TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
DENİZ YAŞAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/4042)
Karar Tarihi: 6/10/2015
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Hüseyin TURAN
Başvurucu
Deniz YAŞAR
Vekili
Av. Mehmet ERBİL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 3/6/2013 tarihinde Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
4. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş; başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, görüşlerini 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
5. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 13/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 24/3/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, “İstanbul ili Gaziosmanpaşa ilçesi Gazi mahallesinde 18/2/2007 tarihinde PKK/KONGR-GEL terör örgütü lehine molotof kokteyilli korsan gösteride bulunduğu” gerekçesiyle 6/3/2007 tarihinde yakalanmış ve 9/3/2007 tarihinde ifadesi alınmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş ancak sorulan sorulara cevap vermeyip susma hakkını kullanmıştır. Aynı tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vererek suçlamaları kabul etmeyen başvurucu, yasa dışı örgüt üyesi olmak ve patlayıcı madde bulundurmak suçlarından tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edilmiştir.
8. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/3/2007 tarihli ve 2007/13 sorgu numaralı kararı ile “PKK terör örgütüne yardım etmek suretiyle bu örgütün üyesi olmak ve patlayıcı madde bulundurmak suçlarını işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması, atılı örgüt üyeliği suçunun CMK.nın 100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması da dikkate alınarak CMK.nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca” tutuklanmıştır.
9. Başvurucu ile birlikte dört şüpheli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca “Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, Genel Güvenliği Kasten Tehlikeye Sokma, Örgüt mensuplarına yardım ederken veya propaganda yaparken bir başka suç oluşturmak, gösteri yürüyüşlerine silah veya 23. madde belirtilen aletlerle katılma, silahlı örgüte üye olma, mala zarar verme suçlarından cezalandırılmaları için TCK. nın 314/2, 174/1, 170/1-c, 152/l-a-2-a ve 2911 sayılı Kanun’un 33/a maddeleri uyarınca cezalandırması” istemiyle 29/3/2007 tarihli ve E.2007/507 sayılı iddianame düzenlenmiştir.
10. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine açılan E.2007/215 sayılı kamu davasının 20/4/2007 tarihli tensiben yapılan incelemesinde başvurucu hakkında “atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren bulguların varlığı, kaçma şüphesi, suçun yasal yaptırımı, suçun CMK.nın 100/3. fıkrada belirtilen suçlardan olması dikkate alınarak tutukluluk hallerinin devamına” karar verilmiş ve yargılama 28/8/2007 tarihine ertelenmiştir.
11. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde ilk duruşma 28/8/2007 tarihinde yapılmış ve başvurucunun “üzerine atılı suçun yasal yaptırımı ve kuvvetli suç şüphesinin devam ettiğini gösteren mevcut bulgular dikkate alınarak tutukluluk halinin devamına, koşullar oluşmadığından CMK 109. maddesi kapsamında koruma tedbirlerinin uygulanmasına yer olmadığı” gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
12. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen E.2008/285 ve E.2009/58 sayılı dosyaların, hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle başvuruya konu E.2007/215 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve yargılamanın bu dosya üzerinden devamına karar verilmiştir.
13. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/2/2011 tarihli kararı ile başvurucunun; terör örgütüne üye olmak suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile, patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 1.500 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 1.500 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde atma suçundan 5 ay hapis cezası ile, 13/8/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 1.500 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemi nedeni ile patlayıcı madde atma suçundan 5 ay hapis cezası ile, 27/11/2007 tarihli eylemi nedeniyle patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
14. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/2/2011 tarihinde verdiği ilk kararına kadar on bir celse duruşma yapılmış ve başvurucunun benzer gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
15. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/2/2011 tarihli kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiştir.
16. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan inceleme üzerine Başsavcılığın 7/9/2012 tarihli ve 9-2011/191083 sayılı yazısı ile başvurucunun hukuki durumunun 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun uyarınca yeniden değerlendirilmek üzere yargılama dosyasını Derece Mahkemesine iade etmiştir.
17. Bozma sonrası yargılama İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/145 sayılı dosyasında görülmeye başlanmış, 28/9/2012 tarihinde tensiben yapılan incelemede mahkeme, “…. kuvvetli suç şüphesinin varlığının devam ediyor olması, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmaması, serbest bırakma halinde atılı suçların ağırlığı dikkate alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, bu nedenle tutuklamaya alternatif tedbirlerin bu aşamada yetersiz kalacağı ve tutuklamanın bu aşamada ölçülü olduğu…” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş ve yargılama 18/12/2012 tarihine ertelenmiştir.
