TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HULİSİ BALCI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9479)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Hulisi
BALCI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde idare tarafından yeterli muayene
yapılmayarak askerlik yaptırılması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen maddi ve
manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru 23/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru
formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.
Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
6.
Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/1/2015 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit
edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8.
Başvurucu, 1996 yılı Ağustos ayı celp dönemi öncesinde
son yoklama sırasında yapılan sağlık muayenesinin ardından askere alınmış;
1996-1998 yıllarında İskenderun ve İstanbul'da er olarak on sekiz ay askerlik
hizmetini yaptıktan sonra terhis olmuştur.
9.
Başvurucu, askerlik hizmeti sırasında sağ gözündeki şaşılık nedeniyle ameliyat
edilmiş; sağlığına kavuşmasının ardından askerlik hizmetine devam ederek
askerlik hizmetini normal süresinde tamamlamıştır.
10.
Başvurucu hakkında silah ruhsatı için düzenlenen 25/7/2012 tarihli sağlık
kurulu raporunda sağ ezotropya
(alternans yok) + sağ ambliyopi
tanısı konularak başvurucunun silah ruhsatı alamayacağı belirtilmiştir.
11.
Başvurucu; anılan rahatsızlığın kendisinde doğuştan var olduğu, askerlik
sırasında anılan rahatsızlığından dolayı ameliyat olduğu, buna rağmen kendisine
askerlik yaptırılarak zarara uğratıldığı iddiası ve maddi, manevi tazminat
istemiyle 21/9/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvurmuş; başvurusu
4/10/2012 tarihli işlemle reddedilmiştir.
12.
Başvurucu bu karar üzerine aynı taleple AYİM'de dava
açmış, AYİM İkinci Dairesinin 22/5/2013 tarihli ve E.2013/629, K.2013/623
sayılı kararı ve oyçokluğuyla davanın süre aşımı yönünden reddine karar
verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“1602 sayılı Kanunun 40'ncı maddesinde Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresinin her çeşit işlemlerde yazılı
bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış
gün olduğu, 42'nci maddesinde, ilgililerin, haklarını ihlal eden bir idari işlem
dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası
veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce
iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın
veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir
işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren
altmış gün içinde tam yargı davası açabilecekleri, bu halde de ilgililerin
35'inci madde uyarınca idareye başvurma haklarının saklı olduğu belirtilmiştir.
Davacının 1996
Ağustos celp döneminde askere alındığı, 26.08.1996-26.02.1998 tarihleri
arasında İskenderun 1'inci Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı ve İstanbul TCG
Karayel Komutanlığında 18 ay er olarak askerliğini yaptığı ve terhis olduğu, bu
durumda idari işlemden kaynaklanan iş bu tam yargı davasında 1602 sayılı
Kanunun 42 nci maddesi uyarınca davacının terhis
olduğu 26.02.1998 tarihinden itibaren 60 gün içerisinde doğrudan tam yargı
davası açılması yahut 35'inci madde uyarınca ihtiyari müracaatta bulunularak,
ihtiyarı müracaat tarihine kadar geçen sürede dikkate alınarak, yazılı cevabın
tebliğ tarihinden veya zımni red suresi geçtikten
sonra kalan dava açma süresi içerisinde dava açılmış olması gerekirken, bu süre
geçirildikten çok sonra 21.09.2012 tarihinde idari müracaatta bulunulduktan
sonra Ordu İdare Mahkemesinde, müteakiben görevsizlik kararı üzerine Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinde açılan bu davada süre aşımı bulunduğu sonuç ve
kanaatine ulaşılmıştır.”
13.
