logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Gülşen Bozkurt [2.B.], B. No: 2013/4211, 1/12/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLŞEN BOZKURT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/4211)

 

Karar Tarihi: 1/12/2015

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

Bülent ALTINSOY

Başvurucu

:

Gülşen BOZKURT

Vekili

:

Av. Selçuk KAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 1998 yılında askerde meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17., 36., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/6/2013 tarihinde İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlık tarafından 19/8/2015 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 10/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 21/9/2015 tarihinde sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun kardeşi Hamza Bozkurt (H.B.) piyade er rütbesiyle Şanlıurfa Suruç 3. Hudut Tabur 9. Hudut Bölük Komutanlığında askerlik hizmetini yaptığı sırada 22/4/1998 tarihinde nöbet tuttuğu bölgede ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir.

8. Ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturmada Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) “arkadaşlarının H.B. hakkında askerliğiyle ilgili çeşitli sıkıntılar yaşadığını belirttiklerini, ölüm olayından hemen önce Piyade Er K.G.’nin, H.B.’yi nöbet tuttuğu yerde yere çökmüş vaziyette gördüğünü ve ayağa kalkması gerektiği konusunda uyardığını, H.B.’nin de cevap vermeden ayağa kalktığını, daha sonra K.G.’nin nizamiyeye doğru hareket ettikten sonra boğuk sesli bir patlama sesi duyduğunu, aynı sesi olay yeri yakınındaki binanın dışında bulunan Piyade Er Y.T. ile binada bulunan Tabip Teğmen R.B. ve Piyade Astsubay Başçavuş H.U.’nun da duyduklarını, Y.T.’nin patlama sesinden sonra H.B.’nin sağ omzundan tutarak yavaş yavaş ilerlemeye çalıştığını gördüğünü ve daha sonra sırt üstü yere uzanmış olarak bulunan H.B.’ye ilk müdahalenin olay yerinde yapılıp, ardından hastaneye kaldırıldığını ve H.B.’nin hastanede hayatını kaybettiğini tespit etmiştir.

9. Olaya ilişkin ifadesi alınan Piyade Astsubay Başçavuş H.U. “2/4/1998 tarihinde odasında iken saat 09:00 civarında yakın bir yerden tek el silah sesi duyduğunu, hemen dışarı çıktığını, orada bulunanlara sesin nereden geldiğini sorduğunu, bu sırada 8 nolu nöbet yerine baktığında nöbetçinin tüfeksiz bir vaziyette sol eli ile sağ omzunu tutarak yavaş bir tempoda ilerlediğini ve aynı zamanda sağ omzundan kan geldiğini gördüğünü, yanında bulunan erlerden bölükte bulunan doktora haber vermelerini ve ambulansın hazırlanmasını istediğini, başlangıçta Suriye tarafından ateş edilmiş olabileceğini düşünerek çevreyi kontrol ettiğini, ardından olay yerine geldiğini, olay yerinde H.B.’ye doktor tarafından müdahale edildiğini gördüğünü, H.B.’nin hırıltılı bir şekilde nefes aldığını ancak, bilincinin yerinde olmadığını, H.B.’nin yattığı yer ile tüfeğinin bulunduğu yer arasında yaklaşık 20 metre mesafe bulunduğunu, olayda kullanılan tüfeğin üzerinde kan olduğunu, tüfeğin emniyetinin tek atış pozisyonunda ve şarjörün tüfeğe takılı vaziyette olduğunu, boş kovanın ise mekanizma ile atım yatağı arasında sıkışmış bir vaziyette durduğunu, silahı emniyete alıp şarjörünü çıkardığını, kurma kolunu geriye çekerek atım yatağını kontrol ettiğini, aynı zamanda atım yatağını kokladığında barut kokusu aldığını, şarjörde 19 tane dolu mermi bulunduğunu saydığını, zaten nöbetçilere her şarjörde 20 mermi olacak şekilde toplam 100 mermi verdiklerini, ayrıca tüfeğin bulunduğu yer ile H.B.’nin düştüğü yer arasında kan izlerinin bulunduğunu” beyan etmiştir.

