TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NAHİT AYDIN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4072)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Nahit AYDIN
|
Vekili
|
:
|
Av. Yurdakan YILDIZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, askerlik hizmetinin
yerine getirilmesi sırasında meydana gelen patlamada yaralanma sebebiyle
uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle
reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 14/06/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık,
görüşünü 8/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 24/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 9/10/2014 tarihinde ibraz
etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu olan yargılama dosyasından tespit edilen ilgili olaylar özetle
şöyledir:
8. Başvurucu, Silvan Jandarma
Komando Taktik Alay 1. Tabur Komutanlığında askerlik görevini yapmakta iken
17/3/2009 tarihinde roketatar intibak atış eğitimi yapıldığı sırada başka bir erin
atış yaptığı roketin namlu içinde patlaması sonucu yaralanmıştır.
9. Bir dizi tedavi, hava
değişimi ve ameliyatın ardından Kasımpaşa Asker Hastanesinin 26/3/2010 tarihli
raporu ile başvurucunun askerliğe elverişli olmadığına karar verilmiş ve başvurucu
5/4/2010 tarihinde terhis edilmiştir.
10. Anılan sağlık raporu ise
25/6/2010 tarihinde onaylanmış ve 8/12/2010 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
11. Başvurucunun söz konusu
raporu ibraz ederek yaptığı müracaat üzerine Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığının 7/3/2011 tarihli kararıyla malul olduğuna karar verilmiştir.
12. 12/01/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinde, idari işlemler ve idari
eylemler ile idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün
kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi
zararların tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli
olduğu kurala bağlanmıştır.
13. Başvurucu, 31/10/2011
tarihinde Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde uğradığı zararlardan dolayı
maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açmıştır.
14. Ankara 20. Asliye Hukuk
Mahkemesi 19/6/2012 tarihli ve E.2011/532. K.2012/282 sayılı karar ile
yargılamanın devamı sırasında Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve
E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararıyla, 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinde
öngörülen kuralın iptaline karar verildiği gerekçesiyle görevli olmadığından
bahisle davayı usulden reddetmiştir. Anılan karar 11/9/2012 tarihinde
kesinleşmiştir.
15. Başvurucu bu karar üzerine
50.000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
(AYİM) dava açmıştır.
16. AYİM 2. Dairesi 10/10/2012
tarihli ve E.2012/846, K.2012/905 sayılı kararında "idari eylemler nedeniyle zarara uğrayanların zarar doğuran eylemi
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl içinde ve her halde eylem tarihinden
itibaren beş yıl içinde idareye başvurarak zararlarının karşılanmasını
istemeleri, idarece bu konuda verilecek cevabın yazılı bildirim tarihinden
itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün içinde cevap verilmez ise bu
sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci altmış gün içinde dava açmaları
gerekmektedir. Davacının, atış yapıldığı sırada, roketin namlu içerisinde patlaması
sonucu yaralandığı, olayın ardından bir dizi tedavi, 1.5, 3, 6 ay hava değişimi
ve ameliyatın ardından Kasımpaşa Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 25.06.2010
tarihinde onaylanan 05.04.2010 tarih ve 1712 sayılı raporu ile “Mandibula Kırığı-Arif Ameliyatlısı, Sağ Median
Sinir Lezyon” tanısıyla davacının askerliğe elverişli olmadığına karar
verildiği, dava konusu olay nedeniyle meydana gelen yaralanmasına ilişkin
zararı tedavi süreci sonucunda düzenlenen Kasımpaşa Asker Hastanesi Sağlık
Kurulunun 25.06.2010 tarihinde onaylanan 05.04.2010 tarih ve 1712 sayılı raporu
ile öğrendiği, bu durumda davacının rapor tarihinde veya lehine bir kabulle en
geç rapor onay tarihi olan 25.06.2010 tarihinde zarar doğuran eylemi
öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, Sosyal Güvenlik Kurumunun yukarıda
belirtilen 07.03.2011 tarihli kararının veya raporun tebliğ tarihinin zararın
öğrenilme tarihini etkileyen bir niteliği olmadığı, buna göre, bu tarihlerden
itibaren bir yıl içerisinde, bu tarihte sonradan Anayasa Mahkemesince 16.02.2012
tarihinde iptal edilen Hukuk Muhakemeleri Kanununun 3. maddesi yürürlüğe
girmediği için, zararın karşılanması için idareye müracaat etmesi, idarece
isteğinin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin yazılı bildirim
tarihinden itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün içerisinde cevap
verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci altmış gün içinde
Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açması gerekirken, bir yıllık sürenin
geçmesinden sonra, 30.10.2011 tarihinde, idari başvuru yapılmadan doğrudan
Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada süre aşımı bulunduğu"
gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
17. Karar düzeltme istemi de
aynı Dairenin 8/5/2013 tarihli ve E.2012/1183, K.2013/555 sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
18. Karar, başvurucuya 20/5/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 14/6/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
20. Anayasa’nın 125. maddesinin
son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
21. 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı 35. maddesinin (a) bendi
şöyledir:
“Kesin işlem yapmaya
yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması,
değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış
olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu
müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde
cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma
süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”
22. Anılan Kanun’un “Dava açma süresi” başlıklı 40. maddesinin
birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma
süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı
süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.”
