TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HULİSİ BALCI BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9479)
Karar Tarihi: 6/1/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu
Hulisi BALCI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde idare tarafından yeterli muayene yapılmayarak askerlik yaptırılması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1996 yılı Ağustos ayı celp dönemi öncesinde son yoklama sırasında yapılan sağlık muayenesinin ardından askere alınmış; 1996-1998 yıllarında İskenderun ve İstanbul'da er olarak on sekiz ay askerlik hizmetini yaptıktan sonra terhis olmuştur.
9. Başvurucu, askerlik hizmeti sırasında sağ gözündeki şaşılık nedeniyle ameliyat edilmiş; sağlığına kavuşmasının ardından askerlik hizmetine devam ederek askerlik hizmetini normal süresinde tamamlamıştır.
10. Başvurucu hakkında silah ruhsatı için düzenlenen 25/7/2012 tarihli sağlık kurulu raporunda sağ ezotropya (alternans yok) + sağ ambliyopi tanısı konularak başvurucunun silah ruhsatı alamayacağı belirtilmiştir.
11. Başvurucu; anılan rahatsızlığın kendisinde doğuştan var olduğu, askerlik sırasında anılan rahatsızlığından dolayı ameliyat olduğu, buna rağmen kendisine askerlik yaptırılarak zarara uğratıldığı iddiası ve maddi, manevi tazminat istemiyle 21/9/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvurmuş; başvurusu 4/10/2012 tarihli işlemle reddedilmiştir.
12. Başvurucu bu karar üzerine aynı taleple AYİM'de dava açmış, AYİM İkinci Dairesinin 22/5/2013 tarihli ve E.2013/629, K.2013/623 sayılı kararı ve oyçokluğuyla davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“1602 sayılı Kanunun 40'ncı maddesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresinin her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gün olduğu, 42'nci maddesinde, ilgililerin, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilecekleri, bu halde de ilgililerin 35'inci madde uyarınca idareye başvurma haklarının saklı olduğu belirtilmiştir.
Davacının 1996 Ağustos celp döneminde askere alındığı, 26.08.1996-26.02.1998 tarihleri arasında İskenderun 1'inci Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı ve İstanbul TCG Karayel Komutanlığında 18 ay er olarak askerliğini yaptığı ve terhis olduğu, bu durumda idari işlemden kaynaklanan iş bu tam yargı davasında 1602 sayılı Kanunun 42 nci maddesi uyarınca davacının terhis olduğu 26.02.1998 tarihinden itibaren 60 gün içerisinde doğrudan tam yargı davası açılması yahut 35'inci madde uyarınca ihtiyari müracaatta bulunularak, ihtiyarı müracaat tarihine kadar geçen sürede dikkate alınarak, yazılı cevabın tebliğ tarihinden veya zımni red suresi geçtikten sonra kalan dava açma süresi içerisinde dava açılmış olması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra 21.09.2012 tarihinde idari müracaatta bulunulduktan sonra Ordu İdare Mahkemesinde, müteakiben görevsizlik kararı üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan bu davada süre aşımı bulunduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.”
13. Bu karara katılmayan üyelerin karşıoy yazısının ilgili kısmı şöyledir:
“Dava konusu olayda, davacının askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti amacıyla Ağustos 1996 celp dönemi öncesinde son yoklama sırasında muayenesinin yapıldığı, bu muayene sırasında davacının doğuştan var olduğu ileri sürülen "sağ ezotropya (alternas yok) + sağ ambliyopi" hastalığı olduğu halde, gerekli muayene yapılmadığından bu hususun tespit edilemediği ve "sağlam” kabul edilerek askerliğine karar alındığı, bu şekilde askerlik hizmetini tamamladıktan sonra Fatsa Devlet Hastanesinde yapılan muayenesi sonucunda 25.07.2012 tarihli raporla bu hususun tespit edildiği, böylece askerliğe alınmasına dayanak teşkil eden muayene sırasında da "askerliğe elverişli olmadığının" bu muayeneyle birlikte öğrenildiğinin iddia edildiği, zarar ortaya çıktığında dava açma süresinin geçirilmiş olduğunun kabulünün, dava açma hakkının kullanılmaması sonucunu doğuracağı, zararın ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldırır biçimde süre hesabı yapılmasının hak arama özgürlüğü ile bağdaşmayacağı, dolayısıyla da davacının söz konusu askere alma işlemi dolayısıyla hak ihlaline uğradığını 25.07.2012 tarihli raporla öğrendiği anlaşılmakla, bu yönüyle davada süre aşımı bulunmadığı değerlendirilmiş, ancak davacının bu zararına ilişkin Ordu İdare Mahkemesine davayı hangi tarihte açtığı ve anılan mahkemenin görevsizlik kararının davacıya hangi tarihte tebliğ edildiği dosya içeriğinden anlaşılmadığından, bu hususların araştırılmasına müteakip davanın süresinde açılıp açılmadığına karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, aksi yönde oluşan Sayın Çoğunluk görüşüne katılamadık.”
14. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 6/11/2013 tarihli ve 2013/1385, 2013/1220 sayılı kararı ve yine oyçokluğuyla reddedilmiştir.
15. Karar başvurucuya 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 23/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
18. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı 35. maddesinin (a) bendi şöyledir:
“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”
19. Anılan Kanun’un “Dava açma süresi” başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.”
20. Anılan Kanun’un “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı 42. maddesi şöyledir:
“İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; sağ gözünün doğuştan ezotropya (şaşı) olduğunu, askerlik yaptığı sırada bu rahatsızlığı nedeniyle ameliyat geçirdiğini, silah ruhsatı almak için yaptırdığı sağlık muayenesi sonucu düzenlenen 25/7/2012 tarihli raporda aynı göz rahatsızlığı nedeniyle ruhsat alamadığını, idarenin geçmişte kusurlu ve eksik muayenesi sonucunda kendisine askerlik yaptırmakla kusurlu davrandığını, açtığı tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, zira askerlik yapmaması gerektiğini terhis olduğu 26/2/1998 tarihinde değil, 25/7/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile öğrendiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığı 74.707,38 TL maddi ve 50.000 TL manevi zararının tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelenmesi gereken başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
24. Başvurucu, askerliğe elverişli olmadığı hâlde idare tarafından yeterli muayene yapılmayarak kendisine askerlik yaptırılması nedeniyle uğradığını öne sürdüğü zararlarının tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Bakanlığın görüş yazısında mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının mutlak bir hak olmadığı, özellikle bir davanın açılabilirliğine ilişkin bazı sınırlamalar ve nitelik gereği bu konuda düzenleyici işlemlere konu olabileceği, bununla birlikte bu sınırlamaların dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek hâle gelmemesi gerektiği, AYİM tarafından başvurucunun terhis tarihinden itibaren mevzuatta öngörülen süre içinde dava açmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddedildiği belirtilerek başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların dikkate alınması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
26. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
29. Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
30. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM., E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
31. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların; hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
32. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açmak ya da kanun yollarına başvurmak için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
33. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler; mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı olduğu sürece ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93, 22/10/1996, § 51).
34. Somut olayda 1996 yılı Ağustos ayı celp dönemi öncesinde son yoklama sırasında yapılan sağlık muayenesinin ardından başvurucu askere alınmış, 1996-1998 yıllarında İskenderun ve İstanbul'da er olarak on sekiz ay askerlik hizmetini yapmış, askerlik hizmeti sırasında sağ gözündeki şaşılık nedeniyle ameliyat edilmiş, sağlığına kavuştuğu gerekçesiyle askerlik hizmetine devam ettirilmiş ve askerlik hizmetini normal süresinde tamamlamıştır. Başvurucunun silah ruhsatı almak maksadıyla aldığı 25/7/2012 tarihli sağlık kurulu raporunda, başvurucuya sağ ezotropya (alternans yok) + sağ ambliyop tanısı konularak başvurucunun silah ruhsatı alamayacağı belirtilmiştir. Başvurucu, anılan rahatsızlığın kendisinde doğuştan var olduğu, askerlik hizmeti sırasında anılan rahatsızlığından dolayı ameliyat olduğu, buna rağmen kendisine askerlik yaptırılarak zarara uğratıldığı iddiasıyla maddi, manevi tazminat istemiyle AYİM’de dava açmıştır.
