TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
PERİHAN UÇAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5860)
|
|
Karar Tarihi: 1/12/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
1. Perihan UÇAR
|
|
|
2. Halis UÇAR
|
|
|
3. Güler UÇAR
|
|
|
4. Halis Aktan UÇAR
|
|
|
5. Yağmur UÇAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Yüksel SİPAHİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ölümle sonuçlanan olaya
ilişkin tazminat davasının kusursuz sorumluluk ilkesi göz ardı edilerek
gerekçeden yoksun bir şekilde reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde İzmir
6. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca
8/12/2014 tarihinde başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 8/6/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık, görüşünü 20/7/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüşü başvuruculara
bildirilmiş olup başvurucular söz konusu görüşe karşı 14/8/2015 tarihinde
beyanda bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile
dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların birinci derecede
yakını olan 1975 doğumlu H.U. olay tarihinde bir özel işletmede işçi statüsünde
çalışmakta ve aynı zamanda ailesine ek gelir sağlamak amacıyla geri dönüşümü
mümkün olan atık malzemeleri çöplerden toplayıp satmaktadır.
9. H.U., 22/12/2010 tarihinde evinden
atık malzeme toplamak için ayrılmış; akabinde olayın meydana geldiği yerdeki
yüksek gerilim hattı taşıyan elektrik direğine, söz konusu direkte bulunan
bakır iletkenini kesmek için çıkmış ancak yanında bulunan -yan keski diye tabir
edilen- aletle bakır iletkeni kesmek isterken elektrik akımına kapılarak
yaşamını yitirmiştir.
1. Ceza Soruşturması Süreci
10. Olayın hemen akabinde Menderes
Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından resen başlatılan
ceza soruşturmasında olay yeri incelemesi, ölü muayene ve otopsi işlemleri
yapılmıştır.
11. Adli Tıp Kurumu İzmir Adli Tıp
Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi, 14/2/2011 tarihli raporunda ölenin
vücudundan elektrik akımının geçmesi nedeniyle yaşamını yitirdiğinin kesin
olarak belirlendiğini bildirmiştir.
12. Söz konusu raporda ölenin dış
muayenesine ilişkin tespitlerde, sol el ayası ile sağ el ayası ve sağ el sırtı
dış kısmında 0,5-1 cm ebadında ısı etkisi ile oluşmuş krater görünümlü yanık
sahalarının tespit edildiği, adı geçenin vücudunda harici başka bir bulguya
-ateşli silah, kesici delici alet yarası gibi- rastlanmadığı da bildirilmiştir.
13. Olay yerinde yapılan inceleme
sonucunda Menderes Olay Yeri ve Kimlik Tespit Grup Amirliği tarafından rapor
düzenlenmiş olup olay yerinin, krokisinin çizilmesinin yanında fotoğrafları da
çekilmiştir.
14. Soruşturma kapsamında elektrik
dağıtım şirketinin Menderes işletme başmühendisi de tanık sıfatıyla dinlenmiş,
adı geçen kişi ifadesinde özetle “elektrik
direğinin faal olduğunu, normal şartlarda yürüyen bir insana zarar verecek
konumda olmadığını ve ölen H.U.’nun söz konusu direğe
çıkması nedeniyle olayın meydana geldiğini düşündüğünü”
belirtmiştir.
15. Müteveffanın eşi olan başvurucu
Güler Uçar, soruşturma kapsamında olayın hemen ardından mağdur sıfatıyla
verdiği ifadesinde kimseden şikâyetçi olmadığını söylemiştir.
16. Soruşturmada, diğer
başvurucuların müşteki sıfatıyla ifade vermedikleri, dosyaya şikâyet dilekçesi
de ibraz etmedikleri anlaşılmıştır.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı 17/2/2011
tarihli kararıyla olay hakkında “ hurdacılık
işiyle uğraşan müteveffa H.U.’nun atıl olduğu
düşüncesiyle çıkmış olduğu Menderes ilçesi Görece Mahallesi Ahmet Necdet Sezer
Bulvarındaki bir elektrik direğinde, elektrik akımına kapılarak hayatını
kaybettiği, bu olayın meydana gelmesinde ölenin kendi ihmali dışında başka bir
şahsın kusur ve etkisinin bulunmadığı ve ortada adli soruşturma konusu
yapabilecek bir suç olmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer
olmadığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiş olup başvurucular bu karara
itiraz etmemişlerdir.
