Bu haliyle, mal
sahibi yönünden açılacak davalarda, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin
başlangıcında; ilke olarak, mal sahibinin hakkını dava edebilir duruma geldiği
tebliğ tarihinin esas alınması gerektiği açıktır.
Anılan ilkeye tek istisna, 24/6/1994 tarih ve E.1993/3,
K.1994/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile getirilmiştir. Anılan
kararda, mal sahibine daha önce kamulaştırma işlemi ile ilgili yasaya uygun bir
bildirim yapılmamış olması halinde, Kamulaştırma Kanunu’nun 14. maddesinde
öngörülen 30 günlük hak düşürücü sürenin tapuda ferağ işleminin yapıldığı
tarihte başlayacağı, benimsenmiştir.
Böylece, kamulaştırma hukukunda, hak arama durumunda olan
taşınmaz mal sahibi yönünden dava ve talep haklarının kullanılması, idarece
yapılacak bildirime bağlanmıştır.
Açıklanan yasal durum çerçevesinde; mal sahibi takdir edilen
bedele ve maddi hatalara karşı kamulaştırma işlemi tebliğ edilmiş ise tebliğ
tarihinden, yasaya uygun bir tebligat yapılmamış ise tapuda ferağ işleminin
yapıldığı tarihten itibaren, ancak 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde dava
açabilecektir.
Belirtilmelidir ki, hak düşürücü süre, hâkim tarafından
kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada ‘itiraz’ olarak başvurulması
zorunlu olan ve zamanaşımı gibi ‘kesme’ ve ‘durma’ hükümlerine bağlı olmayan,
uyulmama halinde ‘hakkın’ kaybına yol açan, diğer bir ifade ile hakkın özünü
ortadan kaldıran süredir.
Gerek mülga 6830
sayılı gerek 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 14. maddesinde öngörülen 15 ve
30 günlük sürenin, hak düşürücü süre olduğu kuşkusuzdur. Hak böylece düştükten
sonra, idarenin muhtesat bakımından ayrı bir takdir
yaptırması ve mal sahibine kamulaştırma belgelerinin yeniden tebliği dahi düşen
hakkı kullanma imkânı bahşetmez.
Öte yandan, davadaki talep sonucunun ıslah yoluyla
artırılması ya da değiştirilmesi için, o hakkın maddi hukuk açısından mevcut
bulunması gerekir. Hiç var olmayan veya başlangıçta var olmakla birlikte hak
düşürücü süre nedeniyle ortadan kalkan bir hak için, usul hukukunun kurum ve
kuralları kullanılarak talepte bulunulması mümkün değildir.
Yine, dava yoluyla bir hak talebinde bulunulması için o
hakkın maddi hukuk bakımından mevcut bulunması gerektiğinden, hak düşürücü
sürenin geçirilmesiyle özü ortadan kalkan bir hak için, kamulaştırmasız elatmadan söz edilerek bedel istenemeyeceği kuşku ve
duraksamadan uzaktır.
Görüldüğü üzere; 30 günlük hak düşürücü süre geçirildikten
sonra maddi hata davası açılamayacağı gibi ıslah yoluyla da maddi hata davası
açılması ya da kamulaştırmasız el atma nedenine dayanılarak bedel istenilmesi
olanaklı değildir. Kamulaştırma bedelinin artırılması davasında fazlaya ilişkin
hakkın saklı tutulmuş olması da, mal sahibine bu
sürenin geçmesinden sonra maddi hata isteminde bulunma hakkını vermez.
Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere; idarece kamulaştırma
kararı alınmış ve bedel bankaya bloke edilmiş olmasına karşın, işlem tarihinde
yürürlükte bulunan mevzuat uyarınca, 6830 sayılı Kanunun 13. maddesi veya 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 13. maddesi uyarınca mal sahibine yapılmış
tebligat yoksa ve buna rağmen taşınmaz maliki kamulaştırmayla ilgili dava
açmaya yarayacak doğru ve sağlıklı bilgileri öğrenmişse o tarihten itibaren 30
gün içinde bedele karşı dava açması gerekir. Kamulaştırma belgelerinin usulüne
uygun tebliğ edilmesi halinde ise, hak düşürücü sürenin tebliğ tarihinden
itibaren başlatılması gerektiği duraksamadan uzaktır.
Somut olayın incelenmesinde, dava konusu taşınmaz hakkında
5/2/1974 tarihinde kıymet takdir komisyonu raporu düzenlendiği, 26/2/1974
tarihinde taşınmazın o tarihteki malikleri adına kamulaştırma bedelinin bankaya
bloke edildiği ve maliklere noter aracılığı ile tebligat gönderildiği,
tebligatların bila ikmal iade edildiği, bu aşamada
dava konusu taşınmazın satış ve tapulama nedeniyle 31/5/1976 tarihinde davacı Naime Tığlı ile diğer davacıların murisleri Niyazi Tunca
adına tescil edildiği, idarece 22/8/1977 tarihinde Naime
Tığlı ve Niyazi Tunca'ya kamulaştırma evraklarının noter aracılığı ile
tebliğinin istendiği, dosya içerisinde mevcut kamulaştırma evrakı üzerine
ilgili noterce onaylanmak suretiyle tebliğ işleminin yerine getirildiğine dair
şerh verildiği, buna göre malik Niyazi Tunca'ya ‘bizzat’, malik Naime Tığlı'ya ise ‘birlikte
ikamet eden kızı Güler Tığlı’ aracılığı ile tebligat yapıldığı anlaşılmaktadır.
İlgili noterlikçe taşınmazın maliklerine yapılan tebligat
parçasının aslı gönderilememiş ise de, davalı idare
tarafından dosyaya ibraz edilen tebligata ilişkin belge suretinde, tebligatın
noter aracılığı ile usulüne uygun olarak yapıldığı anlaşıldığından, tebligat
belgesinin aslına gerek olmadığı, idarece kamulaştırma evrakının yöntemince
tebliğ edildiğinin kanıtlandığı kabul edilmiştir.
Öte yandan, davacı Naime Tığlı'ya yapılan tebligatın, kızı Güler Tığlı'nın
nüfus kaydı uyarınca 7201 sayılı Kanunun 22. Maddesinin, tebliğ tarihinde
yürürlükte olan şekli itibariyle ‘görünüşüne nazaran onbeş
yaşından aşağı olmaması ve bariz surette ehliyetsiz bulunmaması’ şartlarını
taşımadığı yönünde bir iddia veya savunmada da bulunulmaması karşısında usulüne
uygun şekilde yapıldığının kabulü zorunludur.
