TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEYİTHAN AKKUŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4267)
|
|
Karar Tarihi: 24/2/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Basvurucu
|
:
|
Seyithan AKKUŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından bazı köy
sakinlerinin öldürüldüğü, kardeşinin konutuna zarar verildiği, başvurucunun
hayvanlarının telef edildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun
yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin
yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/12/2014 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/12/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından 14/7/1993 tarihinde
Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyü Yıldızkaya mezrasına yapılan baskında hayvanlarının telef
olduğunu, kardeşi A.K.nın
konutuna silahla ateş açılması sonucu konutunun hasar gördüğünü, köy
sakinlerinden E.B.nin öldürüldüğünü ve M.B.nin yaralandığını beyan etmiş ve bu öznel durumundan
kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını
iddia etmiştir.
7. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
8. Komisyon 7/1/2011 tarihli ve 2011/1-184 sayılı kararında;
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer
alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Sarıyayla
köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle
talebin reddine karar vermiştir.
9. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
10. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/640,
K.2011/1314 sayılı kararı ile Sarıyayla köyünün Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarından oluştuğu, Batman İl Jandarma
Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarının 1993-2000 tarihleri arasında kısmen
boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, 1987-2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ile gönüllü köy
korucusunun görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, köy korucularının
ailelerinin dışında köyde yaşayan 25 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990
yılında 1178 kişi, 1997 yılında 605 kişi, 2000 yılında 777 kişi olduğu; köyde
1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Sarıyayla Köyü İlköğretim Okulunun eğitim ve öğretime açık
olduğu, Sarıyayla köyü halkının bir kısmının güvenlik
kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığı zararın; anılan köyün tamamen
boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının
yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece
karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine karar
verilmiştir.
11. Başvurucunun temyizi üzerine, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/3231, K.2013/636 sayılı ilâmı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı başvurucuya 4/6/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 20/6/2013 tarihlerde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
13. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
14. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 24/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, idarenin köy halkına "Köy korucusu
ol yahut köyü terk et." şeklindeki baskı ve zorlamasına kendisinin de
maruz kalmasının dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin
raporlar, güvenlik nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ve
terör örgütü mensuplarınca köye yapılan baskın sonucunda hayvanlarının telef
olmasına, kardeşi A.K.nın konutunun hasara
uğramasına, köy sakinlerinden E.B.nin öldürülmesine
ve M.B.nin yaralanmasına dair özel durumu dikkate
alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve şahsına yönelik
bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmamasına dayanılarak sunduğu belgeler
değerlendirilmeden idare tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını, bu
belgeler tebliğ edilmemek suretiyle kendisine savunma yapmaimkânı
tanınmadan karar verildiğini, bu kararın adil olmadığını belirtmiştir.
17. Başvurucu; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere dayalı
olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve
gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, davasının reddine
karar verilmesi nedeniyle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen
şahsına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldığını,
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı
değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da
yazmayan bir nedene dayanılarak Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin
reddedildiğini, ayrıca yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87.,
125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve
maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun; 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar
altında incelenmiştir:
1. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebinin ve akabinde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10.
maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
20. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi, belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
21. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Başvurucunun Kardeşi A.K.nın Konutunun Hasara Uğradığı
ve Başvurucunun Hayvanlarının Telef Olduğu Şikâyeti Kapsamında Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucu 14/7/1993 tarihinde terör örgütü mensupları
tarafından yerleşim yerine yapılan baskında kardeşi A.K.nın konutuna ağır silahlarla saldırıda
bulunulduğunu, kardeşinin konutunun hasar gördüğünü, aynı saldırıda kendisinin
büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarının telef olduğunu belirterek mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri HakkındaKanun'un 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
25. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
26. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin
(1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru
yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı
temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, §§ 18, 19).
27. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan
başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her
aşamasında resen dikkate alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013,
§ 19).
28. Kural olarak başvurucular tarafından bireysel başvuru
formunda ileri sürülen ihlal iddiaları ile bu iddiaların dayanağı olan
vakıaların bireysel başvuru için öngörülen otuz günlük başvuru süresi içinde
Anayasa Mahkemesine sunulması gerekir. Bununla birlikte otuz günlük sürenin
dolmasından sonra ileri sürülen şikâyetler, ancak haklı bir mazeret nedeniyle
ve süresi içinde ileri sürülen ilk şikâyetin belirli yönlerini oluşturmaları
hâlinde incelenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaj Raninen/Finlandiya (k.k.), B. No: 20972/92, 7/3/1996; Yunan Katolik Parish-Sâmbăta
Bihor/Romanya (k.k.),
B. No: 48107/99, 25/5/2004).
29. Başvurucunun başvuru formunda değinmediği şikâyetler
açısından otuz günlük süre koşulu işlemeye devam eder. Süresi içinde beyan
edilen iddialar bakımından bir konuda şikâyetin varlığı için Anayasa’nın,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme), Sözleşme’ye
ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerin bir maddesinin ya da bireysel başvuru
kapsamındaki bir hakkın somut olarak ileri sürülmesi yeterli olmayıp maddi
vakıanın içeriğinin ve hangi hakkın ne sebeple ihlal edildiğinin kısaca da olsa
anlatılması, şikâyete ilişkin dayanak delillerin maddi vakıalarla irtibatlandırılarak
belirtilmesi gerekmektedir.