2. Tazminat Davası Süreci
18. Başvurucu Güler Uçar kendi adına
asaleten, ölenle müşterek çocukları olan Yağmur Uçar ve Halis Aktan Uçar adına velayeten, ölenin annesi olan başvurucu Perihan Uçar ve
babası olan başvurucu Halis Uçar da kendi adlarına asaleten olmak üzere olayın
gerçekleştiği elektrik direğinden sorumlu elektrik dağıtım şirketi aleyhine
müşterek vekilleri aracılığıyla 26/1/2011 tarihinde maddi ve manevi tazminat
davası açmıştır.
19. Açılan davaya ilişkin yargılamada
Mahkemece 24/10/2011 tarihinde olay yerinde elektrik mühendisi bilirkişisi
refakatinde keşif yapılmış olup keşif sonrasında alınan 14/11/2011 havale
tarihli bilirkişi raporunun ilgili bölümleri şöyledir:
“…E- TESPİTLERİM: 24.10.2011 günü mahkeme heyeti ile birlikte mahallinde
yapılan keşif ile davaya konu ENH direği ve direğin bulunduğu mahal tarafımdan
detaylı bir şekilde incelenmiş olup, söz konusu direğin mevcut durumunu
gösterir fotoğraflar aşağıda sunulmuştur. Aşağıda fotoğraflardan görüldüğü
gibi, davaya konu direğin kafes tipi demir direk olduğu, ayrıca direğin daha
önce trafo direği olarak kullanıldığı, trafonun söküldüğü, halen trafo
kaidesinin, ayırıcının ve ENH’dan alınan branşmana ait tırnaklı klemensler
ve iletkenlerin hat üzerinde mevcut olduğu görülmektedir.
F-
DEĞERLENDİRME: Merhum H.U.’nun G… A.Ş.’ye
ait direğe çıkması ve elektrik enerjisine maruz kalarak yaşamını yitirmesi ile
sonuçlanan olayda, …
Öncelikle
sayın davacı) vekilinin dilekçesinde belirtmiş olduğu, demir direk yerine beton
direk yapılmış olsaydı ve ST37 değerine eş değer çelik kullanılması gerektiği
hususundaki görüşleri incelendiğinde, Demir direkler: Her türlü gerilim
kademesinde kullanabilen, demir çelikten yapılmış direklerdir. Demir direkler boyalı-kaynaklı
ve galvanizli-cıvalı olarak üretilir. Yapılarında I,U,L
şeklinde profiller kullanılır. Demir direkler, beton direklere göre de daha
hafiftir. Demir direkler iletkenlerin her türlü tertip şekline uygulanabilir.
Herhangi bir sebeple meydana gelebilecek direk arızalarının tamir edilmesi de
kolaydır. Ancak beton direklere göre bakım ve işletme masrafları daha fazladır.
Beton direkler ise çimento, su ve katkı maddelerinin uygun oranlarda
karıştırılmasıyla elde edilen beton ile yüksek dayanımlı çelik tel veya çelik
çubukların kullanılmasıyla elde edilir. Bu direklerin tepe kuvvetleri demir
direklere nazaran daha azdır. Bu nedenle daha büyük tepe kuvveti ve hat tertibi
farklı olan yerlerde demir direk kullanımı tercih edilir. Nitekim olaya konu ENH’nın tüm direklerinin dolayısıyla olayın meydana geldiği
direğin de demir olarak seçildiği ve projelendirildiği anlaşılmaktadır. Çizelge
14’de verilen ST37 değerinin bir çelik çeşidi olduğu, malzeme kalitesini
gösterdiği, direğin yapımı ile ilgili bir husus olduğu, dolayısıyla gerek
direğin demir direk olarak projelendirilmiş olması gerekse çelik kalitesi ile
ilgili olarak olayın meydana gelmesinde bir rollerinin olmadığı açıktır.