Bu durumda, dava konusu taşınmaz maliklerine 25/8/1977
tarihinde usulüne uygun olarak tebligat yapıldığı anlaşıldığından, davacıların
kamulaştırma işlemini tebligatın yapıldığı 25/8/1977 tarihinde öğrendikleri,
buna göre davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığının kabulü zorunludur.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece, aynı yöne işaret eden ve
Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak,
davacılara yapılan tebligat işleminin geçerli olduğu, bu itibarla kamulaştırma
işleminin öğrenildiği 25/8/1977 tarihinden sonra davanın hak düşürücü süre
içinde açılmadığı gözönünde tutulmak suretiyle
davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile davanın
kabulüne ilişkin önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme
kararı bu nedenle bozulmalıdır.”
23. Başvurucuların karar
düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/11/2012 tarihli ve
E.2012/5-1230, K.2012/906 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir.
24. Ümraniye Adliyesinin
kapatılmasından sonra yargılamaya devam eden İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk
Mahkemesince bozma kararına uyularak, 9/4/2013 tarihli ve E.2012/1046,
K.2013/135 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir.
25. Karar, 9/4/2013 tarihinde verilmiş ve gerekçeli karar
24/4/2013 tarihinde yazılmıştır.
26. Başvurucular, 31/5/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
27. Gerekçeli karar, 7/6/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
28. Başvurucular, temyiz yoluna başvurmamışlardır.
B. İlgili Hukuk
29. 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlâk
Kanunu’nun 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İstimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve
tapu kaydı yoksa vergi kayıtları ile ve ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tesbit edilen mal sahibi, zilyed
ve diğer alâkalılarından ikametgâhı tesbit edilmiş
olanlara istimlâk olunacak gayrimenkulun plân veya
ebatlı krokisi, istimlâk kararı ve takdir olunan kıymeti ve istimlâkin hangi
idare lehine yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime tevcih edileceği 15
gün içinde noter marifetiyle tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu hükümleri tatbik olunur…”
30. Mülga 6830 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“İstimlâk olunacak gayrimenkulun
sahibi, zilyed ve diğer alâkalılar veya istimlâki
yapan idare tarafından 13 üncü madde gereğince
ikametgâhlarında tebligat yapılmış olanlar tebliğ tarihinden itibaren 15 gün,
bunlar haricindekiler son ilân tarihinden itibaren 30 gün içinde istimlâk
muamelesine karşı Şûrayı Devlette ve takdir edilen bedel ile maddi hatalara
karşı da gayrimenkulun bulunduğu mahal asliye hukuk
mahkemesinde dâva açabilirler. Şu kadar ki, Şûrayı Devlete müracaat edildiği
takdirde mahkemeye müracaat müddeti Şûrayı Devlet kararının katîleştiği
tarihten, bu karar aleyhine karar tashihi istenmiş ise bu talebin reddine dair
ilâmın tebliği tarihinden cereyana başlar.”
31. 2942 sayılı Kanun’un 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un 21. maddesi ile yürürlükten kaldırılmadan önceki 13. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malın, 7 nci maddedeki usule göre tespit edilen sahibi, zilyet ve
diğer ilgililerden adresi tespit olunanlara tebliğ edilmek üzere;
kamulaştırılacak taşınmaz malın kamulaştırılmasına uygun ölçekli bir plan veya
ölçekli krokisi, kamulaştırma kararı, takdir olunan kıymeti, kamulaştırma
karşılığının veya ilk taksidinin milli bankalardan
birine hak sahibi adına yatırıldığına dair belge, kamulaştırmanın hangi idare
yararına yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime yöneltileceği bedelin
bankaya yatırıldığı tarihten başlayarak otuz gün içinde notere verilir. Noter onbeş gün içinde belgeleri tebliğe çıkarır. Noterler
tarafından tebligat giderlerinden başka noterlik ücret tarifesinin 8 inci
maddesi uyarınca ücret alınır. Köy yararına kamulaştırmalarda tebligat, ihtiyar
kurulundan en az üç üyenin önünde yapılır ve düzenlenen tutanak birlikte
imzalanır. Belgelenen tebliğ geçerlidir. Doğrudan tebligat ile beraber yukarıda
yazılı kararlar ayrıca ilan olunur.”
32. 4650 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte,
kamulaştırma kararı alınmış ancak henüz tebligata çıkarılmamış
kamulaştırmalarda bu Kanun hükümleri, diğerlerinde önceki hükümler uygulanır.”
33. 2942 sayılı Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Kamulaştırmaya
konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan
tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere
mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde,
kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli
yargıda düzeltim davası açılabilir.”
34. 2942 sayılı Kanun’a, 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
1. maddesiyle eklenen geçici 6. maddenin birinci fıkrası şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya
kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi
arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca
tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya
tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın
fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat
talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.”
35. 2942 sayılı Kanun’un, 24/5/2013
tarihli ve 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 21. maddesi ile değiştirilen geçici 6. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Kamulaştırma
işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen
9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan
veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan
taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis
etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle,
mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti
ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak
işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.”
36. 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
“Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik,
el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu
takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el
konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el
koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih
olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
37. Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 31/5/2013 tarihli ve 2013/3667 numaralı bireysel başvuruları
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
38. Başvurucular, Ümraniye ilçesinde bulunan taşınmazlarına
İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırma yapılmaksızın ve taşınmazın bedeli
ödenmeksizin el konulduğunu, kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak açtıkları
taşınmaz bedelinin ödenmesi davasının kabulüne karar verildiği halde, Yargıtay
5. Hukuk Dairesince hükmün bozulduğunu, Mahkemece verilen direnme kararının da
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bozulduğunu, bunun üzerine Mahkemece davanın
reddine karar verildiğini, kamulaştırma işlemine ilişkin olarak idare
tarafından herhangi bir tebligat gönderilmediğini, geçerli olduğu ileri sürülen
tebligatın kendilerine ulaşmadığını, taşınmazı satın aldıkları önceki malikler
adına yapılan tebligatın kendilerini bağlamayacağını, dolayısıyla usulüne uygun
olarak yapılan bir kamulaştırma işleminin bulunmadığını, Mahkemece verilen
kabul kararının Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bozulması nedeniyle davanın
reddine dair kararın temyiz edilmediğini ve bireysel başvuru hakkının
kullanıldığını, taşınmazın bedelinin ödenmediğini belirterek, Anayasa'nın 35.
maddesinde tanımlanan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve
maddi tazminat talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Başvuru Yollarının Tüketilmesi Yönünden
İnceleme
39. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
41. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
42. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
43. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları
önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin
iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §
19).