23. Anılan Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması”
başlıklı 43. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.”
24. 6100 sayılı Kanun’un Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilen “Ölüm veya
vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev” başlıklı
3. maddesi şöyledir:
“Her türlü idarî
eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı
maddî ve manevî zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri
bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan
aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır.
30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.”
25. 6100 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun yargı
yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte
açılmış olan davalarda uygulanmaz.”
26. 6100 sayılı Kanun’un “Yürürlük” başlıklı 451. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun 1/10/2011
tarihinde yürürlüğe girer.”
27. 1/7/2012 tarihi itibarıyla
yürürlükten kaldırılan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru Zaman” başlıklı 60. maddesi
şöyledir:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle
nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve
failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her
halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.
Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları
mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden
neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.
Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir
alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman
ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir.”
28. Anayasa Mahkemesinin
16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
“Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne
verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle
oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu
tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna
göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer
sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı
olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu
durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda
bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır.
Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu
sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara
ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz
sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve
kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare
hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri,
fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara
dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk
alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş
olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği
tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden
kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi
gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem,
işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin
davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden
olduğu söylenemez.
Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, Mahkemenin,
kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma
zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de
Anayasaya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural
Anayasa'nın 157. maddesi yönünden de incelenmiştir. Anayasa'nın 157. maddesinin
birinci fıkrasında, 'Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca
tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin
idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve
son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda
ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.' hükmü yer almaktadır. Anayasa'nın
157. maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin
olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli yargının değil;
askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanına
girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesine
yol açan eylem veya işlem, bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi
ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin
görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askeri
hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların
kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın 157. maddesine de
aykırılık oluşturur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 6/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
30. Başvurucu; askerlik görevini
yerine getirmekte iken yaralanması nedeniyle idare aleyhine açtığı tazminat
davasını 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığını,
yargılamanın devamı sırasında Anayasa Mahkemesinin anılan kuralı iptal etmesi
üzerine davanın usulden reddedildiğini, 20/9/2013 tarihinde AYİM’e
açtığı davanın ise 25/6/2010 tarihli sağlık kurulu raporunun süre başlangıcına
esas alınması suretiyle süre aşımından reddedildiğini oysa anılan raporun
kendisine 8/12/2010 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
31. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelenmesi gereken
başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, zararının tazmini
istemiyle açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini belirterek adil
yargılanma hakkının alt güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlık görüş yazısında
mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının mutlak bir hak olmadığı,
özellikle bir davanın açılabilirliğine ilişkin bazı
sınırlamalar ve niteliği gereği bu konuda düzenleyici işlemlere konu
olabileceği, bununla birlikte bu sınırlamaların dava açmak isteyen bir kişinin
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği, AYİM’in yerleşik içtihatlarına göre sağlık kurulu
raporlarına dayanılarak açılan tam yargı davalarında sağlık kurulu raporunun
onaylanma tarihinin bir yıllık hak düşürücü sürenin başlangıcı olarak kabul
edildiği belirtilerek başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların dikkate
alınması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
34. Başvurucu, cevap dilekçesini
süresi içinde sunmamıştır.
