TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
PERİHAN UÇAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5860)
Karar Tarihi: 1/12/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Nahit GEZGİN
Başvurucu
1. Perihan UÇAR
2. Halis UÇAR
3. Güler UÇAR
4. Halis Aktan UÇAR
5. Yağmur UÇAR
Vekili
Av. Yüksel SİPAHİ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ölümle sonuçlanan olaya ilişkin tazminat davasının kusursuz sorumluluk ilkesi göz ardı edilerek gerekçeden yoksun bir şekilde reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/12/2014 tarihinde başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 8/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık, görüşünü 20/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüşü başvuruculara bildirilmiş olup başvurucular söz konusu görüşe karşı 14/8/2015 tarihinde beyanda bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların birinci derecede yakını olan 1975 doğumlu H.U. olay tarihinde bir özel işletmede işçi statüsünde çalışmakta ve aynı zamanda ailesine ek gelir sağlamak amacıyla geri dönüşümü mümkün olan atık malzemeleri çöplerden toplayıp satmaktadır.
9. H.U., 22/12/2010 tarihinde evinden atık malzeme toplamak için ayrılmış; akabinde olayın meydana geldiği yerdeki yüksek gerilim hattı taşıyan elektrik direğine, söz konusu direkte bulunan bakır iletkenini kesmek için çıkmış ancak yanında bulunan -yan keski diye tabir edilen- aletle bakır iletkeni kesmek isterken elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirmiştir.
1. Ceza Soruşturması Süreci
10. Olayın hemen akabinde Menderes Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından resen başlatılan ceza soruşturmasında olay yeri incelemesi, ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmıştır.
11. Adli Tıp Kurumu İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi, 14/2/2011 tarihli raporunda ölenin vücudundan elektrik akımının geçmesi nedeniyle yaşamını yitirdiğinin kesin olarak belirlendiğini bildirmiştir.
12. Söz konusu raporda ölenin dış muayenesine ilişkin tespitlerde, sol el ayası ile sağ el ayası ve sağ el sırtı dış kısmında 0,5-1 cm ebadında ısı etkisi ile oluşmuş krater görünümlü yanık sahalarının tespit edildiği, adı geçenin vücudunda harici başka bir bulguya -ateşli silah, kesici delici alet yarası gibi- rastlanmadığı da bildirilmiştir.
13. Olay yerinde yapılan inceleme sonucunda Menderes Olay Yeri ve Kimlik Tespit Grup Amirliği tarafından rapor düzenlenmiş olup olay yerinin, krokisinin çizilmesinin yanında fotoğrafları da çekilmiştir.
14. Soruşturma kapsamında elektrik dağıtım şirketinin Menderes işletme başmühendisi de tanık sıfatıyla dinlenmiş, adı geçen kişi ifadesinde özetle “elektrik direğinin faal olduğunu, normal şartlarda yürüyen bir insana zarar verecek konumda olmadığını ve ölen H.U.’nun söz konusu direğe çıkması nedeniyle olayın meydana geldiğini düşündüğünü” belirtmiştir.
15. Müteveffanın eşi olan başvurucu Güler Uçar, soruşturma kapsamında olayın hemen ardından mağdur sıfatıyla verdiği ifadesinde kimseden şikâyetçi olmadığını söylemiştir.
16. Soruşturmada, diğer başvurucuların müşteki sıfatıyla ifade vermedikleri, dosyaya şikâyet dilekçesi de ibraz etmedikleri anlaşılmıştır.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı 17/2/2011 tarihli kararıyla olay hakkında “ hurdacılık işiyle uğraşan müteveffa H.U.’nun atıl olduğu düşüncesiyle çıkmış olduğu Menderes ilçesi Görece Mahallesi Ahmet Necdet Sezer Bulvarındaki bir elektrik direğinde, elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiği, bu olayın meydana gelmesinde ölenin kendi ihmali dışında başka bir şahsın kusur ve etkisinin bulunmadığı ve ortada adli soruşturma konusu yapabilecek bir suç olmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiş olup başvurucular bu karara itiraz etmemişlerdir.
2. Tazminat Davası Süreci
18. Başvurucu Güler Uçar kendi adına asaleten, ölenle müşterek çocukları olan Yağmur Uçar ve Halis Aktan Uçar adına velayeten, ölenin annesi olan başvurucu Perihan Uçar ve babası olan başvurucu Halis Uçar da kendi adlarına asaleten olmak üzere olayın gerçekleştiği elektrik direğinden sorumlu elektrik dağıtım şirketi aleyhine müşterek vekilleri aracılığıyla 26/1/2011 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.
