TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YUNUS KALKAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4383)
|
|
Karar Tarihi: 18/2/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 31/3/2016-29670
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
|
Basvurucu
|
:
|
Yunus KALKAN
|
Temsilcisi
|
:
|
Kemal KALKAN (Vasi)
|
Vekili
|
:
|
Av. Senem DOĞANOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma memurları
tarafından gerçekleşen darp eylemi ve sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile
işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/6/2013 tarihinde Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/4/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 7/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda
bulunduğu 12/8/2009 tarihinde, aynı havalandırmayı kullandığı K.Y.ve D.Ş. ilekavga etmiş; kavga sırasında darbedilmiştir.
Anılan darp fiili nedeniyle başvurucu Ceza İnfaz Kurumu revirine götürülmüş,
doktorun olmaması nedeniyle Sağlık Memuru H.K. tarafından muayenesi
yapılmıştır.
9. Sağlık Memuru H.K. tarafından 12/8/2009 tarihinde saat
18.30'da bilgi amaçlı düzenlenen raporda alın sol bölgede 3 milimetrelik kesi,
sağ göz ve çevresinde morluk, boyun sol bölgede morluk, sırt alt bölgede üç
adet sıyrık ve lezyon, dudak sol altta patlama mevcut olduğu kayda
geçirilmiştir.
10. Başvurucuya kavga sırasında birkaç defa yumruk atıldığı,
yüzündeki yaralanmaların bu şekilde ortaya çıktığı, belindeki yaralanmanın ise
kavga sırasında, spor yaparken kullandıkları bir aletin üzerine düşmesi sonucu
oluştuğu konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.
11. Başvurucu, olay tarihinden iki gün sonra 14/8/2009 tarihinde
Ceza İnfaz Kurumu doktorunun görevine başlaması üzerine darp olayıyla ilgili
rapor düzenletilmek üzere Kurum revir odasına götürülmüştür. Doktor Z.A.
tarafından muayene edilirken odada bulunan İnfaz Koruma Memuru B.K. ile
başvurucu arasında bir tartışma yaşanmış, başvurucu, kolları arkadan tutularak
muayene masasına yatırılmış, doktor tarafından ani müdahale ekibinin çağrılması
üzerine başvurucu, gözetim odasına götürülmüştür. Başvurucu, muayene odasında
ve daha sonra götürüldüğü gözetim odasında darbedildiğini
ileri sürmektedir.
12. Başvurucu gözetim odasında cama yumruk atmış ve bu nedenle
sağ elinde kesi meydana gelmiştir. Başvurucunun kesilen eline sağlık memuru
tarafından gerekli müdahale yapılmıştır. Doktor Z.A., başvurucunun aynı günün
akşamında kulağından kan geldiğini söylemesi üzerine kendisini Ceza İnfaz
Kurumuna çağırdıklarını, yaptığı muayene sonucunda kulaktan kan gelmediğini
ancak kulağın tahriş olduğunu gördüğünü ve tedavi için damla verdiğini
hatırladığını, rapor düzenlenmesi istenmediği için darp ve cebir izi olup
olmadığına dikkat etmediğini beyan etmiştir.
13. Aynı gün başvurucunun ziyaretine gelen babasının başvurucuda
darp izleri gördüğü iddiasıyla Savcılığa şikâyette bulunduğu ve başvurucunun
aynı gün Denizli Devlet Hastanesine götürüldüğü ve başvurucu hakkında sağlık
raporu düzenlendiği anlaşılmaktadır.
14. 14/8/2009 tarihinde saat 20.10'da düzenlenen adli muayene
raporunda; alında sağda ve solda ciltte morluklar, her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ göz sklera
lateralinde hemoraji, sol klavikula (köprücük kemiği) üzerinde düz hat şeklinde
ciltte 10 cm'lik kızarıklık, sağ deltoid
kas üzerinde ve biceps kası dış kısmında kızarıklık,
sağ skapula (kürek kemiği) altında kızarıklık, sol deltoid kas alt kısmında kızarıklık, sağ el sırtında ciltte
kesi, lumbal bölge vertebralar
üzerinde üzeri kabuklu abrazyonların mevcut olduğu
belirtilmiştir.
15. Başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, mevcut doktor
raporları ile birlikte 12/8/2009 ve 14/8/2009 tarihlerindeki yaralanmaları ayrı
ayrı tarif ve tespit edilmek suretiyle Denizli Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğüne
sevk edilmiş ve başvurucunun muayenesi yaptırılmış; 13/10/2009 tarihli raporda,
başvurucunun mevcut yaralanmalarının iki olaydan hangisine bağlı olduğu
konusunda kanaat takdirine tıbben imkân bulunmayıp mevcut fiziksel travma
bulgularının kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek şekilde hafif nitelikte olduğu, yüzde sabit iz yönünden olay
tarihinden itibaren altı ay geçtikten sonra tekrar muayeneye gönderilmesi
gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun nakledildiği Isparta E Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumunda talimatla aldırılan Isparta Devlet Hastanesi Baştabipliğinin
1/3/2010 tarihli raporunda, başvurucunun yaralanmasının yüzde sabit iz
niteliğinde olmadığı tespit edilmiştir.
16. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakultesi
Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanlığının 1/10/2009 tarihli kurul raporuna göre
başvurucunun ruh sağlığında bozulma olduğu, anksiyete
ile giden uyum bozukluğu tanısı düşünüldüğü, rahatsızlığının darp olayıyla
ilgili olduğu, yine aynı Fakültenin 9/12/2009 tarihli raporuna göre ruh
sağlığındaki bozulmanın basit tıbbi müdahale ile iyileşebilir düzeyde, ancak düzenli
takip ve tedavi gerektirdiği belirtilmiştir.
17. Honaz Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/4/2010 tarihli
iddianame ile başvurucu hakkında hakaret, tehdit, mala zarar verme ve görevi
yaptırmamak için direnme; İnfaz Koruma Memurları Ö.E., B.K., H.Ö., S.Ç. ve
Sağlık Memuru S.G. hakkında ise kasten yaralama hükümleri gereğince
cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.
18. İddianame kabul edilerek dava, Honaz Asliye Ceza
Mahkemesinin E.2010/118 sayılı dosyasına; anılan Mahkemenin kapatılmasından
sonra ise Denizli 8. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2012/751 sayılı dosyasına
kaydedilmiştir.
19. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdiği
beyanlarda özetle, koğuş arkadaşlarıyla ettiği kavgada sağ gözünden ve belinden
yaralandığını, o gün doktorun görevde olmaması nedeniyle 14/8/2009 tarihinde
sabah saat 10.30 gibi rapor alınması amacıyla revire götürüldüğünü, doktorun
soyunmasını söylediğini, çamaşırı hariç soyunduğunu, odada bulunan İnfaz Koruma
Memuru B.K.nın kendisine gülmesi üzerine tartışmaya
başladıklarını; B.K.nın, boğazına sarılarak kendisini
muayene sedyesi üzerine yüzüstü yatırdığını, odada bulunan S.G ve birkaç infaz
koruma memuru tarafından yumruklandığını, bir süre sonra gözetim odasına
götürüldüğünü, burada da yaklaşık on kişinin dizleriyle ve yumruklarıyla
kendisine vurduğunu, S.G. tarafından yüzüne tükürüldüğünü, memurlar çıktıktan
sonra aynaya baktığını, darptan dolayı tanınmayacak hâle geldiğini gördüğünü,
ağzından kulağından kan geldiğini görünce sinirlenip cama yumruk attığını,
bunun üzerine Başmemur Ö.E.nin
itfaiye hortumu ilekendisine tazyikli su sıktığını
ifade etmiştir.
20. İnfaz Koruma Memuru Ö.E. soruşturma ve kovuşturma aşamasında
özetle revirde bulunmadığını, başvurucuyu gözetim odasına götürülürken
gördüğünü, gözetim odasına kapatıldıktan sonra camı kırarak elinde cam
parçasıyla "Bana müdürü çağırın, başmemuru çağırın." diye bağırdığını,
kendisinin gözetim odasına girmediğini, Z.G. ve A.S.nin
içeri girip ikna ettikten sonra başvurucunun elindeki camı aldığını, daha sonra
başvurucunun koğuşuna götürüldüğünü ifade etmiştir.
21. İnfaz Koruma Memuru B.K. soruşturma ve kovuşturma aşamasında
özetle doktor muayenesi sırasında başvurucunun kendisine "Niye gülüyorsun?" diyerek küfür
ettiğini, üzerine saldırdığını, S.G. ve G.Ç. ile birlikte kollarından tutarak
muayene sedyesine yatırdıklarını, bu arada doktorun ani müdahaleye haber vermek
için odadan çıktığını, ani müdahale ekibinden H.Ö., Ö.A. ve hatırlamadığı
birinin daha geldiğini, kendisini gözetim odasına götürdüklerini, gözetim
odasına girmediğini ve kimsenin başvurucuyu darbetmediğini
belirtmiştir.
