TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜLŞEN BOZKURT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4211)
|
|
Karar Tarihi: 1/12/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Bülent ALTINSOY
|
Başvurucu
|
:
|
Gülşen BOZKURT
|
Vekili
|
:
|
Av. Selçuk KAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru, 1998 yılında askerde meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili
soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17., 36., 40. ve 125. maddelerinde
güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru 4/6/2013 tarihinde İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık tarafından 19/8/2015 tarihinde başvuru hakkında
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 10/9/2015 tarihinde tebliğ
edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 21/9/2015 tarihinde
sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle
şöyledir:
7.
Başvurucunun kardeşi Hamza Bozkurt (H.B.) piyade er rütbesiyle Şanlıurfa Suruç
3. Hudut Tabur 9. Hudut Bölük Komutanlığında askerlik hizmetini yaptığı sırada
22/4/1998 tarihinde nöbet tuttuğu bölgede ateşli silah yaralanması sonucu
hayatını kaybetmiştir.
8.
Ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturmada Kara Kuvvetleri Komutanlığı
5. Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) “arkadaşlarının H.B. hakkında askerliğiyle ilgili
çeşitli sıkıntılar yaşadığını belirttiklerini, ölüm olayından hemen önce Piyade
Er K.G.’nin, H.B.’yi nöbet
tuttuğu yerde yere çökmüş vaziyette gördüğünü ve ayağa kalkması gerektiği
konusunda uyardığını, H.B.’nin de cevap vermeden
ayağa kalktığını, daha sonra K.G.’nin nizamiyeye
doğru hareket ettikten sonra boğuk sesli bir patlama sesi duyduğunu, aynı sesi
olay yeri yakınındaki binanın dışında bulunan Piyade Er Y.T. ile binada bulunan
Tabip Teğmen R.B. ve Piyade Astsubay Başçavuş H.U.’nun
da duyduklarını, Y.T.’nin patlama sesinden sonra
H.B.’nin sağ omzundan tutarak yavaş yavaş ilerlemeye
çalıştığını gördüğünü ve daha sonra sırt üstü yere uzanmış olarak bulunan H.B.’ye ilk müdahalenin olay yerinde yapılıp, ardından
hastaneye kaldırıldığını ve H.B.’nin hastanede
hayatını kaybettiğini” tespit
etmiştir.
9. Olaya
ilişkin ifadesi alınan Piyade Astsubay Başçavuş
H.U. “2/4/1998 tarihinde odasında
iken saat 09:00 civarında yakın bir yerden tek el silah sesi duyduğunu, hemen
dışarı çıktığını, orada bulunanlara sesin nereden geldiğini sorduğunu, bu
sırada 8 nolu nöbet yerine baktığında nöbetçinin
tüfeksiz bir vaziyette sol eli ile sağ omzunu tutarak yavaş bir tempoda
ilerlediğini ve aynı zamanda sağ omzundan kan geldiğini gördüğünü, yanında
bulunan erlerden bölükte bulunan doktora haber vermelerini ve ambulansın
hazırlanmasını istediğini, başlangıçta Suriye tarafından ateş edilmiş
olabileceğini düşünerek çevreyi kontrol ettiğini, ardından olay yerine
geldiğini, olay yerinde H.B.’ye doktor tarafından
müdahale edildiğini gördüğünü, H.B.’nin hırıltılı bir
şekilde nefes aldığını ancak, bilincinin yerinde olmadığını, H.B.’nin yattığı yer ile tüfeğinin bulunduğu yer arasında
yaklaşık 20 metre mesafe bulunduğunu, olayda kullanılan tüfeğin üzerinde kan
olduğunu, tüfeğin emniyetinin tek atış pozisyonunda ve şarjörün tüfeğe takılı
vaziyette olduğunu, boş kovanın ise mekanizma ile atım yatağı arasında sıkışmış
bir vaziyette durduğunu, silahı emniyete alıp şarjörünü çıkardığını, kurma
kolunu geriye çekerek atım yatağını kontrol ettiğini, aynı zamanda atım
yatağını kokladığında barut kokusu aldığını, şarjörde 19 tane dolu mermi
bulunduğunu saydığını, zaten nöbetçilere her şarjörde 20 mermi olacak şekilde
toplam 100 mermi verdiklerini, ayrıca tüfeğin bulunduğu yer ile H.B.’nin düştüğü yer arasında kan izlerinin bulunduğunu”
beyan etmiştir.