35. AYİM İkinci Dairesi; başvurucunun 1996 Ağustos celp döneminde askere alındığını, 26/8/1996 ile 26/2/1998 tarihleri arasında İskenderun 1'inci Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı ve İstanbul TCG Karayel Komutanlığında er olarak on sekiz ay askerlik yaptığını ve terhis olduğunu, bu durumda idari işlemden kaynaklanan tam yargı davasında 1602 sayılı Kanun’un 42. maddesi uyarınca davacının terhis olduğu 26/2/1998 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan tam yargı davası açılması yahut 1602 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca ihtiyari müracaatın ardından kalan dava açma süresi içinde davanın açılması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 21/9/2012 tarihinde idari müracaatta bulunulduktan sonra açılan davada süre aşımı olduğu sonucuna varmıştır.
36. Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
37. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015, § 40).
38. İdari işlemlerin sürekli biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 1602 sayılı Kanun’un 40. maddesi uyarınca dava açma süresinin işlemin yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün olduğu, 42. maddesinde bir idari işlemin icrası nedeniyle doğan zararlardan dolayı ilgililerin icra tarihinden itibaren altmış gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası açabilecekleri, bu durumda olanların Kanun’un 35. maddesi uyarınca idareye başvuru haklarının saklı olduğu belirtilmiş; Kanun’un 35. maddesinin (a) bendinde ise dava açma süresi içinde idareye başvuru yapılabileceği, yapılan bu başvurunun dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde idare tarafından cevap verilmez ise kalan dava açma süresi içinde davanın açılabileceği düzenlenmiştir (Emre Kartal, § 41).
39. Başvurucunun, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyeti olmayıp anılan sürenin esas itibarıyla terhis tarihinden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği şikâyeti bulunmaktadır.
40. AİHM; askerde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin olarak kendisine yapılan başvuruda zararın ölüm olayıyla meydana geldiğine; AYİM tarafından, bir yıllık idareye başvuru süresinin ölümle ilgili yapılan kovuşturmanın sonucunda verilen takipsizlik kararının ilgililere tebliğ tarihi ile değil, ölüm olayının öğrenilmesi ile başlayacağına dair yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir (Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye, B. No: 74704/11, 1/7/2014, §§ 32-34).
41. AİHM, Rodoplu/Türkiye (B. No: 41665/02, 23/1/2007) kararında hastanede yapılan ameliyat sonrasında bir gözünü kaybeden başvurucunun açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin olarak başvurucunun mevzuatta öngörülen süreye uymaması için geçerli bir nedeninin olmadığını, belirlenen süreler içinde başvuru yapma imkânına her hâlükârda sahip olduğunu belirterek başvurunun bu kısmının mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğinden kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
42. AİHM, Uğur Eşim/Türkiye (B. No:59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavi süresi uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda başvurucunun 1992 yılında askeriye ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında Gülhane Askerî Tıp Akademisindeki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat talebiyle idareye başvurmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, söz konusu olayın meydana geldiği tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
43. AİHM anılan kararında davanın temelinde yer alan konunun, beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı 1991 yılından itibaren hesaplayan Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş (Eşim/Türkiye, § 23), başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmadığı tartışma konusu olmadığından kendisinin beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine hükmetmiş (Eşim/Türkiye, § 25) ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin süre sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, § 26).
44. Başvuruya konu olayda sağ gözünde bulunan şaşılığın doğuştan olduğunun başvurucu tarafından ifade edildiği, askerlik hizmeti sırasında da aynı rahatsızlık nedeniyle başvurucunun ameliyat edildiği, bu nedenlerle terhis tarihinden çok sonra şaşılık nedeniyle askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı zarara uğranıldığının öğrenildiği savının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, silah ruhsatı almak için yapılan başvuru üzerine verilen sağlık kurulu raporunda ise şaşılığın askerliğe engel bir hâl olduğuna dair bir değerlendirme yapılmadığı hususları bir arada değerlendirildiğinde askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle terhis tarihinden itibaren tam yargı davası açılması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra açılan davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin AYİM kararı, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olmadığından başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
45. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
46. Hicabi DURSUN ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Hicabi DURSUN ve Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA OYBİRLİĞİYLE
6/1/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu, doğuştan sağ gözünün ezotropya (şaşı) olduğunu, 1996 Ağustos döneminde yapılan muayenenin arından askerliğe elverişli bulunarak askere alındığını, 1996-1998 yılları arasında 18 aylık askerlik görevini yerine getirdiğini, askerlik yaptığı sırada sözkonusu rahatsızlığı nedeniyle ameliyat geçirdiğini, askerliği süresinde tamamlayarak terhis edildiğini, daha sonra silah ruhsatı almak için yaptırdığı sağlık muayenesi sonucu düzenlenen 25/7/2012 tarihli raporda aynı göz rahatsızlığı nedeniyle ruhsat alamayacağının belirtildiğini, idarenin geçmişte kusurlu ve eksik muayenesi sonucunda kendisine askerlik yaptırmakla kusurlu davrandığını, açtığı tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, zira askerlik yapmaması gerektiğini terhis olduğu 26/2/1998 tarihinde değil, 25/7/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile öğrendiğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Bölüm çoğunluğu, başvuruyu kabul edilebilir bulmakla birlikte, başvurucunun gözündeki rahatsızlığın doğuştan beri mevcut olduğu, askerliğe alınırken bu durumun yine bilindiği, askerlik esnasında da gözündeki rahatsızlık nedeniyle ameliyat olduğu, terhisten sonra aradan uzunca bir sürenin geçtiği, bu şekildeki rahatsızlığın sonradan askerliğe engel olduğunun öğrenilmesinin hayatın olağan akışın uygun olmadığı, başvurucunun silah ruhsatı almak için yaptığı başvuru üzerine düzenlen sağlık raporunda da askerliğe elverişli olmadığına ilişkin bir ibarenin yer almadığı gerekçeleriyle mahkemeye erişim hakkının ihlâl edilmediğine karar vermiştir.