10. Somut olay kapsamında yapılan olay yeri incelemesinde, olay yerinde bulunan 13A017 seri numaralı G-3 piyade tüfeğinin müteveffaya ait olduğu, olay yerinde bu tüfek üzerinde yaptırılan ilk bilirkişi incelemesinde taze barut kokusunun bulunduğunun tespit edildiği, yapılan balistik inceleme sonucu söz konusu silahın herhangi bir arızasının bulunmadığı, ateşleme ve emniyet tertibatının sağlam ve işler durumda olduğu, olay yerinde bulunan boş kovanın da söz konusu silaha ait olduğu belirlenmiştir.

11. Olayın ardından Şanlıurfa Devlet Hastanesince yapılan ölü muayenesi işleminde “ceset üzerinde sağ omuzda sağ meme ucunun 10 cm. üzerinde 5 cm. çapında ateşli silah yarasına bağlı, kenarlarında kahverengi renkte yanık izleri bulunan parçalı bir deliğin bulunduğu ancak, barut izinin bulunmadığı, yaranın simetrik olarak arka tarafında sağ skoplanın 2 cm. üzerinde 1 cm.’lik mermi çıkış deliğinin görüldüğü, ön taraflı 5 cm. çaplı yaranın uçlarının dışa, arka taraftaki 1 cm. çaplı yaranın ise içe dönük olduğu, bu haliyle giriş çıkış deliklerinin askeri gömlek üzerinde yapılacak barut izi araştırması ile tespit edilebileceği belirtilmiş ve klasik otopsiye gerek görülmemiştir.

12. Mermi giriş çıkış deliğinin tespiti için incelenmek istenen H.B.ye ait askerî gömleğin imha edilmiş olduğu belirlenmiştir. İmha tutanağından ise mütevaffaya ait askerî gömleğin sağ cep kapağına yakın bölgesinde 5 cm çapında düzensiz yırtığın bulunduğu, yırtığın etrafında kanla beraber siyah renkte barut izlerinin görüldüğü, söz konusu giysinin kanla ıslanmış olarak naylon torba içinde uzun süre postada kalması neticesinde pis ve kokmuş olduğu ve bu giysinin tetkik amacıyla muhafaza edilmesine gerek görülmediği değerlendirilerek ölüm olayından sekiz gün sonra imha edildiği anlaşılmıştır.

13. Bu gelişmelerin ardından ölüm olayına ilişkin dosya, ölü muayenesi esnasında çekilmiş fotoğraflarla birlikte incelenmek üzere bilirkişi sıfatıyla adli tıp uzmanına gönderilmiştir. Bu kapsamda alınan raporda “müteveffanın cesedinin sağ ön kısmında tespit edilen 5 cm. çaplı ciltteki deliğin kenarlarında kahverengi renkli barut izlerinin mevcut olduğunun tarif edildiği gibi fotoğrafların incelenmesinden de cilt defektinin kenarında siyah renkli yanık iz hattının görüldüğü, sırt sağ orta kısmındaki defektin kenarında herhangi bir yanık-is-barut izinin mevcudiyeti tarif edilemediği gibi fotoğraflarda da bir is mevcudiyetinin gözlenmediği değerlendirilerek sağ ön-üst 5 cm. çaplı cilt defektinin mermi çekirdeği giriş deliği, sırt bölgesi sağ üst-orta kısımda tarif edilen deşiğin ise mermi çıkış deliği olduğu, G-3 P. Tf. ile bitişik atış mesafesinden yapılacak atışta ciltte çıkış deliğinin daha büyük, kenarları parçalı ve yer yer dışa dönük bir giriş deliği oluşmasının tıbbi olarak beklenebileceği, bu tür bitişik yapılan atışlarda namlunun ucundan çıkan ürünlerin bir kısmının cilt altında açılan “Hofmann Maden Boşluğu” içerisinde kalacağı, yanık is ve barut tanelerinin bir kısmının cilt altında yani yara trajesi içerisinde bulunacağı, bu nedenle Şanlıurfa Devlet Hastanesinde yapılan otopsi raporunda cesede uygulanan dış muayene sırasında giriş deliğinde barut izlerinin bulunmadığı şeklinde yanıltıcı sonuca varıldığı belirtilmiştir.