44. Bireysel
başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
45. Başvuru yollarının
tüketilmesi ilkesi, hukuk sisteminde öngörülen usul kurallarına riayet
edilmesini gerektirir. Zira başvuru yollarının tüketilmesi için usule ilişkin
koşullara ve sürelere uymak gerekir. Başvurucunun hukuk yollarını tüketmeye
çalıştığı, ancak kendi ihmali nedeniyle usul gerekliliklerini yerine
getiremediği hallerde başvuru, hukuk yolları tüketilmediği için reddedilir.
46. Başvuru konusu olayda,
başvurucular, İSKİ Genel Müdürlüğü aleyhine açtıkları kamulaştırmasız el atmaya
dayalı taşınmaz bedelinin ödenmesi davasının reddedildiğini, daha önce verilen
davanın kabulüne dair karar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bozulduğu için
Mahkemece verilen ret kararını temyiz etmediklerini ve bireysel başvuru
haklarını kullandıklarını belirterek, bedeli ödenmeksizin taşınmazlarına el
konulduğunu, bu şekilde mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
47. Başvurucular tarafından İSKİ
Genel Müdürlüğü aleyhine Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava
sonunda, Mahkemece, usulüne uygun bir kamulaştırma işleminin yapılmadığı,
taşınmazın su deposu içine alınarak el atıldığı ve tapu kaydına da “kamulaştırılacaktır” şerhinin konularak binalaşmasının sınırlandırıldığı gerekçesiyle davanın
kabulüne karar verilmiştir. Temyiz sonucu Yargıtay 5. Hukuk Dairesince hükmün
bozulması üzerine Mahkemece ilk hükümde direnilmesine karar verilmiştir.
Direnme kararının temyizi sonucu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından direnme
kararının bozulmasına hükmedilmiş, başvurucuların karar düzeltme talepleri,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca reddedilmiştir. Mahkemece Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
48. Başvurucular, Mahkemece
verilen davanın reddine dair kararın temyizinde hukuki yarar görmedikleri için
temyiz yoluna başvurmamışlar ve bireysel başvuru haklarını kullanmışlardır.
49. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM) içtihadına göre, genel bir kural olarak başvurucu, dava
konusuyla ilgili ulusal içtihada göre yapacağı bir temyiz başvurusunun
başarısız olacağını ispat ederse, başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmiş
olduğu kabul edilecektir (bkz. Kleyn ve Diğerleri/Hollanda, B.no: 39343/98, 6/5/2003, § 156).
50. Temyiz mahkemesinin yakın
zamanda vermiş olduğu ve başvurucunun davasına da uygulanacak nitelikte bir
karar varsa ve temyiz mahkemesinin bu kararını değiştirmesi ihtimal dâhilinde
görünmüyorsa başvurucu, olağan başvuru yollarını tüketmiş sayılacaktır (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013,
§ 30).
51. Yukarıda belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunulması için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Ancak
somut olayda başvurucular açısından temyiz yoluna başvurulması, tüketilmesi
gerekli bir yol olarak kabul edilemez. Zira aynı karara yönelik olarak temyiz
mercileri kararlarını vermişler ve Derece Mahkemesince de temyiz mercilerinin
verdikleri karar doğrultusunda hüküm kurulmuştur. Bu anlamda Mahkemece verilen
son karara karşı temyiz yolunun etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilmesi,
başvuruculara aşırı bir külfet yükleyebilir. Dolayısıyla Mahkemece verilen son
karara karşı temyiz yoluna başvurulmadan yapılan bu başvuru, olağan kanun
yoluna başvurulmadığı için başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul
edilemez nitelikte değerlendirilemez. Zira başvurucular Mahkemece verilen
davanın kabulü kararına yönelik olarak, olayın şartları dâhilinde, olağan kanun
yollarını tüketmek için kendilerinden beklenen her şeyi yapmışlardır. Bu
aşamadan sonra başvuruculardan Derece Mahkemesince verilen son karara yönelik
olarak da temyiz yoluna başvurmalarını beklemek, bireysel başvuru hakkının
kullanılması önünde orantısız bir engel oluşturabilir (Deniz Baykal, § 31).
52. Temyiz yolu açık olan bir hükme yönelik olarak, etkili
görmedikleri veya hukuki yararları olmadığı için bu yola başvurmayan
başvurucular doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru haklarını
kullanabilirler.
53. Başvuru konusu olayda, Mahkemece verilen davanın kabulüne
dair kararın Yargıtay 5. Hukuk Dairesince bozulması üzerine Mahkemece ilk
hükümde direnilmiştir. Direnme kararının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunca direnme kararının bozulmasına hükmedilmiş, başvurucuların karar
düzeltme talepleri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından reddedilmiştir.
Mahkemece Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına uyularak davanın reddine karar
verilmiştir. Dolayısıyla somut olaya ilişkin olarak Mahkemece verilen ilk
kararlar incelenmiş ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından, davanın reddine
karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmeyerek hüküm
bozulmuştur. Mahkemece, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararları doğrultusunda verilen davanın reddine dair karara karşı olağan
kanun yollarına başvurulmasında hukuki yararın bulunduğundan ve başvurucuların
hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarını tüketmediklerinden söz edilemez.
Sonuç olarak temyiz yolu açık olan bir hükme yönelik olarak, etkili
görmedikleri veya hukuki yararları olmadığı için bu yola başvurmayan
başvurucular açısından başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi
gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
54. Başvurucular, İSKİ Genel
Müdürlüğü aleyhine açtıkları kamulaştırmasız el atmaya dayalı taşınmaz
bedelinin ödenmesi davasının reddedildiğini, davanın kabulüne dair karar
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bozulduğu için Mahkemece verilen ret kararını
temyiz etmediklerini ve bireysel başvuru haklarını kullandıklarını belirterek,
bedeli ödenmeksizin taşınmazlarına el konulduğunu, bu şekilde mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. Başvurucuların, kamulaştırma
kararı alındığı halde bedeli ödenmeksizin İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından
kullanılan taşınmaz bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlali
iddiaları açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
56. Başvurucular, Ümraniye
ilçesinde bulunan taşınmazlarına İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırma
yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin el konulduğunu, kamulaştırmasız el atmaya
dayalı açtıkları taşınmaz bedelinin ödenmesi davasının reddedildiğini ve
taşınmaz bedelinin ödenmediğini, usulüne uygun olarak yapılan bir kamulaştırma
işleminin bulunmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
57. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden kamulaştırma bedelinin
başvuruculara ödenip ödenmediği hususunda bir açıklık bulunmadığını, DSİ Genel
Müdürlüğünden kamulaştırma bedelinin ödenip ödenmediği hususunun sorularak bu
durumun açıklığa kavuşturulması gerektiğini, taşınmazın bedeli başvuruculara
ödenmemiş ise başvurucuların ödeme için önce idareye sonra da icra takibi
yoluna başvurmaları gerektiğini, dosya kapsamından bu yönde bir müracaatın olup
olmadığının anlaşılamadığını, başvurucuların diğer iddialarının esas itibarıyla
maddi ve hukuki vakıaların değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet
olmadığına, dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğunu, bu yönden
derece mahkemelerince getirilen çözümün adil olup olmamasının açıkça keyfilik
içermedikçe bireysel başvuru incelemesine tabi tutulamayacağını bildirmiştir.
58. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne katılmadıklarını, taşınmazın kamulaştırma bedellerinin ödenmediğini,
Derece Mahkemesince bu hususun araştırıldığını ve taşınmazın bedelinin
ödenmediğinin belirlendiğini, davalı İdarenin, kamulaştırma bedelini
kamulaştırma tarihinde malik olmayan F.D. ve müşterekleri adına bankaya bloke
ettiğini, kendilerine hiçbir ödeme yapılmadığını, bu hususların Derece
Mahkemesi dava dosyasında bulunduğunu, taşınmazın kamulaştırma bedeli
ödenmediği için kamulaştırmasız el atmaya dayalı taşınmaz bedelinin ödenmesi
davası açtıklarını belirtmişlerdir.
59. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması"
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
60. Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı" kenar başlıklı
35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
61. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Devlet ve kamu
tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını
peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya
bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar
üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli
ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Kanunun
taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı
aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
İkinci fıkrada
öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma
bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."
62. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı
1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve
tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı
vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun
bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler,
devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek
veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini
sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları
hakka halel getirmez."
63. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi benzer
düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.
64. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten
barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın
ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı
düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci
cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun
olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla
mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer
almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B.
No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).
65. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesindeki düzenlemeye benzer şekilde Anayasa'nın 35. maddesi de, birinci fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve
üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu
sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir.
66. Mutlak değil sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir.
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki
ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple mülkiyet hakkına getirilen
sınırlandırmaların denetiminin, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler
çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
67. Mülkiyet hakkına getirilen
sınırlandırmanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama,
Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme,
Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
68. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, mülkiyet hakkına
yönelik bir müdahale bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda,
varlığı kabul edilen müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığının, söz
konusu hakkın özünü zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının,
kısıtlamanın gerekli olup olmadığının ve kullanılan araçların orantısız olup
olmadığının tespit edilmesi gerekir.
i. Müdahalenin
Varlığı Hakkında
69. Başvurucular, Ümraniye ilçesinde bulunan taşınmazlarına İSKİ
Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırma yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin el
konulduğunu, kamulaştırmasız el atmaya dayalı olarak açtıkları taşınmaz
bedelinin ödenmesi davasının reddedildiğini, usulüne uygun olarak yapılan bir
kamulaştırma işleminin bulunmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. maddesinde
tanımlanan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
70. Bireysel başvuru yoluyla
mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak
bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014,
§ 26).
71. Bu doğrultuda, öncelikle
mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin
belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1.
maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk
girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir
(AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T.
24/9/2008).
72. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibarıyla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda yer alan mülkiyet kavramı
ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35.
maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa'nın 35. maddesi
kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın
varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun,
Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir
menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi
gerekir (İhsan Vurucuoğlu,
B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30-31).
73. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı,
kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara
uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden
yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 17).
Başvurucular, bu haktan yararlanmak adına ancak kendi mülkleriyle ilgili ihlal
iddiasında bulunabilirler. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sadece sahip
olunan bir mülke ve varlıklara koruma sağlanmaktadır.
74. Somut olayda, başvurucuların, tapu sicilinde adlarına
kayıtlı taşınmaz üzerinde, 4721 sayılı Kanun uyarınca mülkiyet haklarının
bulunduğu şüphesizdir.
75. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin
"kamu yararı" olduğu
kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının,
malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla
devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma
kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın
peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir (AYM, E.2004/25,
K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
76. Bir taşınmazın hiçbir
karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını
aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM, E.2002/112, K.2003/33,
10/4/2003).
77. AİHM, kamulaştırma
yapılmaksızın taşınmaza el atılması yoluyla yapılan müdahalenin, başvurucuların
mülkiyete saygı haklarını ihlal ettiği kanaatindedir (bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, B. No: 11765/05,
27/5/2010, § 51).
78. Somut olayda, başvurucular,
Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, tapu kaydı ile maliki
oldukları Ümraniye ilçesinde bulunan taşınmazın İSKİ Genel Müdürlüğünce
kamulaştırma yapılmaksızın fiilen el atılarak kullanıldığını ileri sürmüşler ve
el atmanın tespiti ile taşınmazın bedelinin ödenmesini talep etmişlerdir.
79. Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü,
taşınmazın 1974 yılında kamulaştırılarak kamulaştırma bedelinin o tarihteki
malikleri adına Bankaya bloke edildiğini, 25/8/1977 tarihinde kamulaştırmaya
ilişkin belgelerin davacılara tebliğ edildiğini, dolayısıyla kamulaştırmasız el
atmadan söz edilemeyeceğini, kamulaştırma işleminin tebliğinden itibaren 30 gün
içinde dava açılmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.
80. DSİ Genel Müdürlüğünce “Kamulaştırılacak Taşınmaz Mala Ait Plan”
düzenlenerek kamulaştırma bedeli belirlenmiş, 6830 sayılı Kanun’un 6. maddesine
göre kamulaştırma yapıldığı belirtilerek, Beşiktaş 3. Noterliğine hitaben yazı
yazılmış ve tapu malikleri olan başvurucu Naime Tığlı
ile diğer başvurucuların murisi Niyazi Tunca adına tebliği talep edilmiştir.
Anılan yazı üzerinde, Beşiktaş 3. Noterliğinin 22/8/1977 tarihli mührü
bulunmakta olup, yazının tebliğine dair bir ibare yer almamaktadır.
81. DSİ Genel Müdürlüğü,
16/4/2010 tarihli yazısında, Naime Tığlı ve Niyazi
Tunca’ya 22/8/1977 tarihli Noter tebligatı gönderildiğini, Naime
Tığlı’nın birlikte ikamet eden kızı Güler Tığlı’ya tebligatın teslim edildiğini, kamulaştırma
bedelinin alındığına dair kaydın bulunmadığını bildirmiştir.