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler
sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
38. Adil yargılanma hakkının en
temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan
Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını hukukun üstünlüğü ilkesinin
temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte; mahkemeye etkili erişim hakkının
ve başvuru yapılabilmesi konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava
açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara
sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki ya da
uygulamadaki belirsizliklerin, tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği
durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
39. Hukuki güvenlik ile
belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki
güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını;
ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi
ifade etmektedir (E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
40. Mahkemeye erişim hakkı,
kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla
birlikte getirilecek sınırlandırmaların; hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı
kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu
üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan
Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı
sınırlamalar getirebilir ve bu davalar, nitelikleri gereği düzenleyici
işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar, dava açmak isteyen
bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye
ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99,
11/10/2001, § 22).
41. Mahkemeye ulaşmayı aşırı
derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkının
ihlaline yol açabilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru
için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde
kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına
aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka
aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler
dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97,
11/7/2002, §§ 36-40).
42. Belli bir hakkın mahkemede
ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın
açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil
yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler,
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da
ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerinin istenmesiyle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder.
Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup
ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe
Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
43. Başvurucu 17/3/2009
tarihinde roketatar intibak atış eğitimi yapıldığı sırada başka bir erin atış
yaptığı roketin namlu içerisinde patlaması sonucu yaralanmış, Kasımpaşa Asker
Hastanesinin 26/3/2010 tarihli raporu ile askerliğe elverişli olmadığına karar
verilmiş ve 5/4/2010 tarihinde terhis edilmiş, sağlık raporu ise 25/6/2010
tarihinde onaylanmış ve 8/12/2010 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesi
uyarınca 31/10/2011 tarihinde Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde uğradığı
zararlardan dolayı maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açmış, Ankara 20.
Asliye Hukuk Mahkemesi 19/6/2012 tarihli kararıyla yargılamanın devamı
sırasında Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli kararıyla 6100 sayılı Kanun’un
3. maddesinde öngörülen kuralın iptaline karar verildiği gerekçesiyle görevli
olmadığından bahisle davayı usulden reddetmiştir.
44. Başvurucu, bu karar üzerine
50.000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle AYİM’de
dava açmış; AYİM İkinci Dairesi ise başvurucunun zararı Kasımpaşa Asker
Hastanesi Sağlık Kurulunun 25/6/2010 tarihinde onaylanan 5/4/2010 tarihli
sayılı raporu ile öğrendiği, bu durumda rapor tarihinde veya lehine bir kabulle
en geç raporun onay tarihi olan 25/6/2010 tarihinde zarar doğuran eylemi
öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi tarafından 16/2/2012
tarihinde iptal edilen 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesi yürürlüğe girmediği için
bu tarihten itibaren bir yıl içinde zararın karşılanması için idareye müracaat
etmesi, idarece isteğinin kısmen veya tamamen reddi hâlinde bu konudaki işlemin
yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün
içerisinde cevap verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci
altmış gün içinde AYİM’e dava açması gerekirken bir
yıllık sürenin geçmesinden sonra 31/10/2011 tarihinde, idari başvuru yapılmadan
doğrudan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada süre aşımı bulunduğu
gerekçesiyle süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir.
45. Mahkemelerin, usul
kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı
şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
46. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece
mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle
bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye
erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları
çerçevesinde olacaktır.
47. İdari işlem ve eylemlerin
sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu
hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari
davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 1602 sayılı Kanun’un 43.
maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların AYİM’de dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi
üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her
durumda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri, bu isteklerin kısmen veya tamamen
reddi hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde
cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün
içinde tam yargı davası açmaları gerektiği düzenlenmiştir.
48. Diğer taraftan 1/10/2011
tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa Mahkemesinin 19/5/2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararına kadar yürürlükte bulunan 6100
sayılı Kanun’un 3. maddesiyle idarenin eylem veya işlemlerinden dolayı vücut
bütünlüğünde meydana gelen zararların tazmini istemiyle açılacak davalarda
asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu kuralına yer verilmiş, 818 sayılı
Kanun’un 60. maddesinde de haksız fiillerden kaynaklanan zararların tazmini
için zararın ve failinin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her durumda zararı
meydana getiren fiilin işlenmesinden itibaren on yıl içinde davanın açılması
gerektiği kural altına alınmıştır.