10.
Somut olay kapsamında yapılan olay yeri incelemesinde, olay yerinde bulunan
13A017 seri numaralı G-3 piyade tüfeğinin müteveffaya ait olduğu, olay yerinde
bu tüfek üzerinde yaptırılan ilk bilirkişi incelemesinde taze barut kokusunun
bulunduğunun tespit edildiği, yapılan balistik inceleme sonucu söz konusu
silahın herhangi bir arızasının bulunmadığı, ateşleme ve emniyet tertibatının
sağlam ve işler durumda olduğu, olay yerinde bulunan boş kovanın da söz konusu
silaha ait olduğu belirlenmiştir.
11.
Olayın ardından Şanlıurfa Devlet Hastanesince yapılan ölü muayenesi işleminde “ceset üzerinde sağ omuzda sağ meme ucunun 10 cm.
üzerinde 5 cm. çapında ateşli silah yarasına bağlı, kenarlarında kahverengi
renkte yanık izleri bulunan parçalı bir deliğin bulunduğu ancak, barut izinin
bulunmadığı, yaranın simetrik olarak arka tarafında sağ skoplanın
2 cm. üzerinde 1 cm.’lik mermi çıkış deliğinin
görüldüğü, ön taraflı 5 cm. çaplı yaranın uçlarının dışa, arka taraftaki 1 cm.
çaplı yaranın ise içe dönük olduğu, bu haliyle giriş çıkış deliklerinin askeri
gömlek üzerinde yapılacak barut izi araştırması ile tespit edilebileceği” belirtilmiş ve klasik otopsiye gerek
görülmemiştir.
12.
Mermi giriş çıkış deliğinin tespiti için incelenmek istenen H.B.ye ait askerî
gömleğin imha edilmiş olduğu belirlenmiştir. İmha tutanağından ise mütevaffaya ait askerî gömleğin sağ cep kapağına yakın
bölgesinde 5 cm çapında düzensiz yırtığın bulunduğu, yırtığın etrafında kanla
beraber siyah renkte barut izlerinin görüldüğü, söz konusu giysinin kanla
ıslanmış olarak naylon torba içinde uzun süre postada kalması neticesinde pis
ve kokmuş olduğu ve bu giysinin tetkik amacıyla muhafaza edilmesine gerek
görülmediği değerlendirilerek ölüm olayından sekiz gün sonra imha edildiği
anlaşılmıştır.
13.
Bu gelişmelerin ardından ölüm olayına ilişkin dosya, ölü muayenesi esnasında
çekilmiş fotoğraflarla birlikte incelenmek üzere bilirkişi sıfatıyla adli tıp
uzmanına gönderilmiştir. Bu kapsamda alınan raporda “müteveffanın cesedinin sağ ön kısmında tespit edilen 5 cm. çaplı
ciltteki deliğin kenarlarında kahverengi renkli barut izlerinin mevcut
olduğunun tarif edildiği gibi fotoğrafların incelenmesinden de cilt defektinin kenarında siyah renkli yanık iz hattının
görüldüğü, sırt sağ orta kısmındaki defektin
kenarında herhangi bir yanık-is-barut izinin mevcudiyeti tarif edilemediği gibi
fotoğraflarda da bir is mevcudiyetinin gözlenmediği değerlendirilerek sağ
ön-üst 5 cm. çaplı cilt defektinin mermi çekirdeği
giriş deliği, sırt bölgesi sağ üst-orta kısımda tarif edilen deşiğin ise mermi
çıkış deliği olduğu, G-3 P. Tf. ile bitişik atış
mesafesinden yapılacak atışta ciltte çıkış deliğinin daha büyük, kenarları
parçalı ve yer yer dışa dönük bir giriş deliği oluşmasının tıbbi olarak
beklenebileceği, bu tür bitişik yapılan atışlarda namlunun ucundan çıkan
ürünlerin bir kısmının cilt altında açılan “Hofmann
Maden Boşluğu” içerisinde kalacağı, yanık is ve barut tanelerinin bir kısmının
cilt altında yani yara trajesi içerisinde bulunacağı,
bu nedenle Şanlıurfa Devlet Hastanesinde yapılan otopsi raporunda cesede
uygulanan dış muayene sırasında giriş deliğinde barut izlerinin bulunmadığı
şeklinde yanıltıcı sonuca varıldığı”
belirtilmiştir.