82. Başvuruculara ait taşınmazın
kamulaştırılmasına karar verildiği tarihte yürürlükte bulunan 6830 sayılı
Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasına göre, “İstimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve tapu kaydı yoksa vergi
kayıtları ile ve ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tesbit
edilen mal sahibi, zilyed ve diğer alâkalılarından
ikametgâhı tesbit edilmiş olanlara istimlâk olunacak gayrimenkulun plân veya ebatlı krokisi, istimlâk kararı ve
takdir olunan kıymeti ve istimlâkin hangi idare lehine yapıldığı ve açılacak
davalarda husumetin kime tevcih edileceği 15 gün içinde noter marifetiyle
tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri tatbik
olunur…”
83. Aynı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasına göre ise “İstimlâk olunacak gayrimenkulun
sahibi, zilyed ve diğer alâkalılar veya istimlâki
yapan idare tarafından 13 üncü madde gereğince ikametgâhlarında tebligat
yapılmış olanlar tebliğ tarihinden itibaren 15 gün, bunlar haricindekiler son
ilân tarihinden itibaren 30 gün içinde istimlâk muamelesine karşı Şûrayı
Devlette ve takdir edilen bedel ile maddi hatalara karşı da gayrimenkulun
bulunduğu mahal asliye hukuk mahkemesinde dâva açabilirler. Şu kadar ki, Şûrayı
Devlete müracaat edildiği takdirde mahkemeye müracaat müddeti Şûrayı Devlet
kararının katîleştiği tarihten, bu karar aleyhine
karar tashihi istenmiş ise bu talebin reddine dair ilâmın tebliği tarihinden
cereyana başlar.”
84. Somut olayda Derece
Mahkemeleri arasındaki uyuşmazlık, başvuruculara 6830 sayılı mülga Kanun’a
uygun olarak kamulaştırma işleminin tebliğ edilip edilmediği noktasında
toplanmıştır. Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 1/11/2011 tarihli direnme
kararında, davalı tarafından yapılan tebligatın usulüne uygun olmadığı ve
tebligat yapıldığının davalı tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın
kabulüne ve ilk hükümde direnilmesine karar verilmiştir (bkz. § 21).
85. Davalının temyizi üzerine,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/7/2012 tarihli ilâmıyla davalı tarafından,
kamulaştırma kararına ilişkin belgelerin usulüne uygun olarak tebliğ edildiği
ve 30 gün içinde dava açılmadığı, dolayısıyla davanın reddine karar verilmesi
gerekirken, kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek, direnme
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir (bkz. § 22).
86. Bozma kararına uyan İstanbul
Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesi, bozma ilâmı doğrultusunda davanın reddine
karar vermiştir.
87. Kamulaştırma işlemine
ilişkin belgelerin usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediği konusunda
Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesince ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca,
davalının sunduğu belgelerin ve delillerin değerlendirilmesi sonucu farklı
sonuçlara ulaşılmışsa da bu durumun, delillerin değerlendirilmesine ve hukuk
kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
88. Somut olayda, Derece Mahkemeleri
tarafından başvuruculara ait taşınmazın kamulaştırıldığı belirtilmişse de
Anayasa’nın 46. maddesine göre kamulaştırma işlemi için, kamu yararı amacının
bulunması, kamulaştırma işleminin kanunda öngörülen usullere uygun olarak
yapılması ve kamulaştırılacak taşınmazın bedelinin maliklerine ödenmesi
gerekir. Bu şartların gerçekleşmediği durumlarda hukuka uygun bir
kamulaştırmadan söz edilemez.
89. Anayasa'nın 46. maddesinde
öngörülen ve temel öğesinin "kamu
yararı" olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz
üzerindeki mülkiyet hakkının, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla
idarece kaldırılmasıdır. Kamulaştırmanın bir başka tanımlaması ise kamu yararı
amacıyla, bir taşınmazın takdir edilen bedeli peşin verilmek üzere malikinin
rızasına bakılmaksızın elinden alınmasıdır. Anayasa'nın 46. maddesinde
öngörülen kamulaştırma, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan
mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. İdare kendisine Anayasa
tarafından tanınan olanak ve yetkileri kanuna uygun bir biçimde kullanmaksızın
taşınmaza el atarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz. Ayrıca hak
düşürücü sürelerin geçmesiyle taşınmaz malikinin her türlü dava açma hakkının
engellenmesi ve taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet
hakkının sınırlanmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM,
E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003).
90. İdarenin her türlü eylem ve
işleminin kanuni bir dayanağının bulunması gerekir. Yönetimin kanuniliği olarak
adlandırılan bu ilke gereği idare, kaynağını kanundan almayan bir yetkiyi
kullanamaz. Bunun doğal sonucu olarak Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin her
türlü eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olduğu ilkesi getirilmiştir.
Buna göre idare, özel hukuk kişilerine ait taşınmazlara, kanunun verdiği yetkiyle
ve ancak kanunda öngörülen şekilde malik olabilir. Anayasa’nın 35. maddesinde
yer alan “Mülkiyet hakkı kamu yararı
amacıyla kanunla sınırlanabilir.” hükmüne paralel olarak,
Anayasa’nın 46. maddesinde kamulaştırmanın temel esasları açıkça
düzenlenmiştir. Anayasa’nın 46. maddesindeki “Devlet
ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını
peşin ödemek şartıyla özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir
kısmını kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde
idari irtifaklar kurmaya yetkilidir.” şeklindeki hüküm gereği, idare,
geçerli bir kamulaştırma işlemi olmaksızın hiçbir özel hukuk kişisinin taşınmazına
el koyamayacağı gibi, mülkiyet hakkının sağladığı yetkileri kanunun öngördüğü
sınırı aşacak şekilde de sınırlayamaz.
91. Kamulaştırmasız el atma
kavramı ise ilk olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları’nda
değerlendirilmiştir. Yargıtay, 16/5/1956 tarihli ve E.1, K.6 sayılı İçtihadı
Birleştirme Kararı’nda “... Usulü dairesinde
istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine men’i
müdahale davası açmaya hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı
olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulün
bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ...” şeklinde tespit yapılmış,
taşınmazına kamulaştırmasız el atılan kişinin idareye karşı müdahalenin
önlenmesi veya taşınmazın mülkiyetinin idareye devredilmesi karşılığında
bedelinin ödenmesini isteme hakkı olduğu hüküm altına alınmıştır.