Sayın vekil
tarafından gerek ‘Kuvvetli Akım Yönetmeliği’ gerekse ‘Elektrik İç Tesisleri
Yönetmeliği’ hükümlerine uygun olarak koruma önlemlerinin yeterince alınıp
alınmadığı, alınmış ise önlemlerin yeterince denetlenip, denetlenmediğinin
araştırılmasının olayda fayda sağlayabileceği belirtilmektedir. Mahallinde
yapılan inceleme ile ENH’nın çok uzun bir süredir
kullanılmakta olduğu, olayın meydana geldiği direğin daha önce yan tarafta
bulunan akaryakıt satış istasyonuna ait trafonun bulunduğu direk olduğu
görülmüş olup, tüm uygulamalarda olduğu gibi ENH’nın
proje müellifince mevcut teknik şartnameler ve yasal zorunluluklar dikkate
alınarak yapılan ve idarece onaylanan proje doğrultusunda yapıldığı, bir başka
deyişle sonradan direğe herhangi bir ilavenin yapılmadığı, direğin ilk günkü
hali ile mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda sayın davacı vekili
tarafından direğin metruk halde olduğu yönündeki değerlendirmesinin (ENH’da görülen eskimenin) sadece direklerde görülen
paslanmalardan ibaret olduğu, olayın meydana gelmesiyle bir illiyet bağının söz
konusu olmadığı açıktır.
Sayın
vekil tarafından yönetmeliğe göre direkte korkuluk bulunması gerektiği oysa
olaya konu direkte korkuluğun bulunmadığı, koruyucu önlemin olması halinde
merhumun bu tarz bir durumu yaşamayacağını beyan ettiği görülmektedir. Söz
konusu korkuluğun sadece bir önlem olduğu, tek başına direğin üzerine
çıkılmasını engellemeye yeter bir çözüm olmadığı açıktır. Nitekim olaya konu
direğin boyu, direk üzerinde trafo, trafo platformu, ayırıcı, ayırıcı kolu
olduğu, bu cihazların belirli bir mesafe ile direğe yerleştirilmeleri gerektiği
dikkate alındığında, yerden 4 metre yüksekliğe korkuluğun konmasının mümkün
olmadığı, daha aşağıda bir seviyede de korkuluk konulmasının çok anlamlı
olmadığı görülmektedir. Dosyada mevcut ve yukarıda sunulan fotoğraflar
incelendiğinde, merhumun direkte ayırıcı üzerinde bulunduğu, ayırıcıya tam
olarak oturduğu görülmektedir. Direğin kafes direk şeklinde olması nedeniyle
çapraz profillerden istifade ile bu noktaya çıkabildiği, ayırıcının çıkışa
engel olacak şekilde direğe göre bir miktar çıkıntılı olmasına rağmen bu
noktaya ulaşabildiği, aynı şekilde direkte korkuluk olması halinde de bu engeli
kolaylıkla aşabileceği kanaatindeyim. Bu anlamda korkuluğun direğe çıkılmasını
tek başına önlemeye yeter olmadığı, merhumun direğe çıkmasını engellemeyeceğini
dikkate alarak, olayın meydana gelmesinde bir illiyet bağının olmadığı
kanaatindeyim.
SONUÇ
VE KANAAT: Merhum H.U.’nun G… A.Ş.’ye
ait direğe çıkması ve elektrik enerjisine maruz kalarak yaşamını yitirmesi ile
sonuçlanan olayda; davalı şirkete ait ENH direğinin tüm uygulamalarda olduğu
gibi proje müellifince mevcut teknik şartnameler ve yasal zorunluluklar dikkate
alınarak yapılan ve idarece onaylanan proje doğrultusunda yapıldığı, direğin
ilk günkü hali ile mevcut olduğu, merhumun kendi isteği ile enerji olan direğe
çıktığı ve müessif olayın meydana geldiği görülmektedir. Bu nedenle olaya konu
direğin mevcut halinin şartnamelere ve yönetmeliklere uygun olduğu, olayın meydana
gelmesiyle teknik anlamda bir illiyet bağının söz konusu olmadığı
(kanaatindeyim).”
20. Aynı raporda söz konusu elektrik
direğinin üzerinde “ölüm tehlikesi” uyarı yazısı olan bir levhanın bulunduğu,
söz konusu levhanın eskimiş olmakla birlikte üzerindeki yazının dikkat çekecek
şekilde okunabilir ve görünür hâlde olduğu da tespit bölümünde yer verilen
fotoğraflara ilişkin açıklamalar hanesinde belirtilmiştir.