30. Başvurucunun ilk başvurusunda, daha sonra ileri süreceği
şikâyetin olgusal temellerine ve ihlal iddialarının niteliğine dair açık veya
zımni bir işaret vermeden sadece adil yargılanma hakkına dayandırılmış olması,
daha sonra bu hak bakımından ileri süreceği tüm şikâyetlerin de yapılmış
olduğunun kabulü için yeterli değildir. Süresinde sunulan dilekçelerde ima dahi
edilmedikçe ya da süresi içinde ileri sürülen şikâyetlerle çok yakından
bağlantılı olmadıkça başvurucu tarafından ileri sürülen sonraki iddiaların
incelenmesi mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Richard Roy Allan/Birleşik
Krallık (k.k.), B. No: 48539/99,
28/8/2001).
31. Başvuru konusu olayda Anayasa Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli
yazısı ile başvurucudan, başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat
etmeye yönelik hısımları olduğu beyan edilen ve mağdur oldukları iddia edilen
kişiler ile kendisi arasında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli
delilleri Mahkemeye sunması istenmiştir.
32. Başvurucunun 7/7/2015 tarihli dilekçesinde, zarar gördükleri
belirtilen kişiler ile aralarındaki şahsi ve özel bağa dairbilgi
ve belge sunmaksızın bu kişilerin sadece isimlerinin belirtilerek
yaralandığının ve öldürüldüğünün beyan edilmesinin, yaralanma ve ölüm
olaylarına ilişkin tutanakların sunulmasının yanı sıra hayvanlarının telef
olması ve kardeşi A.K.nın konutunun hasara uğraması
hakkında -başvuru formunda yer almamakla birlikte- yeni iddialarda (bkz. § 23)
bulunulduğu tespit edilmiştir.
33. Başvurucu tarafından 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulduktan sonra otuz günlük başvuru süresinin dolması akabinde 7/7/2015
tarihinde Mahkemeye sunulan dilekçede, ileri sürülen argümanların başvuru
formunda sunulanlardan farklı olduğu ve sonraki dilekçelerde ihlal iddialarına
ilişkin vakıaların genişletildiği anlaşılmıştır. Bu kapsamda Anayasa
Mahkemesine sunulan dilekçelerindeğerlendirmeye tabi
tutulması hâlinde bir kez bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru
sonlandırılıncaya kadar başvuru dosyasına yeni vakıaların, farklı hak ihlali
iddialarının sunulmasının kaçınılamaz olacağından ve bu durumda bireysel
başvuru için öngörülen otuz gün kuralı anlamsız hâle geleceğinden otuz günlük
başvuru süresi sonrasında sunulan dilekçelerde ileri sürülen yeni iddiaların
incelenmesi ve değerlendirilmesi mümkün değildir (Ümüt Demir, B. No: 2012/1000, 18/9/2014, § 31). Her ne kadar
başvurucu; başvuru formunda mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise
de hayvanlarının telef olduğuna, kardeşinin konutuna saldırıda bulunulduğuna ve
kardeşinin konutunun hasar gördüğüne dair vakıanın olgusal temellerine işaret
dahi etmediği, 14/7/1993 tarihli olaydan hiç bahsetmediği ve süresi içinde dile
getirilmeyen bu iddiaların haklı bir mazeret nedeniyle ileri süremediğine dair
herhangi bir beyanda da bulunmadığı tespit edildiğinden başvurucunun
iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir.
34. Açıklanan nedenlerle anılan ihlal iddiaları otuz günlük
başvuru süresi geçtikten sonra ileri sürüldüğünden başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
36. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
37. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen belgelere
dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar verildiğini
belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu belgelerin
ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına aktarıldığı,
bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece Mahkemesi
kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuların, temyiz
ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler ışığında yapılan tespitlere
karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme imkânlarının bulunduğu, başvurucular
tarafından ibraz edilen delil ve beyan dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce
idare ve başvurucular tarafından sunulan belgeler değerlendirilerek
başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik ve beyanda bulunma
olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları kapsamından başvurucuların
yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı
anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmiştir (Mesude Yaşar, §§
74-76; Cahit Tekin, §§ 70-72).