92. Yine Yargıtayın
16/5/1956 tarihli ve E.1, K.7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda, “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül
edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünün
bedelinin tahsiline ilişkin olarak, gayrimenkulünü yola kalbeden
hükmü şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruruzamanın mevzuubahis olamayacağına
ve bu itibarla da, hadisede Borçlar Kanunu’nun 66. maddesinin tatbik kabiliyeti
bulunmadığına...” karar verilmiş, kamulaştırmasız el atma halinde
açılacak bedel davalarının zamanaşımına bağlı olmadığı belirtilmiştir.
93. Kamulaştırmasız el atma,
idarenin haksız fiili niteliğinde olduğundan, el atmaya rağmen mülkiyet hakkı
malikte kalmaktadır. Kamulaştırmasız el atma durumunda İçtihadı Birleştirme
Kararı’na göre malikin, dilerse müdahalenin önlenmesi, dilerse taşınmazın mülkiyetinin
idareye geçmesi karşılığı bedel ödenmesini isteme hakkı bulunmaktadır. Mülkiyet
hakkının devam ettiği bir durumda, malikin taşınmazın idareye devri karşılığı
açacağı bedel davasının zamanaşımına bağlı olması mümkün değildir. Zira malikin
mülkiyet hakkı devam etmekte olup, idare açısından sebepsiz zenginleşme teşkil
edecek bir durum söz konusu değildir. Bundan dolayı malik, fiili el atma devam
ettiği sürece bu davayı açma hakkına sahiptir.
94. Kamulaştırma işlemi, kamu
yararı kararı alınmasından taşınmazın edinilmesi aşamasına kadar birden çok
idari işlemi gerektirmektedir. İdarenin, kamu yararı kararı almasından
kamulaştırmanın gerçekleştiği aşamaya kadar bazı idari işlemleri yapmakla birlikte,
kamulaştırma süreci tamamlanmadan taşınmaza fiilen el atması halinde de kamulaştırmasız
el atma durumu söz konusu olur.
95. Somut olayda, başvurucuların
dava dilekçesi, davalı İdarenin cevap dilekçesi ile Mahkeme ve Yargıtay
kararlarında açıkça belirtildiği üzere, başvuruculara ait taşınmazda Dudullu su deposu ve Kozyatağı
isale hattının yer aldığı anlaşılmaktadır. Taşınmazın, tapu sicilinde
başvurucular adına tescilli olmasına ve yalnızca “kamulaştırılacaktır” şerhi bulunmasına karşın, İdare
tarafından kamulaştırma işlemi tamamlanmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza
fiilen el atıldığı, başvurucuların taşınmazı kullanmalarının fiilen engellendiği,
bu şekilde mülkiyet hakkının ihlal edildiği kabul edilmiştir.
96. DSİ Genel Müdürlüğünce
başvuruculara ait taşınmazın kamulaştırılmasına karar verildiği ve kamulaştırma
kararı alındığı, Derece Mahkemelerinin kararlarına göre kamulaştırma kararının
başvuruculara usulüne uygun olarak tebliğ edildiği kabul edilmişse de,
kamulaştırma kararı alınan taşınmaz bedelinin başvuruculara ödenmediği,
taşınmazın tapu kaydında “kamulaştırılacaktır”
şerhi bulunmasına rağmen Anayasa’nın 46. maddesine uygun olarak bedeli ödenmek
suretiyle kamulaştırmanın gerçekleştirilmediği, yalnızca kamulaştırma kararı
alınması ve bu kararın maliklere tebliğ edilmesi ile mülkiyet hakkının sona
erdirilemeyeceği, dolayısıyla Derece Mahkemeleri tarafından, 30 gün içinde dava
açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin, ortada bedeli
ödenerek kamulaştırılan taşınmazın bulunmadığı hususu göz önünde bulundurulduğunda,
başvurucuların mülkiyet haklarına müdahale teşkil edeceği sonucuna
ulaşılmıştır.
97. Başvurucuların taşınmazının
kamulaştırılmasına karar verilmiş ve Derece Mahkemelerince kamulaştırma
kararının başvuruculara tebliğ edildiği kabul edilmişse de, kamulaştırılmasına
karar verilen taşınmaz bedelinin ödenmediği, bu durumda Anayasa’nın 46.
maddesine uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilemeyeceği, dolayısıyla
kamulaştırmasız el atma durumunun söz konusu olduğu, bu şekilde başvurucuların
mülkiyet haklarına müdahale edildiği, yapılan bu müdahale nedeniyle 30 günlük
dava açma süresinden de söz edilemeyeceği kabul edilmiştir.
98. Açıklanan nedenlerle
taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına, hukuk sisteminde öngörülen usuller
dışında kamulaştırma yapılmaksızın ve taşınmazın bedeli ödenmeksizin el
atılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.
ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması
Hakkında
99. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe anılan maddenin ihlalini
teşkil edecektir. Bu itibarla, müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar
tarafından öngörülme ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
1. Kanunlar Tarafından Öngörülme
100. Başvuruculara ait taşınmaza ilişkin olarak, DSİ Genel
Müdürlüğünce su deposu ve isale hattı kurulması amacıyla kamulaştırma kararı
alındığı ancak başvurucuların taşınmazı satın aldığı tarihte tapu kayıtlarında
kamulaştırmaya ilişkin herhangi bir şerhin bulunmadığı, satış tarihinden sonra
tapu kaydına “kamulaştırılacaktır”
şerhinin işlendiği anlaşılmıştır.
101. Demokratik toplumun temel
ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğü, Sözleşme’nin tamamının ayrılmaz bir
parçası olduğundan, 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. maddesi her şeyden önce ve özellikle
mülkiyete saygı gösterilmesinden yararlanma hakkına idari makamlar tarafından
yapılan müdahalenin yasal olmasını gerektirmektedir (bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, § 42).
102. Taşınmaz üzerindeki mülkiyet
hakkına, kamu yararı amacıyla olsa dahi hukuk sisteminde öngörülen usuller
dışında kamulaştırma yapılmaksızın ve taşınmazın bedeli ödenmeksizin el
atılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.
103. Başvuru konusu olayda, kamu yararı amacıyla alınan kamulaştırma
kararının Anayasa’nın 46. maddesine ve 6830 sayılı mülga Kanun’a uygun olduğu
belirlenmiş olup, anılan kararın “kanunlar
tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
2. Meşru Amaç
104. Başvuru konusu olayda, başvuruculara ait taşınmaz üzerine su
deposu ve isale hattı kurulması amacıyla kamulaştırma kararı alındığı, halen
taşınmazda Dudullu su deposu ve Kozyatağı
isale hattının bulunduğu anlaşılmıştır. DSİ Genel Müdürlüğünce kamulaştırma
kararının alınmasındaki amacın, halkın su ihtiyacını karşılamak için su deposu kurulması
olduğu, dolayısıyla kamu yararının olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna
varılmıştır.