14. Soruşturma sonucunda Askerî Savcılık 2/6/1998 tarihli ve E.1998/1304, K.1998/925 sayılı kararıyla tanık ifadeleri, otopsi raporu, düzenlenen kriminal rapor, adli tıp uzmanının bilirkişi raporu, olay yeri tespit tutanağı, olay yeri krokisi ve resimleri, müteveffaya ait fotoğraflar ve tüm dosya kapsamında yaptığı değerlendirme sonucunda H.B.nin nöbet yerinde kendisine zimmetli olan silahı sağ omzuna dayayıp bir el ateş etmek suretiyle intihar etmiş olduğunu ve H.B.nin ölümünde kimsenin kusurunun, kastının, etkisinin, ikna veya yardımının bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

15. Anılan karara yapılan itiraz, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2. Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 24/8/1998 tarihli ve K.1998/145 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

16. Başvurucu 24/2/2012 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı dilekçe ile H.B.nin annesi F.B.ye ölüm olayından sonra bir telefon geldiğini, telefondaki kişinin “başınız sağ olsun. Ben Suruç’ta asker iken Hamza’nın devre arkadaşıydım. Hamza’yı vuran kişi o gün bölükte görevli Piyade Astsubay Başçavuş H.U.’dur. Olay üzerine hemen Adana iline tayinini istedi ve gitti. Bölükte askerlere yapılan baskı nedeniyle kimse bir şey söyleyemedi. Hamza’nın ölümü nedeniyle askerlerden alındığı bildirilen ifadelerin tamamı da ifadeyi alanlar tarafından yazılarak imzalandı. Vicdan azabı çektiğim için bu haberi vermek istedim. Ancak hayatımı tehlikeye sokmamak için ismimi veremeyeceğim.” şeklinde beyanda bulunup telefonu kapattığını ve konuşmanın F.B.nin telefonla görüştüğü odada bulunanlar tarafından hazırlanan bir tutanakla imza altına alındığını belirterek yeni bir delilin ortaya çıktığından bahisle olaya ilişkin tanıkların yeniden dinlenmesi ve H.B.nin vücudunda bulunan atış izinin bitişik atış sonucu mu yoksa uzaktan atış sonucu mu meydana geldiğinin, gerekirse fetikabir yapılarak tespit edilmesi talebinde bulunmuştur.

17. Başvurucunun bu talebine ilişkin dosya, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen görevsizlik kararı neticesinde 1998 yılındaki soruşturmayı yürüten Savcılığa intikal etmiştir.

18. Askerî Savcılık 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 172. maddesi uyarınca H.B.nin ölüm olayına ilişkin yeniden soruşturma açılabilmesi için yeni bir delilin bulunup bulunmadığı konusunda inceleme yapılması amacıyla soruşturma başlatmıştır.

19. Yapılan soruşturma kapsamında, başvurucu tarafından dinlenilmesi istenen tanıklardan bir kısmının ölüm olayının hemen ardından Suruç Cumhuriyet Başsavcılığınca, diğer bir kısmının ise soruşturma kapsamında birlik Komutanlığınca dinlenildikleri ve söz konusu şahısların ifadeleri incelendiğinde olayı veya mütevaffayı öldüreni gördüklerine yönelik doğrudan bir beyanda bulunmadıkları tespit edilmiştir.

20. Soruşturma kapsamında dinlenen tanık H.A. ise talimat yoluyla alınan ifadesinde, ölüm olayının hemen ardından Suruç Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinden farklı olarak olay yerine geldiğinde H.B.yi çömelmiş vaziyette gördüğünü, ne olduğunu sormak için dokunduğunda ise H.B.nin yere düştüğünü beyan etmiş ancak olay yerinde silahlı başkaca bir personel görmediğini belirterek herhangi bir şüpheli şahıstan bahsetmemiştir.

21. Atış mesafesinin tespiti hususunda yapılan araştırmada ise adli tıp uzmanından alınan raporda, olay üzerinden uzun bir zaman geçmiş olması gözönüne alındığında ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliğine ait yumuşak dokular üzerindeki tüm bulguların ortadan kalkmış olacağının değerlendirildiği ve fetikabir yapılması hâlinde dahi atış mesafesinin tayini açısından ek bir bulgu tespit edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle bilirkişi raporunda, ölüm olayından sonraki raporlar ve delillerin değerlendirilmesi neticesinde atışın bitişik atış veya bitişiğe yakın atış mesafesinden yapıldığının kabulünün gerektiği bildirilmiştir.