14.
Soruşturma sonucunda Askerî Savcılık 2/6/1998 tarihli ve E.1998/1304,
K.1998/925 sayılı kararıyla tanık ifadeleri, otopsi raporu, düzenlenen kriminal rapor, adli tıp uzmanının bilirkişi raporu, olay
yeri tespit tutanağı, olay yeri krokisi ve resimleri, müteveffaya ait fotoğraflar
ve tüm dosya kapsamında yaptığı değerlendirme sonucunda H.B.nin
nöbet yerinde kendisine zimmetli olan silahı sağ omzuna dayayıp bir el ateş
etmek suretiyle intihar etmiş olduğunu ve H.B.nin
ölümünde kimsenin kusurunun, kastının, etkisinin, ikna veya yardımının
bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
15.
Anılan karara yapılan itiraz, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2. Ordu Komutanlığı
Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 24/8/1998 tarihli ve K.1998/145 sayılı
kararıyla reddedilmiştir.
16.
Başvurucu 24/2/2012 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben
yazdığı dilekçe ile H.B.nin annesi F.B.ye ölüm
olayından sonra bir telefon geldiğini, telefondaki kişinin “başınız sağ olsun. Ben Suruç’ta asker iken Hamza’nın
devre arkadaşıydım. Hamza’yı vuran kişi o gün bölükte görevli Piyade Astsubay
Başçavuş H.U.’dur. Olay üzerine hemen Adana iline
tayinini istedi ve gitti. Bölükte askerlere yapılan baskı nedeniyle kimse bir
şey söyleyemedi. Hamza’nın ölümü nedeniyle askerlerden alındığı bildirilen
ifadelerin tamamı da ifadeyi alanlar tarafından yazılarak imzalandı. Vicdan
azabı çektiğim için bu haberi vermek istedim. Ancak hayatımı tehlikeye sokmamak
için ismimi veremeyeceğim.” şeklinde beyanda bulunup telefonu
kapattığını ve konuşmanın F.B.nin telefonla görüştüğü
odada bulunanlar tarafından hazırlanan bir tutanakla imza altına alındığını
belirterek yeni bir delilin ortaya çıktığından bahisle olaya ilişkin tanıkların
yeniden dinlenmesi ve H.B.nin vücudunda bulunan atış
izinin bitişik atış sonucu mu yoksa uzaktan atış sonucu mu meydana geldiğinin,
gerekirse fetikabir yapılarak tespit edilmesi
talebinde bulunmuştur.
17.
Başvurucunun bu talebine ilişkin dosya, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca
verilen görevsizlik kararı neticesinde 1998 yılındaki soruşturmayı yürüten
Savcılığa intikal etmiştir.
18.
Askerî Savcılık 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
172. maddesi uyarınca H.B.nin ölüm olayına ilişkin
yeniden soruşturma açılabilmesi için yeni bir delilin bulunup bulunmadığı
konusunda inceleme yapılması amacıyla soruşturma başlatmıştır.
19.
Yapılan soruşturma kapsamında, başvurucu tarafından dinlenilmesi istenen
tanıklardan bir kısmının ölüm olayının hemen ardından Suruç Cumhuriyet
Başsavcılığınca, diğer bir kısmının ise soruşturma kapsamında birlik
Komutanlığınca dinlenildikleri ve söz konusu şahısların ifadeleri
incelendiğinde olayı veya mütevaffayı öldüreni
gördüklerine yönelik doğrudan bir beyanda bulunmadıkları tespit edilmiştir.
20.
Soruşturma kapsamında dinlenen tanık H.A. ise talimat yoluyla alınan
ifadesinde, ölüm olayının hemen ardından Suruç Cumhuriyet Başsavcılığınca
alınan ifadesinden farklı olarak olay yerine geldiğinde H.B.yi çömelmiş vaziyette gördüğünü, ne olduğunu sormak
için dokunduğunda ise H.B.nin yere düştüğünü beyan
etmiş ancak olay yerinde silahlı başkaca bir personel görmediğini belirterek
herhangi bir şüpheli şahıstan bahsetmemiştir.
21.
Atış mesafesinin tespiti hususunda yapılan araştırmada ise adli tıp uzmanından
alınan raporda, olay üzerinden uzun bir zaman geçmiş olması gözönüne
alındığında ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliğine ait yumuşak dokular
üzerindeki tüm bulguların ortadan kalkmış olacağının değerlendirildiği ve fetikabir yapılması hâlinde dahi atış mesafesinin tayini
açısından ek bir bulgu tespit edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle
bilirkişi raporunda, ölüm olayından sonraki raporlar ve delillerin
değerlendirilmesi neticesinde atışın bitişik atış veya bitişiğe yakın atış
mesafesinden yapıldığının kabulünün gerektiği bildirilmiştir.
22.
Yürütülen soruşturma sonucunda Askerî Savcılık 11/10/2012 tarihli ve
E.2012/485, K.2012/104 sayılı kararında “Kara
Kuvvetleri Komutanlığı 5 nci
Zırhlı Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığının 2/6/1998 tarihli kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararını ortadan kaldıracak yeni bir delilin elde edilemediği” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına
karar vermiştir.
23.
Anılan karara itiraz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Askerî Mahkeme,
soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Mahkeme bu kapsamda
soruşturmadaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla Askerî Savcılıktan; H.B.nin annesinin aranarak ölüm olayına sebep olduğu iddia
edilen kişi hakkında bilgi temin edilmesini, kemik incelemesinden atış
mesafesinin tespit edilip edilemeyeceğinin belirlenmesini ve Piyade Astsubay H.U.nun ifadesinin alınmasını talep etmiştir.
24.
Askerî Savcılık, soruşturmanın genişletilmesi kararı kapsamında H.B.nin annesini arayarak ölüm olayına sebep olan kişi ile
ilgili bilgi verilmesine ilişkin olarak telefon görüşmesinin yapıldığı odada
bulunanların bilgisine başvurmuştur. Bilgisi alınan kişiler, telefon
görüşmesinin 1998 yılının Mayıs veya Haziran ayında
yapıldığını belirtmişlerdir. Bu bilgi üzerine yapılan araştırma doğrultusunda
bir seneden daha eski tarihlere ait görüşme ayrıntılarının saklanmasının teknik
olarak mümkün olmadığı tespit edilerek telefonla yapılan ihbara ilişkin
bilgilerin elde edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
25. Mütevaffanın cesedi üzerinde yapılacak kemik incelemesinden
atış mesafesinin ve yönünün tespit edilip edilemeyeceği hususunda alınan
bilirkişi mütalaasında ise “merminin giriş
bölgesinin elbiseli bölgeye denk gelmesi, giriş deliği altında geniş yüzeyli
kemik dokusunun bulunmaması, giriş bölgesinin altında kaburga kemiklerinin
bulunması, bu nedenle boyut ve yüzeylerinin düşük olması, ayrıca olayın
üzerinden geçen 15 yıllık uzun süre göz önüne alındığında ölüm sonrası meydana
gelen kimyasal değişiklikler, bozulmalar nedeniyle kemikler üzerinde feth-i kabir yapılmak suretiyle atış mesafesi tayini, giriş
yönü gibi hususlarda ek bilgi elde edilmesinin tıbben mümkün olmadığından”
bahisle müteveffanın mezarında fetikabir yapılmasının
somut olayı aydınlatmaya yönelik fayda sağlamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
26.
Genişletilen soruşturma kapsamında tekrar ifadesi alınan Piyade Astsubay
Başçavuş H.U., “hakkındaki iddiaların
asılsız olduğunu, silah sesini duyduğu zaman dışarı çıktığını, dışarı çıkarken
bölüğün komutanının da dışarı çıktığını, silah sesini duyan askerlerin de olay yerine
geldiğini, olay anına H.K. ve Doktor R.B.’nin şahit
olduğunu” beyan etmiştir.
27.
Askerî Savcılık; Doktor R.B.nin, ölüm olayına ilişkin
daha önceden alınan ifadesi ile Piyade Astsubay Başçavuş H.U.nun
ifadesinin örtüştüğünü, H.K.nin ise ölüm olayının
ardından Bölükte alınan ifadelerde yazıcı olarak görev yaptığını, bu nedenle
anılan kişilerin yeniden ifadelerinin alınmasına gerek olmadığını
değerlendirmiştir.
28.
Genişletilen soruşturma sonucu, soruşturma dosyasındaki eksikliklerin
giderildiğini tespit eden Askerî Mahkeme 11/4/2013 tarihli ve K.2013/A-12-194
sayılı kararıyla Askerî Savcılık tarafından verilen 11/10/2012 tarihli
kovuşturmaya yer olmadığı kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek
bu karara yapılan itirazı reddetmiştir.
29.
Anılan karar 17/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup
4/6/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit
edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
30.
25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanunu’nun “İtirazın reddi” kenar
başlıklı 109. maddesi şöyledir:
“İtiraz süresi içinde
yapılmamış veya sebep gösterilmemişse veyahut kamu davasının açılması için
yeter sebepler bulunmazsa askeri mahkeme itirazı reddeder.
Ret kararı suçtan zarar görene; eğer itiraz,
teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı
veya askerî kurum amiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ olunur ve
ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir.
İtiraz
reddedildikten sonra kamu davası ancak yeni olaylara ve yeni delillere
dayanılarak açılabilir.”
31.
353 sayılı Kanun’un “İtirazın kabulü”
kenar başlıklı 110. maddesi şöyledir:
“Askerî mahkeme, itirazın yerinde ve haklı olduğuna kanaat getirirse,
şüpheli hakkında kamu davası açılmasının gerekli olduğuna karar verir ve evrakı
yetkili askerî savcıya gönderir.
Bu karar üzerine askeri savcı soruşturma
yapmaksızın iddianame ile kamu davasını açar.”
32.
5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı
kamu davası açılamaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
33.
Mahkemenin 1/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 4/6/2013
tarihli ve 2013/4211 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
34.
Başvurucu;
i.
Kardeşinin askerlik hizmetini yerine getirdiği esnada nöbet tuttuğu yerde
silahla vurulmuş olarak bulunduğu ve ardından hayatını kaybettiği olayla ilgili
olarak başlatılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar
verildiğini, anılan soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini, somut
olaya ilişkin detaylı bir araştırma yapılmadığını ve olay anında H.B.nin üzerinde bulunan eşyaların olaydan sekiz gün sonra
imha edildiğini, bu bilgiler ışığında H.B.nin intihar
etmeyip kasten öldürüldüğünün anlaşıldığını ancak adli mercilerce olayı
aydınlatmak için gerekli çabanın gösterilmediğini,
ii.
Ölüm olayının ardından H.B.nin annesi F.B.ye bir
telefon geldiğini, telefondaki kişinin H.B.yi öldüren
kişinin bölükte görevli Piyade Astsubay Başçavuş H.U. olduğunu söylediğini, bu
yeni durum esas alınarak 2012 yılında yeniden soruşturma yapılması talebiyle
şikâyette bulunduklarını ancak anılan taleplerine yönelik etkili bir soruşturma
yapılmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek
Anayasa’nın 17., 36., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat
taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
35.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurunun,
başvurucunun kardeşinin ölümüne ilişkin olayda etkili bir soruşturma
yapılmadığı iddialarına dayandığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, her ne kadar
Anayasa’nın 36., 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının da
ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetinin özünün,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkına ilişkin olduğu
değerlendirilmiş ve başvuru bu kapsamda ele alınmıştır.
1. Başvurucunun Asıl Soruşturmaya İlişkin
İddiaları Yönünden
36. Başvurucu
1998 yılında kardeşinin hayatını kaybettiği olayın ardından yürütülen
soruşturmada delillerin yeterince toplanıp korunmadığını ve bu nedenle hukuka
aykırı olarak kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiğini ileri
sürmüştür.
37.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012
tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
38.
Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen
nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.
Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla
sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce
kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının
genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
39.
Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai
işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olması da
gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştiği
tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu
tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür
(Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
40.
Somut olayda her ne kadar müteveffanın cesedi üzerinde klasik otopsi yapılmayıp
harici muayeneyle yetinilmesi nedeniyle mermi giriş ve çıkış deliklerinin
tespit edilememesi, müteveffanın olay anında üzerinde bulunan ve mermi
deliklerini taşıyan giysilerin olaydan kısa süre sonra imha edilmesi, olayda
kullanılan silaha olaydan sonra uzman olmayan kişilerce temas edilmesi
nedeniyle silah üzerinde yeterli delil araştırması yapılmasının engellenmesi
gibi somut olayın aydınlatılmasını olumsuz yönde etkileyecek nitelikte ciddi
eksikliklerin bulunduğu tartışabilir ise de somut olaya ilişkin yürütülen
soruşturmanın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı
tarihten önce sonuçlandığı anlaşılmıştır.
41.
Bu çerçevede H.B.nin ölümüne ilişkin soruşturma
sonucunda Askerî Savcılık 2/6/1998 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına
karar vermiş ve anılan karar, Askerî Mahkemenin 24/8/1998 tarihli kararıyla
reddedilerek kesinleşmiştir. Başvurucunun daha sonradan soruşturmanın
yenilenmesi talebinde bulunmasının kararın kesinleşmesi üzerinde herhangi bir
etkisi yoktur.
42.
Açıklanan nedenlerle başvuru konusu kararın 23/9/2012 tarihinden önce
kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Başvurucunun Soruşturmanın Yenilenmesi
Talebine İlişkin İddiaları Yönünden
43.
Bakanlığın başvuru hakkındaki görüş yazısında öncelikli olarak AİHM içtihatları
uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili
olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan
ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden
bağımsız olmaları; soruşturmanın, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması
için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık içinde
yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına
imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.
44.
Bakanlık görüşünde yine AİHM kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla
ilgili değil; bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu
olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için
kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada
sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her
eksikliğin onun etkinliğine zarar verebileceği, etkili bir yargısal denetim
oluşturma şeklindeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası
açılmasını veya her ceza davasında mahkûmiyet kararı verilmesini
gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava yollarının açık olmasının da
yeterli görülebileceği belirtilmiştir.
45.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde kardeşinin hayatını
kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediği yönündeki
iddialarını yinelemiştir.
46.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1)
numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal
edildiğini iddia eden kişilere, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
47.
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
48. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
49.
Yaşam hakkına yönelik olarak yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun
başvuru ehliyeti ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup
bulunmadığı denetlenmelidir. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, başvuru
konusu olayda ölen kişinin kardeşi olup olayla ilgili olarak yeniden soruşturma
başlatılması talebinde bulunmuş ve soruşturma sürecini takip etmiştir. Bu
nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın Anayasa’nın 17. maddesindeki
yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde başvurucunun meşru
menfaati olup başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
50.
Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı; birbirleriyle
sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu
konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir
yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve
hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
51.
Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine
getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan
ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin
belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini
gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her
ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 54). Bu usul
yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif
ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit
edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde
kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013,
§ 29).
52.
Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam
hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku
bulan ölüm olayında varsa sorumluların sorumluluklarını tespit etmek üzere
adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun
araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer
yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa'nın 17.
maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya
da cezalandırma hakkı verdiği yahut devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya
da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına
gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 56).
53.
Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarınca
resen harekete geçilmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57, Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 94 ).
54.