18. Başvurucu, 2/5/2013 tarihinde “dosya kapsamına göre, tutuklu kaldığı süre” göz önüne alınarak tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkında tahliye kararı verilene değin üç celse yapılmış ve Mahkeme benzer gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
19. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2013 tarihli ve E.2012/145 sayılı kararı ile başvurucunun terör örgütüne üye olmak suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile, patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 15 gün hapis cezası ve 1.100 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 55 gün hapis cezası ve 1.100 TL adli para cezası ile, 18/2/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde atma suçundan 7 ay 15 gün hapis cezası ile, 13/8/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 55 gün hapis cezası ve 1.100 TL adli para cezası ile, 27/11/2007 tarihli eylemde patlayıcı madde muhafaza etme suçundan 4 yıl 2 ay 55 gün hapis cezası ve 1.100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, diğer suçlardan ise beraatine karar verilmiştir.
20. Başvurucu 3/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasındadır.
B. İlgili Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesi şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
23. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesi şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.”
24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 6/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 3/6/2013 tarihli ve 2013/4042 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, uzun süredir tutuklu bulunduğunu ve yargılamasının makul olmayan bir süredir devam ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Başvurucunun şikâyetinin özü, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası ve 36. maddesinin birinci fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Başvurucunun tutukluluk süresinin makul süreyi aştığı ve yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyetinin, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Tutukluluk Süresinin Makul Olmadığı İddiası
29. Başvurucu, tutukluluk hâlinin makul süreyi aştığını ve 6 yıl 2 ayı aşan bir süre boyunca tutuklu olarak yargılandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu nedenle temel şikâyetin yargılama sürecinde devam eden tutukluluğa ilişkin olduğu, incelemenin bu kapsamda yapılması gerektiği anlaşılmıştır.
30. Bakanlığın görüşünde Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerle ilgili iddialar değerlendirilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) tutukluluk konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş; davanın kapsamı, dosyadaki deliller, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliği, sanıkların sayısı gibi durumların tutukluluk süresinin makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. AİHM’in, davanın karmaşık olması durumunu tutukluluk süresinin makul olup olmadığının değerlendirmesinde dikkate aldığı, özellikle organize suçlar bakımından dört yıl üç güne kadar uzayan tutukluluk sürelerini makul olarak kabul ettiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun suçlu bulunması hâlinde çarptırılacağı cezanın ağırlığının kaçma riskinin değerlendirilmesinde AİHM tarafından dikkate alınan bir unsur olduğu dile getirilmiştir.
31. Bakanlık, somut olay kapsamında başvurucunun 9/3/2007 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olmak, patlayıcı madde bulundurmak ve atmak suçlarından tutuklandığını, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2013 tarihli duruşmasında “sanığın üzerlerine atılı suçların niteliği, verilmesi muhtemel ceza miktarları, katalog suçlardan olması, kuvvetli suç şüphesinin devam ediyor olması, kaçma şüphesinin alacağı muhtemel cezanın miktarı dikkate alındığına muhtemel olduğu, tutuklama tedbirine alternatif koruma tedbirlerin yetersiz kalacağı” şeklindeki gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğini belirtmektedir.
32. Başvurucu, başvurunun esasına ilişkin Bakanlık görüşüne karşı başvuru dilekçesinde belirttiği hususları tekrarlamıştır.
33. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
34. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin yargılamasının makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğunu güvence altına almıştır.
35. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
36. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konması gerekir (Murat Narman, § 62).
37. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla kişinin tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılması mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
38. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla da başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam etmesinin, gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
39. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönündeki kuvvetli belirti ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 63, 64).
40. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı; başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hakkında hüküm verildiği tarihtir (Savaş Çetinkaya, § 56).
41. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önündeki yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse bu kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline dönüşmektedir. Nitekim AİHM, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma hâlini tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 67)
42. Somut olayda başvurucu, 6/3/2007 tarihinde gözaltına alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 1/2/2011 tarihli kararıyla hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında 3 yıl 10 ay 25 gün “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur. Başvurucu, Mahkemenin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. İlk Derece Mahkemesinin 1/2/2011 tarihli kararı, Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 7/9/2012 tarihinde bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın bozma kararı tarihi arasında geçen 1 yıl 7 ay 6 gün sürede başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur. Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı ile hakkındaki tahliye kararının verildiği 2/5/2013 tarihi arasında geçen 7 ay 25 gün sürede “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya devam edilmiştir. Bu belirlemelere göre başvurucunun toplam tutukluluk süresi 4 yıl 6 ay 20 gündür.
