TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZDEN SAYAR VE DEREN DİLARA SAYAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4022)
|
|
Karar Tarihi: 13/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucular
|
:
|
1. Özden SAYAR
|
|
|
2. Deren Dilara SAYAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Serdar ÖZERSİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör eylemi kapsamında gerçekleşen patlamada
birinci başvurucunun eşi, ikinci başvurucunun babasının ölmesi nedeniyle idare
hukukunun genel hükümleri kapsamında manevi zararların tazmini için yapılan
başvurunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi; 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında maddi zararlarının tazmini için yapılan başvuru kabul
edilmekle birlikte tazminat miktarının az olmasından dolayı açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 19/8/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
27/8/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne
karşı herhangi bir beyan ibraz etmemişlerdir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, İstanbul ili Büyükçekmece ilçesi Yakuplu
beldesi Güzelyurt Mahallesi Bey-Kop. 1. Bölge E-5 kara yolu civarında Tatilya üst geçidi altında çöp konteynırına bırakılan
bombanın 18/11/2005 tarihinde patlaması nedeniyle birinci başvurucunun eşi,
ikinci başvurucunun babası olan M.S.nin öldüğünü
beyan etmişlerdir.
9. Başvurucular 23/11/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle İstanbul Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır.
10. Komisyon 25/11/2005 tarihli kararında M.S.nin
mirasçılarına tazminat bedeli, tedavi ve cenaze gideri olmak üzere toplam
16.000 TL ödenmesine karar vermiştir.
11. Başvurucular 21/12/2005 tarihinde, miras bırakanın ölümü
nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararların giderilmesi talepli bir
dilekçe ile İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuşlardır.
12. Komisyon kararı (bkz. § 9) akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12.
maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte gönderilen sulhname
örneği 29/12/2005 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucular 5/1/2006 tarihinde, miras bırakanın ölümü
nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararların giderilmesi talepli bir
dilekçe ile İstanbul Valiliğine başvuruda bulunmuşlardır.
14. İstanbul Valiliğine yapmış oldukları başvuru (bkz. § 13)
hakkında Komisyon tarafından verilen 20/1/2006 tarihli kararda başvurucuların
Komisyona müracaat ettikleri, Komisyonun 16.000 TL tazminat ödenmesine
hükmettiği, sulhname tasarısının başvuruculara tebliğ
edilmek üzere postaya verildiği, dolayısıyla öngörülen bu miktar dışında maddi
tazminat ödenmesi imkânının bulunmadığı, 5233 sayılı Kanun’un manevi tazminat
ödenmesi yönündeki talepleri kapsamadığı belirtilmiştir.
15. Başvurucuların İçişleri Bakanlığına yapmış oldukları başvuru
(bkz. § 11) hakkında Komisyon tarafından verilen 31/1/2006 tarihli karar ile
yukarıdaki paragrafta belirtilen gerekçelerle başvurucuların talepleri
reddedilmiştir.
16. Sulhname tasarısı ve davet
yazısına Kanun’da belirtilen süre içinde başvurucular tarafından olumlu yanıt
verilmemesi üzerine 15/3/2006 tarihinde Komisyon tarafından uyuşmazlık tutanağı
düzenlenmiştir.
17. Başvurucular tarafından 14/2/2006 tarihinde, maddi ve manevi
tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır.
18. İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 30/3/2010 tarihli ve
E.2006/590, K.2010/493 sayılı kararı ile gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile
14.560 TL miktarındaki maddi tazminatın idareye başvurulduğu tarihinden
itibaren uygulanacak yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesine; davanın
kısmen reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“...Bu durumda, meydana gelen ölüm olayının
5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu, ancak, tazmin edilecek maddi zararın
komisyon kararı tarihi (20.01.2006) itibariyle 14.560,00 YTL (7000 gösterge
rakamıx2005 yılı 2. yarısına ait memur maaş katsayısı yani 0,0416x 50 ) olduğu görüldüğünden, 5233 sayılı yasa kapsamında
karşılanabilecek zarar miktarının 14.560,00.-TL olduğu sonuç ve kanaatine
ulaşılmaktadır.
Ayrıca, 5233 sayılı Kanun, terör eylemleri
veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemek amacıyla düzenlenmiş olup, manevi zararlar bu Kanun kapsamında
olmadığından, davacının manevi zararının tazmini isteminin kabulüne olanak
bulunmamaktadır...”
19. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/9458, K.2012/135 sayılı ilamı ilegerekçesi ile kararın maddi tazminat isteminin kısmen
reddine ilişkin kısmının bozulmasına, maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne
ilişkin kısmının ve manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının
onanmasına hükmedilmiştir.İlgili
gerekçe şöyledir:
“...Dava konusu olayın, bir terör eylemi
olduğu açıktır. Nitekim bu hususta taraflar arasında da herhangi bir ihtilaf
bulunmamaktadır. Dolayısıyla söz konusu olayın 5233 sayılı Kanunun
yürürlüğünden sonra meydana geldiği dikkate alındığında, uyuşmazlığın 5233
sayılı Kanun kapsamında çözümlenmesi zorunlu bulunmaktadır.
Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının söz
konusu olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu ve 14.560 TL maddi tazminatın
davacılara ödenmesi gerektiği yolundaki kısmında hukuka aykırılık bulunmamakla
birlikte, 5233 sayılı Kanunun yukarıda açıklanan 7. maddesi uyarınca, tedavi ve
cenaze giderlerinin de tazminine karar verilmesi gerekmekte olup; mahkemece bu
kısma yönelik olarak da tazminat isteminin reddine karar verilmesinde hukuki
isabet bulunmamaktadır.
Nitekim İstanbul Valiliği Zarar Tespit
Komisyonu tarafından, tedavi ve cenaze giderlerinin davacılara ödenmesine karar
verilmiştir...”
20. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 28/2/2013
tarihli ve E.2012/10144, K.2013/1646 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret
kararı başvuruculara 23/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucular 13/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
22. İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 29/11/2013 tarihli ve
E.2013/1175, K.2013/2080 sayılı kararı ile kısmen bozma ilamına uyularak 14.560
TL tazminat miktarına ilaveten tedavi ve cenaze giderlerinin de tazmin edilmesi
gereği dikkate alınmış; başvuruculara toplam 16.000 TL tazminat ödenmesine
karar verilmiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
23. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının
karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”
24. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun, sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren
eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar
gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen
karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”
25. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek
zararlar şunlardır:
...
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar
ile tedavi ve cenaze giderleri.”
26. 5233 sayılı Kanun’un, 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle
değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
...
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
27. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı
tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre
hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme
tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup
edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak
safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak
sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname
tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir
temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname
tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin
edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı
kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin
yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
28. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir
“1. İdari dava türleri
şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
29. 2577 sayılı Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
30. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve
E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı
kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna
başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece
maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle
giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen
nitelikte bir yasadır.
Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu
başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili
olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme
olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde
manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine
yer verilmiştir.
Bu
durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi
kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri
sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat
taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577
sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine
ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
31. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
11/12/2014 tarihli ve E.2011/9361, K.2014/9507 sayılı kararının gerekçesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“... terör eylemeleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları
nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi
gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların sulhen
karşılanması için 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden ayrı, özel bir usul
öngörmektedir... Ayrıca, 5233 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesiyle
Kanun’un uygulamasını geriye yürüterek, 19/7/1987 - 27/7/2004 tarihleri
arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Kanun’ un
yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde ilgili mercilere başvurması
halinde, bu zararlarının tazmin olacağını getirmekte, böylece 2577 sayılı
Kanun’un 13. maddesinde öngörülen sürelerde dava açma hakkını kullanamayan
kişilerin zararlarının da sulhen karşılanmasını
amaçlamaktadır...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