22. Yürütülen soruşturma sonucunda Askerî Savcılık 11/10/2012 tarihli ve E.2012/485, K.2012/104 sayılı kararında “Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5 nci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığının 2/6/1998 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını ortadan kaldıracak yeni bir delilin elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

23. Anılan karara itiraz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Askerî Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Mahkeme bu kapsamda soruşturmadaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla Askerî Savcılıktan; H.B.nin annesinin aranarak ölüm olayına sebep olduğu iddia edilen kişi hakkında bilgi temin edilmesini, kemik incelemesinden atış mesafesinin tespit edilip edilemeyeceğinin belirlenmesini ve Piyade Astsubay H.U.nun ifadesinin alınmasını talep etmiştir.

24. Askerî Savcılık, soruşturmanın genişletilmesi kararı kapsamında H.B.nin annesini arayarak ölüm olayına sebep olan kişi ile ilgili bilgi verilmesine ilişkin olarak telefon görüşmesinin yapıldığı odada bulunanların bilgisine başvurmuştur. Bilgisi alınan kişiler, telefon görüşmesinin 1998 yılının Mayıs veya Haziran ayında yapıldığını belirtmişlerdir. Bu bilgi üzerine yapılan araştırma doğrultusunda bir seneden daha eski tarihlere ait görüşme ayrıntılarının saklanmasının teknik olarak mümkün olmadığı tespit edilerek telefonla yapılan ihbara ilişkin bilgilerin elde edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

25. Mütevaffanın cesedi üzerinde yapılacak kemik incelemesinden atış mesafesinin ve yönünün tespit edilip edilemeyeceği hususunda alınan bilirkişi mütalaasında ise “merminin giriş bölgesinin elbiseli bölgeye denk gelmesi, giriş deliği altında geniş yüzeyli kemik dokusunun bulunmaması, giriş bölgesinin altında kaburga kemiklerinin bulunması, bu nedenle boyut ve yüzeylerinin düşük olması, ayrıca olayın üzerinden geçen 15 yıllık uzun süre göz önüne alındığında ölüm sonrası meydana gelen kimyasal değişiklikler, bozulmalar nedeniyle kemikler üzerinde feth-i kabir yapılmak suretiyle atış mesafesi tayini, giriş yönü gibi hususlarda ek bilgi elde edilmesinin tıbben mümkün olmadığından” bahisle müteveffanın mezarında fetikabir yapılmasının somut olayı aydınlatmaya yönelik fayda sağlamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.

26. Genişletilen soruşturma kapsamında tekrar ifadesi alınan Piyade Astsubay Başçavuş H.U., “hakkındaki iddiaların asılsız olduğunu, silah sesini duyduğu zaman dışarı çıktığını, dışarı çıkarken bölüğün komutanının da dışarı çıktığını, silah sesini duyan askerlerin de olay yerine geldiğini, olay anına H.K. ve Doktor R.B.’nin şahit olduğunu” beyan etmiştir.

27. Askerî Savcılık; Doktor R.B.nin, ölüm olayına ilişkin daha önceden alınan ifadesi ile Piyade Astsubay Başçavuş H.U.nun ifadesinin örtüştüğünü, H.K.nin ise ölüm olayının ardından Bölükte alınan ifadelerde yazıcı olarak görev yaptığını, bu nedenle anılan kişilerin yeniden ifadelerinin alınmasına gerek olmadığını değerlendirmiştir.

28. Genişletilen soruşturma sonucu, soruşturma dosyasındaki eksikliklerin giderildiğini tespit eden Askerî Mahkeme 11/4/2013 tarihli ve K.2013/A-12-194 sayılı kararıyla Askerî Savcılık tarafından verilen 11/10/2012 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek bu karara yapılan itirazı reddetmiştir.

29. Anılan karar 17/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup 4/6/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

30. 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “İtirazın reddi” kenar başlıklı 109. maddesi şöyledir:

İtiraz süresi içinde yapılmamış veya sebep gösterilmemişse veyahut kamu davasının açılması için yeter sebepler bulunmazsa askeri mahkeme itirazı reddeder.

Ret kararı suçtan zarar görene; eğer itiraz, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ olunur ve ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir.

 İtiraz reddedildikten sonra kamu davası ancak yeni olaylara ve yeni delillere dayanılarak açılabilir.