Ölüm olayına ilişkin olarak yapılacak etkili bir soruşturma kapsamında
yetkililerin; tanık ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve
gerektiğinde yaralanmalar ile ilgili eksiksiz ve detaylı bir rapor
hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması, ölüm sebebinin objektif
analizinin yapılması ve söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi
için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması gibi işlemleri yapmaları
gerekmektedir. Ölüm sebebinin veya olası sorumlulukların tespit edilmesini
olumsuz yönde etkileyecek nitelikteki her türlü eksiklik, etkili bir soruşturma
yürütülmesi açısından risk teşkil edebilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Giuliani
ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02,
24/3/2011, § 301; Mehmet Köse/Türkiye,
B. No: 10449/06, 1/4/2014, § 64).
55.
Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de
teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için
soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ek olarak
her olayda ölen kişinin yakınlarının, meşru menfaatlerini korumak için bu
sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
56.
Somut olayda başvurucu; kardeşi H.B.nin ölümünün
ardından annesi F.B.ye bir telefon geldiğini, telefondaki kişinin H.B.yi öldüren kişinin bölükte
görevli Piyade Astsubay Başçavuş H.U. olduğunu söylediğini, bu yeni durum esas
alınarak 2012 yılında yeniden soruşturma yapılması talebiyle şikâyette
bulunduklarını ancak anılan taleplerine yönelik etkin bir soruşturma
yapılmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ileri
sürmüştür.
57.
Gerek 353 sayılı Kanun’un 109. maddesi gerekse 5271 sayılı Kanun’un 172.
maddesi kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen bir olay hakkında tekrar
soruşturma başlatılıp kamu davası açılabilmesini, yeni bir delilin ortaya
çıkması şartına bağlamıştır (bkz. §§ 30-32). Bu kapsamda somut olayda öncelikle
H.B.nin annesi F.B.ye gelen telefonun ve bu telefon
görüşmesinde söylenildiği iddia edilen bilgilerin, yeniden soruşturma
başlatılıp ardından kamu davası açılabilmesi noktasında yeni bir delil
niteliğinde olup olmadığına ilişkin olarak yaşam hakkının usul boyutu dikkate
alınmak suretiyle etkili bir inceleme yapılıp yapılmadığı ortaya konulmalıdır.
58.
Başvurucunun 24/2/2012 tarihli dilekçesi ile yeniden soruşturma talebinde
bulunması üzerine Askerî Savcılık, H.B.nin ölüm
olayına ilişkin yeniden soruşturma açılabilmesi için yeni bir delilin bulunup
bulunmadığı konusunda inceleme yapılması amacıyla derhâl soruşturma başlatmıştır.
Soruşturma kapsamında Askerî Savcılık, başvurucunun dinlenilmesini istediği
tanıkların ölüm olayından hemen sonra yürütülen soruşturmada ifadelerinin
alındığını ve mütevaffayı öldüreni gördüklerine
yönelik herhangi bir beyanlarının bulunmadığını tespit etmiştir. Diğer taraftan
atış mesafesinin tespiti hususunda yapılan araştırmada, adli tıp uzmanından
alınan rapor doğrultusunda olay üzerinden uzun bir zaman geçmiş olması gözönüne alındığında ateşli silah mermi çekirdeği giriş
deliğine ait tüm bulguların ortadan kalkmış olacağı değerlendirilmiş ve bu
nedenle fetikabir yapılması hâlinde dahi atış
mesafesinin tayini açısından ek bir bulgu elde edilemeyeceği sonucuna
ulaşılmıştır. Bu gerekçelerle Askerî Savcılık 11/10/2012 tarihli kararıyla daha
önceden verilmiş kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ortadan kaldıracak
nitelikte yeni bir delilin elde edilemediğini belirterek tekrar kovuşturmaya
yer olmadığına karar vermiştir.
59.
Bu karara başvurucu tarafından itiraz edilmesi üzerine Mahkeme, soruşturmadaki
eksikliklerin giderilmesi amacıyla Askerî Savcılıktan; H.B.nin
annesinin aranarak ölüm olayına sebep olduğu iddia edilen kişi hakkında bilgi
temin edilmesini, kemik incelemesinden atış mesafesinin tespit edilip
edilemeyeceğinin belirlenmesini ve Piyade Astsubay H.U.nun
ifadesinin alınmasını talep etmiştir.
60.