Bu karara katılmayan üyelerin karşıoy yazısının
ilgili kısmı şöyledir:
“Dava konusu olayda, davacının askerliğe elverişli olup
olmadığının tespiti amacıyla Ağustos 1996 celp dönemi öncesinde son yoklama
sırasında muayenesinin yapıldığı, bu muayene sırasında davacının doğuştan var
olduğu ileri sürülen "sağ ezotropya (alternas yok) + sağ ambliyopi"
hastalığı olduğu halde, gerekli muayene yapılmadığından bu hususun tespit
edilemediği ve "sağlam” kabul edilerek askerliğine karar alındığı, bu şekilde
askerlik hizmetini tamamladıktan sonra Fatsa Devlet Hastanesinde yapılan
muayenesi sonucunda 25.07.2012 tarihli raporla bu hususun tespit edildiği,
böylece askerliğe alınmasına dayanak teşkil eden muayene sırasında da
"askerliğe elverişli olmadığının" bu muayeneyle birlikte
öğrenildiğinin iddia edildiği, zarar ortaya çıktığında dava açma süresinin
geçirilmiş olduğunun kabulünün, dava açma hakkının kullanılmaması sonucunu
doğuracağı, zararın ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma
hakkını ortadan kaldırır biçimde süre hesabı yapılmasının hak arama özgürlüğü
ile bağdaşmayacağı, dolayısıyla da davacının söz konusu askere alma işlemi
dolayısıyla hak ihlaline uğradığını 25.07.2012 tarihli raporla öğrendiği
anlaşılmakla, bu yönüyle davada süre aşımı bulunmadığı değerlendirilmiş, ancak
davacının bu zararına ilişkin Ordu İdare Mahkemesine davayı hangi tarihte
açtığı ve anılan mahkemenin görevsizlik kararının davacıya hangi tarihte tebliğ
edildiği dosya içeriğinden anlaşılmadığından, bu hususların araştırılmasına
müteakip davanın süresinde açılıp açılmadığına karar verilmesi gerektiği
düşüncesinde olduğumuzdan, aksi yönde oluşan Sayın Çoğunluk görüşüne
katılamadık.”
14.
Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 6/11/2013 tarihli ve
2013/1385, 2013/1220 sayılı kararı ve yine oyçokluğuyla reddedilmiştir.
15.
Karar başvurucuya 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16.
Başvurucu 23/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
17.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
18.
4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı 35.
maddesinin (a) bendi şöyledir:
“Kesin işlem yapmaya
yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması,
değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış
olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu
müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde
cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma
süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”
19.
Anılan Kanun’un “Dava açma süresi”
başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma
süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı
süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.”
20.
Anılan Kanun’un “İptal ve tam yargı
davaları” başlıklı 42. maddesi şöyledir:
“İlgililer, haklarını
ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte
açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması
üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde
verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan
dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası
açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma
hakları saklıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21.
Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22.
Başvurucu; sağ gözünün doğuştan ezotropya (şaşı) olduğunu, askerlik yaptığı
sırada bu rahatsızlığı nedeniyle ameliyat geçirdiğini, silah ruhsatı almak için
yaptırdığı sağlık muayenesi sonucu düzenlenen 25/7/2012 tarihli raporda aynı
göz rahatsızlığı nedeniyle ruhsat alamadığını, idarenin geçmişte kusurlu ve
eksik muayenesi sonucunda kendisine askerlik yaptırmakla kusurlu davrandığını,
açtığı tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı
olduğunu, zira askerlik yapmaması gerektiğini terhis olduğu 26/2/1998 tarihinde
değil, 25/7/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile öğrendiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş; kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığı
74.707,38 TL maddi ve 50.000 TL manevi zararının tazminine karar verilmesi
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23.
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda mahkemeye erişim hakkı
çerçevesinde incelenmesi gereken başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı
ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
24. Başvurucu,
askerliğe elverişli olmadığı hâlde idare tarafından yeterli muayene
yapılmayarak kendisine askerlik yaptırılması nedeniyle uğradığını öne sürdüğü
zararlarının tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı nedeniyle
reddedildiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
25.
Bakanlığın görüş yazısında mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının
mutlak bir hak olmadığı, özellikle bir davanın açılabilirliğine
ilişkin bazı sınırlamalar ve nitelik gereği bu konuda düzenleyici işlemlere
konu olabileceği, bununla birlikte bu sınırlamaların dava açmak isteyen bir
kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek hâle gelmemesi gerektiği,
AYİM tarafından başvurucunun terhis tarihinden itibaren mevzuatta öngörülen süre
içinde dava açmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddedildiği
belirtilerek başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların dikkate alınması
gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
26.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti”
kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
27.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler
sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
28.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
29.
Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı,
bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını
“hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve
mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir
sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık,
pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu
sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların
mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar
verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
30.
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır.
Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi
ifade etmektedir (AYM., E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
31.
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen
bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların; hakkın özünü
zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve
ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin
olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar
niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu
sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99,
11/10/2001, § 22).
32.
Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava
açmak ya da kanun yollarına başvurmak için belli sürelerin öngörülmesi, bu
süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik
ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne
var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış
uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun
yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
33.
Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti
kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği
ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez.
Anılan süreler; mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan,
eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş
olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin
önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisinde olup
ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı olduğu sürece ve hakkın özünü
zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93, 22/10/1996, § 51).
34.
Somut olayda 1996 yılı Ağustos ayı celp dönemi
öncesinde son yoklama sırasında yapılan sağlık muayenesinin ardından başvurucu
askere alınmış, 1996-1998 yıllarında İskenderun ve İstanbul'da er olarak on
sekiz ay askerlik hizmetini yapmış, askerlik hizmeti sırasında sağ gözündeki
şaşılık nedeniyle ameliyat edilmiş, sağlığına kavuştuğu gerekçesiyle askerlik
hizmetine devam ettirilmiş ve askerlik hizmetini normal süresinde
tamamlamıştır. Başvurucunun silah ruhsatı almak maksadıyla aldığı 25/7/2012
tarihli sağlık kurulu raporunda, başvurucuya sağ
ezotropya (alternans yok) +
sağ ambliyop tanısı konularak başvurucunun
silah ruhsatı alamayacağı belirtilmiştir. Başvurucu, anılan rahatsızlığın
kendisinde doğuştan var olduğu, askerlik hizmeti sırasında anılan
rahatsızlığından dolayı ameliyat olduğu, buna rağmen kendisine askerlik
yaptırılarak zarara uğratıldığı iddiasıyla maddi, manevi tazminat istemiyle AYİM’de dava açmıştır.
35.
AYİM İkinci Dairesi; başvurucunun 1996 Ağustos celp döneminde askere
alındığını, 26/8/1996 ile 26/2/1998 tarihleri arasında İskenderun 1'inci Deniz
Er Eğitim Alay Komutanlığı ve İstanbul TCG Karayel Komutanlığında er olarak on
sekiz ay askerlik yaptığını ve terhis olduğunu, bu durumda idari işlemden
kaynaklanan tam yargı davasında 1602 sayılı Kanun’un 42. maddesi uyarınca
davacının terhis olduğu 26/2/1998 tarihinden itibaren altmış gün içinde
doğrudan tam yargı davası açılması yahut 1602 sayılı Kanun’un 35. maddesi
uyarınca ihtiyari müracaatın ardından kalan dava açma süresi içinde davanın
açılması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 21/9/2012 tarihinde idari
müracaatta bulunulduktan sonra açılan davada süre aşımı olduğu sonucuna
varmıştır.
36.
Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar
verecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul
şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları
gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
37.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve
uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve
uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan
hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince
incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir
inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015,
§ 40).
38.
İdari işlemlerin sürekli biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını
engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak
düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 1602 sayılı
Kanun’un 40. maddesi uyarınca dava açma süresinin işlemin yazılı bildirim
tarihinden itibaren altmış gün olduğu, 42. maddesinde bir idari işlemin icrası
nedeniyle doğan zararlardan dolayı ilgililerin icra tarihinden itibaren altmış
gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası
açabilecekleri, bu durumda olanların Kanun’un 35. maddesi uyarınca idareye
başvuru haklarının saklı olduğu belirtilmiş; Kanun’un 35. maddesinin (a)
bendinde ise dava açma süresi içinde idareye başvuru yapılabileceği, yapılan bu
başvurunun dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde idare tarafından
cevap verilmez ise kalan dava açma süresi içinde davanın açılabileceği
düzenlenmiştir (Emre Kartal, §
41).
39.
Başvurucunun, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma süresinin mahkemeye
erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyeti olmayıp anılan sürenin esas
itibarıyla terhis tarihinden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiği şikâyeti bulunmaktadır.
40.
AİHM; askerde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak açılan davanın süre
aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin olarak kendisine yapılan başvuruda
zararın ölüm olayıyla meydana geldiğine; AYİM tarafından, bir yıllık idareye
başvuru süresinin ölümle ilgili yapılan kovuşturmanın sonucunda verilen
takipsizlik kararının ilgililere tebliğ tarihi ile değil, ölüm olayının
öğrenilmesi ile başlayacağına dair yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal
etmediğine karar vermiştir (Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye, B. No: 74704/11,
1/7/2014, §§ 32-34).
41.
