TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAMAZAN COŞGUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3840)
|
|
Karar Tarihi: 22/6/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Ramazan COŞGUN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 24/5/2002
tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasına ilişkin
yargılama sonunda, delillerin takdirinde ve değerlendirilmesinde hataya
düşülerek davanın reddedildiğini, keyfi ve gerekçesiz kararlar verildiğini,
bilirkişi raporlarının kararlara yanlış aktarıldığını, makul sürede yargılama
yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, yaşam
hakkının, çalışma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş,
gerekli görülmesi halinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına veya
yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesi talep
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 31/5/2013 tarihinde
Antalya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 20/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
1/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 19/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 24/5/2002
tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasında, dava
konusu iki ayrı taşınmazın, kırk yılı aşkın zamandır nizasız ve fasılasız
olarak malik sıfatı ile zilyedi olduğunu belirterek, kadastro tespiti dışında
kalan söz konusu taşınmazların adına tapuya tesciline karar verilmesini talep
etmiştir.
8. Antalya 8. Asliye Hukuk
Mahkemesi, 17/11/2005 tarihli ve E.2003/312, K.2005/420 sayılı kararı ile resmi
kurumlardan alınan bilgiler, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporları ile
tanık beyanları, diğer Mahkemeler nezdinde yapılan zilyetlik araştırması
doğrultusunda, anılan taşınmazların fen bilirkişisi ve orman bilirkişisinin
raporlarına göre orman tahdidinin dışında fundalık, çalılık bir arazi iken
başvurucunun babası tarafından 1963 yılından başlayıp, 1965 yılına kadar imar
ihya çalışmaları ile kültür arazisi haline getirildiğini, her iki yerin dava
tarihine kadar zilyetlik ile edinme süresinin de dolduğunu belirterek, davanın
kabulüne hükmetmiştir.
9. Davalı Maliye Hazinesinin
temyiz talebinde bulunması sonucu, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 26/3/2009 tarihli
ve E.2009/2159, K.2009/5134 sayılı ilâmı ile “…3402
Sayılı Kadastro Kanun’un 17. maddesi gereğince orman sayılmayan, Devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen ve il, ilçe ve
kasabaların imar planları kapsamında kalmayan araziden masraf ve emek sarfı ile
imar ve ihya edilip tarıma elverişli hale getirilen (ev ve benzeri tesisler
yapmak, dışarıdan toprak getirilerek tarıma elverişli hale getirmek imar ihya
olarak kabul edilemez) ve imar ihyanın tamamlandığı tarihten tescil davasının
açıldığı ya da tesbit tutanağının düzenlendiği güne
kadar 20 yıl süreyle zilyet edildiği ileri sürülerek tapuya tescili istenen
taşınmazların, Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde yazılı diğer koşulların
yanında niteliğinin, imar ihya edildiğinin ve üzerinde sürdürülen zilyetliğin,
başlangıç ve süresinin, kullanılıp kullanılmadığının ve tasarruf sınırlarının
ne olduğunun takdiri delil olan yerel bilirkişi ve tanık sözleri yanında,
gerçeğin bir resmi olan en eski tarihli hava fotoğrafı ile gerçeğin modeli olan
memleket haritaları ile dava ya da kadastro tesbit
tarihinden 15 - 20 yıl önce en az iki zamanda birbirini izleyen bindirmeli
olarak çekilen çiftli hava fotoğrafları ve bu fotoğrafların yorumlanması ile
üretilen memleket haritaları ve standart topografik fotogrametri yöntemi ile düzenlenen kadastro haritalarının,
özellikle ön bindirmeli çekilen ve birbirini izleyen streoskopik
çift hava fotoğraflarının streoskop aletiyle ve üç
boyutlu olarak incelenip kesin olarak belirlenmesi gerekir. Somut olayda
mahkemece, anlatılan biçimde bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır.
….
