TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
NAHİT AYDIN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/4072)
Karar Tarihi: 6/1/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu
Nahit AYDIN
Vekili
Av. Yurdakan YILDIZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerlik hizmetinin yerine getirilmesi sırasında meydana gelen patlamada yaralanma sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/06/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 9/10/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu olan yargılama dosyasından tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Silvan Jandarma Komando Taktik Alay 1. Tabur Komutanlığında askerlik görevini yapmakta iken 17/3/2009 tarihinde roketatar intibak atış eğitimi yapıldığı sırada başka bir erin atış yaptığı roketin namlu içinde patlaması sonucu yaralanmıştır.
9. Bir dizi tedavi, hava değişimi ve ameliyatın ardından Kasımpaşa Asker Hastanesinin 26/3/2010 tarihli raporu ile başvurucunun askerliğe elverişli olmadığına karar verilmiş ve başvurucu 5/4/2010 tarihinde terhis edilmiştir.
10. Anılan sağlık raporu ise 25/6/2010 tarihinde onaylanmış ve 8/12/2010 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucunun söz konusu raporu ibraz ederek yaptığı müracaat üzerine Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 7/3/2011 tarihli kararıyla malul olduğuna karar verilmiştir.
12. 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinde, idari işlemler ve idari eylemler ile idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu kurala bağlanmıştır.
13. Başvurucu, 31/10/2011 tarihinde Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde uğradığı zararlardan dolayı maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açmıştır.
14. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi 19/6/2012 tarihli ve E.2011/532. K.2012/282 sayılı karar ile yargılamanın devamı sırasında Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararıyla, 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinde öngörülen kuralın iptaline karar verildiği gerekçesiyle görevli olmadığından bahisle davayı usulden reddetmiştir. Anılan karar 11/9/2012 tarihinde kesinleşmiştir.
15. Başvurucu bu karar üzerine 50.000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır.
16. AYİM 2. Dairesi 10/10/2012 tarihli ve E.2012/846, K.2012/905 sayılı kararında "idari eylemler nedeniyle zarara uğrayanların zarar doğuran eylemi öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl içinde ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurarak zararlarının karşılanmasını istemeleri, idarece bu konuda verilecek cevabın yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün içinde cevap verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci altmış gün içinde dava açmaları gerekmektedir. Davacının, atış yapıldığı sırada, roketin namlu içerisinde patlaması sonucu yaralandığı, olayın ardından bir dizi tedavi, 1.5, 3, 6 ay hava değişimi ve ameliyatın ardından Kasımpaşa Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 25.06.2010 tarihinde onaylanan 05.04.2010 tarih ve 1712 sayılı raporu ile “Mandibula Kırığı-Arif Ameliyatlısı, Sağ Median Sinir Lezyon” tanısıyla davacının askerliğe elverişli olmadığına karar verildiği, dava konusu olay nedeniyle meydana gelen yaralanmasına ilişkin zararı tedavi süreci sonucunda düzenlenen Kasımpaşa Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 25.06.2010 tarihinde onaylanan 05.04.2010 tarih ve 1712 sayılı raporu ile öğrendiği, bu durumda davacının rapor tarihinde veya lehine bir kabulle en geç rapor onay tarihi olan 25.06.2010 tarihinde zarar doğuran eylemi öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, Sosyal Güvenlik Kurumunun yukarıda belirtilen 07.03.2011 tarihli kararının veya raporun tebliğ tarihinin zararın öğrenilme tarihini etkileyen bir niteliği olmadığı, buna göre, bu tarihlerden itibaren bir yıl içerisinde, bu tarihte sonradan Anayasa Mahkemesince 16.02.2012 tarihinde iptal edilen Hukuk Muhakemeleri Kanununun 3. maddesi yürürlüğe girmediği için, zararın karşılanması için idareye müracaat etmesi, idarece isteğinin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün içerisinde cevap verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci altmış gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açması gerekirken, bir yıllık sürenin geçmesinden sonra, 30.10.2011 tarihinde, idari başvuru yapılmadan doğrudan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada süre aşımı bulunduğu" gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
17. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 8/5/2013 tarihli ve E.2012/1183, K.2013/555 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
18. Karar, başvurucuya 20/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 14/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
21. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı 35. maddesinin (a) bendi şöyledir:
“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”
22. Anılan Kanun’un “Dava açma süresi” başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.”
23. Anılan Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.”
24. 6100 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen “Ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev” başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“Her türlü idarî eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddî ve manevî zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.”