22. İnfaz Koruma Memuru S.Ç. soruşturma ve kovuşturma aşamasında
özetle olay günü ani müdahale ekibinde görevli olduğunu, başvurucunun revirde
memurlara saldırdığına yönelik haber gelince olay yerine gittiğini, gittiğinde
başvurucuyu gözetim odasına almış olduklarını gördüğünü, görev yerine geri
döndüğünü, kimseyi darbetmediğini beyan etmiştir.
23. İnfaz Koruma Memuru H.Ö. soruşturma ve kovuşturma aşamasında
özetle olay günü ani müdahale ekibinde görevli olduğunu, revir odasından
bağrışmalar gelmesi üzerine olay yerine gittiğini, vardığında başvurucuyu
etkisiz hâle getirdiklerini gördüğünü, birlikte gözetim odasına götürdüklerini
ve başvurucuyu darbetmediğini beyan etmiştir.
24. Sağlık Memuru S.G. soruşturma ve kovuşturma aşamasında
özetle olay günü daha önce meydana gelen darp olayı nedeniyle başvurucunun
muayenesinin yapılmaya başlandığını, Doktor Z.A. ve Sağlık Memuru G.Ç.
tarafından muayene yapıldığı sırada kendisinin de B.K. ile birlikte odada
bulunduğunu, başvurucunun, kendisine güldüğü iddiasıyla B.K.ya
yönelik saldırıda bulunduğunu, ani müdahale ekibinin çağrıldığını ve
başvurucuyu gözetim odasına götürdüklerini kendisinin de eşlik ettiğini,
saldırgan tutum nedeniyle başvucuya infaz koruma
memurları tarafından zor kullanıldığını ancak kimsenin vurmadığını beyan
etmiştir.
25. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında doktor, sağlık
memurları, infaz koruma memurları, başvurucunun kavgaya karıştığı hükümlüler
ile olaydan sonra birlikte kaldığı hükümlüler tanık olarak dinlenmiş; olay
yerinde keşif yapılmış, Ceza İnfaz Kurumu kamera görüntüleri bilirkişi
marifetiyle yerinde izlenerek (teknik nedenlerden dolayı görüntülerin CD
ortamına aktarılamaması nedeniyle) rapor düzenlenmesi sağlanmıştır.
26. Tanık anlatımları genel olarak başvurucunun 12/8/2009
tarihinde koğuş arkadaşlarıyla kavgaya karıştığı, bu olay nedeniyle birtakım
yaralanmaların mevcut olduğu, doktor raporu alınması için 14/8/2009 tarihinde
götürüldüğü revirde başvurucunun, infaz koruma memurları ile tartıştığı ve
saldırgan tutumu nedeniyle başvurucuya güç kullanıldığı, ikinci olay sonrasında
başvurucunun yaralanma bulgularında artış olduğu, ancak bu artışın ilk olay
akabinde hemen ortaya çıkmayan zaman geçtikçe artan belirtiler de olabileceği,
başvurucunun ikinci olaydan sonra infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini beyan ettiği şeklindedir.
27. Kamera görüntüleri doğrultusunda düzenlenen bilirkişi
raporuna göre revir ya da gözetim odasının içini gören kamera bulunmayıp
koridorları gören kamera kayıtları mevcuttur. Rapordan, kamera kayıtlarına
yansıyan herhangi bir darp olayı görüntüsü bulunmadığı, başvurucuyla birlikte
infaz koruma memurlarının gözetim odasına girdiği, üç dakikaya yakın bir süre
içeride kalındığı anlaşılmaktadır.
28. Mahkemenin 28/2/2013 tarihli ve E.2012/751, K.2013/123
sayılı kararıyla başvurucu; tehdit, hakaret ve kamu malına zarar verme
suçlarından toplam 4 yıl 16 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilmiş; görevi
yaptırmamak için direnme suçundan beraat etmiştir. Aynı kararda S.Ç. ve H.Ö.