41. Somut başvuruda yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucu, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
44. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
45. Somut başvurunun incelenmesinde başvurucunun talebinin 5233
sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında İlk Derece
Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup olmadığının
çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler kapsamında
değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu
etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. § 10), İlk
Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçelerinin hukuka uygun bulunmak
suretiyle kanun yolu mahkemesinin denetiminden geçerek (bkz. § 11) kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli karar
haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
48. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama
organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın
altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
49. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
50. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (3/1/2006) ile nihai karar tarihi (31/1/2013) arasında geçen yedi yıllık
süreçte uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
51. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
52. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
14/7/1993 tarihinde terör örgütü üyelerince hısımları E.B.nin
öldürülmesi ve M.B.nin yaralanması noktasındaki özel
durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim olduğu köyün tamamen boşaltılmamış
olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
53. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
54. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde,terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararların kapsam
dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
55. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu gözükmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan hareketle
5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine yasal olanak
bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude
Yaşar, §§ 89, 90; Cahit Tekin,
§§ 84, 85).
56. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi durumunda anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
57. Başvurucunun, hısımları olduğunu iddia ettiği kişilerin
terör örgütü mensuplarınca yaralanmasından ve öldürülmesinden kaynaklanan
güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiği ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233
sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve
belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile soruşturma evrakını Derece
Mahkemelerine ibraz ederek terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı
nedeni ile yerleşim yerini terk ettiği noktasındaki özel durumunun dikkate
alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
58. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21).
59. Aile bireylerinden biri insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
60. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabulü için yaşanan olay sonucunda
duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise sebebiyle başvurucuda
oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil eden özel bağ ve
algının yoğunluğu hakkında açıklamada ve kanıtlamada bulunulması gerekmektedir
(Sahibe Çelik ve Necla Çelik, B.
No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
61. Anayasa Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli yazısı ile
başvurucudan, başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat etmeye yönelik
hısımları olduğu belirtilen ve mağdur olduğu beyan edilen kişiler ile kendisi
arasında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri Mahkemeye
sunması istenmiştir.
62. Başvurucu 7/7/2015 tarihli dilekçesi ile, bu kişiler ile
arasındaki şahsi ve özel bağı belirtmeksizin ve hısım olduklarını iddia etmeden
anılan kişilerin öldürüldüğünü ve yaralandığını beyan etmiş; ölüm ve yaralanma
olayına ilişkin tutanak sunmuştur.
63. Bu çerçevede başvurucunun nüfus kayıt örneğinden hısım
oldukları tespit edilemeyen ve köy sakinlerinden olduğu anlaşılan kişilerin
yaralanması ve öldürülmesi iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından
başvurucuya yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucunun bu kişiler ile
arasındaki ilişkide şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya
belge sunmadığı, anılan kişilerin isimlerini zikrederek yaralandığını ve öldürüldüğünü
belirtilmekle ile yetindiği, mağdur olduğu beyan edilen kişilerin başına
geldiği iddia edilen olay neticesinde başvurucuda oluşan algı, bu algının
oluşmasında temel teşkil eden özel nedenler ve algının yoğunluğu konusunda
başvurucunun yeterince açıklıkta beyanının bulunmadığı tespit edilmiştir.Bu tespit karşısında başvurucunun talebinin 5233
sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesinin, yerleşim yerini terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle terk
edip etmediği noktasında nesnel ölçütten farklı bir karine veya ölçüt arayışına
girilmesini gerektirecek boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
64. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucu, idarenin can güvenliğini sağlama yükümlülüğünü
yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmektedir.
66. Başvuru formunun incelenmesinden başvurucunun 5233 sayılı
Kanun kapsamında tanzim edilen belgelerde maddi zararının mevcut olduğunun
belirtildiği ve tazminat başvurusunun reddedilmesine ilişkin davada idari yargı
makamlarının söz konusu düzenlemeleri dar ve aleyhe yorumlaması nedeniyle
Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü tespit edilmiştir.
67. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 52–64)
başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve
yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu
saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin, adil yargılanma hakkının
gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No:
2013/2263, 26/6/2014, § 43).
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Başvurucunun kardeşi A.K.nın
konutunun hasara uğradığı ve başvurucunun hayvanlarının telef olduğu şikâyeti
kapsamında mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adli yardım talebinin kabulü ile muaf tutulan yargılama
giderlerinin tahsilinin başvurucunun mağduriyetine neden olmayacağı
anlaşıldığından ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesi uyarınca tamamen muafiyetin koşulları oluşmadığından
198,35 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucudan TAHSİLİNE
24/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.