TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDURRAHMAN DİL VE MEHMET SAİT DİL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5163)
|
|
Karar Tarihi: 24/2/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucular
|
:
|
1. Abdurrahman DİL
|
|
|
2. Mehmet Sait DİL
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurular; terör örgütü üyeleri tarafından bazı köy
sakinlerinin öldürüldüğü, başvurucuların konutlarına zarar verildiği,
hayvanlarının telef edildiği dikkate alınmaksızın, 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun
yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara
ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular, 10/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca muhtelif tarihlerde,
başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca muhtelif tarihlerde,
başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/5211 başvuru numaralı
dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/5163 numaralı bireysel
başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/5163 numaralı bireysel
başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve 2013/5211 numaralı bireysel başvuru
dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular; terör örgütü mensupları tarafından 14/7/1993
tarihinde Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyü Yıldızkaya mezrasına yapılan baskında hayvanlarının telef
olduğunu, konutlarına silahla ateş açılması sonucu konutlarının hasar
gördüğünü, köy sakinlerinden E.B.nin öldürüldüğünü ve
M.B.nin yaralandığını beyan etmiş ve bu özel
durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek
zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir.
8. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde
5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman
Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır.
9. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen
Komisyon kararlarında;terör
olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda
bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan
bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Sarıyayla
köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle
taleplerin reddine karar verilmiştir.
10. Ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında belirtilen
tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun F
satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile Sarıyayla köyünün Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer,
Karaağaç, Karayün, Üçevler,
Kergiz ve Yolaç
mezralarından oluştuğu; Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan
köylere ilişkin yazısında Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer,
Karaağaç, Karayün, Üçevler,
Kergiz ve Yolaç
mezralarının 1993-2000 tarihlerinde kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade
edildiği, 1987-2000 yıllarında Sarıyayla köyünde geçici
köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin
olduğu, köy korucularının ailelerinin dışında köyde yaşayan 25 hanenin
bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 1.178 kişi, 1997 yılında 605 kişi, 2000
yılında 777 kişi olduğu; 1990-2000 yıllarında köyde muhtarlık seçimlerinin
yapıldığı, Sarıyayla Köyü İlköğretim Okulunun eğitim
ve öğretime açık olduğu, Sarıyayla köyü halkının bir
kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığı zararın
anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel
güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi
ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davaların reddine
hükmedilmiştir.
11. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında
gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi
ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen
temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Onama kararları
başvuruculara 12/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucular 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
13. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§
15-28).
14. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 24/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
16. Başvurucular; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
taleplerin ve akabinde açtıkları davaların reddedildiğini, köy korucusu olmak
yahut köyü terk etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının
maruz kalmasının dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin
raporlar ve güvenlik nedeniyle köyünün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler
ve terör örgütü mensuplarınca köye yapılan baskın sonucunda hayvanlarının telef
olmasına, konutlarının hasara uğramasına, köy sakinlerinden E.B.nin
öldürülmesine ve M.B.nin yaralanmasına dair özel
durumları dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine
ve şahıslarına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmamasına
dayanılarak sundukları belgelerin değerlendirilmediğini, idare tarafından
sunulan belgelerin dikkate alındığını, bu belgeler tebliğ edilmemek suretiylekendisine savunma yapma imkânı tanınmadan karar
verildiğini ve bu kararın adil olmadığını belirtmişlerdir.
17. Başvurucular; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sundukları belgeleri dikkate almadan idarece sunulan belgelere
dayalı olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde
çelişkili ve gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini,
önceki bir tarihte aynı yerleşim yerinden başvuruda bulunanlar hakkında
Komisyon tazminat ödenmesi yönünde karar verdiği hâlde, yargı mercilerince bu
kararlar konusunda araştırma ve inceleme yapılmadan davalarının reddine karar
verildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen
şahıslarına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz
kaldıklarını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine
getirmemesi sonucu mülkiyet haklarından yoksun kaldıklarını ve Derece
Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin
edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yer almayan bir nedene dayanılarak Komisyon
ve yargı makamlarınca taleplerinin reddedildiğini, ayrıca yaptıkları başvurular
hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek
Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler ve maddi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
18. Başvuru formları ve ekleri incelendiğinde başvurucuların,
5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtıkları
davaların reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125.
ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettikleri
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mahkemece verilen ret kararları
neticesinde, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine
getirmediğini, terör örgütü üyeleri tarafından yerleşim yerine yapılan baskında
hayvanlarının telef edildiğini, konutlarına ağır silahlarla saldırıda
bulunulması nedeniyle konutların hasar gördüğünü, mağduriyetleri hakkında bir
giderim sağlanması imkânının kendilerine tanınmadığını belirterek, Anayasa’nın
35. maddesinde tanımlanan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir. Anılan ihlal iddiaları, gerekçeli karar hakkının ihlali iddiasının
incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak değerlendirileceğinden bu ihlal
iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Başvurucuların diğer ihlal
iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
giderim taleplerinin mukim oldukları köyün tamamen boşaltılmamış olduğu
gerekçesiyle reddedildiğini ancak aynı yerleşim yerinden, önceki bir tarihte
başvuruda bulunanlar hakkında, Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde karar
verdiğini ve yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma ve inceleme
yapılmayarak davalarının reddine hükmedildiğini, bu nedenle makul ve objektif
bir sebep bulunmamasına rağmen tazminat ödenmemesi yönünde kararlar alındığını
belirterek, Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
20. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
21. Somut başvurular açısından yapıldığı iddia edilen
ayrımcılığın hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı,
belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt
sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucular, idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemelerin tarafsız olmadığını iddia
etmişlerdir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde, yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından, başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
25. Somut başvurular açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tarafsız mahkemede
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucular sundukları bilgi, belge ve deliller nazara
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemeleri tarafından davalarının reddine
karar verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların
eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
28. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından, başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından, başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
29. Somut başvurularda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında
yapılan incelemelerde başvurucuların usule ilişkin bir imkândan mahrum
bırakılmadığı ve başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir
yön de bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucuların çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdükleri
giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde
tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
32. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
34. Somut davalara bir bütün olarak bakıldığında Komisyona
başvuru tarihleri (bkz. ekli tablonun C satırı)ile nihai karar tarihleri (bkz.
ekli tablonun G satırı) arasında geçen ve ekli tablonun H satırında her bir
başvuru için ayrı ayrı toplam süreleri belirtilen yargılama sürelerinde,
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvurular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir
yön de bulunmadığından yargılama sürelerinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
35. Açıklanan nedenlerle başvurucuların makul sürede yargılanma
haklarına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından,
başvuruların bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
36. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
başvurunun 14/7/1993 tarihinde terör örgütü üyelerince hısımları E.B.nin öldürülmesi ve M.B.nin
yaralanması noktasındaki özel durumları dikkate alınmaksızın, Mahkemece mukim
oldukları köyün tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten
hareketle reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
37. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden
incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz,
B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
38. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi
istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
39. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas edilmesi
zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde
sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini
terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
40. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber
derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal
bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında
farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, § 93; Cahit
Tekin, § 88).
41. Başvurucuların, hısımları olduğunu iddia ettikleri kişilerin
terör örgütünce öldürüldüğü veya yaralandığı, bu nedenlerle güvenlik kaygısıyla
köylerini terk ettikleri, bu çerçevede oluşan zararlarının, 5233 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdükleri ve belirtilen vakıaya
ilişkin tutanaklar ile soruşturma evraklarını Derece Mahkemelerine ibraz ederek
yerleşim yerlerini terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile
terk ettikleri noktasındaki öznel durumlarının dikkate alınmasını talep
ettikleri anlaşılmaktadır.
42. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21).
43. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
44. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabulü için yaşanan olay sonucunda
duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise sebebiyle başvurucuda
oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil eden özel bağ ve
algının yoğunluğu hakkında açıklamada ve kanıtlamada bulunulması gerekmektedir
(Sahibe Çelik ve Necla Çelik, B.
No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
45. Anayasa Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli yazısı ile
başvuruculardan, başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat etmeye
yönelik hısımları olduğu belirtilen ve mağdur olduğu beyan edilen kişiler ile
başvurucular arasında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri
Mahkemeye sunması istenmiştir.
46. Başvurucular 7/7/2015 tarihli dilekçeleri ile, bu kişiler
ile aralarındaki şahsi ve özel bağı belirtmeksizin ve hısım olduklarını iddia
etmeden anılan kişilerin öldürüldüğünü veya yaralandığını beyan etmiş; ölüm ve
yaralanma olayına ilişkin tutanak sunmuşlardır.
47. Bu çerçevede başvurucuların nüfus kayıt örneklerinden hısım
oldukları tespit edilemeyen ve köy sakinlerinden olduğu anlaşılan kişilerin
yaralanması ve öldürülmesi iddiaları hakkında, Anayasa Mahkemesi tarafından
başvuruculara yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucuların, bu kişiler ile
aralarındaki ilişkide şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi
veya belge sunmadığı, anılan kişilerin isimlerini zikrederek yaralandığı veya
öldürüldüğünü belirtmekle yetindiği, mağdur olduğu beyan edilen kişilerin
başına geldiği iddia edilen olay neticesinde başvurucularda oluşan algı, bu
algının oluşmasında temel teşkil eden özel nedenler ve algının yoğunluğu konusunda
başvurucuların yeterince açıklıkta beyanlarının bulunmadığı tespit edilmiştir.