Aşağıda belirtilen gerekçelerle Bölüm çoğunluğunun görüşüne katılmadık:
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti”ni düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına göre de:
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.”
AİHS m.6’da düzenlenen adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir dava hakkına ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır.
Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak öngörülen sürelerin, açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması veya hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir Hukuk devletinin bir gereği de hukuki güvenlik ve belirliliktir. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM., E.2013/64, K.2013/142, K.T. 28/11/2013).
Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Süre sınırlaması getiren bu düzenlemeler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
Somut olayda, AYİM İkinci Dairesi, başvurucunun 1996 Ağustos celp döneminde askere alındığını, 26/8/1996-26/2/1998 tarihleri arasında 18 ay er olarak askerliğini yaptığını ve terhis olduğunu, bu durumda idari işlemden kaynaklanan tam yargı davasında 1602 sayılı Kanun’un 42. maddesi uyarınca davacının terhis olduğu 26/2/1998 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan tam yargı davası açması yahut söz konusu Kanun’un 35. maddesi uyarınca ihtiyari müracaatın ardından kalan dava açma süresi içinde davasının açılması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra 21/9/2012 tarihinde idari müracaatta bulunduktan sonra dava açtığını, açılan bu davada da süre aşımı bulunduğu sonucuna varmıştır.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Somut olayın özellikleri dikkate alınarak Mahkemeye erişim hakkı yönünden böyle bir inceleme yapılmalıdır (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015, § 40).
Başvurucu, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen altmış günlük dava açma süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette bulunmayıp, daha çok anılan sürenin başlangıç tarihinin esas itibarıyla terhis tarihinden itibaren başlatılmasından şikayet etmekte; sürenin bu tarihten değil, hakkında düzenlenen sağlık raporunun kesinleşme tarihinin esas alınarak o tarihten itibaren başlatılması gerektiğini belirterek, AYİM tarafından yapılan yorumla terhis tarihinden itibaren sürenin başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
Somut olayda, başvurucu askere alınırken muayene edilmiş, askerliğe elverişli bulunarak askere alınmış, askerlik esnasında da gözündeki rahatsızlık nedeniyle ameliyat edilmiş, yine askerliğe engel bir durum tespit edilmeyerek askerliğini süresinde tamamlamıştır. Bu süreç içerisinde başvurucunun, gözündeki rahatsızlık nedeniyle askerliğe elverişli olmadığına ilişkin şüphelenmesini ve o nedenle askerliğe elverişli olmadığını ileri sürmesini gerektirecek bir veri bulunmamaktadır. Tam tersine, askere alınırken muayene edilmiş, askerliğe elverişli bulunmuş, askerlik esnasında gözünden ameliyat da olmuş yine askerliğe engel bir hal tespit edilmemiştir. Bu durum da başvurucunun kendisinin askerliğe elverişli olduğunu düşünmesi ve elverişli olmadığı iddiasında bulunmaması ve bu duruma bağlı olarak herhangi bir tazminat talebinde bulunmaması hayatın olağan akışına uygun görünmektedir.