49. Bu duruma göre başvuruya
konu olayın meydana geldiği ve Asliye Hukuk Mahkemesinde davanın açıldığı
tarihe kadar geçen sürede var olan yukarıdaki mevzuat uyarınca idarenin
eylemlerinden dolayı uğranılan zararların tazmini istemiyle 1602 sayılı Kanun
uyarınca eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her durumda beş yıl
içinde, 818 sayılı Kanun uyarınca ise eylemin ve failin öğrenilmesinden
itibaren bir yıl ve her durumda on yıl içinde davanın açılması gerektiği
düzenlenmiştir.
50. Somut olayda başvurucu,
askerlik hizmeti sırasında meydana gelen olay nedeniyle yaralanması sonucu
uğramış olduğu zararı, sağlık muayenesinin ardından yapılan erken terhis işlemi
ile öğrenmiş (bkz. § 9) ve eylemden kaynaklanan zarar ve zararın idariliğinden haberdar olmuştur. AYİM’in
yerleşik içtihatlarına göre de sağlık raporunun onayı ile de idari başvuru ve
dava açma süreleri başlamış bulunmaktadır. Erken terhis işleminin ardından
hakkında düzenlenen sağlık raporunun kesinleşmesinden sonra bu raporun
başvurucuya tebliğ edilmesi, sadece açılan tazminat davasında rahatsızlığın
seviyesine göre talep edilecek olan tazminat tutarının hesaplanmasına etki
edecek bir faktör olarak dikkate alınabilir.
51. AİHM, askerde meydana gelen
ölüm olayıyla ilgili olarak açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesine
ilişkin olarak kendisine yapılan başvuruda zararın ölüm olayıyla meydana
geldiğine, bir yıllık idareye başvuru süresinin ölümle ilgili yapılan
kovuşturmanın sonucunda verilen takipsizlik kararının ilgililere tebliğ tarihi
ile değil, ölüm olayının öğrenilmesi ile başlayacağına dair yorumunun mahkemeye
erişim hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir (Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 74704/11, 1/7/2014, §§ 32-34) .
52. AİHM, Rodoplu/Türkiye (B. No: 41665/02,
23/1/2007) kararında, hastanede yapılan ameliyat sonrasında bir gözünü kaybeden
başvurucunun açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine
ilişkin olarak başvurucunun mevzuatta öngörülen süreye uymaması için geçerli
bir nedeninin olmadığını, belirlenen süreler içinde her hâlükârda başvuru yapma
imkânına sahip olduğunu belirterek başvurunun bu kısmının mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediğinden kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
53. Anayasa Mahkemesi bir temyiz
incelemesi yapmamakla birlikte usul kurallarının yorumlanmasının, dava açmak
isteyen kişinin mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırmaması ya da
imkânsız hâle getirmemesi gerektiğini belirtmektedir. Bu yönden başvuru konusu
olaya bakıldığında askerlik hizmeti sırasında idari eylem nedeniyle askerliğe
elverişsiz hâle gelmesi sonucu uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmini
istemiyle başvurucunun açtığı davada, başvurucunun bu durumundan erken terhis
tarihi itibarıyla haberdar olduğu, bunun yanında başvurucu lehine yorum
yapılarak sağlık raporunun kesinleştiği tarihten itibaren dava açma süresinin
başladığı şeklinde değerlendirme yapılarak 1602 sayılı Kanun’da öngörülen
sürelerden sonra başvurucunun Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada süre
aşımı bulunduğu gerekçesiyle AYİM tarafından dava reddedilmiştir.
54. Başvurucunun askerlik
hizmeti sırasında yaralanması sonucu uğradığı zararı erken terhis ile öğrendiği
ve hangi nedenle elverişsiz hâle geldiğine ilişkin sağlık kurulu raporuna bu
tarih itibarıyla ulaşabileceği, buna göre AYİM’in
yaptığı yorumun mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız
hâle getiren nitelikte olmadığı anlaşıldığından başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
55. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
6/1/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.