Bu tespit karşısında başvurucuların talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilebilmesinin, yerleşim yerini terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle terk edip etmedikleri noktasında
nesnel ölçütten farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesini gerektirecek
boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
48. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından, başvuruların
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvuru formları ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Başvurucular 14/7/1993 tarihinde terör örgütü mensupları
tarafından köye yapılan baskında konutlarına ağır silahlarla saldırıda
bulunulduğunu, konutlarının hasar gördüğünü, bu iddiaları hakkında hiçbir
değerlendirme yapılmaksızın davalarının reddedildiğini iddia etmişlerdir.
51. Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli
karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara Anayasa'nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
52. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama
hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
53. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı, kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması, bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm
Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 26).
54. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, §
53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de
tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine yönelik somut
şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri
tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın
uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,
4/11/2014, § 37).
55. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı
mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme
yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın
içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No:
134/1996/753/952,19/2/1998, § 42).
56. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi
olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve
hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm
arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya
haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk
denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta
gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 56).
57. Somut olaylarda başvurucular, yerleşim yerleri olan Sarıyayla köyü Yıldızkaya
mezrasına terör örgütü üyeleri tarafından 14/7/1993 tarihinde baskın
düzenlendiğini, ağır silahlarla ateş açılması nedeniyle konutlarının zarar
gördüğünü, bu şikâyetlerini dava ve temyiz dilekçelerinde ileri sürmelerine
rağmen iddiaları hakkında bir değerlendirme yapılmasızın
yargılama mercilerincekarar verildiğini iddia
etmişlerdir.
58. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda,Komisyon kararlarında (bkz. § 9)
başvurucuların iddiaları hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmadığı tespit
edilmiştir.
59. İdare Mahkemesi kararlarında (bkz. § 10) başvurucuların
konutlarının zarar gördüğü yönündeki iddiaları hakkında herhangi bir
değerlendirme yapılmayarak davaların reddine karar verilmiş, kanun yolu
mercilerince de İlk Derece Mahkemesi kararları onanmıştır (bkz. § 11).
60. Başvurucular, iddialarına dayanak olarak olay yeri tespit
tutanağı sunmuşlardır. Jandarma astsubay kıdemli çavuş, uzman jandarma I.
kademeli çavuş, jandarma binbaşı, jandarma onbaşı ve jandarma er rütbelerini
haiz sekiz görevli tarafından düzenlenen 14/7/1993 tarihli olay yeri tespit
tutanağının ve iki sayfalık ek krokisinin incelenmesinden, tutanakta olayların
meydana geliş şeklinin izah edildiği, olay yeri krokisine çizilen ev figürleri
üzerine ev sahipleri oldukları belirtilen kişilerin adlarının yazıldığı, terör
örgütü üyelerince saldırılan evlerdeki kurşun izlerine ve roket atar izlerine
krokiye işlenmek suretiyle yer verildiği tespit edilmiştir.
61. Olay yeri tespit tutanağının ve krokisinin incelenmesinden
başvurucunun babası olan S.D.nin evinin krokide
belirtildiği, eve isabet eden kuşun izlerine işaret edildiği tespit edilmiştir.
62. Olay tarihinde on ve on iki yaşlarında olan başvurucuların
nüfus kayıtlarının incelenmesinden;
i. Başvurucu Abdurrahman DİL'in 1981
doğumlu olduğu, 2001 yılında evlendiği, başvurucunun evlenme tarihine kadar
1999 ve 2001 doğumlu çocuklarının bulunduğu tespit edilmiştir. 14/7/1993
tarihli olayın yaşandığı tarihte on iki yaşında olan başvurucunun anılan
dönemde evli olmadığı gibi bu dönemde çocukları da bulunmadığından başvurucunun
olay tarihinderesmî nikâh ya da fiilî birliktelik
kapsamında eş ve çocuklardan oluşan aile hayatı içinde olmadığı,
ii. Başvurucu Mehmet Sait DİL'in 1983
doğumlu olduğu, 2005 yılında evlendiği, başvurucunun evlenme tarihine kadar
2002 ve 2004 doğumlu çocuklarının bulunduğu tespit edilmiştir. 14/7/1993
tarihli olayın yaşandığı tarihte on yaşında olan başvurucunun anılan dönemde
evli olmadığı gibi bu dönemde çocukları da bulunmadığından başvurucunun olay
tarihinde resmî nikâh ya da fiilî birliktelik kapsamında eş ve çocuklardan
oluşan aile hayatı içinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
63. Olay yeri tespit tutanağında ve krokisinde başvurucuların
adlarının geçmediği, herhangi bir evin sahibi olduklarının belirtilmediği
anlaşılmakla birlikte olay tarihinde on ve on iki yaşlarında olan
başvurucuların anne, baba ve kardeşlerinden oluşan aileleri ile birlikte
yaşıyor olmalarının kuvvetle muhtemel olduğu kanaatine varılmıştır.