Ayrıca, a) Taşınmazın
eski ve yeni niteliği konusunda jeoloji mühendisinden de ayrıntılı rapor alınmalı,
b) Keşif sırasında taşınmazın çeşitli yönlerinden hali hazır durumunu gösterir
renkli fotoğrafları çektirilip onaylanarak dava dosyası içine konulmalı, c)
Davanın açıldığı tarihten önce ya da sonra Hazine yetkilileri tarafından
hazırlanan idari tahkikat ve haksız işgal (ecrimisil)
tutanakları varsa bu tutanaklar da yerine uygulanıp tutanaklarda ismi yazılı
kişiler tanık sıfatıyla dinlenilmeli, d) Özgürler Toprak Sanayi A.Ş.
tarafından, beton santralı yapılmak üzere Hazineden taşlık ve çalılık 26.500 m2
alanın kiralanmak ya da satın alınmak istenmesi üzerine, Hazine tarafından bu
yerin tescili yoluna gidildiği, bu amaçla tespit işlemi yapıldığı, üzerinde
bulunan gecekondu sahipleri için işgalci olarak ecrimisil
tahakkuk ettirildiği, gecekonduların yıkılma aşamasında olduğu, aynı yöreye
ilişkin dosyalarda, Milli Emlak Müdürlüğünce bildirildiğine göre, ilgili belge
ve haritalar getirtilerek çekişmeli taşınmazın bu arazinin içinde olup olmadığı
belirlenmeli,…” gerekçelerine dayanarak İlk Derece Mahkemesi kararını
bozmuştur.
10. Antalya 8. Asliye Hukuk
Mahkemesi bozma ilamına uyarak yaptığı yeniden yargılamada, bozma ilâmında
eksik olduğu belirtilen hususları yerine getirmiş, taşınmazın bulunduğu yerdeki
memleket haritası ve hava fotoğraflarını getirtmiş, çevre parsellerin tedavüllü tapu kayıtlarını, tapulama tutanaklarını dosya
içerisine almış, mahallinde mahalli bilirkişi, davacı tanıkları ile yeniden
keşif yapmış, fen, orman, ziraat ve jeoloji bilirkişilerinden raporlar almış,
yapılan inceleme ve değerlendirmeler sonucunda, 14/12/2010 tarih ve E.2009/182,
K.2010/383 sayılı kararı ile “…Dava konusu
taşınmazların bulunduğu yerde ilk tapulama tespitinin 1965 yılında yapıldığı, o
tarihte dava konusu taşınmazların tapulama harici yer olarak bırakıldığı, orman
bilirkişisinin raporunda gösterdiği üzere taşınmazların bulunduğu yerde 1946
yılında yapılan 4785 sayılı Kanun ile değişik 3116 sayılı Kanun’a uygun orman
sınırlandırılmasında orman dışında kaldığı, hava fotoğrafları üzerinde cep streoskopi ile yapılan incelemede her iki bölümünde bodur,
çalılık, makilik alan olarak tespit edildiği, memleket haritasında ise, A harfi
ile gösterilen kısmın orman alanı içerisinde kısmen açıklık alanda, B harfi ile
gösterilen kısmın ise, açıklık alanda olduğu, 1/5.000 ölçekli orman amenajman haritasında
A harfi ile gösterilen yerin yeşil ile gösterilen orman alanlık içerisinde B
harf ile gösterilen kesimin sınır olan beyaz renkli açıklık alan içerisinde
olduğu bilirkişiler tarafından bildirildiğine göre kadastro tespitinin
yapıldığı 1963 yılında dava konusu yerin imar ihyası yapılmayan makilik alan
olduğu, bu sebeple davacı tanıklarının imar ihyanın tamamlandığı tarih olarak gösterdikleri
1951 yılının orman bilirkişinin raporunda teknik belgelerin incelenmesi denilen
bölümle uyuşmadığı bu nedenle bu tanık beyanlarının doğruyu yansıtmadıkları,
keza Yüksek Yargıtay’ın bozma ilamında gösterdiği üzere bir yer üzerinde ev
yapmak ya da toprak çekmenin imar ihya mahiyetini taşımadığı, eylemli
zilyetliğin ekonomik amaca uygun olarak sürdürülmediği, davacının A harfi ile
gösterilen taşınmazda inşa halinde ev yapmaya çalıştığı ve jeoloji mühendisi
bilirkişinin raporunda gösterdiği üzere 0- 0.05 metre karelik kısma toprak
çekildiği, bunun dışında herhangi bir tarımsal faaliyetin bulunmadığı, diğer
taşınmazda ziraat bilirkişisinin raporunda da belirttiği gibi üzerinde herhangi
bir kültür bitkisinin bulunmadığı, yüzeyinin otlarla kaplı olduğu, bilirkişiye
göre nadasa bırakıldığı belirtilmişse de burada da ekonomik amaca uygun bir
kullanımın söz konusu olmadığı, kısmen imar ihyanın da tamamlanmadığı halen dava
konusu edilen taşınmazın bir bölümünün çalılık halde olduğu,…” gerekçeleriyle
davanın reddine karar vermiştir.