21. Olay yerinde yapılan keşif
sırasında davalı tanıkları da dinlenilmiş olup adı geçenlerin ifadelerinde
özetle “olay yerine yapılan ihbar üzerine
geldiklerinde, öleni elektrik direğinde gördüklerini, yanında ‘yan keski’ diye
tabir edilen bir alet olduğunu, direkte ölenin keski ile kesmeye çalıştığını
düşündükleri telden başka herhangi bir kesik veya sarkık bir tel olmadığını”
bildirdikleri anlaşılmaktadır.
22. Keşif mahallinde hazır bulunan
başvurucular vekilinin, bilirkişi raporunun hazırlanmasından sonra beyanda
bulunacağını ve dinlenen tanık anlatımlarında aleyhe olan hususları kabul
etmediğini bildirdiği anlaşılmıştır.
23. Söz konusu bilirkişi raporu,
başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucular, vekilleri aracılığıyla
söz konusu rapora itiraz etmişler ve raporda tespit edilen hususları kabul
etmediklerini bildirmişlerdir.
24. Mahkemece ceza soruşturması
dosyası Cumhuriyet Başsavcılığından getirtilerek incelenmiş ve onaylı suretleri
dava dosyası içeriğine alınmıştır.
25. Mahkemece 26/1/2011 tarihinde
açılan davaya ilişkin olarak 18/3/2011 tarihinde duruşmalı inceleme yapılmaya
başlanan yargılamanın, altı duruşma sonunda 28/12/2011 tarihinde bitirildiği,
başvurucular vekilinin 6/5/2011 tarihinde yapılan duruşmada cevap dilekçesini
inceleyip beyanda bulunmak için süre istediği, 15/6/2011 tarihinde yapılan
duruşma öncesinde mesleki mazeret bildirerek duruşmanın ertelenmesini istediği,
23/11/2011 tarihinde yapılan duruşmada ise bir hafta önce tebliğ edilen
bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere ek süre talep ettiği
görülmüştür.
26. Mahkeme 28/12/2011 tarihli ve K.2011/1036
sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“Menderes Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/3734 soruşturma numaralı
dosyasının bir sureti incelenmek üzere dosyamıza celp edilmiştir.
24/10/2011
tarihinde olay yerinde keşif icra edilmiş, teknik bilirkişi Ş.B.’nin 14/10/2011 havale tarihli raporunda, merhum H.U.’nun yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olayda, davalı
şirkete ait elektrik direğinin mevcut halinin, şartnamelere ve yönetmeliklere
uygun olduğu, olayın meydana gelmesi ile teknik anlamda bir illiyet bağının söz
konusu olmadığı beyan edilmiştir.
Yapılan
yargılamaya ve toplanan delillere göre; davacıların murisi H.U.’nun 22/12/2010 günü Menderes yolu eski benzinlik
yakınındaki elektrik direğine çıkıp yan keski ile 0,8 bakır iletkenini kesmek
isterken, elektriğe çarpılıp direk üzerinde asılı kaldığı ve bu şekilde vefat
ettiği, Menderes Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan hazırlık soruşturması
sonunda olayın meydana gelmesinde ölenin kendi ihmali dışında herhangi bir
şahsın kusur ve etkisinin bulunmadığı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiği, 10/10/2011 tarihli Ş.B. imzalı bilirkişi raporuna göre de,
davalı şirkete ait elektrik direğinin yasal zorunluluklara ve şartlara uygun olduğu
ve ilk günkü haliyle mevcut olduğu, muris H.U.’nun
kendi isteği ile elektrik direğine çıktığı, olayda davalı kurumun herhangi bir
kusur ve ihmalinin bulunmadığı anlaşıldığından, davanın reddine (karar
verilmiştir).”
27. Başvurucuların temyizi üzerine
anılan karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin (Daire) 7/11/2012 tarihli ilamı ile
onanmış olup gerekçesi şöyledir:
“Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici
sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine
göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna
uygun olan hükmün (ONANMASINA).”
28. Başvurucuların onama kararına
karşı karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 16/5/2013 tarihli ilamıyla
reddedilmiştir.
29. Bu karar, başvuruculara 28/6/2013
tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular yasal süresi içinde 26/7/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
30. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinde sorumluluğu
genel olarak belirleyen 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka
aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
31. 6098 sayılı Kanun’un haksız
fiillerden doğan borç ilişkilerinde kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince yapı
malikinin sorumluluğunu belirleyen 69. maddesi şöyledir:
“ Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki,
bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan
zararı gidermekle yükümlüdür.
İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan,
malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar.
Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer
kişilere rücu hakkı saklıdır.”
32. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden
doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt
etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı
şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine
ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
33. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların
idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka
suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden
itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 1/12/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 26/7/2013 tarihli ve 2013/5860
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
35. Başvurucular birinci derece
akrabaları olan kişinin ölümü ile ilgili tazminat davasında, taleplerine
hükmedilebilmesi için davalının kusurlu olmasının gerekmediğini ve olayda
davalının kusursuz sorumluluğu bulunduğunun göz ardı edildiğini, söz konusu
olan kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince kamu hizmeti veren ve elektrik
dağıtımı yapan şirketin sorumluluğunun bulunduğunu, anılan şirketin
sorumluluktan kurtuluş kanıtı getirme imkânının bulunmadığını, bunun tek
istisnasının “Tüm emniyet tedbirleri alınmış olsaydı dahi fiil
gerçekleşecekti.” denilebilecek nitelikteki olaylar olduğunu, somut olayda ise
söz konusu demir elektrik direğinin çevresinde emniyet tedbirlerinin
alınmadığını, elektrik direğinin faal olmasına rağmen metruk izlenimi
verdiğini, bu nedenle davalı şirketin alınması gerekli tüm emniyet tedbirlerini
almamasına rağmen Mahkemece, yetersiz bilirkişi raporuna itibar edilmesi
suretiyle kusur durumunda yanılgıya düşülerek davanın reddine karar
verildiğini, Mahkeme ve Daire kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu ve olayın
sadece “kusur sorumluluğu” yönünden değerlendirildiğini belirterek Anayasa'nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam ve 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın
yeniden yapılması ile tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
36. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucuların iddialarının özü, yakınlarının ölümü ile sonuçlanan olaya
ilişkin olarak açtıkları tazminat davasının etkili yürütülmediğine ilişkindir.
Bu nedenle başvurucuların iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınan yaşam hakkı ile ilişkili görülerek değerlendirmenin anılan madde
kapsamında yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
37. Bakanlık görüşünde öncelikle
başvuruya konu olayda şikâyetlerin Anayasa’nın 17.,36. ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. ve 6. maddeleri kapsamında incelenmesinin ve bu
incelemede de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin
içtihatlarının dikkate alınmasının yararlı olacağının değerlendirildiği belirtilmiş;
başvurucuların yaşam haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açısından
başvurunun kabul edilebilirliği bakımından bir değerlendirmede bulunularak
etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğünün maddi yükümlülükten ayrı
ve bağımsız bir yükümlülük hâline geldiği ancak AİHM’in,
Sözleşme’nin 2. maddesi bakımından usul yükümlülüğüne uygunluğunu inceleme
konusundaki zaman bakımından yetkisinin sınırsız olmadığı, bu kapsamda somut
başvuruya konu olayın 22/12/2010 tarihinde gerçekleştiği, bu nedenle başvurunun
zaman bakımından kabul edilebilir olup olmadığı hususunda bir değerlendirme
yapılması gerektiği, ayrıca başvurucular Halis Aktan Uçar ve Yağmur Uçar’ın
Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde tazminat davası açmadıkları,
dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm
başvuru yollarını tüketmedikleri belirtilerek bu başvurucular için başvuru
yollarının tüketilmediği ifade edilmiştir.
38. Bakanlık görüşünde yaşam hakkının
ihlal edildiği iddiasının esas bakımından değerlendirilmesinde ise yine AİHM
içtihatlarına dayanılarak Sözleşme’nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devlete
yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil,
aynı zamanda egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak
için gerekli tedbirleri almalarına dair pozitif yükümlülük de yüklediği ancak
anılan madde kapsamında yetkililerin pozitif yükümlülüklerinin mutlak/koşulsuz
olmadığı, yaşama yönelik varsayılan her tehdidin yetkilileri, riski önlemek
için özel önlemler almaya zorlamayacağı, özel önlemler alma yönündeki görevin,
sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri
ya da bilmeleri gerektiği ve bunun da yetkililerin durum üzerinde belirli
derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkacağı
hatırlatılmaktadır.