3. Ölçülülük
105. Son olarak, kamulaştırma kararı alındığı halde taşınmazın bedeli
ödenmeksizin taşınmaza fiilen el atma şeklinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
106. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş
olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile
ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “Temel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın,
demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen
kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye
olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi
gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek,
amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih
edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
107. Anayasa Mahkemesinin
kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile
araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen
amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir.
Bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek
için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı
değerlendirilmelidir (Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, § 106).
108. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin
temel ekseni, bedeli ödenmeksizin başvuruculara ait taşınmaza el atılması
şeklinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin “ölçülülük
ilkesi”ne
uygun olup olmadığı olacaktır.
109. Anayasa'nın 35. maddesine
uygun olarak bir kimsenin mülkiyet hakkına devlet tarafından müdahale edilmişse
veya malvarlığı üzerindeki hakları kullanılamaz hale getirilmişse, bu kişinin
hakkının korunması gerekir. Bu da ancak mülkiyete konu malvarlığının değerinin
ödenmesi suretiyle gerçekleştirilebilir. Kural olarak devlet tarafından el
atılan malvarlığının değerini, devletin kendiliğinden ödemesi beklenir (Kenan Yıldırım ve Turan
Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 62).
110. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden
arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi
arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz
uygulanması da gerekir (bkz. Scordino/İtalya
(no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).
111. Yukarıda belirtildiği üzere
Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı, malikine, sahibi olduğu
mülk üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkını verir. Ancak kamu gücünü
kullanan idare tarafından mülkiyet hakkının kullanılmasına sınırlama
getirilebileceği gibi malikin tasarruf hakkının tamamen ortadan kaldırılması
sonucunu doğuracak bir müdahalede de bulunulabilir. Kamu makamları tarafından yapılan
bu müdahalelerin hukuki bir temele dayanması, kamu yararı şeklinde meşru bir
amacının bulunması ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin meşru amaçla
orantılı olması gerekir.
112. Kamulaştırmasız el atma
uygulaması, hukuken taşınmazların maliki olan başvurucuları, herhangi bir kamu
yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda
bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra
mahkemeler tarafından bir değerlendirmenin konusu yapılmıştır. Başka bir
deyişle, kamulaştırmasız el atmanın tespiti, her ne olursa olsun, idare
tarafından isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul
etmeye ve idareye, kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkanı
sunmaya yol açmaktadır (bkz. Sarıca ve
Dilaver/Türkiye, § 43).
113. AİHM’e göre, idareye, resmi
kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama,
davacılara, öngörülemez ve keyfi bir sonuçla karşılaşma tehlikesi taşımaktadır.
Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde
gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir
(bkz. Scordino/İtalya (no:3), B. No: 43662/98, 17/5/2005
§ 31).
114. Hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve
Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan
devlettir. Devletin veya bir kamu tüzel kişisinin, kamulaştırma işlemi
olmaksızın temel insan haklarından olan mülkiyet hakkına keyfi bir şekilde el
atarak bireylerin sahip oldukları taşınmazları üzerinde özgürce tasarruf
etmelerinin engellenmesi ve mülkiyet haklarının ellerinden alınması hukuk
devleti ilkesine aykırıdır (AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003).
115. Kamu tüzel kişilerinin
herhangi bir şekilde kamulaştırma yapmadan bir taşınmaz üzerine kamu yararı
amacıyla köprü, yol veya herhangi bir tesis yapmaları kamulaştırmasız el
atmadır (AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003).
116. Anayasa'nın 35. maddesine
göre kişilerin mülkleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı
gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa'nın 13.
maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum
bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum
bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 37).
117. Başvuru konusu olayda
başvurucular, Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, tapu
kaydı ile maliki oldukları Ümraniye ilçesinde bulunan taşınmazın İSKİ Genel
Müdürlüğünce kamulaştırma yapılmaksızın fiilen el atılarak kullanıldığını ileri
sürmüşler ve el atmanın tespiti ile taşınmazın bedelinin ödenmesini talep
etmişlerdir.
118. Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü,
taşınmazın 1974 yılında kamulaştırılarak kamulaştırma bedelinin o tarihteki
malikleri adına Bankaya bloke edildiğini, 25/8/1977 tarihinde kamulaştırmaya
ilişkin belgelerin davacılara tebliğ edildiğini, dolayısıyla kamulaştırmasız el
atmadan söz edilemeyeceğini, kamulaştırma işleminin tebliğinden itibaren 30 gün
içinde dava açılmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.
119. Gerçekten de dava konusu
taşınmazın, F.D. ve M.D. adlarına tapuya kayıtlı iken DSİ Genel Müdürlüğünce
26/2/1974 tarihinde kamulaştırılması kararı alındığı, Kıymet Takdir Komisyonu
tarafından takdir edilen kamulaştırma bedelinin F.D. ve müşterekleri adına
26/2/1974 tarihinde T.C. Merkez Bankası İstanbul Şubesine bloke edildiği
belirlenmiştir.
120. Başvuruculardan Naime Tığlı ile diğer başvurucuların murisi Niyazi Tunca,
27/11/1974 tarihinde, taşınmazı F.D. ve M.D.’den
satın almışlar ve adlarına tapuya tescil ettirmişlerdir. Bu satış sırasında ve
sonrasında düzenlenen tapu kayıtlarında kamulaştırmaya ilişkin herhangi bir
şerh veya yazının tapu kaydında bulunmadığı anlaşılmıştır.
121. Ümraniye Tapu Sicil
Müdürlüğünün 30/1/2009 tarihli yazısına göre taşınmazın halen Niyazi Tunca ve Naime Tığlı adına tapuya kayıtlı olduğu, beyanlar hanesinde
“DSİ Genel Müdürlüğünce kamulaştırılacaktır”
şerhinin bulunduğu anlaşılmış, DSİ Genel Müdürlüğü, kamulaştırma bedelinin
alındığına dair kaydın bulunmadığını bildirmiştir.
122. T.C. Merkez Bankası
yazısında, Naime Tığlı adına herhangi bir ödeme
yapılmadığı belirtilmiştir.
123. Somut olayda Derece
Mahkemeleri arasındaki uyuşmazlık, başvuruculara 6830 sayılı mülga Kanun’a
uygun olarak kamulaştırma işleminin tebliğ edilip edilmediği noktasında
toplanmış olup, bu konuda Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davalı
tarafından yapılan tebligatın usulüne uygun olmadığı ve tebligat yapıldığının
davalı tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne ve ilk hükümde
direnilmesine karar verilmiştir (bkz. § 21).
