TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELÇUK TUNCEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4065)
|
|
Karar Tarihi: 9/9/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Selçuk TUNCEL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kanunda öngörülen
azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 5/6/2013 tarihinde
Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Ceza ve Tutukevi Müdürlüğü aracılığıyla
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 16/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
7/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve
olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir.
Bakanlığın 7/2/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına
ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2008/1095 sayılı soruşturma kapsamında
24/4/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin
28/4/2008 tarihli ve 2008/40 Sorgu sayılı kararıyla suç işlemek amacıyla
kurulan örgüte üye olma; suç örgütüne yarar sağlamak amacıyla yağma, öldürme ve
ruhsatsız ateşli silah taşıma suçlarından tutuklanmıştır.
8. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi, 2/5/2013 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına
karar vermiştir.
9. Başvurucu, bu karara karşı
28/5/2013 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur.
10. Başvurucu 5/6/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
11. 2/5/2013 tarihli duruşmada
verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara başvurucu tarafından yapılan
itiraz, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/6/2013 tarihli ve 2013/415
Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
12. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi, 2/12/2013 tarihli ve E.2008/192, K.2013/118 sayılı kararıyla
başvurucunun üzerine atılı suçlardan mahkûmiyetine ve hükümle birlikte
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
13. Anılan karar temyiz edilmiş
olup temyiz incelemesi hâlen devam etmektedir.
B. İlgili
Hukuk
14. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Şüpheli veya
sanığın salıverilme istemleri” kenar başlıklı 102. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
15. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur
veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
…
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
7. (Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.)
Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 9/9/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/6/2013 tarihli ve 2013/4065
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, 5271 sayılı
Kanun’un 102. maddesine öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“ … Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.”
19. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
20. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri
uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu" olup bu yola başvurulmadan
önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
21. Temel hak ve özgürlüklere saygı,
devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi
nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal
makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri önünde ileri
sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
22. Buna göre Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince
düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi
zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun, Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği
şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek
için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Olağan denetim mekanizmaları
önünde ileri sürülüp bu şekilde takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin
ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu
yapılamaz (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
23. Ayrıca 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca, ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel
başvuru yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması
gerekir. Bununla birlikte, bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları
etkili değilse Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını dikkate alarak bir
başvurunun incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata, B. No: 2012/254,
6/2/2014, § 33).
24. AİHM, benzer durumlara ilişkin
kararlarında, iç hukuktaki başvuru yolları tüketilmeksizin başvuru yapılması
hâlinde kabul edilebilirliğe ilişkin incelemesini yaptığı tarih itibarıyla bu
yolların tüketilip tüketilmediğine bakmaktadır. İç hukuktaki süreçlerin
tamamlanması durumunda başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez bulmamakta ve diğer kabul edilebilirlik şartlarını da karşılayan
başvuruları esastan incelemektedir (Gavriliţă/Moldova, B. No: 22741/06, 22/4/2014, §
53; Mercuri/İtalya, B. No: 14055/04, 22/10/2013, §
27; Yelden ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 16850/09, 3/5/2012, § 40; E.K./Türkiye
(k.k.), B. No: 28496/95, 28/11/2000; Reringeisen/Avusturya, B. No: 2614/65, 16/7/1971, §§
89-93).
25. Somut olayda başvurucunun, İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/5/2013 tarihinde verdiği tutukluluk hâlinin
devamına ilişkin karara itiraz ettiği, itiraz sonucunu beklemeden 5/6/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
26. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında
başvurucunun başvuru tarihi itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden başvuruda
bulunduğu anlaşılmakta ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu itirazın
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 18/6/2013 tarihinde reddedilerek
kesinleştiği, somut olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul
edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
27. Başvurucunun, kanunda
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı
görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
28. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun'da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tutulmasının hukuka
aykırı olduğunu iddia etmiştir.
29. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 42).
30. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabileceği; bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile
uyumludur (Murat Narman, § 43).
31. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu
sağlama yükümlülüğü, ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine
aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına
uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı, bireyi keyfî bir
şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk
durumunun “kanuni” dayanağının
bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği
hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği, keyfîliği
önlemek için uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir
olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (Murat Narman, § 44).
32. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi,
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme,
gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa
tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli
şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste
hâlinde belirtilmiştir (Murat Narman,
§ 45).
33. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hâllerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Murat Narman, § 46).
34. Somut olayda başvurucu
24/4/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve 28/4/2008 tarihinde tutuklanmıştır.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 2/5/2013 tarihli duruşmada başvurucunun
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, kanunda öngörülen
tutukluluk süresinin dolduğu gerekçesiyle bu karara itiraz etmiştir. Davaya
bakan mahkeme ile itiraz mercisi, iddianamede
düzenlenen her bir suç için tutukluluk süresinin bağımsız olarak
değerlendirilmesi gerektiği ve sanığın ağır ceza mahkemesinin görevine giren
birden çok suçtan tutuklanmış olduğu gerekçesiyle bu talebi reddetmiş ve
tutukluluğun devamına karar vermişlerdir.
35. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfîlik bulunması
hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel
başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş
amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir (Murat Narman, § 48).
36. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine
giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki
birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi
veya bir dosyada birleştirilmiş olması hâlinde bu soruşturma ve kovuşturmaların
belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında uygulanan bir
tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç
doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin, kişinin yargılandığı
dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği
anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya
kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması
kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler
tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele
alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas
alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza
adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki
düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması
hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün
görünmemektedir (Murat Narman, §
49).
37. Diğer taraftan Anayasa'nın
19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına
almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar,
makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir
şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine
üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi somut olaylarda tutukluluk makul süreyi
aşmışsa anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Murat Narman, § 50).
38. Anayasa’nın 36. maddesinde
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede
yargılanma herkese tanınan bir haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması da Anayasa'nın 141. maddesinde yargıya bir görev
olarak yüklenmiştir. Azami tutukluluk süresinin, suç sayısı gerekçesiyle
uzatılması muhtemel özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak makul sürede
yargılanma hakkı açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek
niteliktedir. Böyle bir uygulama, özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse
otomatik, makul sürede yargılanma hakkının ihlalini ise potansiyel hâle
getirebileceğinden kabul edilemez (Murat
Narman, § 51).
39. Diğer yandan özgürlük ve
güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil
ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni;
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle tutuklama nedenlerini ve
sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek
şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun,
muhtemel etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır.
Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman
beklenemeyeceğinden aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği,
düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi
faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı
zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir (Murat Narman, § 52).
40. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu hâliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı
hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak
yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya
elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması hâlinde
azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır.
Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk
devletinde henüz suçluluğu sabit hâle gelmemiş bir bireyin mahkemenin
benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun
bırakılması düşünülemez (Murat Narman,
§ 53).
41. Başvurucunun 24/4/2008
tarihinde gözaltına alındığı dikkate alındığında 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler
için uzatma süreleri dâhil azami beş yıllık tutukluluk süresi 24/4/2013 tarihi
itibarıyla dolmuştur. Başvurucunun bu tarihten sonra tutuklu bulundurulmasının
hukuki dayanağı bulunmayıp Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında
belirtilen “kanuni”lik şartını
karşılamamaktadır.
42. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
43. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvuruda, Anayasa’nın 19.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
45. Başvurucu herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
46. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
47. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da öngörülen azami
tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmesine,
9/9/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.