31. 353 sayılı Kanun’un “İtirazın kabulü” kenar başlıklı 110. maddesi şöyledir:

 Askerî mahkeme, itirazın yerinde ve haklı olduğuna kanaat getirirse, şüpheli hakkında kamu davası açılmasının gerekli olduğuna karar verir ve evrakı yetkili askerî savcıya gönderir.

Bu karar üzerine askeri savcı soruşturma yapmaksızın iddianame ile kamu davasını açar.

32. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 1/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 4/6/2013 tarihli ve 2013/4211 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

34. Başvurucu;

 i. Kardeşinin askerlik hizmetini yerine getirdiği esnada nöbet tuttuğu yerde silahla vurulmuş olarak bulunduğu ve ardından hayatını kaybettiği olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, anılan soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini, somut olaya ilişkin detaylı bir araştırma yapılmadığını ve olay anında H.B.nin üzerinde bulunan eşyaların olaydan sekiz gün sonra imha edildiğini, bu bilgiler ışığında H.B.nin intihar etmeyip kasten öldürüldüğünün anlaşıldığını ancak adli mercilerce olayı aydınlatmak için gerekli çabanın gösterilmediğini,

 ii. Ölüm olayının ardından H.B.nin annesi F.B.ye bir telefon geldiğini, telefondaki kişinin H.B.yi öldüren kişinin bölükte görevli Piyade Astsubay Başçavuş H.U. olduğunu söylediğini, bu yeni durum esas alınarak 2012 yılında yeniden soruşturma yapılması talebiyle şikâyette bulunduklarını ancak anılan taleplerine yönelik etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek Anayasa’nın 17., 36., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurunun, başvurucunun kardeşinin ölümüne ilişkin olayda etkili bir soruşturma yapılmadığı iddialarına dayandığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, her ne kadar Anayasa’nın 36., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetinin özünün, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkına ilişkin olduğu değerlendirilmiş ve başvuru bu kapsamda ele alınmıştır.

1. Başvurucunun Asıl Soruşturmaya İlişkin İddiaları Yönünden

36. Başvurucu 1998 yılında kardeşinin hayatını kaybettiği olayın ardından yürütülen soruşturmada delillerin yeterince toplanıp korunmadığını ve bu nedenle hukuka aykırı olarak kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiğini ileri sürmüştür.

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.

38. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

39. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olması da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştiği tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).

40. Somut olayda her ne kadar müteveffanın cesedi üzerinde klasik otopsi yapılmayıp harici muayeneyle yetinilmesi nedeniyle mermi giriş ve çıkış deliklerinin tespit edilememesi, müteveffanın olay anında üzerinde bulunan ve mermi deliklerini taşıyan giysilerin olaydan kısa süre sonra imha edilmesi, olayda kullanılan silaha olaydan sonra uzman olmayan kişilerce temas edilmesi nedeniyle silah üzerinde yeterli delil araştırması yapılmasının engellenmesi gibi somut olayın aydınlatılmasını olumsuz yönde etkileyecek nitelikte ciddi eksikliklerin bulunduğu tartışabilir ise de somut olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce sonuçlandığı anlaşılmıştır.

41. Bu çerçevede H.B.nin ölümüne ilişkin soruşturma sonucunda Askerî Savcılık 2/6/1998 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş ve anılan karar, Askerî Mahkemenin 24/8/1998 tarihli kararıyla reddedilerek kesinleşmiştir. Başvurucunun daha sonradan soruşturmanın yenilenmesi talebinde bulunmasının kararın kesinleşmesi üzerinde herhangi bir etkisi yoktur.

42. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu kararın 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Başvurucunun Soruşturmanın Yenilenmesi Talebine İlişkin İddiaları Yönünden

43. Bakanlığın başvuru hakkındaki görüş yazısında öncelikli olarak AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları; soruşturmanın, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.

44. Bakanlık görüşünde yine AİHM kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil; bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği belirtilmiştir.

45. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde kardeşinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediği yönündeki iddialarını yinelemiştir.

46. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.

47. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

48. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.