25. 6100 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz.”
26. 6100 sayılı Kanun’un “Yürürlük” başlıklı 451. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe girer.”
27. 1/7/2012 tarihi itibarıyla yürürlükten kaldırılan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru Zaman” başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.
Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.
Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir.”
28. Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez.
Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, Mahkemenin, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural Anayasa'nın 157. maddesi yönünden de incelenmiştir. Anayasa'nın 157. maddesinin birinci fıkrasında, 'Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.' hükmü yer almaktadır. Anayasa'nın 157. maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli yargının değil; askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem, bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın 157. maddesine de aykırılık oluşturur.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; askerlik görevini yerine getirmekte iken yaralanması nedeniyle idare aleyhine açtığı tazminat davasını 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığını, yargılamanın devamı sırasında Anayasa Mahkemesinin anılan kuralı iptal etmesi üzerine davanın usulden reddedildiğini, 20/9/2013 tarihinde AYİM’e açtığı davanın ise 25/6/2010 tarihli sağlık kurulu raporunun süre başlangıcına esas alınması suretiyle süre aşımından reddedildiğini oysa anılan raporun kendisine 8/12/2010 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelenmesi gereken başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, zararının tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının alt güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlık görüş yazısında mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının mutlak bir hak olmadığı, özellikle bir davanın açılabilirliğine ilişkin bazı sınırlamalar ve niteliği gereği bu konuda düzenleyici işlemlere konu olabileceği, bununla birlikte bu sınırlamaların dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği, AYİM’in yerleşik içtihatlarına göre sağlık kurulu raporlarına dayanılarak açılan tam yargı davalarında sağlık kurulu raporunun onaylanma tarihinin bir yıllık hak düşürücü sürenin başlangıcı olarak kabul edildiği belirtilerek başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların dikkate alınması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
34. Başvurucu, cevap dilekçesini süresi içinde sunmamıştır.
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
38. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını hukukun üstünlüğü ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte; mahkemeye etkili erişim hakkının ve başvuru yapılabilmesi konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki ya da uygulamadaki belirsizliklerin, tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
39. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını; ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
40. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların; hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar, nitelikleri gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar, dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
41. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açabilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
42. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerinin istenmesiyle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
43. Başvurucu 17/3/2009 tarihinde roketatar intibak atış eğitimi yapıldığı sırada başka bir erin atış yaptığı roketin namlu içerisinde patlaması sonucu yaralanmış, Kasımpaşa Asker Hastanesinin 26/3/2010 tarihli raporu ile askerliğe elverişli olmadığına karar verilmiş ve 5/4/2010 tarihinde terhis edilmiş, sağlık raporu ise 25/6/2010 tarihinde onaylanmış ve 8/12/2010 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca 31/10/2011 tarihinde Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde uğradığı zararlardan dolayı maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açmış, Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi 19/6/2012 tarihli kararıyla yargılamanın devamı sırasında Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli kararıyla 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinde öngörülen kuralın iptaline karar verildiği gerekçesiyle görevli olmadığından bahisle davayı usulden reddetmiştir.
44. Başvurucu, bu karar üzerine 50.000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle AYİM’de dava açmış; AYİM İkinci Dairesi ise başvurucunun zararı Kasımpaşa Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 25/6/2010 tarihinde onaylanan 5/4/2010 tarihli sayılı raporu ile öğrendiği, bu durumda rapor tarihinde veya lehine bir kabulle en geç raporun onay tarihi olan 25/6/2010 tarihinde zarar doğuran eylemi öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, Anayasa Mahkemesi tarafından 16/2/2012 tarihinde iptal edilen 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesi yürürlüğe girmediği için bu tarihten itibaren bir yıl içinde zararın karşılanması için idareye müracaat etmesi, idarece isteğinin kısmen veya tamamen reddi hâlinde bu konudaki işlemin yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün içerisinde cevap verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci altmış gün içinde AYİM’e dava açması gerekirken bir yıllık sürenin geçmesinden sonra 31/10/2011 tarihinde, idari başvuru yapılmadan doğrudan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir.
45. Mahkemelerin, usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
46. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır.