Başvurucu, kendisinin askerliğe elverişli olmadığını ilk kez, 25/7/2012 tarihli raporla öğrenmiştir. Bu yeni bilgiye dayanarak, başvurucu bu kez, baştan beri askerliğe elverişli olmadığını, idarece askere alınırken usulüne uygun muayene edilse idi, askerliğe elverişli olmadığının daha o zaman anlaşılabileceğini, o nedenle gerekmediği halde kendisine askerlik yaptırıldığını, bunu da 25/7/2012 tarihli raporla öğrendiğini ileri sürmektedir. Burada başvurucu açısından zarara neden olan işlem, gerekmediği halde askere alınması ve askerlik yaptırılmasıdır. Olayda sağlık durumu nedeniyle bir erken terhis işlemi de bulunmadığından, gözündeki rahatsızlık nedeniyle askere elverişli olmadığı halde askerlik hizmetine tabi tutulmasının mümkün olmadığını başvurucu ilk kez söz konusu sağlık raporu ile öğrenmiştir. O nedenle, başvurucunun elverişli olmadığı halde askere alınması işlemi nedeniyle zarara uğradığını öğrendiği ve değerlendirebildiği tarih, rapor tarihidir. Burada, başvurucunun gözündeki rahatsızlığın doğuştan olması ve askere alınırken ve keza terhis olurken bunu biliyor olmasının bir etkisi bulunmamaktadır.
Nitekim AİHM kararına konu olmuş benzer bir olayda, başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavisi bir süre devam etmiş ve 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısı ve baş dönmesi şikayetiyle hastaneye başvurmuş, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisindeki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat talebiyle idareye başvurmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın meydana geldiği tarihten itibaren beş yıl içerisinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. (Eşim/Türkiye, B. No:59601/09, 17/9/2013). Bunun üzerine AİHM başvurulmuştur. AİHM konuya ilişkin kararında, davanın temelinde yer alan konunun aslen, beş yıllık süre sınırını, başvurucunun yaralandığı 1991 yılından itibaren hesaplayan mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş, başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmadığı tartışma konusu olmadığından, kendisinin beş yıl içerisinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğini, Mahkemenin nazarında, şahsî yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğini kabul etmiş (Eşim/Türkiye, § 25) ve AYİM’nin süre sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, § 26).
Buna göre, başvurucunun askerliğe elverişli olduğu gerekçesiyle askerlik hizmetine alınması, askerlik hizmeti sırasında yapılan ameliyat sonrasında askerliğe devam etmesinde sakınca bulunmaması ve askerliğinin devam ettirilip normal terhis tarihinde terhis edilmesi sürecinde, başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı halde askerlik hizmetine alınmaması gerektiğine yönelik herhangi bir veri bulunmadığından, başvurucunun terhis tarihi itibarıyla bir zarara uğramış olduğunu ve zararın hangi sebep veya sebeplerden kaynaklandığını değerlendirmesi mümkün değildir.
Ayrıca, silah ruhsatı alınıp alınmayacağına ilişkin olarak düzenlenen sağlık raporunda, başvurucunun askerliğe elverişli olup olmadığına ilişkin bir ibarenin yer alması da beklenemez. Zira, sağlık raporunun asıl açılığa kavuşturmak istediği husus, başvuru sahibinin silah bulundurma (ve taşıma) yeteneğine sahip olup olmadığı hususudur. Bunun dışında, ayrıca askerliğini yapmış bir kimsenin askerliğe elverişli olup olmadığına ilişkin bir inceleme ve buna ilişkin bir ibarenin de raporda bulunmasını beklemek uygun değildir.
Başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü zararı öğrendiği veya öğrenmesi gerektiği tarih hakkında bir araştırma yapılmaksızın, uğranıldığı ileri sürülen zararın, öğrenilmesine imkân tanımayan normal terhis tarihini dava açma süresinin başlangıcı olarak değerlendirip, bu tarihten çok sonra açıldığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine yönelik AYİM kararı, başvurucu açısından, mahkemeye erişim hakkını ihlâl edici niteliktedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, AYİM İkinci Dairesinin 22/5/2013 tarih ve E.2013/629, K.2013/623 sayılı kararının, başvurucu açısından, mahkemeye erişim hakkını ihlâl edici nitelikte olduğu kanaatinde olduğumuzdan, Bölüm çoğunluğunun aksi yöndeki görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.
Üye