AİHM, Rodoplu/Türkiye (B. No:
41665/02, 23/1/2007) kararında hastanede yapılan ameliyat sonrasında bir gözünü
kaybeden başvurucunun açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden
reddedilmesine ilişkin olarak başvurucunun mevzuatta öngörülen süreye uymaması
için geçerli bir nedeninin olmadığını, belirlenen süreler içinde başvuru yapma
imkânına her hâlükârda sahip olduğunu belirterek başvurunun bu kısmının
mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğinden kabul edilemez olduğuna karar
vermiştir.
42.
AİHM, Uğur Eşim/Türkiye (B.
No:59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen
başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu
değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine
getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavi süresi
uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda başvurucunun 1992 yılında askeriye ile
ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş
dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin
olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında Gülhane Askerî Tıp Akademisindeki
muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu
19/9/2007 tarihinde tazminat talebiyle idareye başvurmuş ancak bu talebi
reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi
tazminat istemiyle açtığı davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, söz konusu
olayın meydana geldiği tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı
gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
43.
AİHM anılan kararında davanın temelinde yer alan konunun, beş yıllık süre
sınırını başvurucunun yaralandığı 1991 yılından itibaren hesaplayan Mahkeme
kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş (Eşim/Türkiye, § 23), başvurucunun 25/9/1995 tarihinde
kafatasındaki mermiden haberdar olmadığı tartışma konusu olmadığından
kendisinin beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak
değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili
tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte
değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine hükmetmiş (Eşim/Türkiye, § 25) ve Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin süre sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın esasının tam olarak
incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye,
§ 26).
44. Başvuruya
konu olayda sağ gözünde bulunan şaşılığın doğuştan olduğunun başvurucu
tarafından ifade edildiği, askerlik hizmeti sırasında da aynı rahatsızlık
nedeniyle başvurucunun ameliyat edildiği, bu nedenlerle terhis tarihinden çok
sonra şaşılık nedeniyle askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı zarara
uğranıldığının öğrenildiği savının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, silah
ruhsatı almak için yapılan başvuru üzerine verilen sağlık kurulu raporunda ise
şaşılığın askerliğe engel bir hâl olduğuna dair bir değerlendirme yapılmadığı
hususları bir arada değerlendirildiğinde askerlik hizmeti yaptırılmasından
dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle terhis tarihinden itibaren tam yargı
davası açılması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra açılan davanın süre
aşımı yönünden reddine ilişkin AYİM kararı, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede
zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olmadığından başvurucunun
mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
45.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun mahkemeye erişim hakkının
ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
46. Hicabi DURSUN ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Hicabi DURSUN ve Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA OYBİRLİĞİYLE
6/1/2016
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu,
doğuştan sağ gözünün ezotropya (şaşı) olduğunu, 1996
Ağustos döneminde yapılan muayenenin arından askerliğe elverişli bulunarak askere
alındığını, 1996-1998 yılları arasında 18 aylık askerlik görevini yerine
getirdiğini, askerlik yaptığı sırada sözkonusu
rahatsızlığı nedeniyle ameliyat geçirdiğini, askerliği süresinde tamamlayarak
terhis edildiğini, daha sonra silah ruhsatı almak için yaptırdığı sağlık
muayenesi sonucu düzenlenen 25/7/2012 tarihli raporda aynı göz rahatsızlığı
nedeniyle ruhsat alamayacağının belirtildiğini, idarenin geçmişte kusurlu ve
eksik muayenesi sonucunda kendisine askerlik yaptırmakla kusurlu davrandığını,
açtığı tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı
olduğunu, zira askerlik yapmaması gerektiğini terhis olduğu 26/2/1998 tarihinde
değil, 25/7/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile öğrendiğini belirterek,
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
Bölüm çoğunluğu, başvuruyu kabul edilebilir
bulmakla birlikte, başvurucunun gözündeki rahatsızlığın doğuştan beri mevcut
olduğu, askerliğe alınırken bu durumun yine bilindiği, askerlik esnasında da
gözündeki rahatsızlık nedeniyle ameliyat olduğu, terhisten sonra aradan uzunca
bir sürenin geçtiği, bu şekildeki rahatsızlığın sonradan askerliğe engel
olduğunun öğrenilmesinin hayatın olağan akışın uygun olmadığı, başvurucunun
silah ruhsatı almak için yaptığı başvuru üzerine düzenlen sağlık raporunda da
askerliğe elverişli olmadığına ilişkin bir ibarenin yer almadığı gerekçeleriyle
mahkemeye erişim hakkının ihlâl edilmediğine karar vermiştir.
Aşağıda belirtilen gerekçelerle Bölüm
çoğunluğunun görüşüne katılmadık:
Anayasa’nın “Hak
arama hürriyeti”ni
düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarına göre de:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları
ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.”
AİHS m.6’da düzenlenen adil yargılanma
hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir
uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52). AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun
üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte
ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir
sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık,
pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu
sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların
mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar
verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, §
34).
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak
bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek
sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir
amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (Serkan Acar,
B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir dava hakkına ilişkin olarak
takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği
gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar
dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek
seviyeye ulaşmamalıdır.
Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir
yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte
yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden
olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran
ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli
sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa
olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına
aykırılık oluşturmaz. Ancak öngörülen sürelerin, açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması veya hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun
yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir Hukuk devletinin bir gereği de hukuki güvenlik
ve belirliliktir. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM., E.2013/64, K.2013/142, K.T.
28/11/2013).
Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi
ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek
süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılanma hakkının ihlali
olarak değerlendirilemez. Süre sınırlaması getiren bu düzenlemeler, devletin takdir
yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın
özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş
sayılmazlar (B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
Somut olayda, AYİM İkinci Dairesi, başvurucunun
1996 Ağustos celp döneminde askere alındığını, 26/8/1996-26/2/1998 tarihleri
arasında 18 ay er olarak askerliğini yaptığını ve terhis olduğunu, bu durumda
idari işlemden kaynaklanan tam yargı davasında 1602 sayılı Kanun’un 42. maddesi
uyarınca davacının terhis olduğu 26/2/1998 tarihinden itibaren altmış gün
içinde doğrudan tam yargı davası açması yahut söz konusu Kanun’un 35. maddesi
uyarınca ihtiyari müracaatın ardından kalan dava açma süresi içinde davasının
açılması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra 21/9/2012 tarihinde idari
müracaatta bulunduktan sonra dava açtığını, açılan bu davada da süre aşımı
bulunduğu sonucuna varmıştır.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi
olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının
Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Somut olayın özellikleri
dikkate alınarak Mahkemeye erişim hakkı yönünden böyle bir inceleme
yapılmalıdır (Emre Kartal, B. No:
2014/5020, 6/10/2015, § 40).
Başvurucu, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen
altmış günlük dava açma süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde
bir şikâyette bulunmayıp, daha çok anılan sürenin başlangıç tarihinin esas
itibarıyla terhis tarihinden itibaren başlatılmasından şikayet etmekte; sürenin
bu tarihten değil, hakkında düzenlenen sağlık raporunun kesinleşme tarihinin
esas alınarak o tarihten itibaren başlatılması gerektiğini belirterek, AYİM
tarafından yapılan yorumla terhis tarihinden itibaren sürenin başlatılmasının
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
Somut olayda, başvurucu askere alınırken
muayene edilmiş, askerliğe elverişli bulunarak askere alınmış, askerlik
esnasında da gözündeki rahatsızlık nedeniyle ameliyat edilmiş, yine askerliğe
engel bir durum tespit edilmeyerek askerliğini süresinde tamamlamıştır. Bu
süreç içerisinde başvurucunun, gözündeki rahatsızlık nedeniyle askerliğe
elverişli olmadığına ilişkin şüphelenmesini ve o nedenle askerliğe elverişli
olmadığını ileri sürmesini gerektirecek bir veri bulunmamaktadır. Tam tersine,
askere alınırken muayene edilmiş, askerliğe elverişli bulunmuş, askerlik
esnasında gözünden ameliyat da olmuş yine askerliğe engel bir hal tespit
edilmemiştir. Bu durum da başvurucunun kendisinin askerliğe elverişli olduğunu
düşünmesi ve elverişli olmadığı iddiasında bulunmaması ve bu duruma bağlı
olarak herhangi bir tazminat talebinde bulunmaması hayatın olağan akışına uygun
görünmektedir.