hakkında atılı kasten yaralama suçunu işlediklerine dair mahkûmiyete yeterli
kesin inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verilmiş;
Ö.E., B.K., S.G. hakkında kasten yaralama suçunu işledikleri sabit görülerek
1.500 TL adli para cezası öngörülmüş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Doktor raporlarının incelenmesinde;
sanık Yunus Kalkan hakkında koğuşta karıştığı kavga nedeni ile sağlık memuru
H... K... tarafından 12/08/2009 tarihinde düzenlenen raporda sol alın
bölgesinde 3 mm kesi, sağ gözde ve göz altında ve etrafında morluk, sol boyun
bölgesinde morluk, sırt alt bölgede 3 adet sıyrık ve lezyon, sol alt dudakta
patlak mevcut olduğu, pansuman yapıldığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı,
...bu işlemin vizite defterine kaydedildiği, sanık Yunus Kalkan ın ailesinin şikayeti üzerine Yunus Kalkan ın 14/08/2009 tarihinde Denizli Devlet Hastanesinde muayene
edildiği, alın sağda ve solda morluklar, her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ göz lateralinde
hemoraji, sol klavukula
üzerinde 10 cm uzunlukta kızarıklık, sağ scapula
altında kızarıklık, sağ ve sol delterol kas alt kısmında
kızarıklık, sağ el sırtında kesi, lumbal bölge
üzerinde kabuklu abrazyon tespit edildiği, ATK
Denizli Şube Müdürlüğü'nün 13/10/2009 tarih 26541 sayılı raporu ile mevcut
yaralanmaların hangiolaya bağlı olduğunun tespitinin
tıbben mümkün bulunmadığı, BTM ile giderilecek nitelikte olduğu sabit eseryönünden 6 ay sonra rapor düzenleneceği mütalaa
edilmiş, ATK 2. İhtisas Kurulunun 30/05/2012 tarih 3392 karar sayılı raporunda
da 12/08/2009 ve 14/08/2009 tarihlerinde gerçekleşen olaylarla ilgili
değerlendirme yapmanın tıbben mümkün bulunmadığı, gönderilen fotoğraflardaki
lezyonların oluşum zamanı konusunda görüş bildirilemediği, lezyonların sert ve
uygun bir zemine birden fazla çarpma, çarptırılma, künt
cisim yada yumruk, tekmenin vücuda birden fazla havalesi sureti ile oluşmasının
mümkün olduğu mütala edilmiştir.
Olaydan sonra ceza evinde bulunan güvenlik
kamerası kayıtlarının bilirkişi C... T... tarafından
düzenlenip rapor haline getirildiği görülmüş, raporda sanık Yunus Kalkan'ın
B... K... ile birlikte revir odasına girdiği, yaklaşık
3 dk sonra doktor Z... A... ın odadan çıktığı, kısa süre sonra siyah tşörtlü birinin revirden koridora çıktığı, bu kişinin S... G... olduğunun tespit edildiği, daha sonra sanık Yunus
Kalkan'ın gözetim odasına götürüldüğü gözetim odasına Yunus Kalkan ile birlikte
Ö... E..., S... S... E...,
Ö... A..., N... K..., B... K... ve sağlık memuru S... G.. ün girdiğinin tespit edildiği görülmüştür.
Toplanan delillerin birlikte
değerlendirilmesinde sanık Yunus Kalkan ın kaldığı
koğuşta bir kavga olayına karıştığı, bu kavga sırasında ceza evinde bulunan
K... Y... ve D... Ş... ile tartıştığı, müştekilere
ağzında sakladığı jileti göstererek tehdit ettiği, bu şekilde birden fazla
kişiye karşı silahla tehdit suçunu işlediği, tartışma sonrasında Yunus un darp
edildiği, bunun üzerine sağlık memuruna götürülerek muayenesinin yapıldığı
muayene sırasında yukarıda özetlendiği şekilde darp izlerinin tespit edildiği,
daha sonra sanık Yunus un rapor düzenlenmek üzere ceza evinde görev yapan
doktorun yanına götürüldüğü, muayene işlemi sırasında sanık Yunus ceza evi
doktoru, tanık Z... A..., infaz koruma memuru B... K..., sağlık memuru G... Ç... ve
S... G..'ün olduğu, sanık Yunus'un kendisine
gülündüğü iddiası ile tepki gösterdiği, sanık Yunus'un bulunduğu yerden ayağa
kalkıp ne gülüyorsun lan diyerek sinkaflı sözler ile
küfür ettiği, sanıklardan Bülent i hedef aldığı ve B..
e yöneldiği, görevlilerin sanığa müdehale
etmek için yerlerinden kalktıkları, içeride kavgaya dönen bir tartışma olduğu
için görevli doktorun dışarıya çıktığı, görevlileri çağırdığı, görevlilerin
sanık Yunus u alıp götürdükleri, daha sonra gözetim odasına konulduğu, diğer
sanıklar aksini savunmuş olsalar dahi kamera kayıtlarına yansıyan görüntülere
göre Yunus Kalkan ile birlikte Ö... E..., S... S...