64. Başvurucular, terör örgütü mensupları tarafından yerleşim
yerlerine yapılan baskında konutlarının zarar gördüğü ve bu durumlarından
kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerinden göç ettikleri yönündeki
iddialarını Derece Mahkemeleri önünde ileri sürmüş iseler de kararların
gerekçesinden (bkz. § 10) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta
olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır
(bkz. § 11). Başvurucuların yargılama aşamalarında ileri sürdükleri fakat
varılacak sonuç bakımından önem arz edebilecek bu husus hakkında herhangi bir
değerlendirme yapılmaması, başvurucuların olay tarihindeki yaşları ile dosya
kapsamında mevcut diğer bilgi ve belgeler dikkate alındığında, olayların
yaşandığı yıllarda aileleri ile yaşama ihtimali yüksek olan başvurucuların,
babalarının konutuna yapılan saldırı sonucu yerleşim yerlerini terk ettikleri
iddiaları hakkında inceleme yapılmaksızın hüküm kurulması nedeniyle kararların
yeterli gerekçe ihtiva etmediği sonucuna varılmıştır.
65. Başvurucuların yerleşim yerlerine terör örgütü üyeleri
tarafından yapılan baskında konutlarına ağır silahlarla saldırıda bulunulduğu,
konutlarının hasar gördüğü, bu olaydan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle
köylerini terk ettikleri konusunda başvurucuların olay tarihindeki yaşları ve
başvurucuların babalarının evinin hasara uğradığına dair kayıt (bkz. § 61)
dikkate alınarak başvurucuların iddiaları hakkında değerlendirmede bulunulması
gerekirken başvurucuların iddiaları hakkında hiçbir inceleme yapılmaksızın
davaların reddine karar verilmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli
karar hakkının ihlal edilmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli
karar haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucular ayrıca, 14/7/1993 tarihinde terör örgütü
mensupları tarafından köylerine yapılan baskında büyükbaş ve küçükbaş
hayvanlarının telef olduğunu belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini,
bu iddiaları hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın davaların
reddedildiğini iddia etmişlerdir.
68. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda,Komisyon kararlarında (bkz. § 9), İdare
Mahkemesi kararlarında (bkz. § 10), kanun yolu denetimi sonrasında hükmedilen
ilamlarda (bkz. § 11) başvurucuların iddiaları hakkında herhangi
değerlendirmede bulunulmadığı tespit edilmiştir.
69. Başvurucular, hayvan zararlarının varlığı konusunda delil
olarak olay yeri tespit tutanağı sunmuşlardır (bkz. § 60). 14/7/1993 tarihli
olay yeri tespit tutanağında “... Sason
ilçesi, Sarıyayla köyü, Yıldızkaya
mezrasının sayıları tespit edilemeyen bir grup PKK terör örgütü militanlarınca
basıldığı...mezrada bulunan evlerin çevresindeki ağaç çitlerden yapılan hayvan
barınaklarının içerisinde bulunan 8 (sekiz) inek ile 97 (doksan yedi) koyun ve
keçinin telef olduğu...”nun belirtildiği,
olay yeri tespit tutanağının iki sayfalık ek krokisinin incelenmesinden telef
olan hayvanlara ilişkin kayıtlara yer verildiği tespit edilmiştir.
70. AİHM, Şükrü Boğuş ve
diğerleri ((k.k.), B. No: 54788/09,
28/6/2011) kararında başvurucuların taleplerinin kanıt yokluğu nedeniyle Ağrı
Zarar Tespit Komisyonu tarafından reddedilmesi hakkında incelemede bulunmuş ve
başvurucuların iddiaları hakkında tek delilin, Cumhuriyet'in ilanından 1993
yılına kadar başvurucuların olağanüstü hâl ilan edilen bölgede yaşadıklarının
muhtar tarafından onaylanan belge olduğunu tespit etmiş ve sonuç olarak
başvuruların açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatine varmıştır.