Genişletilen soruşturma kapsamında yapılan incelemede; yeniden soruşturma
talebine konu telefon görüşmesinin 1998 yılının Mayıs veya Haziran ayında
yapıldığı, aradan uzun süre geçmesi nedeniyle görüşmenin ayrıntılarına
ulaşmanın mümkün olmadığı, yine ölüm olayının üzerinden uzun süre geçmesi ve
mermi giriş deliğinin vücutta bulunduğu yerin niteliği gereği müteveffanın
cesedi üzerinde yapılacak kemik incelemesinden atış mesafesinin ve yönünün belirlenmesinin
mümkün olmadığının bilirkişi mütalaasından anlaşıldığı tespit edilmiştir.
Ayrıca soruşturma kapsamında Piyade Astsubay Başçavuş H.U.nun
ifadesi tekrar alınmış ve bu ifadenin bölükte görevli Doktor R.B.nin ifadesi ile örtüştüğü belirlenmiştir. Böylelikle
soruşturma dosyasındaki eksikliklerin giderildiğini tespit eden Askerî Mahkeme
11/4/2013 tarihli kararıyla Askerî Savcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer
olmadığı kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek bu karara yapılan
itirazı reddetmiştir.
61.
Somut olayda başlatılan soruşturma kapsamında ölüm olayının hemen ardından
ortaya çıktığı iddia edilen bir delile (telefon görüşmesine) dayanılarak
yaklaşık 14 yıl sonra yapılan soruşturmanın yenilenmesi talebi neticesinde
detaylı bir inceleme yapıldığı, bu kapsamda olayın üzerinden uzun zaman geçmiş
olması nedeniyle telefon görüşmesine ilişkin kayıtlara ulaşılamayacağının ve fetikabir yapılması hâlinde dahi atış mesafesinin ve
yönünün tayini açısından ek bir bulgu elde edilemeyeceğinin uzman raporlarınca
tespit edildiği; başvurucunun, kardeşinin ölümünden sorumlu tuttuğu askerî
görevlinin ifadesinin de tekrar alındığı ve bu ifadenin olayın hemen ardından
yapılan soruşturmaya ilişkin dosyada bulunan mevcut bilgilerle uyuştuğu
belirlenmiştir. Bu nedenle soruşturmanın yenilenmesi talebine konu olan ve
yaklaşık 14 yıl önce gerçekleştiği iddia edilen telefon görüşmesinin ve
görüşmenin içeriğine ilişkin bilgilerin doğru olma ihtimali gözönüne
alınarak elde edilmesi mümkün olabilecek tüm delillerin ayrıntılı bir şekilde
araştırıldığı ancak tekrar soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte yeni
delillere ulaşılamadığı anlaşılmıştır.
62.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda yeniden soruşturma
başlatılmasına ilişkin talebin kendisine ulaşmasıyla Askerî Savcılık tarafından
derhâl soruşturma başlatıldığı, olayın aydınlatılması açısından detaylı bir
inceleme yapılarak gerekli delillerin toplandığı, soruşturmanın makul sürede
tamamlandığı ve başvurucunun soruşturmaya etkin bir şekilde katıldığı
anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasındaki bilgi ve belgeler dikkate alındığında
sorumluların tespitine yönelik soruşturmanın yetersiz olduğundan, kararın somut
kanıtlarla çelişecek ve açıkça hukuka aykırılık oluşturacak şekilde keyfî
verildiğinden söz edilemeyeceği gibi bu konuda ihmalden kaynaklanan bir
davranış veya yetkililere yüklenebilecek bir eksiklik de saptanamamıştır.
Dolayısıyla kişinin yaşam hakkının korunması kapsamında yürütülen ceza
soruşturmasının etkisiz olduğuna ilişkin bir sonuca varılmasını gerektirecek
herhangi bir husus tespit edilememiştir.
63.
Açıklanan gerekçelerle yapılan soruşturma
sonucunda verilen karar nedeniyle başvurucunun yaşam hakkına yönelik bir ihlal açıkça tespit
edilmediğinden başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. 1. Asıl soruşturmaya ilişkin şikâyetlerin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Soruşturmanın yenilenmesi taleplerine ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
1/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.