E...., Ö... A..., N... K...,
B... K... ve sağlık memuru S... G..'ün
de gözetim odasına girdikleri, burada kendilerine hakaret eden saldıran Yunus
Kalkan'ı raporunda belirlendiği şekilde adiyen darp
ettikleri anlaşılmıştır.
Sanıklar S... Ç...
ile H... Ö... hakkında Yunus Kalkan a yönelik darp
eylemleri nedeni ile cezalandırılmaları için kamu davası açılmış ise de her iki
sanığın bu eylemi gerçekleştirdiklerine dair soyut iddia dışında delil
bulunmadığından atılı suçtan beraatlerine karar
vermek gerekmiştir.
Her ne kadar sanıklar Ö... E...,
B... K.... ve S.... G... darp suçunu işlemediklerini
savunmuşlarsa da olaydan sonra sanığı gözetim odasına götürüp sanık Yunus ile
birlikte gözetim odasına girdikleri anlaşıldığından savunmalarına itibar
edilmemiş tahrik altında Yunus Kalkan ı darp ettikleri mahkememizce sabit
görülmüş, iddianame doğrultusunda cezalandırılmalarına, şartları oluştuğundan
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair aşağıda yazılı karar
verilmiştir."
29. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına
karşı yaptığı itiraz, Denizli 2. Ağır CezaMahkemesinin
6/5/2013 tarihli ve 2013/418 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
30. Anılan ret kararı başvurucuya 22/5/2013 tarihinde tebliğ
edilmiş ve başvurucu 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
31. Beraat ve mahkûmiyet hükümleri yönünden temyiz edilen karar,
bireysel başvuru tarihinden sonra Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 2/11/2015 tarihli
ve E.2015/22393, K.2015/36888 sayılı ilamıyla beraat kararları yönünden
onanmış; başvurucu hakkında haksız tahrik hükümlerinin dikkate alınmamış olması
nedeniyle mahkûmiyet hükümleri yönünden bozulmuştur.
32. Ayrıca yapılan incelemede, İnfaz Koruma Memuru B.K. ve
Sağlık Memuru S.G. hakkında Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliği tarafından 2009
yılında, başvuru konusu olaya ilişkin disiplin soruşturması yürütüldüğü,
8/10/2009 tarihinde disiplin cezası almalarını gerektirecek bir davranışta
bulunmadıkları kanaatine varılarak disiplin cezası verilmesine yer olmadığına
karar verildiği anlaşılmıştır.
B. İlgili Hukuk
33. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86.
maddesi şöyledir:
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya
sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki
etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması
halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir
yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle,
…
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
34. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“…
(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan
ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise;
mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.
Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması,
kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda
kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen
iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmez."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda
infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini,
anılan darp fiili nedeniyle şikâyetçi olması üzerine kendisine karşı dava
açıldığını, infaz koruma memurlarının eyleminin işkence suçunu oluşturmasına
karşın görevsizlik kararı verilmesi talebinin cevapsız bırakıldığını ve basit
yaralama suçundan hüküm kurulduğunu, kovuşturma aşamasında TÜBİTAK'tan rapor
alınmasına karar verilmesine karşın anılan rapor beklenilmeden hükme
gidildiğini, hukuka aykırı olarak haksız tahrik hükümlerinin uygulandığını ve
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, etkili soruşturma
yapılmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile işkence ve kötü muamele
yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti, tazminat ve yeniden
yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurunun tamamı işkence ve kötü muamele
yasağı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence
ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurları
tarafından darbedildiğini, yargılama sırasında
birtakım usul eksiklikleri yapıldığını (bkz. § 36) ve sorumlular hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek işkence
ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, … maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
41. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur
kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”
42. Bakanlık görüşünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
içtihatları ve somut olaya değinilerek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal
edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade
edilmiştir.
43. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan
dilekçesinde Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olaylara ilişkin usulüne uygun
sağlık raporu alınmasının devletin yükümlülüğünde olduğunu, soruşturmanın etkin
yürütülmediğini ve cezasızlık politikası uygulandığını ileri sürmüştür.
44. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin,
devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve
usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin
negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı
muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük
hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili
bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma
yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu,
negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün
iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.
a. Anayasa’nın 17.
Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
45. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci
fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye
“işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
46. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
47. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca
devletin, -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi
varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 51).
48. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin
işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye
maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan
yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu,
devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat
aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma
doğrultusunda, yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele
tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları
durumunda devletin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında
sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 82).
49. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli
kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına
yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul
altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır
saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin
vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin
yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların
koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve
suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin
vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal
bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif
yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 77).
50. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu
bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti,
yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: § 23). Değerlendirmeye
alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de
eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda
meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83)
51. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin
“işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için
anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele
kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın
Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti
insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme
yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme
altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından
daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
52. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence”
olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan,
§ 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık
Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak,
cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır
acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer
verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 85).
53. "İşkence" seviyesine varmayan fakat yine de
önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki
yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba
sebep olan insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana
gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan
acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak "eziyet"te,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda
yapılması aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü
şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade
etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok
edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu
korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamında "eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
54. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan
haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür
(Tahir Canan, § 22). Burada
"eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde
uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya
alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 89).
55. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu
belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı
durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü
muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da
alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın
belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir
muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda
insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle
bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde
olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı
davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler,
engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan
bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan
haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).
56. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklıyken gözaltına
alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği
durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama
getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma
yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları
ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların
ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa [BD],
B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104).
57. Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz
kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde
ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96,
10/10/2000, § 54).
58. Özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye karşı, bu kişinin tutumu tam
olarak gerekli kılmadıkça fiziksel güç kullanılması kural olarak Anayasa’nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 92, 102) .
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
59. Başvuru konusu olay, devletin kontrolü altında bulunduğu
Ceza İnfaz Kurumunda başvurucunun maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve
kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile ilgilidir.
60. Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir
zaman diliminde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin
desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu gözönünde
bulundurularak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin
birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No:2013/6359, 10/12/2014,
§ 79).
61. Somut olayda koğuş arkadaşları ile kavga etmesi sonucu
yaralanan başvurucunun, iki gün sonra yapılan sağlık muayenesi sırasında infaz
koruma memurları ile arasında tartışma yaşanması ve bu sırada infaz koruma
memurları ve bir sağlık memuru tarafından darbedilmesine
ilişkin iddia bulunmaktadır.
62. Başvurucunun koğuş arkadaşlarıyla kavga ettiği gün olaydan
çok kısa bir süre sonra sağlık memuru tarafından yapılan muayenesinde elde
edilen bulgular kaydedilmiş, buna göre başvurucunun; alın sol bölgesinde 3
milimetrelik kesit, sağ göz ve çevresinde morluk, sol boyun bölgesinde morluk,
sırt alt bölgede üç adet sıyrık ve lezyon, sol alt dudakta patlama mevcut
olduğu tespit edilmiştir. Anılan yaraların oluşum şekline ilişkin olayın
taraflarınca getirilen açıklamalara göre başvurucunun belindeki yaralanmanın
kavga sırasında, spor yaparken kullandıkları bir aletin üzerine düşmesi sonucu,
yüzündeki yaralanmaların ise yumrukla vurulması sonucu oluştuğuna ilişkin bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır. Başvurucunun kavga ettiği mahkûmlar ayrıca,
başvurucuyu kollarından tuttuklarını beyan etmektedirler.
63. Başvurucunun infaz koruma memurları ile yaşadığı olay
sonrasında aynı gün alınan raporda ise alında sağda ve solda ciltte morluklar,
her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ
göz sklera lateralinde hemoraji, sol klavikula üzerinde
düz hat şeklinde ciltte 10 cm'lik kızarıklık, sağ deltoid kas üzerinde ve biceps
kası dış kısmında kızarıklık, sağ skapula altında
kızarıklık, sol deltoid kas alt kısmında kızarıklık,
sağ el sırtında ciltte kesi, lumbal bölge vertebralar üzerinde üzeri kabuklu abrazyonlar
tespit edilmiştir. Başvurucunun sağ elinde tespit edilen kesiğin, gözetim
odasında başvurucunun cama yumruk atması sonucu oluştuğuna ilişkin uyuşmazlık
bulunmamaktadır.
64. İlk rapordan farklı olarak ikinci sağlık raporunda
başvurucunun alnındaki ve gözündeki bulguların arttığı ve ilk raporda tek yönlü
iken (sağ-sol) ikinci raporda bulguların her iki yöne yayıldığı, ayrıca yine
ilk rapordan farklı olarak ikinci raporda başvurucunun kol ve omuz bölgelerinde
birtakım bulguların tespit edildiği anlaşılmaktadır.
65. İki olay sonrasında alınan sağlık raporları arasındaki
farkların, ilk raporun bir sağlık memuru tarafından düzenlendiği ve adli
muayene raporu niteliği taşımadığı ve başvurucunun ilk olaydan yalnızca beş
dakika sonra sağlık muayenesinin yapılmış olduğu, birtakım bulguların zaman
geçmesiyle ortaya çıkabileceği ya da artabileceği de dikkate alınarak
değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim Denizli Adli Tıp Kurumundan istenen
raporda da (bkz. § 15)mevcut yaralanmaların iki
olaydan hangisine bağlı olduğu konusunda kanaat takdirine tıbben imkân
bulunmadığı şeklinde rapor düzenlenmiştir.
66. Denizli Asliye Ceza Mahkemesi, muayene odasında başvurucu
ile infaz koruma memurları arasında kavgaya dönen bir tartışma yaşandığının
sabit olması ve kamera kayıtlarından, başvurucu ile birlikte bazı infaz koruma
memurlarının gözetim odasına girdiğinin tespit edilmesi ile sağlık raporlarınıbirlikte değerlendirerek darp fiilinin sabit
olduğu değerlendirmesi yapmıştır. Yapılan incelemede Mahkemenin kabulünden
ayrılmayı gerektirir bir durum tespit edilmemiştir.
67. Başvuruya konu olayın Ceza İnfaz Kurumu dâhilinde ve diğer
hükümlü/tutuklardan ayrı bir ortamda meydana geldiği, infaz koruma memurları
ile ani müdahale ekibi tarafından olaya derhâl müdahale edildiği, başvurucunun
kendisine ya da başkasına zarar verebileceğine ilişkin bir emarenin bulunmadığı
gibi hususlar gözetildiğinde, başvurucunun saldırgan tutumu nedeniyle etkisiz
hâle getirilmesi amacıyla başlayan ancakbaşvurucunun
gözetim odasına götürülmesinden sonra da devam ettiği anlaşılan kuvvet
kullanımının, zorunlu ve orantılı olma sınırını aştığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Müdahale; süresi, amacı ve etkisi ile birlikte değerlendirildiğinde insan
haysiyeti ile bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilebilecek olup Anayasa’nın
17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı
sonucuna ulaşılmıştır.
68. Somut olayda anılan eylem nedeniyle ceza kovuşturması
yürütüldüğü dikkate alındığında, bu durumun başvurucu açısından yeterli ve
etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama
sonucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi
gerekmektedir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya
da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin
görevi kapsamında bulunmuyor ise de kamu görevlilerinin işledikleri kötü
muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi
ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunduğu durumlarda, Anayasa
Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 76).
69. Usul boyutuna ilişkin yapılacak incelemenin konusu olmakla
birlikte bu aşamada, mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının tespiti
açısından gerekli olduğu kadarıyla başvurucu açısından yeterli ve etkili bir
telafi sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Devletin
negatif yükümlülüğüne aykırı eylemlerde bulunduğu tespit edilen üç sanık
hakkında 1.500 TL adli para cezası öngörülmüş ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına hükmedilmiştir. Ayrıca kamu görevlilerinden ikisi hakkında
disiplin soruşturması yürütüldüğü ancak disiplin cezası verilmesine yer
olmadığı kararı verildiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak maruz kaldığı kötü
muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek herhangi bir
yaptırıma hükmedilmediği anlaşılmaktadır.
70. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 17.
Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
71. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul
yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal
saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları
altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
72. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde
Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel
amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle
birlikte yorumlandığında etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını
gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu
madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı
durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak
kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün
olacaktır (Tahir Canan, § 25).
73. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana
gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi
gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen
idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu
hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 55).
74. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 56).
75. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının
resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine
yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele
iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde
yürütülmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 114).
76. Şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır
yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü
muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma
açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, kamu
denetimine tabi olarak özenli, süratli, bağımsız biçimde yürütülmesi ve bir
bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir
Canan, § 25).
77. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma
söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte
belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da
zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik
soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere
hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir
hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin
sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami hız ve özenle
yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri , § 117).
78. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle
suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları
çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına
uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem
taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren
görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men
edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96,
2/11/2004, § 55).
79. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi
varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili
bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle
ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak
usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle
orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015,
§ 105).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
80. Somut olayda başvurucunun babası tarafından şikâyette
bulunulması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun sağlık
raporları aldırılmış, Ceza İnfaz Kurumunda keşif yapılmış, şüpheli ve tanık
beyanları alınmış, Ceza İnfaz Kurumu kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi
raporu aldırılmış, şüpheliler hakkında kasten yaralama suçu hükümleri gereğince
cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.
81. Kovuşturma aşamasında beyanlar yeniden alınmış, kamera kayıtlarına
ilişkin inceleme yeniden yapılmak istenmiş, kayıtların üstüne yeni kayıtlar
yapıldığının anlaşılması üzerine olay tarihine ilişkin görüntülerin elde edilip
edilemeyeceğine ilişkin TÜBİTAK'ın da içinde bulunduğu birkaç kurumdan rapor
istenmiş, istenilen raporların gerekli sürede gelmemesi üzerine Savcılık
tarafından aldırılan bilirkişi raporu yeterli görülerek hükme gidilmiştir.
82. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma aşamalarına ilişkin
birtakım usul eksikliklerden yakınmaktadır (§ 36). Soruşturma ve kovuşturmanın
makul bir hızla sonuçlandırılması gerekliliği karşısında, soruşturma aşamasında
aldırılan bilirkişi raporu yeterli görülerek TÜBİTAK raporu beklenmeden hükme
gidilmesinde soruşturmanın etkililiği açısından bir sorun tespit edilmemektedir.
Başvurucunun görev itirazının cevapsız bırakıldığı iddiası karşısında ise
kovuşturma aşamasında anılan talebin reddine ilişkin hüküm kurulmuş olduğu
tespit edilmektedir.
83. Başvurucu ayrıca, darp fiili nedeniyle şikâyetçi olması
üzerine kendisine karşı dava açıldığının bunun da işkence ve kötü muamele
yasağını ihlal ettiğini ileri sürmektedir. Başvurucuhakkında
hakaret, tehdit, kamu malına zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme
suçları yönünden başlatılan soruşturma ve kovuşturma sürecinin, başvurucuyu
şikâyetinden vazgeçirme ya da başvurucunun ifade vermesini engelleme amacı
taşıdığına yönelik başvurucunun soyut iddiası dışında bir bulgu tespit
edilememektedir.
84. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında, maddi olayın ortaya
çıkarılması ve sorumluların tespiti için özenli bir inceleme yapılmış olduğu
tespit edilmekle birlikte, iki infaz koruma memuru ve bir sağlık görevlisi
tarafından başvurucunun darbedildiğinin sabit
görülmesi karşısında, seçimlik ceza öngörülen suç bakımından alt sınırdan adli
para cezasına hükmedildiği, takdiri indirim uygulanarak infaz koruma
memurlarının her biri için hükmedilen 75 gün adli para cezasının, gün karşılığı
alt hesaplama birimi (20 TL) dikkate alınarak 1.500 TL adli para cezası olarak
belirlendiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği
anlaşılmaktadır.
85. Soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun
araçların kullanılması yükümlülüğünü oluşturduğundan (bkz. § 79) yargılamanın
nihai olarak mutlaka belli bir ceza türüyle sonuçlanması gerektiği
söylenemeyecek olmakla birlikte Mahkemelerin, hukuku, sanıkların fiilen cezasız
kalmalarını sağlayacak şekilde uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın
etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabilecektir.
86. Somut olayda yargılama sonucu (bkz. § 84), kamu görevlileri
hakkında bir disiplin cezası da uygulanmadığı hususuyla (bkz. § 32) birlikte
değerlendirildiğinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanmasının koşullarından
biri olan, sorumluların fiilleriyle orantılı ceza almaları koşulunun yerine
getirilmediği ve cezasızlık sonucunun doğduğu anlaşılmaktadır.
87. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
88. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
89. Başvurucu, yeniden yargılama ve 50.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
90. Yapılan inceleme sonucunda insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
91. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan, kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
Denizli Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine, ihlal gerekçesi (bkz. § 86)
değerlendirildiğinde ihlalin tespiti ve yeniden yargılamaya hükmedilmesinin
ihlalin ve sonuçlarının giderilmesinde yeterli olacağı anlaşıldığından
başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden
İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen
devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli Asliye Ceza
Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE
18/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.