49. Yaşam hakkına yönelik olarak yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun başvuru ehliyeti ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup bulunmadığı denetlenmelidir. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, başvuru konusu olayda ölen kişinin kardeşi olup olayla ilgili olarak yeniden soruşturma başlatılması talebinde bulunmuş ve soruşturma sürecini takip etmiştir. Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde başvurucunun meşru menfaati olup başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

50. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı; birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

51. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

52. Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluların sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği yahut devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

53. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarınca resen harekete geçilmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57, Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94 ).

54. Ölüm olayına ilişkin olarak yapılacak etkili bir soruşturma kapsamında yetkililerin; tanık ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde yaralanmalar ile ilgili eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması, ölüm sebebinin objektif analizinin yapılması ve söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması gibi işlemleri yapmaları gerekmektedir. Ölüm sebebinin veya olası sorumlulukların tespit edilmesini olumsuz yönde etkileyecek nitelikteki her türlü eksiklik, etkili bir soruşturma yürütülmesi açısından risk teşkil edebilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 301; Mehmet Köse/Türkiye, B. No: 10449/06, 1/4/2014, § 64).

55. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ek olarak her olayda ölen kişinin yakınlarının, meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

56. Somut olayda başvurucu; kardeşi H.B.nin ölümünün ardından annesi F.B.ye bir telefon geldiğini, telefondaki kişinin H.B.yi öldüren kişinin bölükte görevli Piyade Astsubay Başçavuş H.U. olduğunu söylediğini, bu yeni durum esas alınarak 2012 yılında yeniden soruşturma yapılması talebiyle şikâyette bulunduklarını ancak anılan taleplerine yönelik etkin bir soruşturma yapılmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ileri sürmüştür.

57. Gerek 353 sayılı Kanun’un 109. maddesi gerekse 5271 sayılı Kanun’un 172. maddesi kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen bir olay hakkında tekrar soruşturma başlatılıp kamu davası açılabilmesini, yeni bir delilin ortaya çıkması şartına bağlamıştır (bkz. §§ 30-32). Bu kapsamda somut olayda öncelikle H.B.nin annesi F.B.ye gelen telefonun ve bu telefon görüşmesinde söylenildiği iddia edilen bilgilerin, yeniden soruşturma başlatılıp ardından kamu davası açılabilmesi noktasında yeni bir delil niteliğinde olup olmadığına ilişkin olarak yaşam hakkının usul boyutu dikkate alınmak suretiyle etkili bir inceleme yapılıp yapılmadığı ortaya konulmalıdır.

58. Başvurucunun 24/2/2012 tarihli dilekçesi ile yeniden soruşturma talebinde bulunması üzerine Askerî Savcılık, H.B.nin ölüm olayına ilişkin yeniden soruşturma açılabilmesi için yeni bir delilin bulunup bulunmadığı konusunda inceleme yapılması amacıyla derhâl soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında Askerî Savcılık, başvurucunun dinlenilmesini istediği tanıkların ölüm olayından hemen sonra yürütülen soruşturmada ifadelerinin alındığını ve mütevaffayı öldüreni gördüklerine yönelik herhangi bir beyanlarının bulunmadığını tespit etmiştir. Diğer taraftan atış mesafesinin tespiti hususunda yapılan araştırmada, adli tıp uzmanından alınan rapor doğrultusunda olay üzerinden uzun bir zaman geçmiş olması gözönüne alındığında ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliğine ait tüm bulguların ortadan kalkmış olacağı değerlendirilmiş ve bu nedenle fetikabir yapılması hâlinde dahi atış mesafesinin tayini açısından ek bir bulgu elde edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Bu gerekçelerle Askerî Savcılık 11/10/2012 tarihli kararıyla daha önceden verilmiş kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ortadan kaldıracak nitelikte yeni bir delilin elde edilemediğini belirterek tekrar kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

59. Bu karara başvurucu tarafından itiraz edilmesi üzerine Mahkeme, soruşturmadaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla Askerî Savcılıktan; H.B.nin annesinin aranarak ölüm olayına sebep olduğu iddia edilen kişi hakkında bilgi temin edilmesini, kemik incelemesinden atış mesafesinin tespit edilip edilemeyeceğinin belirlenmesini ve Piyade Astsubay H.U.nun ifadesinin alınmasını talep etmiştir.