33. Başvurucular; İstanbul ili Büyükçekmece ilçesi Yakuplu
beldesi Güzelyurt Mahallesi Bey-Kop. 1. Bölge E-5 kara yolu civarında Tatilya üst geçidi altında çöp konteynırına terör eylemi
kapsamında bırakılan bombanın 18/11/2005 tarihinde patlaması nedeniyle birinci
başvurucunun eşi, ikinci başvurucunun babası olan M.S.nin
öldüğünü, miras bırakanın desteğinden yoksun kaldıklarını, 5233 sayılı Kanun
kapsamında yaptıklarımüracaatın kabul edildiğini
fakat hükmedilen maddi tazminat miktarı düşük olduğu için idare ile sulhname imzalamadıklarını, manevi zararlarının tazmini
için idare hukuku genel hükümleri çerçevesinde sosyal risk ilkesi kapsamında
idareye yapmış oldukları başvurunun ve akabinde açtıkları davanın
reddedildiğini, manevi tazminat istemleri hakkında yaptıkları başvuru ve
sonrasında açtıkları davanın 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılmış bir başvuru
gibi kabul edilerek reddedildiğini, bu şekilde miras bırakanın ölümü nedeniyle
uğramış oldukları manevi zararlarının tazmini imkânından mahrum
bırakıldıklarını, ayrıca yaptıkları başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 2., 10., 17. ve 36.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve
manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
34. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların 2577
sayılı Kanun kapsamında idareye yapmış oldukları başvurunun ve açtıkları
davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 10., 17. ve 36. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettikleri anlaşılmıştır. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucular, Mahkemece hatalı değerlendirme yapılarak davalarının reddi
yönünde karar verildiğini;bu
nedenle manevi zararları hakkında idare hukuku genel hükümleri kapsamında
inceleme yapılarak bir giderim sağlanması imkânının kendilerine tanınmadığını
belirterek Anayasa’nın 2., 10., 17. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Manevi tazminat istemlerinin reddedilmesi
ile ortaya çıkan hak ihlal iddiaları bakımından temel sorun başvurucuların
mahkemeye etkili erişiminin engellenmesi olduğundan başvurucuların manevi
tazminat istemleri hakkındaki iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi uygun görülmüştür.
35. Başvurucular ayrıca Mahkemece verilen ret kararı neticesinde
yakın hısımlarının ölmesine bağlı olarak destekten yoksun kalma tazminatının
ödenmesi yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda zararını karşılayacak
bir giderim sağlanması imkânının kendilerine tanınmadığını belirterek
Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir. Başvurucuların Komisyona sundukları dilekçe, 2577 sayılı Kanun’un
genel hükümleri kapsamında ilgili idarelere sundukları dilekçeler, dava
dilekçesi ve bireysel başvuru formunun incelenmesi neticesinde şikâyetin dile
getiriliş şeklinden anılan ihlal iddialarının, başvurucuların tazminat
taleplerini delillendirme amaçlı olduğu sonucuna
varılmış; başvurucuların iddiaları hakkında Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında
ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Başvurucular açtıkları davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Sadece ilgili Anayasa maddesinin yazılması
ile yetinilen iddia yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Başvurucuların diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Maddi Tazminat
Taleplerinin Kısmen Reddi Nedeniyle Adil Yargılanma Haklarının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
36. Başvurucular; terör eylemi kapsamında bırakılan bombanın
18/11/2005 tarihinde patlaması sonucunda birinci başvurucunun eşi, ikinci
başvurucunun babası olan M.S.nin öldüğünü, bu olay
nedeniyle ortaya çıkan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilmesi için yaptıkları başvuruda hükmedilen tazminat miktarının çok düşük
olduğunu, tazminat miktarı yeterli görülmediği için idare ile sulhname imzalamadıklarını, maddi zararları konusunda daha
yüksek miktarda tazminata hükmedilmesi gerektiğini fakat bu şikâyet kapsamında
açtıkları davanın Mahkemece hatalı şekilde değerlendirilerek reddedilmesi
nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
37. Bakanlık görüş yazısında, yetkililerin yaşam hakkına yönelik
gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve
yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu
hâllerde devletin yaşam hakkına yönelik pozitif yükümlülüğünün söz konusu
olacağı, bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin kararlarının da bulunduğu, yaşam hakkına
yönelik ihlal kararı verilmesi ve verilen karar ile bu ihlale ilişkin uygun ve
yeterli bir giderimin sağlanması hâlinde ilgili tarafın mağdur statüsünün
kalkacağı, ölüm olayının kasten meydana gelmediği durumlarda hukuki veya idari
bir prosedür aracılığıyla tazminat ödenmesi ve zararın makul şekilde telafi
edilmesin sağlanabileceği, başvuru konusu olayda da benzer bir durumun söz
konusu olduğu ve 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Komisyon tarafından makul
bir tazminat miktarına hükmedildiği, Derece Mahkemesi kararında da idareye
başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tazminatın başvuruculara
ödenmesi yönünde hüküm kurularak davanın reddedildiği, 5233 sayılı Kanun
uyarınca belirlenen tazminat miktarına ve bu miktarın hesaplanma şekline adil
tatmin olduğu müddetçe Anayasa Mahkemesinin müdahalesinin söz konusu olamayacağı,başvurucuların ceza soruşturmasına yönelik
herhangi bir şikâyetlerinin bulunmadığı belirtilerek Anayasa Mahkemesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına da atıflar yapılmış;
başvurucuların şikâyeti incelenirken bu hususların gözönünde
bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
38. Bakanlık görüşü başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular
bu görüşe karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.
39. 5233 sayılı Kanun uyarınca hükmedilen tazminat miktarının
yetersiz olduğu iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesinin bu konuda verdiği kararında, başvuru konusu olayda yaşam hakkı
bakımından devletin koruma yükümlülüğü yönünden herhangi bir sorumluluğu tespit
edilmemiş olmakla birlikte objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk
ilkesi temel alınarak hazırlanan 5233 sayılı Kanun kapsamında başvuruculara
ödenmesine karar verilen tazminatın 5233 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak
Komisyonlar tarafından Kanun’da belirtilen yönteme göre belirleneceği,
başvurucular tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyonca kendilerine
ödenmesi teklif edilen maddi tazminat miktarının Mahkemelerde uygulanan çeşitli
kriterler dikkate alınmaksızın maktu olarak belirlendiği ve yetersiz olduğu
ileri sürülmekte ise de terörden kaynaklanan zararların dava yoluna gidilmeden
ilgililerce tazmini olanağı sağlayan 5233 sayılı Kanun uyarınca belirlenen
tazminat miktarına ve bu miktarın hesaplanma şekline belirli bir tatmin
sağladığı sürece ve açık bir orantısızlık bulunmadığı müddetçe Anayasa
Mahkemesinin müdahalesinin söz konusu olamayacağı belirtilerek başvurucuların
yaşam hakkının ihlal edilmediği
sonucuna varılmıştır (Mehmet Çetinkaya ve
Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, §§ 71-76).
40. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
41. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
42. Başvurucuların; en yakın aile fertlerinin terör eylemi
kapsamında patlayan bomba sonucunda öldüğü ve bu çerçevede oluşan zararlarının
5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdükleri
(bkz. § 9) ve belirtilen iddialarını içeren dilekçelerini Derece Mahkemesine
ibraz ederek 5233 sayılı Kanun kapsamında başlattıkları maddi tazminat
prosedüründe maddi zararlarının karşılanması noktasındaki özel durumunun
dikkate alınmasını talep ettikleri anlaşılmaktadır.
43. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde bu Kanun’un amacının
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına
ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu (bkz. § 23), Kanun’un 2. maddesinde
bu Kanun’un 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1.,
3., ve 4. maddeleri kapsamına giren eylem veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddi zararlarının sulhen karşılanması
hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı (bkz. § 24) ifade
edilmiş; zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunun tespitinin yapılması
akabinde Kanun’un 7. maddesinde belirtilen zarar kalemleri (bkz. § 25) ve 9.
maddesinde belirtilen oranlar (bkz. § 26) üzerinden yapılacak hesaplama ile
tespit edilen tazminat miktarının başvurucuya ödenmesine karar verileceği hükme
bağlanmıştır.
44. Başvuru konusu olayda başvurucuların talebinin 5233 sayılı
Kanun kapsamında olduğu Komisyonca kabul edilerek başvuruculara 16.000 TL
ödenmesine karar verilmiştir.
45. İdare Mahkemesi kararında 5233 sayılı Kanun’un 9. maddesinde
belirtilen oran dikkate alındığında Kanun kapsamında karşılanabilecek maddi
zarar miktarının 14.560 TL olduğu tespitinde bulunulmuş, davanın reddine karar
verilmiştir. Temyiz merciince İdare Mahkemesi kararı tedavi ve cenaze giderleri
yönünden kısmen bozulmuştur. Başvurucuların iddiaları karar düzeltme aşamasında
da incelenip reddedilmek suretiyle 14.560 TL maddi tazminat miktarına ilişkin
kısım hakkındaki İdare Mahkemesi hükmü kesinleşmiştir. İlk Derece Mahkemesince
kısmen bozma ilamına uyularak ve tedavi ile cenaze giderleri de dikkate
alınarak başvuruculara toplam 16.000 TL tazminat ödenmesine karar verilmiş ve
bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
46. Her ne kadar başvurucular, yakın hısımlarının öldürülmesi
sonucunda oluşan zararlarının daha yüksek miktarda olduğunu iddia etmiş iseler
de 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları müracaat ile başlattıkları maddi
tazminat prosedüründe başvurucuların anılan iddialarının incelenmesi
neticesinde başvurucunun iddiaları hakkında değerlendirmede bulunan Derece
Mahkemelerinin kararlarında açık bir keyfîlik
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Manevi Tazminat
Taleplerinin Reddedilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Haklarının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
48. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede
Yargılanma Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Manevi Tazminat
Taleplerinin Reddedilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Haklarının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
50. Başvurucular, manevi tazminat talebi ile idare hukukunun
genel hükümleri kapsamında İstanbul Valiliği ve İçişileri
Bakanlığına yaptıkları başvuru hakkında hatalı değerlendirme yapılarak 5233
sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat imkânının bulunmadığı gerekçesi ile
başvuru ve davalarının reddedildiğini, bu nedenle manevi zararlarının tazminini
isteme imkânından mahrum bırakıldıklarını belirtmişlerdir.
51. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği
temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki
olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması,
yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile
kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas
yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye
tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece
ve açıkça keyfilik içermedikçe, derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve
hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece
mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde açık keyfîlik
ve bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi
söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, § 26).
52. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul
kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve
değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın kişinin
mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS)
aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir (Neriman Polat, B. No: 2012/1223,
5/11/2014, § 33).
53. Somut olayda başvurucular tarafından idare hukuku genel
hükümleri kapsamında talep edilen manevi tazminat isteminin adil yargılanma
hakkı kapsamındaki “medeni hak ve yükümlülükler” kavramına dâhil olup
olmayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir.
54. AİHM’in, AİHS’in
6. maddesine dair benimsediği dinamik yorum anlayışı Mahkemenin medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili soyut bir tanımlama yapmaktan kaçınmasına neden
olmaktadır. Medeni hak ve yükümlülük kavramı, ilke olarak özel hukuk davalarını
AİHS’in 6. maddesinin koruması altına almaktadır.
Fakat AİHM, geliştirdiği içtihatla özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar
yanında kamu hukuku özellikleri ağır basan, devlet ile birey arasındaki
uyuşmazlıkları da medeni hak ve yükümlülük kavramına dâhil etmekte ve 6.
maddenin kapsamına girdiğini ortaya koymaktadır (İsmail Taşpınar, B. No: 2013/3912, 6/2/2014, § 23).
55. Adil yargılanma hakkının bir insan hakkı olarak
kavranmasının bir sonucu olarak AİHM’in geliştirdiği
içtihatlar ile “medeni hak ve yükümlülükler” deyiminin kapsamını
genişletmesinin en önemli sonucu adil yargılanma hakkının norm alanının
genişlemesi olmuştur. Adil yargılanma hakkının norm alanının genişlemesinin bir
sonucu olarak, bireyler sahip olduklarını iddia ettikleri tüm yasal hak ve
yükümlülükleri talep edebilir; aynı zamanda devletin bu hak ve yükümlülüklere
yaptığı her türlü müdahaleye yargı önünde itiraz edebilirler (İsmail Taşpınar,
§ 24).
56. Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının
kapsamının belirlenmesinde de AİHM’in “medeni hak ve
yükümlülükler” deyiminin kapsamını genişletme eğilimi gözönüne
alınmalıdır. AİHM medeni hak ve yükümlülükler deyimini, hangi hukuk alanına
girdiğine ve devletin müdahale edip etmediğine bakmaksızın bir kişinin sahip
olduğu, savunulabilecek hak ve yükümlülükleri kapsayacak şekilde genişletme
eğilimindedir (İsmail Taşpınar, § 26).
57. Başvurucuların terör eylemi kapsamında gerçekleşen
patlamadan kaynaklandığını belirttikleri zararlarının manevi tazminat ödenmesi
ile giderilmesine ilişkin taleplerinin incelenmesinde 5233 sayılı Kanun’da
başvurucuların anılan giderim imkânına ilişkin hüküm bulunmamakla birlikte
idare hukukunun genel hükümleri kapsamında başvurucuların anılan talep hakkına
sahip olduğu kanaatine varılmaktadır. Kamu hukuku özellikleri ağır basan,
tazminata ilişkin devlet ile birey arasındaki bu uyuşmazlık da medeni hak ve
yükümlülükler kapsamında kabul edilmeli; bu hak ve yükümlülüğe yönelik müdahale
iddiaları hakkında yargı yoluna başvurma ve etkili karar alma hakkına sahip
olunduğu sonucuna varılmalıdır.
58. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144,
2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç.,
B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan
Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
59. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık
kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye
başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan
Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını
anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014,
§ 31).
60. AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü”
ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili
erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını
ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili
fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki
belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye
erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar
verilmektedir (Şener Berçin, B.
No: 2013/5516, 22/1/2015, § 52).
61. Başvuru konusu olayda başvurucuların manevi tazminat
talebine yönelik olarak mahkemeye erişim hakkı, idari yargı alanında
uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı, tazminat talebi
bulunan bir kimsenin bu istemi hakkında bir mahkeme tarafından bu talebin
yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır.
62. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un çıkarılış
amacı “... terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre
içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu
yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız
zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi...” şeklinde
belirtilmiştir. Ayrıca 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların sulhen
karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın
kısa sürede zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır.” ifadesine yer
verilmiştir.
63. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde bu Kanun’un, 3713 sayılı
Kanun’un 1., 3., ve 4. maddeleri kapsamına giren eylem veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel
hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının sulhen
karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı ifade
edilmiş; “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname” başlıklı 12. maddesinde ise komisyonun
doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra uğranılan
zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirleyeceği ve belirtilen
esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının bir
örneğini davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edeceği, davet üzerine
gelen hak sahibinin veya yetkili temsilcisinin sulhname
tasarısını kabul etmesi durumunda bu tasarının kendisi veya yetkili temsilcisi
ve komisyon başkanı tarafından imzalanacağı, sulhname
tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması
hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneğinin ilgiliye
gönderileceği, sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı
yoluna başvurma haklarının saklı olduğu, 13. maddesinin ilk fıkrasında da sulhnamede belirlenen zararların sulhnamenin
imzalanmasından sonra valilik onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine
bu amaçla konulan ödenekten üç ay içinde ödeneceği hükme bağlanmıştır (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, § 38).
Terör ve terörle mücadeleden doğan maddi zararların karşılanması konusunda 5233
sayılı Kanun, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinden farklı olarak özel bir
giderim usulü ön görülmektedir (bkz. §§ 29, 30).
64. Somut başvuruda başvurucuların idare hukuku genel hükümleri
kapsamında İçişleri Bakanlığı (bkz. § 11) ve İstanbul Valiliğine (bkz. § 13)
yaptıkları başvuruda 5233 sayılı Kanun’da manevi tazminat ödenmesi hakkında
hüküm bulunmadığından taleplerin reddine karar verilmiştir(bkz.
§§ 14, 15). Başvurucular tarafından idare hukuku genel hükümleri kapsamında
manevi tazminat istemli açılan davada başvurucuların talebi 5233 sayılı Kanun
kapsamında işletilmiş prosedür olarak değerlendirilerek sadece 5233 sayılı
Kanun kapsamında bir inceleme yapılmıştır. Başvurucuların idare hukuku genel
hükümleri kapsamında yaptıkları başvuru ve açtıkları dava, 5233 sayılı Kanun
kapsamında ön görülen ve özel bir giderim usulü olan başvuru yolu şeklinde
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesi gereği mahkemeye
erişim hakkı kapsamındaki etkili karar hakkına yönelik müdahale, Anayasa’nın
13. maddesi bağlamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.
65. Anayasa’nın 36.
maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş
olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak
bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da
hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş
olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların
sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım
koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından
kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar
olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen,
§ 58; Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim
Can Kişi, § 33).
66. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz
(İbrahim Can Kişi, § 34; Neriman Polat, § 42).
67. AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan AİHS’in 6. maddesinde adil yargılanma hakkının
sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen bunun hiçbir surette
mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın
niteliği gereği mahkemeye erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve
düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle Sözleşmeci
devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir.
Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir
amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu
yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş
olması gerekir (Rıza Gençoğlu, B.
No: 2013/3543, 7/5/2015, § 49).
68. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü
zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve
ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38; İbrahim Can Kişi, § 36).
69. Bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa
ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen yargılamada kişilerin
taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek incelemenin yapılacağı
mevzuat kaynaklarının daraltılması, belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili
bir kısıtlama olarak değerlendirilmekte ve bu müdahalenin mahkemeye erişim
hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
70. Somut olayda başvurucuların idare hukuku genel hükümleri
kapsamında idareye yapmış oldukları başvurular ve akabinde açtıkları manevi
tazminat istemli dava 5233 sayılı Kanun kapsamında incelemeye tabi tutularak
anılan Kanun kapsamında başvurucuların manevi tazminat talep etme imkânı
bulunmadığı gerekçesi ile reddedilmiştir.
71. Manevi tazminat istemi ile 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan bir başvuruda benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararında başvurucu, 5233 sayılı
Kanun kapsamında yaptığı başvuru ve akabinde açtığı davada manevi tazminat
taleplerini mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden
iddialarının tam olarak karşılanmadığı, 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların
karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle
talebin reddine karar verilmesi anlaşıldığından başvurucunun adil yargılanma
hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır
(Abbas Emre, B. No: 2014/5005,
6/1/2016, §§ 67-85). Başvuru konusu olayda da başvuruculara manevi tazminat
istemlerinin karşılanmamasından şikâyet etmekle birlikte somut başvuruda
başvurucu Abbas Emre kararından
farklı olarak 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen prosedür ile manevi
tazminat talebinde bulunmamış; idare hukuku genel hükümleri kapsamında
başlattıkları süreç ile manevi tazminat istemini dile getirmişlerdir. Bu
bakımdan her iki başvuru farklılık arz etmektedir.
72. AİHM Aydın İçyer/Türkiye ((kk),
B. No: 18888/02, 12/1/2006, § 81) kararında 5233 sayılı Kanun’a dayalı manevi
tazminat istemlerinde 5233 sayılı Kanun kapsamında yalnızca maddi zararlar için
tazminat talep etme olanağının bulunduğunu ancak Kanun’un 12. maddesinin idari
yargıda manevi zarar için tazminat talep etme imkânı sağladığını ifade
etmektedir (Abbas Emre, § 77).
73. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yer alan “maddi” sözcüğünün itiraz yoluyla iptal
edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi 25/6/2009 tarihli ve
E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında anılan iptal istemini reddetmiştir.
İlgili gerekçe şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa
süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa
bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı
yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasa koyucu bu
amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek
buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen
zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da
bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir
hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen
uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer
verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk
alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir
hüküm içermemektedir.”
74. 5233 sayılı Kanun maddi zararların özel bir giderim usulü
(bkz. §§ 24, 25, 44, 45, 55) olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına
da engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13.maddelerinde,
idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere
tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun
dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine
imkân sağlamaktadır (Abbas Emre,
§ 81).
75. Somut başvuruda tazminat hukukunun genel prensiplerine göre
yapılan başvuru ve açılan davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son
fıkrasındaki (bkz. § 27), 2577 sayılı Kanun’un 1. ve 13. maddelerindeki (bkz.
§§ 28, 29) açık düzenlemeler ve Anayasa Mahkemesi (bkz. § 73), Danıştay (bkz.
§§ 30, 31), AİHM (bkz. § 72) içtihatları dikkate alındığında başvurucuların
manevi tazminat talebi hakkında idare hukukunun genel hükümleri kapsamında
inceleme yapılarak bir karar verilmesi yoluyla başvurucunun mahkemeye erişimine
olanak sağlanabilirdi. İdareye yaptıkları başvuruları ve açtıkları davayı
tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan
başvurucuların mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulduğu kabul
edilmiştir.
76. Açıklanan nedenlerle başvurucuların, Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmıştır.
c. Makul Sürede
Yargılanma Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
77. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen giderim
talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde
tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
78. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede
gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan
kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya,
B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
79. Anayasa Mahkemesi yukarıdaki paragrafta belirtilen
kararlarında komisyonlara yapılan başvurularda öngörülemeyecek düzeyde meydana
gelen geçici ve olağanüstü artışı da dikkate alarak 5233 sayılı Kanun
kapsamında yapılan başvurularda makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddiaları incelerken kullanacağı ilkeleri oluşturmuştur.
Komisyonlara yapılan başvuruların büyük çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesine dayalı olarak 1987 ile 2004 yılları arasında gerçekleşen, terör ve
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararların
tazmini amacıyla yapılan başvuruların oluşturduğu, bu Kanun’un yürürlüğe
girmesiyle birlikte belirtilen döneme ilişkin çok sayıda başvurunun yapıldığı,
5233 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi ile bu döneme ilişkin başvuruların
anılan Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl içinde yapılabileceğinin
belirtilmesine rağmen bu sürenin son olarak 5233 sayılı Kanun’a 24/5/2007
tarihli ve 5666 sayılı Kanun ile eklenen geçici 4. madde ile 30/5/2008 tarihine
kadar uzatıldığı, dolayısıyla komisyonlara belirli bir dönem çok sayıda başvuru
yapılmakla beraber söz konusu başvuru yoğunluğunun devam etmesinin mümkün
olmadığı tespitlerine yer verilmiştir (Sabri
Çetin, § 67). Başvuru konusu olayın gerçekleştiği yer ve
başvurucuların bu olay nedeniyle başvuru yaptıkları ilgili idarenin bulunduğu
yerin İstanbul ili olması, anılan ilin belirli bir dönem çok sayıda başvuru
yapılan yerler arasında bulunmaması dikkate alındığında başvurucuların makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasının 5233 sayılı Kanun
kapsamında Anayasa Mahkemesince oluşturulan ilkelere göre değil, Anayasa
Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkına yönelik şikâyetlerde uyguladığı
genel ilkelere göre değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
80. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalar ile hukuk
sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince kamu hukuku alanına dâhil olan
ancak sonucu itibarıyla medeni haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince
makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil
olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının
tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların
ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı
belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64; Selahattin
Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
81. Başvuruya konu davanın terör eylemi kapsamında patlatılan
bomba sonucunda başvurucuların murisinin ölmesi nedeniyle maddi ve manevi
tazminat istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmektedir. Medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan davalarda yargılama faaliyetinin makul süre
değerlendirmesi için başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak
yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 50). Ancak idari yargıda dava
açılabilmesi için öncelikle idari makamlara başvurulmasının zorunlu olduğu
durumlar ile idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılmasını
sağlamak amacıyla idari makamlara yapılan başvurular üzerine açılan davalar
bakımından sürenin başlangıcı idareye başvuru tarihi olup somut başvuru
açısından bu tarih 23/11/2005’tir.
82. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak
şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher
Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih, Danıştayın kısmen bozma ilamına uyularak İstanbul 4. İdare
Mahkemesi tarafından kararın verildiği 29/11/2013’tür.
83. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
23/11/2005 tarihinde tazminat istemiyle idareye başvurulduğu, istemin kısmen
kabulü üzerine İstanbul 4. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasında
Mahkemenin 30/3/2010 tarihli kararıyla davanın reddedildiği, temyiz üzerine
Danıştay Onbeşinci Dairesince 18/1/2012 tarihinde İlk
Derece Mahkemesi kararının kısmen onanıp kısmen bozulduğu, başvurucuların karar
düzeltme talebinde bulunması üzerine Danıştayın aynı
Dairesince 28/2/2013 tarihinde talebin reddedildiği, kısmen bozma kararı
akabinde İlk Derece Mahkemesince bozma ilamına uymak suretiyle 29/11/2013
tarihinde karar verildiği anlaşılmıştır.
84. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu
davanın hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Başvurucuların
tutum ve davranışlarıyla ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz
davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurucular açısından farklı
karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu sekiz yıllık
yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
85. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
86. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
87. Başvurucular toplam 100.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi
tazminat miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
88. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
89. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal
kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
90. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
91. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olması nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvuruculara net 5.200 TL manevi tazminatın ayrı ayrı ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
92. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
değerlendirme yapılarak mahkemeye erişim haklarının ve makul sürede yargılanma
haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile başvurucuların maddi tazminat
istemleri arasında illiyet bağı bulunmaması nedeniyle maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir .
93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi tazminat taleplerinin kısmen reddi nedeniyle adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Manevi tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye
erişim haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 4. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Net 5.200 TL manevi tazminatın BAŞVURUCULARA AYRI AYRI
ÖDENMESİNE, başvurucuların maddi tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığına ve İstanbul
Valiliğine GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.