Başvurucu, kendisinin askerliğe elverişli
olmadığını ilk kez, 25/7/2012 tarihli raporla öğrenmiştir. Bu yeni bilgiye
dayanarak, başvurucu bu kez, baştan beri askerliğe elverişli olmadığını,
idarece askere alınırken usulüne uygun muayene edilse idi, askerliğe elverişli
olmadığının daha o zaman anlaşılabileceğini, o nedenle gerekmediği halde
kendisine askerlik yaptırıldığını, bunu da 25/7/2012 tarihli raporla
öğrendiğini ileri sürmektedir. Burada başvurucu açısından zarara neden olan
işlem, gerekmediği halde askere alınması ve askerlik yaptırılmasıdır. Olayda
sağlık durumu nedeniyle bir erken terhis işlemi de bulunmadığından, gözündeki
rahatsızlık nedeniyle askere elverişli olmadığı halde askerlik hizmetine tabi
tutulmasının mümkün olmadığını başvurucu ilk kez söz konusu sağlık raporu ile
öğrenmiştir. O nedenle, başvurucunun elverişli olmadığı halde askere alınması
işlemi nedeniyle zarara uğradığını öğrendiği ve değerlendirebildiği tarih,
rapor tarihidir. Burada, başvurucunun gözündeki rahatsızlığın doğuştan olması
ve askere alınırken ve keza terhis olurken bunu biliyor olmasının bir etkisi
bulunmamaktadır.
Nitekim AİHM kararına konu olmuş benzer bir
olayda, başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde
yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavisi bir süre devam etmiş ve 1992 yılında
askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısı
ve baş dönmesi şikayetiyle hastaneye başvurmuş, 2004 yılında başında
belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında Gülhane
Askeri Tıp Akademisindeki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu
anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat talebiyle idareye
başvurmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare
aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın
meydana geldiği tarihten itibaren beş yıl içerisinde dava açılmadığı
gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. (Eşim/Türkiye, B. No:59601/09, 17/9/2013).
Bunun üzerine AİHM başvurulmuştur. AİHM konuya ilişkin kararında, davanın
temelinde yer alan konunun aslen, beş yıllık süre sınırını, başvurucunun
yaralandığı 1991 yılından itibaren hesaplayan mahkeme kararındaki
gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş, başvurucunun 25/9/1995 tarihinde
kafatasındaki mermiden haberdar olmadığı tartışma konusu olmadığından,
kendisinin beş yıl içerisinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul
olarak değerlendirilemeyeceğini, Mahkemenin nazarında, şahsî yaralanmayla
ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı
gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğini kabul etmiş (Eşim/Türkiye, § 25) ve AYİM’nin
süre sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın esasının tam olarak
incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye,
§ 26).
Buna göre, başvurucunun askerliğe elverişli
olduğu gerekçesiyle askerlik hizmetine alınması, askerlik hizmeti sırasında
yapılan ameliyat sonrasında askerliğe devam etmesinde sakınca bulunmaması ve
askerliğinin devam ettirilip normal terhis tarihinde terhis edilmesi sürecinde,
başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı halde askerlik hizmetine alınmaması
gerektiğine yönelik herhangi bir veri bulunmadığından, başvurucunun terhis
tarihi itibarıyla bir zarara uğramış olduğunu ve zararın hangi sebep veya
sebeplerden kaynaklandığını değerlendirmesi mümkün değildir.
Ayrıca, silah ruhsatı alınıp alınmayacağına
ilişkin olarak düzenlenen sağlık raporunda, başvurucunun askerliğe elverişli
olup olmadığına ilişkin bir ibarenin yer alması da beklenemez. Zira, sağlık
raporunun asıl açılığa kavuşturmak istediği husus, başvuru sahibinin silah
bulundurma (ve taşıma) yeteneğine sahip olup olmadığı hususudur. Bunun dışında,
ayrıca askerliğini yapmış bir kimsenin askerliğe elverişli olup olmadığına
ilişkin bir inceleme ve buna ilişkin bir ibarenin de raporda bulunmasını
beklemek uygun değildir.
Başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü zararı
öğrendiği veya öğrenmesi gerektiği tarih hakkında bir araştırma yapılmaksızın,
uğranıldığı ileri sürülen zararın, öğrenilmesine imkân tanımayan normal terhis
tarihini dava açma süresinin başlangıcı olarak değerlendirip, bu tarihten çok
sonra açıldığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine yönelik AYİM
kararı, başvurucu açısından, mahkemeye erişim hakkını ihlâl edici niteliktedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, AYİM İkinci
Dairesinin 22/5/2013 tarih ve E.2013/629, K.2013/623 sayılı kararının,
başvurucu açısından, mahkemeye erişim hakkını ihlâl edici nitelikte olduğu
kanaatinde olduğumuzdan, Bölüm çoğunluğunun aksi yöndeki görüşüne katılmamız
mümkün olmamıştır.
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|