11. Başvurucu tarafından İlk
Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi,
24/4/2012 tarih ve E.2011/5526, K.2012/6205 sayılı ilâmı ile bozma ilâmında
ifade edilen hususlara göre hüküm kurulduğunu belirterek, temyiz itirazlarını
reddetmiş ve İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır.
12. Aynı Daireye yapılan karar
düzeltme istemi, 15/4/2013 tarih ve E.2013/2735, K.2013/4385 sayılı ilâm ile
reddedilmiştir.
13. Karar düzeltme talebinin
reddine ilişkin ilâm 4/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu, 31/5/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
15. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul
ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür."
16. 22/11/2001 tarih ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanun’un “b.Olağanüstü zamanaşımı” kenar
başlıklı 713. maddesinin ilk fıkrası şöyledir:
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve
aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran
kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet
hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.”
17. 21/6/1987 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti” kenar
başlıklı 14. maddesinin ilk fıkrası şöyledir:
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı
içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme
kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal,
çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini
belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına
tespit edilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 22/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/5/2013 tarih ve 2013/3840
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu, 24/5/2002
tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasına ilişkin
yargılama sürecinde, delillerin takdirinde ve değerlendirilmesinde hataya
düşülerek davanın reddedildiğini, bilirkişi raporlarının kararlara yanlış ve
hatalı yorumlanarak aktarıldığını, makul sürede yargılama yapılmadığını, aynı
bölgede aynı özelliklere sahip taşınmazlara ilişkin açılan diğer tescil
davalarının kabul edilmesine rağmen açtığı davanın keyfi ve gerekçesiz olarak
reddedildiğini, dava konusu taşınmaz üzerinde mülkiyetinin hukuka aykırı
şekilde kabul edilmediğini, Yargıtay tarafından gerekçesiz şekilde hükmün
onandığını, bu nedenle taşınmazlarını kullanamaz hale geldiğini belirterek,
adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, yaşam hakkının, çalışma hakkının ve
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
20. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, bireysel başvuruya konu yargılama sürecinde
delillerin takdirinde ve değerlendirilmesinde hataya düşüldüğünü, aynı bölgede
aynı özelliklere sahip taşınmazlara ilişkin açılan diğer tescil davalarının
kabul edilmesine rağmen kendi davasının reddedildiğini, hukuka aykırı olarak
dava konusu taşınmaz üzerinde mülkiyetinin kabul edilmediğini, bu nedenle
taşınmazlarını kullanamaz hale geldiğini belirterek adil yargılanma hakkının,
mülkiyet hakkının, yaşam hakkının, çalışma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi
kendisi yapar (Tahir Canan, B.No: 2012/969, 18/9/2013, §16).
Anılan ihlal iddiaları yargılama sürecinin ve yargılama sonunda verilen kararın
adil olup olmadığına ilişkin olduğundan, adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
kapsamında değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun, bilirkişi raporlarının kararlara yanlış ve
hatalı yorumlanarak aktarıldığı, keyfi ve gerekçesiz kararlar verildiği ve
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları gerekçeli karar hakkının
ihlali iddiası ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası başlıkları
altında ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
21. Başvurucu, Antalya 8. Asliye
Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasında, delillerin takdirinde ve
değerlendirilmesinde hataya düşülerek davanın reddedildiğini, hukuka aykırı
olarak dava konusu taşınmaz üzerinde mülkiyetinin kabul edilmediğini, bu
nedenle taşınmazlarını kullanamaz hale geldiğini belirterek, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
23. 30/3/2011
tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
24. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
25. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz
takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez
(Necati Gündüz, Recep Gündüz, B.