60. Genişletilen soruşturma kapsamında yapılan incelemede; yeniden soruşturma talebine konu telefon görüşmesinin 1998 yılının Mayıs veya Haziran ayında yapıldığı, aradan uzun süre geçmesi nedeniyle görüşmenin ayrıntılarına ulaşmanın mümkün olmadığı, yine ölüm olayının üzerinden uzun süre geçmesi ve mermi giriş deliğinin vücutta bulunduğu yerin niteliği gereği müteveffanın cesedi üzerinde yapılacak kemik incelemesinden atış mesafesinin ve yönünün belirlenmesinin mümkün olmadığının bilirkişi mütalaasından anlaşıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca soruşturma kapsamında Piyade Astsubay Başçavuş H.U.nun ifadesi tekrar alınmış ve bu ifadenin bölükte görevli Doktor R.B.nin ifadesi ile örtüştüğü belirlenmiştir. Böylelikle soruşturma dosyasındaki eksikliklerin giderildiğini tespit eden Askerî Mahkeme 11/4/2013 tarihli kararıyla Askerî Savcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek bu karara yapılan itirazı reddetmiştir.

61. Somut olayda başlatılan soruşturma kapsamında ölüm olayının hemen ardından ortaya çıktığı iddia edilen bir delile (telefon görüşmesine) dayanılarak yaklaşık 14 yıl sonra yapılan soruşturmanın yenilenmesi talebi neticesinde detaylı bir inceleme yapıldığı, bu kapsamda olayın üzerinden uzun zaman geçmiş olması nedeniyle telefon görüşmesine ilişkin kayıtlara ulaşılamayacağının ve fetikabir yapılması hâlinde dahi atış mesafesinin ve yönünün tayini açısından ek bir bulgu elde edilemeyeceğinin uzman raporlarınca tespit edildiği; başvurucunun, kardeşinin ölümünden sorumlu tuttuğu askerî görevlinin ifadesinin de tekrar alındığı ve bu ifadenin olayın hemen ardından yapılan soruşturmaya ilişkin dosyada bulunan mevcut bilgilerle uyuştuğu belirlenmiştir. Bu nedenle soruşturmanın yenilenmesi talebine konu olan ve yaklaşık 14 yıl önce gerçekleştiği iddia edilen telefon görüşmesinin ve görüşmenin içeriğine ilişkin bilgilerin doğru olma ihtimali gözönüne alınarak elde edilmesi mümkün olabilecek tüm delillerin ayrıntılı bir şekilde araştırıldığı ancak tekrar soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte yeni delillere ulaşılamadığı anlaşılmıştır.

62. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda yeniden soruşturma başlatılmasına ilişkin talebin kendisine ulaşmasıyla Askerî Savcılık tarafından derhâl soruşturma başlatıldığı, olayın aydınlatılması açısından detaylı bir inceleme yapılarak gerekli delillerin toplandığı, soruşturmanın makul sürede tamamlandığı ve başvurucunun soruşturmaya etkin bir şekilde katıldığı anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasındaki bilgi ve belgeler dikkate alındığında sorumluların tespitine yönelik soruşturmanın yetersiz olduğundan, kararın somut kanıtlarla çelişecek ve açıkça hukuka aykırılık oluşturacak şekilde keyfî verildiğinden söz edilemeyeceği gibi bu konuda ihmalden kaynaklanan bir davranış veya yetkililere yüklenebilecek bir eksiklik de saptanamamıştır. Dolayısıyla kişinin yaşam hakkının korunması kapsamında yürütülen ceza soruşturmasının etkisiz olduğuna ilişkin bir sonuca varılmasını gerektirecek herhangi bir husus tespit edilememiştir.

63. Açıklanan gerekçelerle yapılan soruşturma sonucunda verilen karar nedeniyle başvurucunun yaşam hakkına yönelik bir ihlal açıkça tespit edilmediğinden başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. 1. Asıl soruşturmaya ilişkin şikâyetlerin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Soruşturmanın yenilenmesi taleplerine ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına

1/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Gülşen Bozkurt [2.B.], B. No: 2013/4211, 1/12/2015, § …)
   
Başvuru Adı GÜLŞEN BOZKURT
Başvuru No 2013/4211
Başvuru Tarihi 4/6/2013
Karar Tarihi 1/12/2015

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, 1998 yılında askerde meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. , 36. , 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Kişinin intihar riskine karşı korunması Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Zaman Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 353 Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu 109
110
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 172
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi