TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İBRAHİM BİLMEZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/434)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
R.G. Tarih-Sayı : 16/4/2015-29328
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Recep ÜNAL
|
Başvurucu
|
:
|
İbrahim BİLMEZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Cengiz YÜREKLİ
|
|
|
Av. Mazlum DİNÇ
|
|
|
Av. Rezan SARICA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, kendisine posta yoluyla gönderilen bir
derginin, Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Eğitim
Kurulu (Eğitim Kurulu) tarafından yasaklanması ve buna ilişkin şikâyet ve
itiraz başvurularını inceleyen yargı mercilerinin kararları sonucunda
Anayasa’nın 5., 10., 17., 26., 36. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 24/12/2012 tarihinde İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/9/2013 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve
bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 8/1/2014 tarihinde
Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 7/3/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunulmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 14/3/2014 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 31/3/2014
tarihinde sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/64
sayılı dosyası kapsamında tutuklu olup, başvuru tarihi itibarıyla Kocaeli 2
No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır.
9. Posta yoluyla gönderilmiş olan “Demokratik Modernite”
adlı derginin (Dergi) 2012/2 numaralı sayısı, Eğitim Kurulunun 13/9/2012 tarih
ve 2012/45/44 sayılı kararı gereğince başvurucuya teslim edilmemiştir. Kararın ilgili
kısımları şöyledir:
“İlgili dergide yasa dışı terör örgütünün
sözde lideri Abdullah ÖCALAN'ın yasaklı kitaplarından
alıntılar (Örnk.S.48) yapılmış olup; ÖCALAN'ı ve
örgütü övücü, meşrulaştırıcı (Örnk.S.60-76) ifade ve yorumlar vardır. Ayrıca
ilgili dergi hakkında yine ... Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Eğitim Kurul
Başkanlığının 18/07/2012 tarih ve 2012/37/32 sayılı verilmemesi yönünde kararı
vardır.
Belirtilen nedenlerden: Ceza İnfaz
Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un 62. Maddesinin 3. bendinde geçen ‘Kuruma gelen her türlü yayının,
kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve
yorumları kapsayan nitelikte olup olmadığına karar vermek.’ ayrıca, Ceza İnfaz
Kurumları ile Tutukevleri Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi'nin
11. Maddesinin (b) bendinde geçen ‘Mahkemece yasaklanmamış olsa bile, Kurum
güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve
yorumları kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen hiçbir yayın kuruma
kabul edilmez.’ hükmüne binaen ilgili yayınların arşive kaldırılmasına, adı
geçen hükümlü ve tutuklulara verilmemesine, ...”
10. Başvurucu bu karara karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine
(İnfaz Hâkimliği) itirazda bulunmuştur. Başvurucunun itirazını inceleyen İnfaz
Hâkimliğinin 31/10/2012 tarih ve E.2012/1885, K.2012/2035 sayılı kararı ile
başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir.
11. Başvurucu, anılan ret kararına karşı Kocaeli 2. Ağır Ceza
Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Başvurucunun itirazını
inceleyen Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2012 tarih ve D.İş.2012/1766 sayılı
kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir.
12. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı başvurucuya 26/11/2012
tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu, 24/12/2012 tarihinde, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Başvuruya Konu Dergi
14. “Demokratik Modernite”, merkezi İstanbul’da olan ve üç ayda
bir yayımlanan bir dergidir.
15. Derginin başvuruya konu 2012/2 numaralı sayısının ilgili
kısımları, internet sayfasından temin edilerek incelenmiştir.
16. Derginin 47. vd. sayfalarında yer verilen ve Sercan Aydın
tarafından kaleme alınan “Bir Modernite Masalı: Yüzükteki İktidar” başlıklı
makalede, “kapitalist uygarlığın”
kaderinin Ortadoğu’daki gelişmelere bağlı olduğu, “kapitalist modernitenin” geçirdiği
krizin dönemsel ve sonuncu olmadığı, krizin sebebinin azami kar amacı güden
tekelleşmeye dayalı kapitalizm olduğu, dünyada mevcut durumun bir uygarlık krizi
olduğu, yalnızca iktidar sahiplerinin çıkarlarının korunmasının asıl problemi
oluşturduğu, tarihsel süreçte anaerkil düzenden ataerkil iktidara geçiş
yaşandığı, iktidarın erkeklikle özdeşleştirildiği, erkek egemen toplum
yapısının tesisinde hukuk, askeri düzen ve dinin kullanıldığı, iktidarın,
sorgulayan bireyleri tehlikeli bulduğu ve biat eden toplum yapısı arzuladığı,
hiyerarşinin, erkeğin din ve devlete kutsallık giysisi giydiren bir aklın ürünü
olduğu, hiyerarşik ataerkil düzenle birlikte iktidarın kendini devlet şeklinde
görünür kıldığı, ancak “iktidar eşittir
devlet” olmadığı ve iktidar için devletin “olmazsa olmaz” olmadığı ifade edilmiştir.
17. Makalenin devamında, Abdullah Öcalan’ın “iktidar” kavramına ilişkin olarak “kadim bir gelenek, artık ürünü elde etmeye, artırmaya
ve ele geçirmeye yönelik her türlü toplumsal faaliyet” ve “devlet” kavramına ilişkin olarak “iktidarın hukuksallaşmış biçimidir”
şeklindeki tanımlamalarına yer verildiği; iktidar ve devletin asıl hedefinin
her zaman “toplumsal sömürü”
olduğu, buna itiraz edilmesi halinde savaşlar ve darbelerle toplumun “yola getirilmeye” çalışıldığı, kapitalist
uygarlığın ahlaki bağları çözdüğü ve arzu ettiği şekilde, toplumu bireylerden
oluşan kişiliksiz bir sürü haline getirdiği, kapitalizmin, üzerinde yaşadığımız
gezegeni tehdit eden bir canavar, iktidarın ise onulmaz bir hastalık olduğu,
iktidarın, sahibini kölesi yaptığı ve “iyi
iktidar” olmadığı düşüncelerine yer verilmiştir.
18. Sonraki kısımlarda ise, devletleşmiş iktidarın özelliklerine
yer verilerek, iktidarın, topladığı vergilerin topluma hizmet olarak
yansıtıldığı propagandasını yaptığı, ancak esasen belirli bir zümrenin
zenginleştirildiği, buna karşılık, yönetilenlerin iktidarı içselleştirdikleri,
yegâne baskı yönteminin, şiddet olmadığı, insanların gündelik yaşamlarının
denetlenmesinin de baskının bir türü olduğu, medya gücünün bir silaha
dönüştürüldüğü, egemen ideolojinin etkisi altına giren toplumun kendi
gerçekliğini göstermeye çalışan her türlü sese kulak tıkadığı fikirleri ifade
edilmiştir. Makalenin son kısmında, iktidarların ezici güç ve zihin yıkama
araçlarıyla toplumu kendilerine bağımlı hale getirdikleri, ancak iktidarın
vazgeçilmez olmadığı vurgusu yapılmıştır.
19. İktidar ve devletin vazgeçilmez olmadığı, bilakis bu iki
olgunun insanlık ve toplumun güçsüz kesimleri için zararlı olduğu hususlarının,
makalenin ana fikrini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Makalenin yazarı, bu fikrini
kendi perspektifinden ele alırken, terör örgütü lideri olan Abdullah Öcalan’ın
kavramsal tanımlamalarına yer vermiştir.
20. Anılan Derginin 50. sayfasından başlayıp devam eden ve
Ferhat Çiçek tarafından kaleme alınan “Kapitalist
Modernitenin Resmi İdeolojisi: LİBERALİZM”
başlıklı makalenin (Derginin 60. ve 61. sayfalarına tekabül eden) son iki
sayfasında, hiyerarşik-devletçi sistemin, her sistem gibi kendini beyinlere
kazımak istediği, bu işte bir dönem mitolojiyi, dini ve felsefeyi kullandığı,
gelinen noktada dini düşünce yerine din haline getirilen pozitivist düşünüşün
hâkim olduğu, liberalizmin cinsiyetçiliği kullandığı, kadın ve erkeğin
birbirini tamamlayan iki cinsin ötesinde, eşitlik kisvesi altında kadının
cinsel meta haline getirildiği ve erkeğin cinsellik güdüsünü canlı tutmak için
kullanıldığı, bu konuda bir özgürlük yanılsamasının yaşandığı görüşlerine yer
verilmiştir.
21. Derginin, 62 ilâ 71. sayfalarında, Eser Sağlam tarafından
kaleme alınan “Kapitalist Modernite Döneminde Kültür ve Ahlak’ın
Başlıca Özellikleri” başlıklı makalede, ulus-devlet kültürü ve
ahlakın parçalanması, kültürün metalaştırılması, bireycilik kültürü ve toplumun
ahlâki çöküntüye sürüklenmesi, popüler kültür, post
modern kültür, sanal kültür, medya kültürü ve kültür emperyalizmi konularına
temas edilmiştir.
22. Kapitalizm ve “endüstriyalizm”
öncesi uygarlık çağlarında bireylerin kendi aidiyetlerini mensup oldukları
kantona, feodal beye veya aşirete göre tanımladıkları, ulus-devletin bu
anlayışı ortadan kaldırarak vatandaşlık bağını getirdiği, “iyi vatandaş” kavramının, devletin tüm
buyruklarına ve hukuk sistemine kölece boyun eğen “uyruk” olarak anlaşıldığı, ulus-devlet içinde bir ırk, din,
mezhep veya kültürel kümenin hâkim kılındığı, diğerlerinin ise yasaklanıp baskı
altına alındığı, bunun en uç örneğinin Türk ulusal devletindeki “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil”
anlayışının bireylere empoze edilmesi olduğu, ulus-devlet ve kapitalist
ilişkilerin, toplumsal kümeler arasında çimento işlevi gören ahlak yerine,
hukuk kriterleri ikame ettiği, bu şekilde toplumun aklı, yargısı, vicdanı,
kendini koruma ve yürütüş ilkesi olan ahlakın bir kenara itildiği, kültür
kapsamı içinde nitelendirilebilecek hemen her şeyin metalaştırıldığı, paranın
istenen her şeyin anahtarı olarak görüldüğü ifade edilmiştir.
23. Bu kapsamda, Abdullah Öcalan’ın Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) önündeki savunmasında geçtiği belirtilen “Para gücünü tanrıyla eşitlemektedir. Yani tanrı=para
formülü en çok kapitalist topluma yakışmaktadır. Para, sistemin ruhunun somut
ifadesi olmaktadır. Sihirli güçtür, çevrilemeyeceği hiçbir değer yoktur.
Toplumun daha önceki biçimlerinde simgeleri totem, tanrı, tanrı-krallar gibi
değerlendirilirken, kapitalist biçimlenişte toplumun en özlü ve güç
yansıtıcısı, bireysel ruhu en çok çeken, uğruna her şeyin göze alındığı,
gerektiğinde tüm insanlığa kan kusturacak savaşlara götüren güç para
olmaktadır. Para etrafında şekillenen bir ruh kimliği geçerli olmaktadır.”
değerlendirmesine yer verilmiştir. “Kapitalist
modernitenin” insan toplumuna dayattığı sosyo-kültürel biçimlenişin bireycilik olduğu,
bireyciliğin, toplumsalın aleyhine toplumun içyapısında sürekli derinleşen bir
çözülmenin mimarı olduğu belirtilerek, Abdullah Öcalan’ın bireycilik kültürünün
yaşamdaki tüm etkileri ve yansımaları bakımından günümüz toplumlarında,
toplumsalı içten içe çürüten bir kanserleşme hali olduğu yönündeki görüşüne
atıf yapılmıştır. Makalenin devamında popüler kültürün anlam kaymasına
uğradığı, asıl anlamı olan “halka ait”in
ötesinde, “bir çok kişi tarafından sevilen veya tercih edilen”
şeklinde algılandığı, popüler kültür kisvesi altında halkın tercih, beğeni ve
eğilimlerinin yönlendirildiğine dikkat çekilmiştir. Sonraki kısımda ise post
modern kültürün özellikleri ve çeşitli sanat dallarına yansımaları ve sanal
kültürün insan bilinci ve toplumsal yaşamdaki etkileri üzerinde durulmuştur.
24. Sanat kültürle ilgili olarak Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Toplum Manifestosu” adlı
kitabında geçen “Kapitalizmin zihniyet
hegemonyasında temelde medya organlarınca yürütülen sanal dünya diğer çok
önemli bir zihinsel araçtır. Yaşamın sanallaşması analitik aklın en uç
sınırlarına varmasıdır. Savaş gibi en dehşetli bir olay bile sanal olarak
sunulduğunda ahlakı tek başına yıkması işten bile değildir. İnsan beden ve
zihninin deneyimlemediği yaşama eskiden beri sahte yaşam denirdi. Sanal ismi
takılmakla sahte olmaktan kurtulamaz. Sanal yaşamı olanaklı hale getiren teknik
gelişim kendi başına suçlanmıyor. İstismarı bir kere daha karşımıza birey
zihnini felç eden özellikleriyle değerlendiriliyor. Başıboş teknoloji en
tehlikeli silahtır. Kapitalizmin tekniğe hâkimiyeti ve milyarları yönetme
ihtiyacı sanal yaşamı zorlayan esas etkendir. Yaşam artık yaşanmıyor sürekli
sanallaşıyor. Bir nevi ayakta ölüm oluyor. Simülakiler
sanal yaşamın en somut halidir. Her olayı, ilişkiyi, eseri, simüle
etmekle insan bilgilenmez, aptallaştırılır. Tüm uygarlık eserlerinin taklidi
yapılmakla bir gelişme sağlanmıyor. Taklit kültürünün hegemonyası
gerçekleştiriliyor, yaşamın özünde yatan farklılaşma asla tekrara dayanmaz.
Tarih bile tekerrür etmez. Taklit gelişmenin zıddıdır. Sanal yaşam ise sınırsız
taklide dayanır. Herkes birbirini taklit ederek birbirine benzetilir.
Böylelikle koyun sürüleri yaratılır. Finans çağı sanal yaşam olmadan yaşayamaz.
Ancak sınırsız aptallaşmayla yürüyebilir ki o da sahte sanal yaşamla
gerçekleştirilir.” ifadeleri nakledilmiştir.
25. Yazının devamında, “medya
ve kültür emperyalizmi” üzerinde durularak, “dünyayı yöneten güçlerin”, medya
aracılığıyla dünya hakkında nasıl düşünülmesi gerektiğini belirlediği ve
kitlelerin bu şekilde yönlendirildiği vurgulanmış, tüketim kültürü başlığı
altında medya aracılığıyla tüketmenin yaşamın vazgeçilmezi olarak sunulduğu,
insanların güdü, duygu ve düşünsel dünyasının, tüketim kampanyalarının günlük
kışkırtmaları ve uygulamaları ile tahrik edildiği, daha fazla sermaye
birikimini elde etmek için hiçbir kural, hiçbir toplumsal değer ilkesinin
tanınmadığı, kapitalizmin topluma “ya tüket,
ya da öl” mesajını ilettiği tespitlerine yer verilmiştir.
26. Derginin 72 ilâ 77. sayfalarında Aydın Söğüt tarafından
kaleme alınan “Kapitalist Modernite ile Hesaplaşan Halk: Kürtler” başlıklı
makalenin girişinde Abdullah Öcalan’ın “Direniş,
kendi başına modern hegemonyayı yıkmaya ve alternatif geliştirmeye yetmez,
karşı modernitesini inşa etme ustalığını gerektirir.”
ifadelerine yer verilmiştir. Yazının devamında neolitik dönemde “toplumsal devrime” öncülük ve uygarlıktaki
“siyasal devrime” de zemin teşkil
eden Ortadoğu coğrafyasının bir kez daha evrenselde kritik bir rol oynama
şansının doğduğu, Abdullah Öcalan’ın “yoğunlaşmaları”
sonucunda sözü edilip tartışılan “paradigma
değişikliğinin”, bu sürecin başladığının göstergesi olduğu, “paradigma değişimi” konusunda Abdullah
Öcalan’ın “demokratik komünal”
toplum ile egemenlikçi devlet toplumunu karşılaştırırken “birikim-kopuş denklemi” kullandığı, ama
bunların nitelik olarak farklı olduğu, egemenlikçi uygarlığın tarihteki
gelişiminin birikimci, fakat demokratik uygarlıkla ilişkisinin kopuşlu olduğu,
aynısının “demokratik uygarlık”
açısından da geçerli olduğu, kapitalizmin tüm “vahşiliğine”
rağmen, “hazmedile hazmedile”
yerleştiği, Latin Amerika’daki alternatif deneyimler ve Ortadoğu’daki
bunalımın, “kapitalist modernitenin”
kendini toplumlara tamamen kabul ettiremeyişinin göstergesi olduğu, bu kapsamda
oluşturulan tahribat sonucunda, Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak sınırlarının
çokça tartışıldığı, arada kalan Kürtlerin kıyıma uğradığı, araya çekilen yapay
sınırlarla bir tarafa Türk olması, Türkçe konuşması ve yaşaması dayatılırken,
diğer tarafa Arap olması, Arapça konuşması ve yaşamasının dayatıldığı fikirleri
ortaya konulmuş ve Avrupa’daki muhalefet ile Ortadoğu’daki muhalefetin
mukayesesi yapılmıştır.
27. Yazının sonraki kısımlarında tekelleşmenin ancak ulus-devlet
sınırları ve milliyetçilikle mümkün olduğu, bu sınırların suni homojenliği
gerektirdiği ve sonunun “faşizm”
olduğu, bu yolda büyük paylaşım savaşları yaşandığı, milyonların öldüğü, ancak
çarkın sağlamlaştığı, ancak dünyanın diğer coğrafyalarındaki “uyanış” ve hareketlenmelerle çarkın
teklemeye başladığı, son finansal krizle Ortadoğu’daki ayaklanmaların aynı
zamana denk gelmesinin tesadüf olmadığı ifade edilmiştir. Kürtlerin, diğer
coğrafyalardaki halklardan farklı olarak, “her
türlü fiziki ve kültürel soykırımdan” geçirildikten sonra
varlıkları, tarihleri ve var olma haklarının inkâr edildiği, önceki dönemlerde
belirli bir yeri, rolü, varlığı ve kimliği olan Kürt halkının “modernizmin”
son yüzyılında bunları yitirmiş olmasının, “kapitalist
modernite” ile “özgün bir hesaplaşma” için başlı başına yeterli bir neden
olduğu, diğer topluluklardaki “ödül”
sisteminin Kürtler açısından farklı işlediği, var olmanın, nimetlerden
faydalanmanın, “insan sayılmanın”
yolunun “Kürtlükten kaçıştan”
geçtiği, “hükümet partisine yamanan”
kesimlerin durumunun böyle olduğu, “sömürgeci
inkar ve imha rejiminin hükümetinde” yer alıp aynı zamanda Kürtçülük
yapıldığı, belirtilen coğrafyada Kürtlüğe ve Kürtçe’ye
bir gelecek biçilmediği, “Kürt Özgürlük Hareketi”nin
siyasi partilerinin “dil, özyönetim, özsavunma” gibi hak taleplerine olumsuz yanıt
verenlerin “bir ulus-devlet kurmaktan başka
çareniz yok, gücünüz varsa kurarsınız, yoksa da bu halinize razı olup
şükredersiniz” imasında bulunduklarının farkında olmadıklarını,
mevcut paradigmanın, varlık için yalnızca kendi dizgesinde bir oluşumu kabul
edebileceği, Kürtlerin var olabilmeleri için bir ulus-devlet kurmalarının
gerektiği, bunun ise egemen sistemin o anki çıkar dengesine bağlı olduğu,
halihazırda konjonktürün bir Kürt devletine el vermediği, İran ve Suriye’de
muhalefet oluşturabilmek için “kırk takla
atan” sistemin, “örgütlü ve
iradeli Kürt özgürlük muhalefetini görmezden gelmesi”nin ve “terörist” saymasının güncel bir gerçeklik
olduğu, aynı özgürlük hareketinin çizgisindeki Kürtlerin, sınırın bir tarafında
silah kullandıkları, diğer tarafında ise kullanmadıkları için lanetlendikleri
düşüncelerine yer verilmiştir.
28. Makalenin devamında, Kürt kadınları tarafından yapılan işlere
medyanın duyarsızlığından şikâyet edilmektedir. Paradigma değişimlerine ilişkin
olarak yazar, “Ama bize göre, yani Öcalan’ın
tarihsel toplum bakışına göre bunlar iktidarcı-devlet
toplumu için birikimsel dönüşümler süreçleridir.
Kopuşlu olanı ise aynı süreçlerde ayrıca birikimsel
dönüşümler yaşayan demokratik toplum, demokratik uygarlık ve özgürlük
mücadeleleri serüvenidir. Kürtlerin Ortadoğu’da yaşaması ve gerçekleştirmesi
gereken paradigmal değişim, bu ikinci geleneğe
dayanarak birincisinde(n) kopmak ve (o)na üstünlük
sağlayacak bir yeni ‘modern’ alternatif yaratmaktır.” ifadelerine
yer vermiştir. Devamında Yukarı Mezopotamya coğrafyasının on beş bin yıllık
tarihi nedeniyle çoraklaşan topraklarının, ancak mütevazi bir üretime
dayanabileceği ve Abdullah Öcalan’ın tarım ve enerji projeleri önerisinin
ekolojik dengeye dayalı ve koruyucu bir perspektif taşıdığı, merkezi planlı
barajlar ve HES projelerinin güncel güvenlik politikalarının yanı sıra
yaşanılır olmaktan çıkarma stratejisinin ayakları olduğu ifade edilmiştir.
Yazar, “Kapitalist modernitenin
bölgedeki temel şubelerinde(n) biri olan koskoca bir devlet kıskacına rağmen
köy komünleri, köyler arası komünler, halk meclisleri, kent meclisleri,
dernekleşmeler, konfederal organlar, kadın ve gençlik
hareketleri, öz savunma oluşumları, meşru savunma güçleri, halk (doğrudan)
demokrasisi pratikleri, halk diplomasisi, medyası, siyasal katılımı, öz
yönetimi, dayanışması ve ekolojik paylaşımcı ekonomi deneyimleri ve demokratik
ulus perspektifiyle demokratik uygarlık ve demokratik modernite
paradigmasına yerel boyutta hayat buldurmuştur bile.” ifadeleri ile
Türkiye’nin güneydoğusundaki durumu kendi perspektifinden özetlemiştir.
29. Yazar, başında olduğu gibi sonunda da Abdullah Öcalan’ın
“Kürtler geriye kalan varlık parçalarını
ancak demokratik uygarlık tarihinin ışığı altında daha açık görebilir. (…)
Tarih bir kez daha aynı coğrafyada insanlık adına O’nu toplumsal varlıkları
korumak ve özgür insan kılmak için devrime zorlamakta, demokratik modernitenin inşasına çağırmaktadır. (…) Demokratik modernite kavram ve kuramlarıyla yeniden kurgulanan
Kürdistan devrimi pratik gelişimini layıkıyla sürdürürse, sadece Kürt sorununun
demokratik çözümünü gerçekleştirmekle kalmaz. (…) Devrimin yerel çözümü
evrensel çözümün en sağlam bileşkesi olur. (…) Kürt devrimi potansiyeli ve
boğuştuğu güçler kapsamında hem tarihle hem moderniteyle
hesaplaşmayı gerektirir. Bu yönlü hesaplaşmasını başarı ile yaparsa
evrenselliğe en önemli katkıyı yapmış olur…” ifadeleriyle makaleyi
sonlandırmıştır.
C. İlgili Hukuk
30. 16/5/2001 tarih ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun
“İnfaz hâkimliklerinin görevleri”
kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır:
1. Hükümlü ve tutukluların ceza infaz
kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri,
barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin
sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve
tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem
veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.
2. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tabi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları,
izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem
veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.
3. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan
disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya
yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan
şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.
4. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme
kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve
tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri
raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar
vermek.
5. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan
konulara ilişkin hükümler saklıdır.”
31. 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz
hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı 6.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Şikayet başvurusu
üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde
karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikayet konusu işlem
veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge
isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet
savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./5.md.) Disiplin
cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun
savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten
sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./5.md.) Hükümlü veya
tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla
avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle:
22/7/2010-6008 S.K./5.md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya
tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.”
32. 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Süreli
veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı 62.
maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış
olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma
hakkına sahiptir.
(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması
koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına
çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar,
hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam
eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.
(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya
müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye
verilmez.”
33. 6/4/2006 tarih ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Eğitim kurulunun görev ve yetkileri” kenar
başlıklı 43. maddesinin (1) numaralı fırkasının (ı) bendi şöyledir:
“(1) Eğitim kurulu aşağıda sayılan işleri
yapmakla görevli ve yetkilidir;
…
ı) Kuruma gelen her türlü yayının, kurum
güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları
kapsayan nitelikte olup olmadığına karar vermek,
…”
34. 12/7/2005 tarihli Adalet Bakanı oluru ile yürürlüğe giren
Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin
“Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar”
kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“a) Mahkemelerce
yasaklanmış olan,
b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum
güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları
kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen,
hiçbir yayın kuruma kabul edilmez.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
35. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 24/12/2012 tarih ve 2013/434 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
36. Başvurucu, basım veya dağıtımına ilişkin herhangi bir
yasaklama kararı bulunmayan, kamuya açık alanlarda satışı yapılan ve herkesin
erişimine açık olan Derginin, Eğitim Kurulu tarafından yasaklanmasının
Anayasa’nın 26. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 10.
maddelerine aykırı olduğunu, tutukluluk durumunun, kanunlarda belirtilen
koşullar dışında özgür bireylerden farklı olarak sınırlayıcı yaptırımlar
getirmesinin ayrımcılık niteliğinde olduğunu ve hakkındaki uygulamanın maddi ve
manevi varlığını geliştirmesini engellediğini, ayrıca Eğitim Kurulu kararına
karşı yaptığı başvuruyu inceleyen İnfaz Hâkimliği ve bu karara yönelik itirazı
inceleyen Ağır Ceza Mahkemesi kararlarının gerekçesiz olduğunu ve bu durumun
Anayasa’nın 141. maddesine aykırılık oluşturduğunu, bu çerçevede Anayasa’nın
5., 10., 17., 26., 36. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş,
maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Bu bakımdan başvurucunun, Dergiye erişiminin engellenmesi
ile ilgili şikâyetlerinin bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında
incelenmesi gerekir. Somut olay bakımından temel sorun, başvurucunun Dergiye
erişiminin engellenmesi olduğundan, başvurucunun diğer şikâyetlerinin ayrıca
incelenmesine gerek görülmemiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
38. Başvurucu, basım veya dağıtımına ilişkin herhangi bir
yasaklama kararı bulunmayan, kamuya açık alanlarda satışı yapılan ve herkesin
erişimine açık olan Derginin Eğitim Kurulu tarafından yasaklanmasının
Anayasa’nın 26. ve Sözleşme’nin 10. maddelerine aykırı olduğunu, tutukluluk
durumunun, kanunlarda belirtilen koşullar dışında özgür bireylerden farklı
olarak sınırlayıcı yaptırımlar getirmesinin ayrımcılık niteliğinde olduğu ve
hakkındaki uygulamanın maddi ve manevi varlığını geliştirmesini engellediğini
ileri sürmüştür.
39. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirliği yönünden görüş
bildirilmemiştir.
40. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının, haber ve
fikirlere ulaşma hakkını güvence altına aldığı ve dolayısıyla, haber ve
fikirlere ulaşma hakkının, bireysel başvuru incelemesi bakımından, Anayasa
Mahkemesinin konu bakımından yetki alanı içerisinde yer aldığı konusunda
tereddüt bulunmamaktadır.
41. Başvurucunun, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine dair başvurusunun, kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
42. Başvurucu, basım veya dağıtımına ilişkin herhangi bir
yasaklama kararı bulunmayan, kamuya açık alanlarda satışı yapılan ve herkesin
erişimine açık olan Derginin Eğitim Kurulu tarafından yasaklanmasının
Anayasa’nın 26. ve Sözleşme’nin 10. maddelerine aykırı olduğunu, tutukluluk
durumunun, kanunlarda belirtilen koşullar dışında özgür bireylerden farklı
olarak sınırlayıcı yaptırımlar getirmesinin ayrımcılık niteliğinde olduğunu ve
hakkındaki uygulamanın maddi ve manevi varlığını geliştirmesini engellediğini
ileri sürmüştür.
43. Bakanlık görüş yazısında, başvuruya konu Derginin
başvurucuya verilmemesine ilişkin kararın; iç hukukta açık ve ulaşılabilir bir
yasal dayanağı olduğu, söz konusu kararın suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu
emniyeti gibi amaçlarla alındığının anlaşıldığı, Derginin süreli bir yayın
olduğu ve birçok yazar tarafından kaleme alınan makalelerden oluştuğu, Eğitim
Kurulu kararında, Derginin bazı bölümlerinde Abdullah Öcalan’ın yasaklı
kitaplarından alıntılar bulunduğunun, Öcalan’ı ve terör örgütünü övücü,
meşrulaştırıcı ifade ve yorumlar bulunduğunun belirtildiği, ancak başvurucunun
şikâyetinin incelendiği karar ve bu karara karşı itiraz üzerine verilen
kararda, Derginin içeriğinde yer alan hangi ifadelerin bu kapsamda
değerlendirildiğine ilişkin somut ifadelere yer verilmediği, kararlarda 5275
sayılı Kanun’un 62. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile Yönerge hükümlerine
dayanıldığı, bu düzenlemelerde geçen “kurum
güvenliğini tehlikeye düşürme veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları
kapsayan yayın” kavramlarına ilişkin somut değerlendirmelerin
açıklanmadığı bildirilmiş ve müdahale bakımından demokratik toplumda zorunlu
bir toplumsal ihtiyacın var olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından
belirtilen hususlara dikkat çekilmiştir.
44. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde,
Derginin verilmemesine dair dayanak gösterilen kanun maddesinin aradığı
koşulların somut olayda mevcut olmadığını, ilgili mercilere hangi koşulların
gerçekleştiği hususuna dair herhangi bir fikir beyan edilmediğini, kurum
güvenliğinin hangi hallerde ve ne şekilde tehlikeye düşeceğinin açıklamaya
muhtaç olduğunu, Derginin, ülke sathında yasal olarak satılan ve dağıtımı
yapılan bir dergi olduğunu, düşünce ve ifade özgürlüğünün AİHM içtihatları
çerçevesinde devlet organları ve toplumun çoğunluğu gibi düşünmeme, düzeni
sorgulama hatta kınamayı da içerdiğini, toplum için şok edici ve rahatsızlık
oluşturan düşünceleri de kapsadığını, Derginin kurum güvenliği bakımından
tehdit oluşturmadığını, bu nedenle müdahalenin meşru olmadığını, araç ve amaç
arasında dengesizlik oluştuğunu, ceza infaz kurumunda olması nedeniyle diğer
insanlardan farklı muameleye tabi tutulduğunu, hatta fikir ve düşünceleri
sebebiyle diğer mahkûmlardan ayrı muameleye tabi tutulduğunu ifade etmiştir.
45. İfade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere,
başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı
kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla
serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına
aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §40).
46. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinde herkesin,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu, bu özgürlüğün resmî
makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek
serbestliğini de kapsadığı hükme bağlanmıştır.
47. Belirtilen Anayasa maddesinde, düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak
ifade edilmiş olup, “başka yollar”
ibaresiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğuna işaret
edilmiştir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).
48. Sözleşme’nin “İfade
özgürlüğü” kenar başlıklı 10. maddesinde ise, herkesin ifade
özgürlüğü hakkına sahip olduğu ve bu hakkın, kamu makamlarının müdahalesi
olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve
görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsadığı hüküm altına alınmıştır.
49. Haber veya fikirlere ulaşma hakkı, ifade özgürlüğünün
ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin olarak daha
ayrıntılı düzenlemeler de yer almakla birlikte mevcut koşullar altında
başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin temel düzenleme olan Anayasa’nın 26.
maddesi kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.
50. Mutlak olmayan ve sınırlanabilir bir hak niteliğinde olan
ifade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama
rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında “Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu
düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”
şeklinde sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüğe yönelik sınırlamaların
da bir sınırının olması gerektiği açıktır.
51. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında,
Anayasa’nın 13. maddesindeki “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
ifadeleri ile şekillenen ölçütlerin göz önüne bulundurulması zorunludur. Bu
sebeple, ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın
13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi
kapsamında yapılması gereklidir.
52. Açıklanan ilkeler ışığında, başvuruya konu olayda, ifade
özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle
müdahalenin mevcut olup olmadığının, sonrasında ise müdahalenin haklı sebeplere
dayanıp dayanmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
a. Müdahalenin Mevcudiyeti
53. Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan başvurucunun, Dergiye
erişiminin engellenmesinin, başvurucunun bilgi ve düşünceleri edinme özgürlüğü
ve dolayısıyla ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin Haklı
Sebeplere Dayanması
54. Tespit edilen müdahalenin, Anayasa’nın 26. maddesi
anlamında meşru kabul edilebilmesi için, aynı maddenin ikinci fıkrasında
belirtilen sınırlama nedenlerinden bir veya daha fazlasına dayanması ve hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen
güvencelere uygun olması gereklidir. Bu nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13.
maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş
ve kanunla öngörülmüş olma, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama
koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Müdahalenin Kanuniliği
55. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri “belirlilik”tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir
kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını, bunların kamu otoritesine hangi müdahale yetkisini
doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir.
Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010; AYM, E.2009/21, K.2011/16, K.T.
13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; AYM, E.2011/18,
K.2012/53, K.T. 11/4/2012).
56. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamaların yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp,
bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair
yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm
sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın
ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap
ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak
belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla
erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T.
12/1/2012).
57. AİHM içtihatlarına göre de bir kanuni düzenlemenin
bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi,
kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun
düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir
düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması
gerekmez. Kanunun açıklığı, arzu edilir bir durum olmakla birlikte; bazen aşırı
bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan
değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği,
yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller
içermektedir (bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00, 76292/01,
13/11/2008, § 83).
58. 5275 sayılı Kanun’un “Süreli
veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı 62. ve
Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin
“Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar”
kenar başlıklı 11. maddelerinde, yasaklanmış veya yasaklanmamış olmakla
birlikte kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veyahut müstehcen içeriğe sahip
yayınların ceza infaz kurumuna kabul edilmeyeceği düzenlemesine yer
verilmiştir.
59. Ceza infaz kurumları ve infazla ilgili mevzuatın, belirli
düzeyde açık ve öngörülebilir olması yanında, özellikle özgürlüğü bağlayıcı
cezanın amacı, kurumun iç disiplininin sağlanması ve benzeri birçok nedenle,
cezaevi idaresine belirli ölçüde takdir yetkisi ve bir hareket alanı sağlaması
da gerekir. Bu nedenle, müdahalenin dayanağı olan düzenlemeler; yeterli düzeyde
açık, belirli, öngörülebilir ve erişilebilir niteliktedir.
60. Eğitim Kurulu kararında, Dergide PKK terör örgütü lideri
Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapılması, adı geçen ve
örgütü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verilmesi ve Dergi hakkında
başka bir ceza infaz kurumuna bağlı bir eğitim kurulunun, ilgilisine
verilmemesi yönünde kararının mevcut olması hususlarının, kurum güvenliğini
tehlikeye düşürdüğü gerekçelerine dayanıldığı, şikâyet üzerine bu kararı
denetleyen İnfaz Hâkimliğinin de bu gerekçelere atıfta bulunarak Eğitim Kurulu
kararını hukuka uygun bulduğu anlaşılmaktadır. Gerek Eğitim Kurulu,
gerekse İnfaz Hâkimliği kararlarında, başvuruya konu Dergi içeriğinde, PKK
terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar
yapılması ile anılan kişi ve örgütü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlar
bulunması, 5275 sayılı Kanun’un 62. ve Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve
Kitaplık Yönergesi’nin 11. maddeleri kapsamında
değerlendirilmiştir. Belirtilen hususlar çerçevesinde, başvurucunun haber veya
fikirlere ulaşma hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağı olduğu açıktır.
ii. Meşru Amaç
61. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru
olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî
güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik
olması gerekir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 84).
62. Somut olayda müdahale gerekçesi olarak Dergide, PKK terör
örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapılması, adı
geçeni ve örgütü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verilmesi, Dergi
hakkında başka bir ceza infaz kurumuna bağlı bir eğitim kurulunun, ilgilisine
verilmemesi yönünde kararının mevcut olması hususlarının, kurum güvenliğini
tehlikeye düşürmesi gösterilmiştir.
63. Gerçekten, Aydın Söğüt tarafından kaleme alınan “Kapitalist Modernite ile
Hesaplaşan Halk: Kürtler” başlıklı makalenin ana temasının,
kapitalist anlayışın, Ortadoğu’da ve Türkiye’de yaşayan Kürt halkının,
bölgedeki ulus-devletler aracılığıyla fiziki ve kültürel bir soykırıma tabi
tutulduğu ve Kürtlerin ulus-devlet kurmak suretiyle bu süreçten
kurtulabilecekleri düşüncesine dayandığı, yazarın, bu düşünceleri ortaya
koyarken, Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden alıntılar yaparken, anılan kişiyi ve
terör örgütünü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verdiği
anlaşılmaktadır.
64. Bu tespitler ışığında, başvuruya konu müdahalenin, “kamu düzeni”nin sağlanması kapsamında Devlet tarafından
belirlenen amaçların ve faaliyetlerin bir uzantısı niteliğinde olduğu, bunun da
Anayasa’nın ifade özgürlüğünü güvence altına alan 26. maddesinin ikinci fırkası
anlamında meşru bir amaç taşıdığının kabulü gerekir.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
65. İfade özgürlüğü mutlak olmadığı için bir
takım sınırlamalara tabi tutulabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlamaların Anayasa’nın
13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve
ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 91).
66. Anayasa’da belirtilen demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir
anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik
toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile Sözleşme’nin “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ölçütünün bulunduğu 9., 10. ve 11. maddeleri arasındaki uyumu açıkça
yansıtmaktadır. Bu itibarla, demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve
açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 93).
67. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları
uyarınca, demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp
güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup
tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler,
istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin
sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler.
(AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Bir başka ifadeyle, yapılan
sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor, aşırı
derecede güçleştiriyor veya hak ve özgürlüğü etkisiz hale getiriyorsa veyahut
ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama amacı ile müdahalede kullanılan araç
arasında olması gereken orantılılık sağlanamıyorsa, bu durum demokratik toplum
düzenini gerekleri ile bağdaşmaz (AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011;
AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).
68. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada esas
alınan bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla
birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye
dikkat çekmiş, amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması
gerektiğine karar vermiştir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007; B. No:
2013/409, 25/6/2014, § 96).
69. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel
hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında
getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin
elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84).
70. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin
kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunu
inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 98).
71. AİHM de konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren,
Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen “gerekli” kavramını Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen
yaklaşımına benzer bir biçimde açıklamıştır. AİHM’e
göre “gerekli” kavramı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı” (“pressing social need”)
ifade etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,
7/12/1976, § 48). O halde ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir
müdahalenin, zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığına
bakılması gerekecektir. Bu çerçevede müdahale, meşru amaç taşıyan orantılı bir
müdahale olmalıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının
gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (Başka bir
bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).
72. Dolayısıyla, içeriğinde PKK terör örgütü lideri Abdullah
Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapıldığı, adı geçen ve örgütü övücü,
meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verildiği tespit edilen Derginin
başvurucuya verilmemesi yoluyla ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin cezaevi
güvenliğinin tehlikeye düşürülmemesi şeklindeki meşru amaçla orantılı olduğunun
kabulü halinde, başvurucunun talebinin reddine ilişkin gerekçelerin inandırıcı,
başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (Aynı yönde
AİHM kararı için bkz. Özgür Gündem/Türkiye,
B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 57).
73. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Dergide alıntılar
yapıldığı ifade edilen “Demokratik Toplum
Manifestosu” (§ 24), Abdullah Öcalan’ın cezaevine konulduktan sonra
yazdığı beş ciltlik bir seri olup, bu serinin son cildini oluşturan “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü”
adlı kitap hakkında verilen el koyma kararı daha önce bireysel başvuruya konu
olmuş ve Anayasa Mahkemesince, tespit edilen müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı, dolayısıyla başvurucunun düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 108).
74. Yapılacak değerlendirmelerde ifade özgürlüğünün “herkes”e
tanındığının hatırda tutulması gerekir. Yüksek güvenlikli bir cezaevinde
kapatılmış bulunan bir tutuklu olan başvurucunun da herkes gibi, Anayasa’nın
26. maddesi hükmünden yararlanabileceğinde tereddüt bulunmamaktadır. Bununla
beraber, disiplini bozacak ve dolayısıyla cezaevi güvenliğini tehlikeye
düşürecek faaliyetleri önlemeye yönelik hukuki düzenlemeler olmadan bir
cezaevinde düzen ve güvenliğin sağlanması da düşünülemez (B. No: 2013/1821,
5/11/2014, § 50).
75. Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi kendi takdirini davada
uygulamadan önce, müdahalenin gözetilen meşru amaçlarla orantılı olması
hususunun, öncelikle kamu gücünü kullanan makamlara ait olduğunun belirtilmesi
gerekir. Bu konuda kamu otoritelerinin bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu
takdir yetkisinin genişliği birçok unsura, özellikle de söz konusu faaliyetin
niteliğine ve sınırlamaların amacına bağlı olarak değişmektedir (B. No:
2013/1821, 5/11/2014, § 51).
76. Somut olayda, başvurucuya Ceza İnfaz Kurumu tarafından
teslim edilmeyen Dergi hakkında, Eğitim Kurulu tarafından verilen kararda,
anılan Derginin içeriğinde PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı
kitaplarından alıntılar yapıldığı, adı geçeni ve terör örgütünü övücü,
meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verildiği belirtilmiş ve bu hususlar karara
gerekçe gösterilmiştir. Bu karara karşı yapılan şikâyet başvurusu üzerine İnfaz
Hâkimliğinin vermiş olduğu ret kararında Eğitim Kurulu kararından alıntı
yapılarak, belirtilen karardaki gerekçelere dayanılmıştır. İtiraz üzerine
Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen kararda ise, İnfaz Hakimliğinin
kararındaki gerekçe yerinde görüldüğünden itirazın reddine karar verilmiştir.
77. Derginin özellikle 72 ilâ 77. sayfalarında Aydın Söğüt
tarafından kaleme alınan “Kapitalist Modernite ile Hesaplaşan Halk: Kürtler” başlıklı
makale, Abdullah Öcalan’ın “Direniş, kendi
başına modern hegemonyayı yıkmaya ve alternatif geliştirmeye yetmez, karşı modernitesini inşa etme ustalığını gerektirir.”
ifadeleri ile başlamaktadır. Makalede sık sık Abdullah Öcalan’ın görüşlerinden
nakiller yapılarak, ileri sürülen düşünceler kuvvetlendirilmeye çalışılmıştır.
Makalenin sonunda da Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden alıntı yapılarak “Kürtler geriye kalan varlık parçalarını ancak
demokratik uygarlık tarihinin ışığı altında daha açık görebilir. (…) Tarih bir
kez daha aynı coğrafyada insanlık adına O’nu toplumsal varlıkları korumak ve
özgür insan kılmak için devrime zorlamakta, demokratik modernitenin
inşasına çağırmaktadır. (…) Demokratik modernite
kavram ve kuramlarıyla yeniden kurgulanan Kürdistan devrimi pratik gelişimini
layıkıyla sürdürürse, sadece Kürt sorununun demokrakratik
çözümünü gerçekleştirmekle kalma. (…) Devrimin yerel çözümü evrensel çözümün en
sağlam bileşkesi olur. (…) Kürt devrimi potansiyeli ve boğuştuğu güçler kapsamında
hem tarihle hem moderniteyle hesaplaşmayı gerektirir.
Bu yönlü hesaplaşmasını başarı ile yaparsa evrenselliğe en önemli katkıyı
yapmış olur…” şeklindeki sözlerine yer verilmiştir.
78. Yazının devamında kapitalizmin tüm “vahşiliğine” rağmen, “hazmedile hazmedile”
yerleştiği, Latin Amerika’daki alternatif deneyimler ve Ortadoğu’daki
bunalımın, “kapitalist modernitenin”
kendini toplumlara tamamen kabul ettiremeyişinin göstergesi olduğu, bu kapsamda
oluşturulan tahribat sonucunda, Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak sınırlarının
çokça tartışıldığı, arada kalan Kürtlerin kıyıma uğradığı, araya çekilen yapay
sınırlarla bir tarafa Türk olması, Türkçe konuşması ve yaşaması dayatılırken,
diğer tarafa Arap olması, Arapça konuşması ve yaşamasının dayatıldığı fikirleri
ileri sürülmüş ve Avrupa’daki muhalefet ile Ortadoğu’daki muhalefet mukayese
edilmiştir.
79. Yazının sonraki kısımlarında Kürtlerin, diğer
coğrafyalardaki halklardan farklı olarak, “her
türlü fiziki ve kültürel soykırımdan” geçirildikten sonra
varlıkları, tarihleri ve var olma haklarının inkâr edildiği, önceki dönemlerde
belirli bir yeri, rolü, varlığı ve kimliği olan Kürt halkının “modernizmin”
son yüzyılında bunları yitirmiş olmasının, “kapitalist
modernite” ile “özgün bir hesaplaşma” için başlı başına yeterli bir neden
olduğu, diğer topluluklardaki “ödül”
sisteminin Kürtler açısından farklı işlediği, var olmanın, nimetlerden
faydalanmanın, insan sayılmanın yolunun “Kürtlükten
kaçıştan” geçtiği, “hükümet
partisine yamanan” kesimlerin durumunun böyle olduğu, “sömürgeci inkar ve imha rejiminin hükümetinde”
yer alıp aynı zamanda Kürtçülük yapıldığı, Kürtlüğe ve Kürtçe’ye
bir gelecek biçilmediği, “Kürt Özgürlük Hareketi”nin
siyasi partilerinin “dil, özyönetim, özsavunma” gibi hak taleplerine olumsuz yanıt
verenlerin “bir ulus-devlet kurmaktan başka
çareniz yok, gücünüz varsa kurarsınız, yoksa da bu halinize razı olup
şükredersiniz” imasında bulunduklarının farkında olmadıklarını,
mevcut paradigmanın, varlık için yalnızca kendi dizgesinde bir oluşumu kabul
edebileceği, Kürtlerin var olabilmeleri için bir ulus-devlet kurmalarının
gerektiği, bunun ise egemen sistemin o anki çıkar dengesine bağlı olduğu,
halihazırda konjonktürün bir Kürt devletine el vermediğini, İran ve Suriye’de
muhalefet oluşturabilmek için “kırk takla
atan” sistemin, “örgütlü ve
iradeli Kürt özgürlük muhalefetini görmezden gelmesi”nin ve “terörist” saymasının güncel bir gerçeklik
olduğu, aynı özgürlük hareketinin çizgisindeki Kürtlerin, sınırın bir tarafında
silah kullandıkları, diğer tarafında ise kullanmadıkları için lanetlendikleri
düşüncelerine yer verilmiştir.
80. Makalenin devamında, yazar, “Kapitalist modernitenin bölgedeki temel
şubelerinde(n) biri olan koskoca bir devlet kıskacına rağmen köy komünleri,
köyler arası komünler, halk meclisleri, kent meclisleri, dernekleşmeler, konfederal organlar, kadın ve gençlik hareketleri, öz
savunma oluşumları, meşru savunma güçleri, halk (doğrudan) demokrasisi
pratikleri, halk diplomasisi, medyası, siyasal katılımı, öz yönetimi, dayanışması
ve ekolojik paylaşımcı ekonomi deneyimleri ve demokratik ulus perspektifiyle
demokratik uygarlık ve demokratik modernite
paradigmasına yerel boyutta hayat buldurmuştur bile.” ifadeleri ile
Türkiye’nin güneydoğusundaki durumu kendi perspektifinden özetlemiştir.
81. AİHM’e göre denetim görevi, “demokratik bir toplumu” niteleyen ilkelere
azami dikkat göstermeyi zorunlu kılmaktadır. İfade özgürlüğü, sadece hoşa giden
veya zararsız ya da tepki oluşturmayacak bilgi veya fikirler için değil, fakat
devlete veya halkın bir kısmına ters düşen veya onları şoke eden ya da üzüntüye
sevk edenler için de geçerlidir. Demokratik toplumun “olmazsa olmazları” olan çoğulculuk,
hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
82. Buna karşılık, milli güvenlik ve ülkenin toprak
bütünlüğünün korunması, kamu düzeninin sağlanması ve terörle mücadelenin bir
yöntemi olarak ifade özgürlüğü kapsamındaki güvencelere bir
takım sınırlamalar getirilmesi mümkündür. Ancak, bu sebeplere dayanarak
özgürlüğe getirilen sınırlama, elde edilmek istenen amaçla kullanılan vasıta
arasında orantı olması ve bu yönde acil bir sosyal ihtiyaç bulunması halinde
ölçülü kabul edilebilecektir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Zana/Türkiye, B. No: 18954/91, 25/11/1997, §§
55-62). Bu noktada gözetilmesi gereken orantı, kişilerin haber veya fikirlere
ulaşma hakkı ile devletin, toplumu terör eylemlerinden koruma ve ceza infaz
kurumlarındaki güvenlik sorunlarını ortadan kaldırma yükümlülüğü arasında olup,
devletin bu konudaki takdir marjını kullanırken, anılan orantının gözetilip
gözetilmediğinin belirlenmesi gerekir. Bu değerlendirmenin ise, ceza infaz
kurumlardaki somut güvenlik sorunları ışığında yapılması gereklidir.
83. Başvurucu tarafından ifade edildiği ve Bakanlık
tarafından da herhangi bir itirazda bulunulmadığı üzere, başvuruya konu Dergi
hakkında herhangi bir genel yasaklama kararı bulunmamaktadır. Somut başvuru
bakımından, kamu otoritesinin sınırlama gerekçesi olan cezaevi güvenliğinin
sağlanması perspektifinde, özellikle terör suçları nedeniyle tutulan kişilere
ulaştırılmasına izin verilecek yayınlara ilişkin sınırlamaların orantılılığı
değerlendirilirken, bu kapsamdaki kişilerin tutuldukları ceza infaz
kurumlarının güvenliği konusundaki somut risk ve tehlikelerin dikkatten uzak
tutulmaması gereklidir.
84. Başvuruya konu olayda, “cezaevi
güvenliği” başlığı altında somutlaşmış olan “kamu düzeninin korunması” meşru amacı
çerçevesinde, başvurucunun Dergiye erişimi engellenmiştir. Gerçekten, Derginin
72 ilâ 77. sayfalarındaki makale incelendiğinde, yazarın, terör örgütünün
yürüttüğü şiddet içeren silahlı faaliyetlerini, “Kürt Özgürlük Hareketi” olarak nitelendirdiği, bu kapsamda
yapılan silahlı şiddet eylemlerini meşrulaştıran ifadeler kullandığı ve terör
örgütünün toplumun değişik tabakalarını hedef alan illegal yapılanmalarını
övdüğü anlaşılmaktadır.
85. Ancak tüm bunlara rağmen, Ceza İnfaz Kurumunun iç
güvenliğinden sorumlu kamu otoritesinin bir parçası olan Eğitim Kurulunun
müdahale oluşturan kararının gerekçesinden, Derginin başvurucuya
ulaştırılmasına izin verilmesinin, Kurum güvenliği bakımından ne tür somut risk
ve tehlikeler taşıdığı anlaşılamamaktadır. Bu bağlamda, anılan kararda
dayanılan, Dergide Abdullah Öcalan’ın kitaplarından alıntılar yapılması
(kıyasen bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 101), adı geçeni ve terör örgütünü
övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verilmesi olarak ifade edilen
gerekçelerin, “cezaevi güvenliği”
bağlamında “ilgili ve yeterli”
olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, Dergiye erişiminin engellenmesi suretiyle
başvurucunun haber veya fikirlere ulaşma hakkına getirilen kısıtlamanın,
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve hedeflenen meşru amaçlarla
orantılı olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.
86. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
87. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
88. Başvurucu, bireysel başvurusunun takibi için avukatına
ödediği 5.900,00 TL’nin maddi tazminat olarak ödenmesini, ayrıca, insan onuru
ve saygınlığını zedeleyen ve bilgi alma hakkından mahrum kalmasına yol açan
kararlar sonucunda ortaya çıkan acı ve üzüntüsü nedeniyle 10.000,00 TL manevi
tazminatın kendisine ödenmesini talep etmiştir.
89. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan, yeniden yargılama yapılmak
üzere dosyanın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
90. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülen
hallerde tazminata hükmedilemeyeceğinden, başvurucunun tazminata ilişkin
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
91. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun, Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan
ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/2/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.