19. Açılan davaya ilişkin yargılamada Mahkemece 24/10/2011 tarihinde olay yerinde elektrik mühendisi bilirkişisi refakatinde keşif yapılmış olup keşif sonrasında alınan 14/11/2011 havale tarihli bilirkişi raporunun ilgili bölümleri şöyledir:
“…E- TESPİTLERİM: 24.10.2011 günü mahkeme heyeti ile birlikte mahallinde yapılan keşif ile davaya konu ENH direği ve direğin bulunduğu mahal tarafımdan detaylı bir şekilde incelenmiş olup, söz konusu direğin mevcut durumunu gösterir fotoğraflar aşağıda sunulmuştur. Aşağıda fotoğraflardan görüldüğü gibi, davaya konu direğin kafes tipi demir direk olduğu, ayrıca direğin daha önce trafo direği olarak kullanıldığı, trafonun söküldüğü, halen trafo kaidesinin, ayırıcının ve ENH’dan alınan branşmana ait tırnaklı klemensler ve iletkenlerin hat üzerinde mevcut olduğu görülmektedir.
F- DEĞERLENDİRME: Merhum H.U.’nun G… A.Ş.’ye ait direğe çıkması ve elektrik enerjisine maruz kalarak yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olayda, …
Öncelikle sayın davacı) vekilinin dilekçesinde belirtmiş olduğu, demir direk yerine beton direk yapılmış olsaydı ve ST37 değerine eş değer çelik kullanılması gerektiği hususundaki görüşleri incelendiğinde, Demir direkler: Her türlü gerilim kademesinde kullanabilen, demir çelikten yapılmış direklerdir. Demir direkler boyalı-kaynaklı ve galvanizli-cıvalı olarak üretilir. Yapılarında I,U,L şeklinde profiller kullanılır. Demir direkler, beton direklere göre de daha hafiftir. Demir direkler iletkenlerin her türlü tertip şekline uygulanabilir. Herhangi bir sebeple meydana gelebilecek direk arızalarının tamir edilmesi de kolaydır. Ancak beton direklere göre bakım ve işletme masrafları daha fazladır. Beton direkler ise çimento, su ve katkı maddelerinin uygun oranlarda karıştırılmasıyla elde edilen beton ile yüksek dayanımlı çelik tel veya çelik çubukların kullanılmasıyla elde edilir. Bu direklerin tepe kuvvetleri demir direklere nazaran daha azdır. Bu nedenle daha büyük tepe kuvveti ve hat tertibi farklı olan yerlerde demir direk kullanımı tercih edilir. Nitekim olaya konu ENH’nın tüm direklerinin dolayısıyla olayın meydana geldiği direğin de demir olarak seçildiği ve projelendirildiği anlaşılmaktadır. Çizelge 14’de verilen ST37 değerinin bir çelik çeşidi olduğu, malzeme kalitesini gösterdiği, direğin yapımı ile ilgili bir husus olduğu, dolayısıyla gerek direğin demir direk olarak projelendirilmiş olması gerekse çelik kalitesi ile ilgili olarak olayın meydana gelmesinde bir rollerinin olmadığı açıktır.
Sayın vekil tarafından gerek ‘Kuvvetli Akım Yönetmeliği’ gerekse ‘Elektrik İç Tesisleri Yönetmeliği’ hükümlerine uygun olarak koruma önlemlerinin yeterince alınıp alınmadığı, alınmış ise önlemlerin yeterince denetlenip, denetlenmediğinin araştırılmasının olayda fayda sağlayabileceği belirtilmektedir. Mahallinde yapılan inceleme ile ENH’nın çok uzun bir süredir kullanılmakta olduğu, olayın meydana geldiği direğin daha önce yan tarafta bulunan akaryakıt satış istasyonuna ait trafonun bulunduğu direk olduğu görülmüş olup, tüm uygulamalarda olduğu gibi ENH’nın proje müellifince mevcut teknik şartnameler ve yasal zorunluluklar dikkate alınarak yapılan ve idarece onaylanan proje doğrultusunda yapıldığı, bir başka deyişle sonradan direğe herhangi bir ilavenin yapılmadığı, direğin ilk günkü hali ile mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda sayın davacı vekili tarafından direğin metruk halde olduğu yönündeki değerlendirmesinin (ENH’da görülen eskimenin) sadece direklerde görülen paslanmalardan ibaret olduğu, olayın meydana gelmesiyle bir illiyet bağının söz konusu olmadığı açıktır.
Sayın vekil tarafından yönetmeliğe göre direkte korkuluk bulunması gerektiği oysa olaya konu direkte korkuluğun bulunmadığı, koruyucu önlemin olması halinde merhumun bu tarz bir durumu yaşamayacağını beyan ettiği görülmektedir. Söz konusu korkuluğun sadece bir önlem olduğu, tek başına direğin üzerine çıkılmasını engellemeye yeter bir çözüm olmadığı açıktır. Nitekim olaya konu direğin boyu, direk üzerinde trafo, trafo platformu, ayırıcı, ayırıcı kolu olduğu, bu cihazların belirli bir mesafe ile direğe yerleştirilmeleri gerektiği dikkate alındığında, yerden 4 metre yüksekliğe korkuluğun konmasının mümkün olmadığı, daha aşağıda bir seviyede de korkuluk konulmasının çok anlamlı olmadığı görülmektedir. Dosyada mevcut ve yukarıda sunulan fotoğraflar incelendiğinde, merhumun direkte ayırıcı üzerinde bulunduğu, ayırıcıya tam olarak oturduğu görülmektedir. Direğin kafes direk şeklinde olması nedeniyle çapraz profillerden istifade ile bu noktaya çıkabildiği, ayırıcının çıkışa engel olacak şekilde direğe göre bir miktar çıkıntılı olmasına rağmen bu noktaya ulaşabildiği, aynı şekilde direkte korkuluk olması halinde de bu engeli kolaylıkla aşabileceği kanaatindeyim. Bu anlamda korkuluğun direğe çıkılmasını tek başına önlemeye yeter olmadığı, merhumun direğe çıkmasını engellemeyeceğini dikkate alarak, olayın meydana gelmesinde bir illiyet bağının olmadığı kanaatindeyim.
SONUÇ VE KANAAT: Merhum H.U.’nun G… A.Ş.’ye ait direğe çıkması ve elektrik enerjisine maruz kalarak yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olayda; davalı şirkete ait ENH direğinin tüm uygulamalarda olduğu gibi proje müellifince mevcut teknik şartnameler ve yasal zorunluluklar dikkate alınarak yapılan ve idarece onaylanan proje doğrultusunda yapıldığı, direğin ilk günkü hali ile mevcut olduğu, merhumun kendi isteği ile enerji olan direğe çıktığı ve müessif olayın meydana geldiği görülmektedir. Bu nedenle olaya konu direğin mevcut halinin şartnamelere ve yönetmeliklere uygun olduğu, olayın meydana gelmesiyle teknik anlamda bir illiyet bağının söz konusu olmadığı (kanaatindeyim).”
20. Aynı raporda söz konusu elektrik direğinin üzerinde “ölüm tehlikesi” uyarı yazısı olan bir levhanın bulunduğu, söz konusu levhanın eskimiş olmakla birlikte üzerindeki yazının dikkat çekecek şekilde okunabilir ve görünür hâlde olduğu da tespit bölümünde yer verilen fotoğraflara ilişkin açıklamalar hanesinde belirtilmiştir.
21. Olay yerinde yapılan keşif sırasında davalı tanıkları da dinlenilmiş olup adı geçenlerin ifadelerinde özetle “olay yerine yapılan ihbar üzerine geldiklerinde, öleni elektrik direğinde gördüklerini, yanında ‘yan keski’ diye tabir edilen bir alet olduğunu, direkte ölenin keski ile kesmeye çalıştığını düşündükleri telden başka herhangi bir kesik veya sarkık bir tel olmadığını” bildirdikleri anlaşılmaktadır.
22. Keşif mahallinde hazır bulunan başvurucular vekilinin, bilirkişi raporunun hazırlanmasından sonra beyanda bulunacağını ve dinlenen tanık anlatımlarında aleyhe olan hususları kabul etmediğini bildirdiği anlaşılmıştır.
23. Söz konusu bilirkişi raporu, başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucular, vekilleri aracılığıyla söz konusu rapora itiraz etmişler ve raporda tespit edilen hususları kabul etmediklerini bildirmişlerdir.
24. Mahkemece ceza soruşturması dosyası Cumhuriyet Başsavcılığından getirtilerek incelenmiş ve onaylı suretleri dava dosyası içeriğine alınmıştır.
25. Mahkemece 26/1/2011 tarihinde açılan davaya ilişkin olarak 18/3/2011 tarihinde duruşmalı inceleme yapılmaya başlanan yargılamanın, altı duruşma sonunda 28/12/2011 tarihinde bitirildiği, başvurucular vekilinin 6/5/2011 tarihinde yapılan duruşmada cevap dilekçesini inceleyip beyanda bulunmak için süre istediği, 15/6/2011 tarihinde yapılan duruşma öncesinde mesleki mazeret bildirerek duruşmanın ertelenmesini istediği, 23/11/2011 tarihinde yapılan duruşmada ise bir hafta önce tebliğ edilen bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere ek süre talep ettiği görülmüştür.
26. Mahkeme 28/12/2011 tarihli ve K.2011/1036 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Menderes Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/3734 soruşturma numaralı dosyasının bir sureti incelenmek üzere dosyamıza celp edilmiştir.
24/10/2011 tarihinde olay yerinde keşif icra edilmiş, teknik bilirkişi Ş.B.’nin 14/10/2011 havale tarihli raporunda, merhum H.U.’nun yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olayda, davalı şirkete ait elektrik direğinin mevcut halinin, şartnamelere ve yönetmeliklere uygun olduğu, olayın meydana gelmesi ile teknik anlamda bir illiyet bağının söz konusu olmadığı beyan edilmiştir.
Yapılan yargılamaya ve toplanan delillere göre; davacıların murisi H.U.’nun 22/12/2010 günü Menderes yolu eski benzinlik yakınındaki elektrik direğine çıkıp yan keski ile 0,8 bakır iletkenini kesmek isterken, elektriğe çarpılıp direk üzerinde asılı kaldığı ve bu şekilde vefat ettiği, Menderes Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan hazırlık soruşturması sonunda olayın meydana gelmesinde ölenin kendi ihmali dışında herhangi bir şahsın kusur ve etkisinin bulunmadığı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, 10/10/2011 tarihli Ş.B. imzalı bilirkişi raporuna göre de, davalı şirkete ait elektrik direğinin yasal zorunluluklara ve şartlara uygun olduğu ve ilk günkü haliyle mevcut olduğu, muris H.U.’nun kendi isteği ile elektrik direğine çıktığı, olayda davalı kurumun herhangi bir kusur ve ihmalinin bulunmadığı anlaşıldığından, davanın reddine (karar verilmiştir).”
27. Başvurucuların temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin (Daire) 7/11/2012 tarihli ilamı ile onanmış olup gerekçesi şöyledir:
“Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün (ONANMASINA).”
28. Başvurucuların onama kararına karşı karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 16/5/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
29. Bu karar, başvuruculara 28/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular yasal süresi içinde 26/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
30. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinde sorumluluğu genel olarak belirleyen 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
31. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinde kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince yapı malikinin sorumluluğunu belirleyen 69. maddesi şöyledir:
“ Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür.
İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar.
Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı saklıdır.”
32. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
33. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 1/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 26/7/2013 tarihli ve 2013/5860 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
35. Başvurucular birinci derece akrabaları olan kişinin ölümü ile ilgili tazminat davasında, taleplerine hükmedilebilmesi için davalının kusurlu olmasının gerekmediğini ve olayda davalının kusursuz sorumluluğu bulunduğunun göz ardı edildiğini, söz konusu olan kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince kamu hizmeti veren ve elektrik dağıtımı yapan şirketin sorumluluğunun bulunduğunu, anılan şirketin sorumluluktan kurtuluş kanıtı getirme imkânının bulunmadığını, bunun tek istisnasının “Tüm emniyet tedbirleri alınmış olsaydı dahi fiil gerçekleşecekti.” denilebilecek nitelikteki olaylar olduğunu, somut olayda ise söz konusu demir elektrik direğinin çevresinde emniyet tedbirlerinin alınmadığını, elektrik direğinin faal olmasına rağmen metruk izlenimi verdiğini, bu nedenle davalı şirketin alınması gerekli tüm emniyet tedbirlerini almamasına rağmen Mahkemece, yetersiz bilirkişi raporuna itibar edilmesi suretiyle kusur durumunda yanılgıya düşülerek davanın reddine karar verildiğini, Mahkeme ve Daire kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu ve olayın sadece “kusur sorumluluğu” yönünden değerlendirildiğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam ve 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yeniden yapılması ile tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü, yakınlarının ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin olarak açtıkları tazminat davasının etkili yürütülmediğine ilişkindir. Bu nedenle başvurucuların iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile ilişkili görülerek değerlendirmenin anılan madde kapsamında yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
37. Bakanlık görüşünde öncelikle başvuruya konu olayda şikâyetlerin Anayasa’nın 17.,36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. ve 6. maddeleri kapsamında incelenmesinin ve bu incelemede de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarının dikkate alınmasının yararlı olacağının değerlendirildiği belirtilmiş; başvurucuların yaşam haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açısından başvurunun kabul edilebilirliği bakımından bir değerlendirmede bulunularak etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğünün maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline geldiği ancak AİHM’in, Sözleşme’nin 2. maddesi bakımından usul yükümlülüğüne uygunluğunu inceleme konusundaki zaman bakımından yetkisinin sınırsız olmadığı, bu kapsamda somut başvuruya konu olayın 22/12/2010 tarihinde gerçekleştiği, bu nedenle başvurunun zaman bakımından kabul edilebilir olup olmadığı hususunda bir değerlendirme yapılması gerektiği, ayrıca başvurucular Halis Aktan Uçar ve Yağmur Uçar’ın Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde tazminat davası açmadıkları, dolayısıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarını tüketmedikleri belirtilerek bu başvurucular için başvuru yollarının tüketilmediği ifade edilmiştir.
38. Bakanlık görüşünde yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının esas bakımından değerlendirilmesinde ise yine AİHM içtihatlarına dayanılarak Sözleşme’nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devlete yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil, aynı zamanda egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair pozitif yükümlülük de yüklediği ancak anılan madde kapsamında yetkililerin pozitif yükümlülüklerinin mutlak/koşulsuz olmadığı, yaşama yönelik varsayılan her tehdidin yetkilileri, riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamayacağı, özel önlemler alma yönündeki görevin, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve bunun da yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkacağı hatırlatılmaktadır.
39. Bakanlık görüşünde ayrıca somut olaya ilişkin olarak müteveffa H.U.nun 15/4/1975 doğumlu olup olay tarihi itibarıyla 35 yaşında olduğu, akli dengesinin yerinde olmadığına ilişkin belge olmadığı gibi bu yönde bir iddia da bulunmadığı, H.U.nun işçi olarak çalışmasının yanında boş zamanlarında çöp toplayarak geçimini sağladığı, olay günü elektrik direğine çıkarak bakır teli kesmek istediği sırada elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirdiği, Mahkemece yapılan yargılamada alınan bilirkişi raporunda “ölüm tehlikesi” uyarı levhasının okunabilir ve görünür olduğu ancak korkuluk bulunmadığının belirtildiği, aynı raporda korkuluk olmamasının olayın yaşanmasında etkili olmadığının da bildirildiği; başvurucuların, genel olarak davalı şirketin kusursuz sorumluluk ilkeleri çerçevesinde sorumlu olduğunu belirtip devlete atfedilecek bir kusurdan bahsetmedikleri; müteveffanın yaşı, ruhsal durumu ve olayın oluş şekli dikkate alındığında olayın insanın öngörülemez davranışı neticesinde gerçekleştiğinin görüldüğü ve müteveffanın ani gelişen bir süreçte bakır teli kesmek için elektrik direğine çıkması sonucunda olayın meydana gelmesi nedeniyle yetkililerin, yaşam hakkına yönelik bir riskin bulunduğunu bilmelerinin mümkün olmadığının değerlendirildiği ifade edilmiştir.
40. Bakanlık görüşünde, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının usul bakımından yapılan değerlendirmesinde devletin yaşam hakkı kapsamındaki soruşturma açma yükümlülüğünün, başvuruculara üçüncü taraflara adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da bir ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği anlamına gelmediği; mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, bu durumda da AİHM’in görevinin, ulusal mahkemelerin kullanılan yargı sisteminin caydırıcı etkisinin ve yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde bu sistemin oynaması gereken rolün zayıflatılmaması için karara varırken Sözleşme’nin 2. maddesi ile öngörülen dikkatli inceleme şartını yerine getirip getirmediğini ya da ne kadar getirdiğini belirlemekten ibaret olduğu belirtilmiş, bu kapsamda somut olayda yapılan işlemler tek tek sıralanmış ve yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği iddialarının değerlendirilmesindeki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
41. Ayrıca Bakanlık görüşünde başvurucuların elektrik dağıtım şirketi aleyhine açtıkları tazminat davasının, tazminata karar verilmesini gerektiren kusurunun tespitinde yanılgıya düşülmesi suretiyle karar verilmesi ve gerekçelendirilmemesine yönelik şikâyetlerinin, adil yargılanma hakkının alt unsuru olan “gerekçe hakkı”na ilişkin olduğu, somut olayda Bakanlık tarafından, başvurucuların bu şikâyetlerine benzer içerikteki başka başvurular hakkında sunulan görüşlerden farklı bir durumun bulunmadığı, bu nedenle başvurunun bu kısmına ilişkin olarak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
42. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı sundukları cevaplarında Anayasa Mahkemesinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları incelediğini, bu nedenle başvurularının zaman bakımından kabul edilemez olduğuna ilişkin görüşün yerinde olmadığını, yine başvurucular Halis Aktan Uçar ve Yağmur Uçar’ın reşit olmamalarından dolayı anneleri başvurucu Perihan Uçar’ın adı geçenlere velayeten Mahkeme nezdinde tazminat davası açtığını, bu durumun da söz konusu dava dilekçesi içeriğinden tespit edilebildiğini, bu nedenle başvuru yollarının tüketilmemesinin de söz konusu olmadığını belirtmişlerdir.
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucular; ölen kişinin sırasıyla annesi, babası, eşi ve çocuklarıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
44. Bakanlık görüşünde başvurucular Halis Aktan Uçar ve Yağmur Uçar’ın Mahkeme nezdinde tazminat davası açmayarak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için tüm başvuru yollarını tüketmedikleri ifade edilmiş ise de söz konusu dava dosyasının incelenmesi neticesinde başvurucu Perihan Uçar’ın adı geçenler adına velayeten tazminat davası açtığı anlaşıldığından başvuru yollarının tüketilmesi yönünden bir eksikliğin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
46. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
47. Devletin, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
48. Anayasa Mahkemesinin, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alındığında pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 52, 53).
49. Ayrıca usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).
50. Bununla birlikte ölüm olayını aydınlatmak üzerine yürütülen ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi öncelikleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın, ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
51. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014,§ 96; Filiz Aka, § 29).
52. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki yargı sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).
53. Somut olayda başvurucular, yakınlarının ölümüne devletin bir görevlisinin neden olduğunu ileri sürmemiş, devlete atfedilecek bir kusurdan bahsetmemiş, yakınlarının yaşamına yönelik olarak devletin yetkili makamlarınca bilinen ya da bilinmesi gereken gerçek ve yakın bir tehdidin bulunduğuna; devletin, yakınlarının maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlü olmasına rağmen yaşamını korumak için fiili tedbirler almadığına ilişkin bir iddiada da bulunmamışlardır.
54. Somut olayda başvurucular, olay hakkında yapılan ceza soruşturmasına şikâyetçi olarak katılmamışlar ve varsa sorumlulukları olanların da cezalandırılmalarını talep etmemişlerdir. Başvurucuların herhangi bir idari eylem nedeniyle zarara uğradıklarını ileri sürerek olaydan dolayı ilgili idareye başvurup haklarının yerine getirilmesini istemedikleri de görülmüştür.
55. Somut olayda müteveffanın yaşı, ruhsal durumu ve olayın oluş şekli dikkate alındığında olayın, müteveffanın öngörülemez davranışı neticesinde gerçekleştiğinin açıkça görüldüğü ve müteveffanın ani gelişen kasıtla elektrik direğine çıkması sonucunda ölüm olayının meydana geldiği, dolayısıyla yetkililerin yaşam hakkına yönelik bir riskin bulunduğunu bilmelerinin ya da bilmeleri gerektiğinin söylenebilmesinin mümkün olmadığı, aksinin kabulünün yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak bir yorum olacağı aşikârdır.
56. Başvurucuların şikâyeti, sadece yakınlarının ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin olarak olayda ihmali olduğunu ileri sürdükleri şirket aleyhine açtıkları davayla sınırlıdır. Somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alındığında başvuruya konu davanın, başvurucuların yaşam haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkin hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilme bakımından yeterli bir telafi sağlayabildiğine şüphe bulunmamaktadır. Zira davaya bakmakla yetkili Mahkemenin, ihlal iddiasının özünü ele alıp inceleyebilme yetkisine sahip olduğu ve verebileceği bir tazminat kararının, ihlal için uygun bir giderim imkânı sağladığı görülmektedir.
57. Bu itibarla başvuruya konu olay, devletin yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamındaki “etkili yargısal sistem kurma”ya ilişkin usul yükümlülüğüne bağlı olarak incelenmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu tür olaylara ilişkin başvurulara yönelik inceleme görevi, kullanılan yargı sisteminin yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde bu sistemin oynaması gereken rolün zayıflatılmaması için mahkemelerin karara varırken Anayasa’nın 17. maddesi ile öngörülen derinlikli ve özenli inceleme şartını yerine getirip getirmediğini ya da ne ölçüde getirdiğini belirlemekten ibarettir.
58. Somut olayda başvurucuların bu kapsamda değerlendirilen şikâyetlerinde yakınlarının ölümünden sorumlu olduğunu düşündükleri şirket aleyhine açtıkları tazminat davasında, yetersiz bilirkişi raporu dayanak yapılmak suretiyle hukuka aykırı bir karar verilip bu tür olaylarda söz konusu olan “sorumluluğa” ilişkin hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya düşüldüğünü ve Derece Mahkemesi kararların gerekçeden yoksun olduğunu ileri sürdükleri görülmüştür.
59. Somut tazminat davası bu bağlamda incelendiğinde (bkz. §§ 18-28) yargılama sürecine dâhil olan bilirkişi ve hâkimlerin bağımsız ya da tarafsız olmadığını gösteren herhangi bir bulguya rastlanmadığı, yargılamanın kanun yolu incelemesi de dâhil tüm aşamalarında yeterli hız ve özende yapılıp makul bir sürede sonlandırıldığı, duruşmaların belirli tarih aralıklarıyla ve düzenli bir şekilde yapıldığı, ceza soruşturması dosyasının ilgili Cumhuriyet Başsavcılığından getirtilip incelendiği, ölüm olayı ve dava konusu yapılan hususlara ilişkin yeterli uzmanlığı bulunan bilirkişi refakatinde mahallinde keşif yapıldığı, olayın tanıklarının mahallinde ve bu keşif sırasında dinlendiği, sonrasında bilirkişiden olaya ve tarafların sorumluluklarına ilişkin ayrıntılı ve kapsamlı bir rapor alınması suretiyle ölüm olayıyla bağlantılı tüm delillerin toplandığı, bir avukat tarafından temsil edilen başvurucuların meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, bu bağlamda başvurucuların vekilleri aracılığıyla duruşmalarda temsil edilebildikleri, dava dosyasına bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar edildikleri ve bunlardan aleyhlerine olduğunu düşündüklerine itiraz edebildikleri görülmüştür.
60. Ayrıca Mahkeme, davayı reddetmesine ilişkin gerekçesinde olayla ilgili olarak topladığı tüm delillere dayanarak başvurucuların ve karşı tarafın ileri sürdükleri bütün hususları değerlendirmiş ve olayda davalı şirketin sorumluluğunun incelenmesini gerektirecek bir durumun bulunmadığını takdir ettiğini bildirmiştir. Bu karar Yargıtay tarafından Mahkemenin dayandığı deliller, kanuni gerektirici sebepler ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle onanmıştır. Kanun yolu incelemesi yapan merciin, yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya aynı atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57). Bunun sonucunda söz konusu kararların başvurucular tarafından ileri sürüldüğü gibi gerekçeden yoksun olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir.
61. Bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesi ile güvence altına alınan devletin pozitif yükümlülüğü kapsamındaki usul yükümlülüğüne bağlı olarak yapılan inceleme sonucunda başvuruya konu ölüm olayına ilişkin yargılamada, Derece Mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü derinlikte ve özenli bir inceleme yapma şartını yerine getirmedikleri yönünde herhangi bir eksiklik saptanmayıp başvuruda bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamındaki etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin tahsilinin başvurucuların mağduriyetine sebep olacağı anlaşıldığından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuların yargılama giderini ödemekten tamamen MUAF TUTULMALARINA
1/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.