39. Bakanlık görüşünde ayrıca somut
olaya ilişkin olarak müteveffa H.U.nun 15/4/1975
doğumlu olup olay tarihi itibarıyla 35 yaşında olduğu, akli dengesinin yerinde
olmadığına ilişkin belge olmadığı gibi bu yönde bir iddia da bulunmadığı, H.U.nun işçi olarak çalışmasının yanında boş zamanlarında
çöp toplayarak geçimini sağladığı, olay günü elektrik direğine çıkarak bakır
teli kesmek istediği sırada elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirdiği,
Mahkemece yapılan yargılamada alınan bilirkişi raporunda “ölüm tehlikesi” uyarı
levhasının okunabilir ve görünür olduğu ancak korkuluk bulunmadığının belirtildiği,
aynı raporda korkuluk olmamasının olayın yaşanmasında etkili olmadığının da
bildirildiği; başvurucuların, genel olarak davalı şirketin kusursuz sorumluluk
ilkeleri çerçevesinde sorumlu olduğunu belirtip devlete atfedilecek bir
kusurdan bahsetmedikleri; müteveffanın yaşı, ruhsal durumu ve olayın oluş şekli
dikkate alındığında olayın insanın öngörülemez davranışı neticesinde
gerçekleştiğinin görüldüğü ve müteveffanın ani gelişen bir süreçte bakır teli
kesmek için elektrik direğine çıkması sonucunda olayın meydana gelmesi
nedeniyle yetkililerin, yaşam hakkına yönelik bir riskin bulunduğunu
bilmelerinin mümkün olmadığının değerlendirildiği ifade edilmiştir.
40. Bakanlık görüşünde, yaşam
hakkının ihlal edildiği iddiasının usul bakımından yapılan değerlendirmesinde
devletin yaşam hakkı kapsamındaki soruşturma açma yükümlülüğünün, başvuruculara
üçüncü taraflara adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı
veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da bir ceza kararıyla sonuçlandırma
yükümlülüğü verdiği anlamına gelmediği; mağdurlara hukuki, idari hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, bu
durumda da AİHM’in görevinin, ulusal mahkemelerin
kullanılan yargı sisteminin caydırıcı etkisinin ve yaşam hakkı ihlallerinin
önlenmesinde bu sistemin oynaması gereken rolün zayıflatılmaması için karara
varırken Sözleşme’nin 2. maddesi ile öngörülen dikkatli inceleme şartını yerine
getirip getirmediğini ya da ne kadar getirdiğini belirlemekten ibaret olduğu
belirtilmiş, bu kapsamda somut olayda yapılan işlemler tek tek sıralanmış ve
yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği iddialarının
değerlendirilmesindeki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade
edilmiştir.
41. Ayrıca Bakanlık görüşünde
başvurucuların elektrik dağıtım şirketi aleyhine açtıkları tazminat davasının,
tazminata karar verilmesini gerektiren kusurunun tespitinde yanılgıya düşülmesi
suretiyle karar verilmesi ve gerekçelendirilmemesine yönelik şikâyetlerinin,
adil yargılanma hakkının alt unsuru olan “gerekçe hakkı”na
ilişkin olduğu, somut olayda Bakanlık tarafından, başvurucuların bu
şikâyetlerine benzer içerikteki başka başvurular hakkında sunulan görüşlerden
farklı bir durumun bulunmadığı, bu nedenle başvurunun bu kısmına ilişkin olarak
görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
42. Başvurucular Bakanlığın görüşüne
karşı sundukları cevaplarında Anayasa Mahkemesinin 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
incelediğini, bu nedenle başvurularının zaman bakımından kabul edilemez
olduğuna ilişkin görüşün yerinde olmadığını, yine başvurucular Halis Aktan Uçar
ve Yağmur Uçar’ın reşit olmamalarından dolayı anneleri başvurucu Perihan
Uçar’ın adı geçenlere velayeten Mahkeme nezdinde
tazminat davası açtığını, bu durumun da söz konusu dava dilekçesi içeriğinden
tespit edilebildiğini, bu nedenle başvuru yollarının tüketilmemesinin de söz
konusu olmadığını belirtmişlerdir.