124. Davalının temyizi üzerine,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/7/2012 tarihli ilâmıyla davalı tarafından,
kamulaştırma kararına ilişkin belgelerin usulüne uygun olarak tebliğ edildiği
ve 30 gün içinde dava açılmadığı dolayısıyla davanın reddine karar verilmesi
gerekirken, kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek, direnme
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir (bkz. § 22). Anılan bozma kararı,
kamulaştırma kararının tebliğinden itibaren 30 günlük hak düşürücü süre içinde
dava açılmadığı için verilmişse de karar içeriğinde, “Öte yandan davadaki talep sonucunun ıslah yoluyla artırılması ya da
değiştirilmesi için o hakkın maddi hukuk açısından mevcut bulunması gerekir.
Hiç var olmayan veya başlangıçta var olmakla birlikte hak düşürücü süre
nedeniyle ortadan kalkan bir hak için usul hukukunun kurum ve kuralları
kullanılarak talepte bulunulması mümkün değildir. Yine dava yoluyla bir hak
talebinde bulunulması için o hakkın maddi hukuk bakımından mevcut bulunması
gerektiğinden, hak düşürücü sürenin geçmesiyle özü ortadan kalkan bir hak için
kamulaştırmasız el atmadan söz edilerek bedel istenemeyeceği kuşku ve
duraksamadan uzaktır.” şeklinde gerekçe oluşturulduğu da
anlaşılmıştır.
125. Başvuru konusu olayda,
kamulaştırma işlemine ilişkin belgelerin başvuruculara tebliğ edilip edilmediği
hususunda Derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından farklı değerlendirmeler
yapılmışsa da yukarıda da açıklandığı üzere, başvuruculara ait taşınmazın
kamulaştırılmasına karar verildiği halde bedelinin ödenmediği ve bu durumun
mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği dikkate alındığında, kamulaştırma
kararının tebliğinden itibaren 30 gün içinde dava açılmaması nedeniyle davanın
reddine karar verilmesi, mülkiyet hakkını, özü itibarıyla ortadan kaldırdığı
şeklinde değerlendirilemez.
126. Somut olayda davalı
tarafından kamulaştırılmasına karar verilen taşınmazın kamulaştırma bedelinin
başvuruculara ödenmediği, dolayısıyla kanuna uygun bir kamulaştırma işleminin
olmadığı, bu durumun kamulaştırmasız el atma niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır. Bedel ödenmediği için başvurucuların kamulaştırılmasına karar
verilen taşınmaz üzerinde mülkiyet haklarının devam ettiği açıktır. Zira
25/8/1977 tarihinde Niyazi Tunca ve Naime Tığlı’ya usulüne uygun olarak kamulaştırma işleminin ve
ilgili belgelerin tebliğ edildiği kabul edilse dahi, taşınmazın halen başvurucular
adına tapuya kayıtlı olduğu ve İdare adına tescil edilmediği, İdarenin bu
yönden bir girişiminin de olmadığı dikkate alındığında, kamulaştırılmasına
karar verilen ancak henüz kamulaştırılmayan ve bedeli ödenmeyen taşınmaz
yönünden başvurucuların mülkiyet haklarının bulunduğunda kuşku yoktur.
127. Taşınmazın halen
başvurucular adlarına tapuya kayıtlı olduğu ve bedelinin ödenmediği dikkate
alındığında, başvurucuların kamulaştırma işlemine karşı 30 gün içinde dava
açmamaları nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenmesi amacıyla dava açmalarının
mümkün olmadığı şeklindeki bir sonuç, mülkiyet hakkı ile birlikte hak arama
özgürlüğünün de ihlali niteliğinde olabileceği gibi, bu taşınmaza ilişkin
kamulaştırma kararına dayalı olarak tescil davası açılmasını İdareden beklemek
de başvurucular açısından hukuki belirsizlik meydana getirecektir. Dolayısıyla
kamulaştırma kararı alınan taşınmaza ilişkin olarak, İdare tarafından taşınmaza
yapılan müdahale ile başvurucunun taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkı arasında
adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil dengenin kamu yararına tahsis
edilen ve bu yönden meşru bir amacı olan kamulaştırma konusu taşınmaz bedelinin
başvuruculara ödenmesi ile telafi edilebileceğinde kuşku yoktur. Tapu sicilinde
başvurucular adına tescilli taşınmazın “kamulaştırılacaktır”
şeklindeki şerhe rağmen İdare tarafından kamulaştırma işleminin tamamlanmadığı
ve taşınmazın bedelinin ödenmediği, dolayısıyla tazminat ödenmeksizin
mülkiyetin kaybettirilmesinin başvurucuların mülkiyet hakkına orantılı bir
müdahale olmadığını gösterdiği ve mülkiyet haklarını ihlal ettiği
anlaşılmaktadır.
128. Sonuç olarak, halen
başvurucular adına tapuya kayıtlı taşınmazın, kamulaştırma kararı alınarak
başvurucuların anılan taşınmazı satın aldıkları tarihten sonra tapu kaydına “DSİ Genel Müdürlüğünce kamulaştırılacaktır”
şerhinin konulmasına rağmen, kamulaştırma işleminin tamamlanmadığı ve
taşınmazın bedelinin başvuruculara ödenmediği dikkate alındığında, taşınmaz
üzerinde mülkiyet hakları bulunduğu şüphesiz olan başvurucuların, İdare
tarafından el atılan ve bedeli ödenmeyen taşınmaz bedelinin ödenmesi amacıyla
açtıkları davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet haklarını ihlal ettiği
sonucuna varılmıştır.
129. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
130. Başvurucular, mülkiyet haklarının ihlal edildiğinin
tespitini, yasal faiziyle birlikte maddi tazminat ve yargılama giderlerinin
ödenmesini talep etmişlerdir.
131. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, başvurucuların haklarının ihlal edildiğinin tespiti halinde, daha
önce verilen kararlar doğrultusunda hakkaniyete uygun bir tazminata karar
verilmesinin yerinde olabileceğini bildirmiştir.
132. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
133. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden Anayasa’nın 35.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın ilgili Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
134. Başvurucular tarafından, Mahkemece belirlenen taşınmazın
değeri doğrultusunda maddi tazminat talebinde de bulunulmuş olup, mevcut
başvuruda Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiği tespit edilerek yeniden
yargılama yapılması yolunun açıldığı dikkate alındığında, başvurucuların maddi
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
135. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların;
1. Mülkiyet
haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın
35. maddesinde düzenlenen mülkiyet haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. İhlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın
İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine,
B. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.