71. AİHM, Elif Akbayır ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 30415/08,28/6/2011) kararında 5233 sayılı
Kanun’un kabul edilmesiyle uygulamaya konulan yeni giderim usulünün
incelenmesinde, olay ve olguların meydana geldiği dönemde başvurucunun çok genç
yaşta olduğu veya başvurucunun doğum tarihinin bu dönemden sonraki bir zamana
denk gelmesi dikkate alındığında, komisyonlarca ilgilinin tek başına
yaşamasının veya mülklere sahip olmasının mümkün olamayacağı yönünde bir sonuca
vararak aynı aile fertleri tarafından çok sayıda talepte bulunulması nedeniyle
tazminat taleplerinin reddedildiği durumların mevcut olduğu tespitinde
bulunmuştur.
72. Başvurucular, telef olan hayvanların sahibi oldukları
konusunda delil olarak 24/6/2015 tarihli ve Sarıyayla
köyü muhtarı ile köy halkından altı kişi tarafından imzalanan tutanağı ibraz
etmişlerdir. Bu tutanakta 14/7/1993 tarihinde terör örgütü üyeleri tarafından
köye baskın yapıldığı, bu baskında sekiz inek ile doksan yedi koyun ve keçinin
telef olduğu, telef olan bu hayvanların, tutanakta isimleri belirtilen ve
başvurucuların da aralarında bulunduğu on iki kişiye ait olduğu beyanı yer almaktadır.Hayvanların terör örgütü mensuplarınca telef
edildiği iddiası hakkında başvurucular tarafından olay yeri tespit tutanağı
sunulduğu (bkz. § 69), başvurucuların telef edilen hayvanların sahibi oldukları
iddialarını destekleyici tek belgenin 24/6/2015 tarihli tutanak olduğu, anılan
tutanak dışında ilçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde herhangi bir kayıt
bulunduğuna dair belge sunulmadığı ya da bir beyanda da bulunulmadığı
anlaşılmakla birlikte olay tarihinde on ve on iki yaşlarında olan
başvurucuların nüfus kayıtlarının incelenmesindenanne,
baba ve kardeşlerinden oluşan aile birlikteliği içinde oldukları (bkz. §§
62-63) tespit edilmiştir. Başvurucuların terör örgütü mensupları tarafından
yerleşim yerlerine yapılan baskında hayvanlarının telef olduğu, anılan olay
sonucu başvurucuların yerleşim yerlerini terk ettikleri iddiaları hakkında
inceleme yapılmaksızın hüküm kurulması nedeniyle kararların yeterli gerekçe
ihtiva etmediği sonucuna varılmıştır.
73. Başvurucuların yerleşim yerlerine terör örgütü üyeleri
tarafından yapılan baskında büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarının telef edildiği,
bu olaydan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk ettikleri
konusunda, başvurucuların olay tarihindeki yaşları dikkate alındığında beyan
edilen hayvanlara sahip olup olamayacakları, olay tarihinde yaşı küçük olan
başvurucuların geçimini temin etmek konusunda fiil ehliyetlerinin genişlediği durumun
mevcut olup olmadığı, aynı mülk iddiaları için başvurucuların aile fertleri
tarafından yapılan başvuruların bulunup bulunmadığı gibi hususlar dikkate
alınarak, başvurucuların iddiaları hakkında değerlendirmelerde bulunulması
gerekirken, başvurucuların iddiaları hakkında hiçbir inceleme yapılmaksızın
davalarının reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli
karar haklarının ihlal edilmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
74. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar
haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
75. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
76. Başvurucular, başvuru formlarında belirttikleri maddi
tazminat miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
77. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
78. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
79. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen
ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir
belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar
verilmesi gerekir.
80. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların adli yardım taleplerinin KABULÜNE,
B. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Batman
İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
|
Sıra
|
1
|
2
|
A
|
Başvuru
Numarası
|
2013/5163
|
2013/5211
|
B
|
Başvurucu
ve
T.C.
Kimlik No
|
Abdurrahman DİL
|
Mehmet Sait
DİL
|
C
|
Komisyona Başvuru Tarihi ve Dosya Kayıt
Numarası
|
5/9/2007
13. 326
|
5/9/2007
13. 324
|
D
|
Komisyon Karar Tarihi ve Numarası
|
7/1/2011
2011/1-156
|
7/1/2011
2011/1-213
|
E
|
Dava
Tarihi
|
24/3/2011
|
24/3/2011
|
F
|
Yerel Mahkeme
Karar Tarihi
|
25/11/2011
|
25/11/2011
|
G
|
Temyiz Yolu Karar Tarihi
|
31/1/2013
|
31/1/2013
|
H
|
İdari ve Yargısal
Süreçte Geçen
Toplam Süre
|
5 yıl
4 ay
|
5 yıl
4 ay
|