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin
bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının
doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir
başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları
tarafından yapılabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru
konusu olayda başvurucular; ölen kişinin sırasıyla annesi, babası, eşi ve
çocuklarıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır.
44. Bakanlık görüşünde başvurucular
Halis Aktan Uçar ve Yağmur Uçar’ın Mahkeme nezdinde tazminat davası açmayarak
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için tüm başvuru yollarını
tüketmedikleri ifade edilmiş ise de söz konusu dava dosyasının incelenmesi
neticesinde başvurucu Perihan Uçar’ın adı geçenler adına velayeten
tazminat davası açtığı anlaşıldığından başvuru yollarının tüketilmesi yönünden
bir eksikliğin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
46. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
47. Devletin, Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında negatif bir yükümlülük
olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı
olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki
alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek
diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek
risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
48. Anayasa Mahkemesinin, yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği
temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm
imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı
tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka
yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve
yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun
veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alındığında pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 52, 53).
49. Ayrıca usul yükümlülüğünün bir
olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün
ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem
kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza davası
açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).
50. Bununla birlikte ölüm olayını
aydınlatmak üzerine yürütülen ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi
öncelikleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece
hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili
olması ve başvurulan makamın, ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip
bulunması gereklidir. Ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam
etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme
ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru yolunun
etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir
Canan, § 26; Filiz Aka,
B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
51. Yürütülecek soruşturmalarda makul
bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur.
Elbette bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine
engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve
devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan
olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun
üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü
gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi
açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz
Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014,§ 96; Filiz Aka, § 29).
52. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı
sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak
tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine
getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin
yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede
derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki
yargı sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin
önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319,
16/7/2014, § 110; Filiz Aka, §
33).
53. Somut olayda başvurucular,
yakınlarının ölümüne devletin bir görevlisinin neden olduğunu ileri sürmemiş,
devlete atfedilecek bir kusurdan bahsetmemiş, yakınlarının yaşamına yönelik
olarak devletin yetkili makamlarınca bilinen ya da bilinmesi gereken gerçek ve
yakın bir tehdidin bulunduğuna; devletin, yakınlarının maddi ve manevi
varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlü
olmasına rağmen yaşamını korumak için fiili tedbirler almadığına ilişkin bir
iddiada da bulunmamışlardır.
54. Somut olayda başvurucular, olay
hakkında yapılan ceza soruşturmasına şikâyetçi olarak katılmamışlar ve varsa
sorumlulukları olanların da cezalandırılmalarını talep etmemişlerdir.
Başvurucuların herhangi bir idari eylem nedeniyle zarara uğradıklarını ileri
sürerek olaydan dolayı ilgili idareye başvurup haklarının yerine getirilmesini
istemedikleri de görülmüştür.
55. Somut olayda müteveffanın yaşı,
ruhsal durumu ve olayın oluş şekli dikkate alındığında olayın, müteveffanın
öngörülemez davranışı neticesinde gerçekleştiğinin açıkça görüldüğü ve
müteveffanın ani gelişen kasıtla elektrik direğine çıkması sonucunda ölüm
olayının meydana geldiği, dolayısıyla yetkililerin yaşam hakkına yönelik bir
riskin bulunduğunu bilmelerinin ya da bilmeleri gerektiğinin söylenebilmesinin
mümkün olmadığı, aksinin kabulünün yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak
bir yorum olacağı aşikârdır.
56. Başvurucuların şikâyeti, sadece
yakınlarının ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin olarak olayda ihmali olduğunu
ileri sürdükleri şirket aleyhine açtıkları davayla sınırlıdır. Somut olayın
kendine özgü koşulları dikkate alındığında başvuruya konu davanın,
başvurucuların yaşam haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkin hak ihlalini
karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilme bakımından yeterli
bir telafi sağlayabildiğine şüphe bulunmamaktadır. Zira davaya bakmakla yetkili
Mahkemenin, ihlal iddiasının özünü ele alıp inceleyebilme yetkisine sahip
olduğu ve verebileceği bir tazminat kararının, ihlal için uygun bir giderim
imkânı sağladığı görülmektedir.