No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
26. Başvurucu
tarafından açılan davada, Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/11/2005 tarihli
kararı ile yapılan keşif, alınan bilirkişi raporları, dinlenen tanık beyanları, resmi kurumlardan alınan
bilgiler ve dosya kapsamındaki diğer delillerin değerlendirilmesi sonucu
davanın kabulüne hükmetmiş, ancak bu karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin
26/3/2009 tarihli ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin eksik incelemeye dayalı
karar verdiği gerekçesiyle (bkz. § 9) bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi bozmaya
uyarak ve bozma ilâmında belirtilen hususlara riayet ederek yaptığı yargılama
sonunda 14/12/2010 kararı ile davanın reddine hükmetmiştir (bkz. § 10). Davanın
reddine dair kararın temyiz incelemesine konu edilmesi sonucu Yargıtay 20.
Hukuk Dairesi 24/4/2012 tarihli ilâmı ile onama kararı vermiş, karar düzeltme
istemini de 15/4/2013 tarihli ilâm ile reddetmiştir.
27. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemeleri
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
28. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın
kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
29. Başvurucu ayrıca aynı
bölgede aynı özelliklere sahip taşınmazlara ilişkin açılan diğer tescil
davalarının kabul edilmesine rağmen kendi davasının reddedildiğini belirterek
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarında da belirtildiği gibi, aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı
derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları
tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği
gibi, derece mahkemelerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri
ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma
hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 45).
31. Öte yandan, imar, ihya ve zilyetliğe dayalı tescil
davalarına ilişkin somut olayın özelliklerine göre yapılan değerlendirme ve
yorumlar neticesinde, mahkemeler ve Yargıtay kararlarında somut olayların
farklı özelliklerine göre farklı sonuçlara varıldığı anlaşılmış olup, başvuru
dosyasına sunulan Yargıtay kararlarının başvurucu lehine uygulanabilecek bir
yerleşik içtihadın bulunduğu iddiasını kanıtlamaya yeterli düzeyde olmadığı da
belirlenmiştir.
32. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlali İddiası
33. Başvurucu, yargılama kapsamında
alınan bilirkişi raporlarının 14/12/2010 tarihli gerekçeli karara yanlış ve
hatalı yorumlanarak aktarıldığını, bu nedenle anılan kararın ve bu kararın
onanmasına ilişkin Yargıtay ilâmının keyfi ve gerekçesiz olduğunu belirterek,
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.”
35. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
36. Ancak derece mahkemeleri,
kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber,
ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması
söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda
olabilir. Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli
olabilir (Yasemin Ekşi, B. No:
2013/5486, 4/12/2013, § 56).
37. Öte yandan temyiz
mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz
merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya
aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması
yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde
dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını
inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
38. Somut olayda, Antalya 8.
Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2005 tarihli kararının Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 26/3/2009 tarihli ilâmı ile bozulmasının ardından İlk Derece
Mahkemesince bozmaya uyularak dosyanın yeniden ele alınması sonucunda
başvurucunun iddiaları, davalının savunmaları dikkate alınmış, her iki tarafın
da delilleri değerlendirilmiş, keşif yapılmış, tanıklar dinlenmiş, resmi
kurumlardan alınan bilgiler çerçevesinde 14/12/2010 tarihli kararla davanın
reddine karar verilmiştir (bkz. § 10). Mahkemenin gerekçeli kararı
incelendiğinde, davanın reddine ilişkin hükmün, bilirkişi raporlarında tespit
edilen, uyuşmazlığa konu taşınmazların üzerinde herhangi bir kültür bitkisinin
bulunmadığı, yüzeyinin otlarla kaplı olduğu, toprağın ekonomik amaca uygun bir
kullanımının söz konusu olmadığı, kısmen imar ihyanın da tamamlanmadığı, halen
taşınmazların bir bölümünün çalılık halinde olduğu hususlarına dayandırıldığı
görülmektedir. Dolayısıyla Mahkeme, imar ve ihya koşulları gerçekleşmediğinden
taşınmazların 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinde belirtilen şekilde bir
tescile konu olamayacağı sonucuna varmıştır. Bu bağlamda bireysel başvuru
dosyası kapsamında sunulan bilirkişi raporları incelendiğinde, gerekçeli
kararda davanın reddine dayanak olarak yer verilen bilirkişi görüşlerinin,
raporlardaki görüşlerle aynı doğrultuda olduğu tespit edilmiştir.