47. İdari işlem ve eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 1602 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların AYİM’de dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her durumda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği düzenlenmiştir.
48. Diğer taraftan 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa Mahkemesinin 19/5/2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararına kadar yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle idarenin eylem veya işlemlerinden dolayı vücut bütünlüğünde meydana gelen zararların tazmini istemiyle açılacak davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu kuralına yer verilmiş, 818 sayılı Kanun’un 60. maddesinde de haksız fiillerden kaynaklanan zararların tazmini için zararın ve failinin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her durumda zararı meydana getiren fiilin işlenmesinden itibaren on yıl içinde davanın açılması gerektiği kural altına alınmıştır.
49. Bu duruma göre başvuruya konu olayın meydana geldiği ve Asliye Hukuk Mahkemesinde davanın açıldığı tarihe kadar geçen sürede var olan yukarıdaki mevzuat uyarınca idarenin eylemlerinden dolayı uğranılan zararların tazmini istemiyle 1602 sayılı Kanun uyarınca eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her durumda beş yıl içinde, 818 sayılı Kanun uyarınca ise eylemin ve failin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her durumda on yıl içinde davanın açılması gerektiği düzenlenmiştir.
50. Somut olayda başvurucu, askerlik hizmeti sırasında meydana gelen olay nedeniyle yaralanması sonucu uğramış olduğu zararı, sağlık muayenesinin ardından yapılan erken terhis işlemi ile öğrenmiş (bkz. § 9) ve eylemden kaynaklanan zarar ve zararın idariliğinden haberdar olmuştur. AYİM’in yerleşik içtihatlarına göre de sağlık raporunun onayı ile de idari başvuru ve dava açma süreleri başlamış bulunmaktadır. Erken terhis işleminin ardından hakkında düzenlenen sağlık raporunun kesinleşmesinden sonra bu raporun başvurucuya tebliğ edilmesi, sadece açılan tazminat davasında rahatsızlığın seviyesine göre talep edilecek olan tazminat tutarının hesaplanmasına etki edecek bir faktör olarak dikkate alınabilir.
51. AİHM, askerde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin olarak kendisine yapılan başvuruda zararın ölüm olayıyla meydana geldiğine, bir yıllık idareye başvuru süresinin ölümle ilgili yapılan kovuşturmanın sonucunda verilen takipsizlik kararının ilgililere tebliğ tarihi ile değil, ölüm olayının öğrenilmesi ile başlayacağına dair yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir (Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye, B. No: 74704/11, 1/7/2014, §§ 32-34) .
52. AİHM, Rodoplu/Türkiye (B. No: 41665/02, 23/1/2007) kararında, hastanede yapılan ameliyat sonrasında bir gözünü kaybeden başvurucunun açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin olarak başvurucunun mevzuatta öngörülen süreye uymaması için geçerli bir nedeninin olmadığını, belirlenen süreler içinde her hâlükârda başvuru yapma imkânına sahip olduğunu belirterek başvurunun bu kısmının mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğinden kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
53. Anayasa Mahkemesi bir temyiz incelemesi yapmamakla birlikte usul kurallarının yorumlanmasının, dava açmak isteyen kişinin mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırmaması ya da imkânsız hâle getirmemesi gerektiğini belirtmektedir. Bu yönden başvuru konusu olaya bakıldığında askerlik hizmeti sırasında idari eylem nedeniyle askerliğe elverişsiz hâle gelmesi sonucu uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmini istemiyle başvurucunun açtığı davada, başvurucunun bu durumundan erken terhis tarihi itibarıyla haberdar olduğu, bunun yanında başvurucu lehine yorum yapılarak sağlık raporunun kesinleştiği tarihten itibaren dava açma süresinin başladığı şeklinde değerlendirme yapılarak 1602 sayılı Kanun’da öngörülen sürelerden sonra başvurucunun Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle AYİM tarafından dava reddedilmiştir.
54. Başvurucunun askerlik hizmeti sırasında yaralanması sonucu uğradığı zararı erken terhis ile öğrendiği ve hangi nedenle elverişsiz hâle geldiğine ilişkin sağlık kurulu raporuna bu tarih itibarıyla ulaşabileceği, buna göre AYİM’in yaptığı yorumun mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olmadığı anlaşıldığından başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
55. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
6/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.