57. Bu itibarla başvuruya konu olay,
devletin yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamındaki “etkili
yargısal sistem kurma”ya ilişkin usul yükümlülüğüne
bağlı olarak incelenmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu tür olaylara ilişkin
başvurulara yönelik inceleme görevi, kullanılan yargı sisteminin yaşam hakkı
ihlallerinin önlenmesinde bu sistemin oynaması gereken rolün zayıflatılmaması
için mahkemelerin karara varırken Anayasa’nın 17. maddesi ile öngörülen
derinlikli ve özenli inceleme şartını yerine getirip getirmediğini ya da ne
ölçüde getirdiğini belirlemekten ibarettir.
58. Somut olayda başvurucuların bu
kapsamda değerlendirilen şikâyetlerinde yakınlarının ölümünden sorumlu olduğunu
düşündükleri şirket aleyhine açtıkları tazminat davasında, yetersiz bilirkişi
raporu dayanak yapılmak suretiyle hukuka aykırı bir karar verilip bu tür
olaylarda söz konusu olan “sorumluluğa” ilişkin hukuk kurallarının
uygulanmasında yanılgıya düşüldüğünü ve Derece Mahkemesi kararların gerekçeden
yoksun olduğunu ileri sürdükleri görülmüştür.
59. Somut tazminat davası bu bağlamda
incelendiğinde (bkz. §§ 18-28) yargılama sürecine dâhil olan bilirkişi ve
hâkimlerin bağımsız ya da tarafsız olmadığını gösteren herhangi bir bulguya
rastlanmadığı, yargılamanın kanun yolu incelemesi de dâhil tüm aşamalarında
yeterli hız ve özende yapılıp makul bir sürede sonlandırıldığı, duruşmaların
belirli tarih aralıklarıyla ve düzenli bir şekilde yapıldığı, ceza soruşturması
dosyasının ilgili Cumhuriyet Başsavcılığından getirtilip incelendiği, ölüm
olayı ve dava konusu yapılan hususlara ilişkin yeterli uzmanlığı bulunan
bilirkişi refakatinde mahallinde keşif yapıldığı, olayın tanıklarının
mahallinde ve bu keşif sırasında dinlendiği, sonrasında bilirkişiden olaya ve
tarafların sorumluluklarına ilişkin ayrıntılı ve kapsamlı bir rapor alınması
suretiyle ölüm olayıyla bağlantılı tüm delillerin toplandığı, bir avukat
tarafından temsil edilen başvurucuların meşru çıkarlarının korunması için söz
konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, bu
bağlamda başvurucuların vekilleri aracılığıyla duruşmalarda temsil
edilebildikleri, dava dosyasına bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan
delillerden haberdar edildikleri ve bunlardan aleyhlerine olduğunu
düşündüklerine itiraz edebildikleri görülmüştür.
60. Ayrıca Mahkeme, davayı
reddetmesine ilişkin gerekçesinde olayla ilgili olarak topladığı tüm delillere
dayanarak başvurucuların ve karşı tarafın ileri sürdükleri bütün hususları
değerlendirmiş ve olayda davalı şirketin sorumluluğunun incelenmesini
gerektirecek bir durumun bulunmadığını takdir ettiğini bildirmiştir. Bu karar
Yargıtay tarafından Mahkemenin dayandığı deliller,
kanuni gerektirici sebepler ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik
görülmediği gerekçesiyle onanmıştır. Kanun yolu incelemesi yapan merciin,
yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi
kullanarak veya aynı atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş
olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi,
B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57). Bunun sonucunda söz konusu kararların
başvurucular tarafından ileri sürüldüğü gibi gerekçeden yoksun olduğunu
söyleyebilmek mümkün değildir.
61. Bu nedenle Anayasa’nın 17.
maddesi ile güvence altına alınan devletin pozitif yükümlülüğü kapsamındaki
usul yükümlülüğüne bağlı olarak yapılan inceleme sonucunda başvuruya konu ölüm
olayına ilişkin yargılamada, Derece Mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin
öngördüğü derinlikte ve özenli bir inceleme yapma şartını yerine getirmedikleri
yönünde herhangi bir eksiklik saptanmayıp başvuruda bir ihlalin olmadığının
açık olduğu anlaşıldığından başvurunun
açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkı kapsamındaki etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderinin tahsilinin başvurucuların mağduriyetine sebep olacağı anlaşıldığından
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuların yargılama giderini ödemekten
tamamen MUAF TUTULMALARINA
1/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.