39. Öte yandan, gerekçeli
kararda bilirkişi raporları doğrultusunda yer verilen bazı belirlemelerin,
raporlarda yer alan asıl belirlemelerden kısmen farklılık gösterdiği tespit
edilmişse de, bu hususların uyuşmazlık konusu
taşınmazların orman vasfında sayılan yerlerden olup olmadığına ilişkin olduğu
ve davanın reddine esas teşkil etmediği, kaldı ki başvurucunun bu konulara
ilişkin raporlarda yer alan tespitlere bir itirazının da olmadığı
anlaşılmıştır.
40. Yargılama sonunda verilen
Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/12/2010 tarihli kararı, Yargıtay 20.
Hukuk Dairesinin, 24/4/2012 tarihli ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin dosya
kapsamına ve 26/3/2009 tarihli bozma ilamında belirtilen hususlara (bkz. § 9)
uygun karar verdiği gerekçesiyle onanmış (bkz. § 11), karar düzeltme istemi de
reddedilmiştir (bkz. § 12). Dolayısıyla somut olayda Mahkeme ve Yargıtay
kararlarının keyfi ve gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
41. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu yöndeki
iddiası diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
c. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı
İddiası
42. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
43. Başvurucu, 24/5/2002 tarihinde Antalya 8. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı imar, ihya ve zilyetliğe dayalı tescil davasında makul
sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
44. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38–39).
45. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
46. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, uyuşmazlık konusu
taşınmazların imar, ihya ve zilyetliğe dayalı tescili istemi ile açılan davanın
söz konusu olduğu görülmekle, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
ile 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut
yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğunda kuşku yoktur (Güher Ergun ve
Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
47. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih,
24/5/2002 tarihidir.
48. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme
talebinin Yargıtay 20. Hukuk Dairesince reddedildiği 15/4/2013 tarihi olduğu
anlaşılmaktadır.
49. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun imar, ihya ve zilyetliğe
dayalı olarak taşınmazların tapuya tescili istemi olduğu, Antalya 8. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 17/11/2005 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar
verildiği, temyiz talebi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26/3/2009
tarihli ilâmı ile bozmaya hükmedildiği, bozma ilâmına uyan İlk Derece
Mahkemesinin, ilâmda belirtilen hususları dikkate alarak yaptığı yargılama
sonucu 14/12/2010 tarihinde davanın reddine hükmettiği, temyiz incelemesi
sonucu anılan kararın Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 24/4/2012 tarihli ilâmı ile
onandığı, karar düzeltme isteminin 15/4/2013 tarihinde reddedildiği, böylece
İlk Derece Mahkemesi kararının kesinleştiği belirlenmiştir.
50. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64).
51. Başvuruya konu imar, ihya ve zilyetliğe dayalı tescil
davasının incelenmesinde; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, yargılamanın
niteliği, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan
engeller gibi kriterler dikkate alındığında başvuruya konu yargılamanın
karmaşık nitelikte olduğu anlaşılmışsa da somut başvuru açısından, daha önce
verilen kararlar dışında farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön
bulunmadığı, söz konusu on yıl on aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
53. Başvurucu, yeniden bilirkişi
incelemesi yapılmasına karar verilmesini ya da ihlalin ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı zararlar nedeniyle 110.000,00 TL
maddi, 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
54. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin on yıl on aylık yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
56. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harçtan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 10.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
22/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.