43. 28/8/2007 tarihli ilk celseden ilk hükmün verildiği 1/2/2011 tarihleri arasında İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında “üzerine atılı suçun yasal yaptırımı ve kuvvetli suç şüphesinin devam ettiğini gösteren mevcut bulgular dikkate alınarak tutukluluk halinin devamına, koşullar oluşmadığından CMK 109. maddesi kapsamında koruma tedbirlerinin uygulanmasına yer olmadığına” karar vermiştir.
44. Bozma sonrası İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 28/9/2012 tarihinde ve 2/5/2013 tarihinde verilen tahliye kararına kadar “…. kuvvetli suç şüphesinin varlığının devam ediyor olması, tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmaması, serbest bırakma halinde atılı suçların ağırlığı dikkate alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, bu nedenle tutuklamaya alternatif tedbirlerin bu aşamada yetersiz kalacağı ve tutuklamanın bu aşamada ölçülü olduğu…” şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
45. Kişinin suç işlediği yönünde kuvvetli belirtinin ve tutuklama nedenlerinin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak tutukluluk belli bir süreye kadar makul kabul edilebilir ise de bu süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken davanın genel durumu yanında serbest bırakılmayı talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur.
46. Somut olayda başvurucunun tahliye talepleri, Mahkemece sanığa verilmesi muhtemel ceza miktarı ve atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı dikkate alınarak reddine karar verilmiştir.
47. Mahkemece verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçeleri incelendiğinde bu gerekçelerin tutukluluğun devamını haklı gösterecek yeterlikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Tahliye tarihi itibarıyla temyiz incelemesinde geçen süre hariç 4 yıl 6 ay 20 gün tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez. Bu çerçevede başvurucunun İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılaması devam ederken tutuklu bulunduğu süre makul olarak değerlendirilemez.
48. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
49. Başvurucu, altı yıl iki ayı aşkın bir süreden beri tutuklu olarak yargılanmakta olduğunu, 2/5/2013 tarihinde tahliye olduğunu, Mahkemenin 30/5/2013 tarihinde karar verdiğini ve bu kararı temyiz ettiklerini, hakkındaki yargılamanın devam ettiğini ve bu nedenle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
50. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından anlaşılan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü, Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı kapsamında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
51. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
52. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep etme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde, iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise fiilin ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
53. Başvuru konusu olayda başvurucu 18/2/2007 tarihinde yasa dışı suç örgütü lehine yapılan, molotof kokteyli kullanılan korsan gösteriye katıldığı gerekçesiyle göz altına alınmış ve 9/3/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Hakkında terör örgütüne üye olma, değişik tarihlerde patlayıcı madde muhafaza etme, değişik tarihlerde patlayıcı madde atma suçlarından adli soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan bu suçlar 5237 sayılı Kanun’da hapis ve adli para cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. E., § 32).
54. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı, kural olarak kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların bahse konu suçlar kapsamında gözaltına alındıkları ve böylece isnattan haberdar oldukları anlaşılan 1/8/2008 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; B.E., § 34). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, yargılama devam ettiğinden inceleme tarihi olan 6/10/2015 tarihidir.
55. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde başvurucunun gözaltına alındığı 6/3/2007 tarihinden İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/2/2011 tarihli kararı arasında 3 yıl 10 ay 25 günlük bir süre olduğu görülmektedir. Başvurucunun yargılandığı davada Mahkemece ilk savunma 28/8/2007 tarihli celsede alınmıştır. Yargılama, İlk Derece Mahkemesince bozmadan önce toplam olarak on bir celsede tamamlanmıştır. Davanın kanun yolu (temyiz) aşaması ise 1 yıl 7 ay 6 gün sürmüştür. Bozma sonrası yargılama süresi ise son duruşma tarihi 30/5/2013 dikkate alındığında 8 ay 23 gündür. Yargılama hâlihazırda temyiz aşamasında devam etmektedir.
56. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemelerdeki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B.E., §§ 23-44).
57. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası, gereken usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir durum bulunmadığı, ayrıca başvurucunun tutuklu olduğu ve söz konusu yaklaşık 6 yıl 3 ay devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
58. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
59. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşmış olması nedeniyle 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık 6 yıl 3 ay devam eden yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu ve tutukluluk sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
62. Başvurucu tarafından yatırılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harcın ve 1.500 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar verilmesi gerekir.
63. Başvuruya konu yargılamanın yaklaşık 6 yıl 3 ay devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 19. ve 36. maddesinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 9.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin ilgili İstanbul (kapatılan) 9. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK 250. Madde İle Görevli) gönderilmesine
6/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.