TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BAYRAM YUSUF ASLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4395)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 18/9/2015-29479
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Bayram Yusuf ASLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Yasemin SAĞIŞMAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı
(TOKİ) tarafından yapılan kamulaştırma işleminin iptali amacıyla İstanbul 4.
İdare Mahkemesinde açılan davanın gerekçesiz şekilde reddedilmesi ve mülkiyet
hakkına ölçüsüz bir müdahalede bulunulması, yargılamanın da makul sürede
sonuçlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 17/6/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/10/2013 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 2/5/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği,
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 5/6/2014
tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
7. İstanbul ili, Çatalca ilçesi Deliklikaya
köyü 143 parsel numaralı, 23.900 m2 miktarındaki tarla vasfındaki
taşınmaz, 28/8/1990 tarihinde yapılan satış sonucu başvurucu adına tapuya
tescil edilmiştir.
8. TOKİ, 28/9/2006 tarihli ve 4055 sayılı kararla
başvurucuya ait taşınmazın, 5273 sayılı Kanunla değişik 1164 sayılı Arsa
Üretimi ve Değerlendirilmesi Hakkındaki Kanun’da belirtilen amaçlar
doğrultusunda değerlendirilmek üzere kamulaştırılmasına karar vermiştir.
9. TOKİ ile başvurucu arasında taşınmazın bedeli konusunda
anlaşma sağlanamamıştır.
10. TOKİ, başvurucu aleyhine, 15/2/2007 tarihinde,
Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde taşınmazın bedelinin tespiti ve
İdare adına tescili talebiyle dava açmıştır.
11. Mahkemece, 11/6/2013 tarihli ve E.2011/27, K.2013/188
sayılı kararla; İstanbul 4. İdare Mahkemesi kararı dikkate alınarak,
kamulaştırma işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne,
23.900 m2 taşınmaz için toplam 1.434.000,00 TL kamulaştırma
bedelinin tespitine, bu bedel davacı tarafından ödendiği için başka bir ödeme
yapılmasına yer olmadığına, taşınmazın davacı adına tapuya tesciline karar
verilmiştir.
12. Davacının temyizi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin
23/12/2013 tarihli ve E.2013/22505, K.2013/23649 sayılı ilâmıyla hüküm
onanmıştır.
13. Karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine, 4/3/2014
tarihi itibarıyla hüküm kesinleşmiştir.
14. Başvurucu, 21/3/2007 tarihinde TOKİ aleyhine İstanbul 4.
İdare Mahkemesinde açtığı davada, taşınmazın bulunduğu alanda imar uygulaması
olmadığını, 1/100.000 ölçekli imar planlarına göre de taşınmazın “lojistik üs” olarak kullanılacağını,
taşınmazın sanayi alanında kaldığını, sanayici olması nedeniyle taşınmazı “lojistik üs” olarak kullanmak istediğini,
taşınmazın kamulaştırılmasını gerektiren kamu yararı bulunmadığını, düşük
bedelle taşınmazın kamulaştırılmasının, işlemi amaç unsuru bakımından sakatladığını
ileri sürerek, kamulaştırma işleminin iptalini ve yürütmesinin durdurulmasını
talep etmiştir.
15. Mahkemece, 12/4/2007 tarihli kararla, işlemin uygulanması
halinde telafisi güç ve imkansız zararın doğacağı
gerekçesiyle davalının cevap verme süresi geçinceye veya yürütmenin
durdurulması istemi hakkında yeniden karar verilinceye kadar kamulaştırma
işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
16. Davalının savunmasının gelmesinden sonra, İstanbul 4.
İdare Mahkemesince 15/11/2007 tarihli kararla, “2577
sayılı Kanun'un 27/2. maddesinde öngörülen yürütmenin durdurulması şartlarının
gerçekleşmediği” gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin
reddine karar verilmiştir.
17. Başvurucunun anılan karara itirazı, İstanbul Bölge İdare
Mahkemesinin 16/1/2008 tarihli ve Y.D. İtiraz No. 2008/116 sayılı kararıyla, “2577 sayılı Kanun'un 27. maddesinin ikinci
fıkrasında öngörülen, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka
aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
18. İstanbul 4. İdare Mahkemesince 1/4/2008 tarihli ve
E.2007/514, K.2008/730 sayılı kararla, 1164 sayılı Kanun'un amacının konut,
sanayi, eğitim sağlık ve turizm yatırımları ve kamu tesisleri için gerek
duyulan arazi ve arsaların önceden idarenin mülkiyetine geçmesinin sağlanması
ve ihtiyaç duyulduğunda o hizmetin yürütümüne sunulması olduğu, olayda, İdare
tarafından yapılması düşünülen küçük sanayi tesisi için taşınmazın kamu yararı
doğrultusunda kamulaştırıldığı, kamulaştırma işleminde hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine oy çokluğuyla karar verilmiştir.
19. Anılan karardaki azlık oyunda, kamulaştırma yapılabilmesi
için öncelikle kamulaştırılacak taşınmaz için imar planının yapılmış olması
gerektiği, kamulaştırmanın da mevcut imar planında öngörülen amacın
gerçekleştirilmesi faaliyetine yönelik olması gerektiği, olayda kamulaştırma
kararı alınan taşınmaz için işlem tarihi itibarıyla mevcut bir imar planının bulunmadığı,
dolayısıyla öncelikle söz konusu taşınmaz için imar planı yapılıp yürürlüğe
konulduktan sonra kamulaştırma yapılması gerekeceğinden işlemin iptali
gerektiği belirtilmiştir.
20. Başvurucunun temyizi ve yürütmenin durdurulması istemi
üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 29/6/2008 tarihli ve E.2008/8698 sayılı
ilâmıyla yürütmenin durdurulması isteminin, davalının cevabı alındıktan sonra
incelenmesine karar verilmiştir.
21. Temyiz incelemesi sonucu, Danıştay Altıncı Dairesinin
24/12/2008 tarihli ve E.2008/8698, K.2008/9627 sayılı ilâmıyla, “kamulaştırma kararında, kamu yararının özgülendiği
amaç belirtilmeden, hiçbir sınırlama yapılmaksızın, yargı denetimini de
etkisizleştirecek şekilde, 1164 sayılı Kanun'da belirlenen amaçların tümü için
gerçekleştiği belirtilen kamulaştırma işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı
sonucuna varıldığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet
görülmemiştir” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
22. Davalının karar düzeltme istemi üzerine, Danıştay Altıncı
Dairesinin 22/1/2010 tarihli ve 2009/12198, K.2010/512 sayılı ilâmıyla, “dosyanın incelenmesinde, davalı TOKİ tarafından,
taşınmazın alt ve üst ölçekli imar planlarında sanayi alanında kaldığı, dava
konusu kamulaştırma işleminin de 1164 sayılı Kanun gereği ve sanayi için arazi
ve arsa sağlamak amacıyla tesis edildiğinin belirtildiği, bu itibarla İdare
Mahkemesince, kamulaştırma işleminin 1/1000 ölçekli uygulama imar planı
uyarınca tesis edilebileceği de dikkate alınarak söz konusu alanda bir uygulama
imar planı bulunup bulunmadığı ve kamulaştırma işleminin bu plan uyarınca ve
1164 sayılı Kanun'da sayılan amaçlardan birini gerçekleştirmek için tesis
edilip edilmediği hususu açıklığa kavuşturulduktan sonra yeniden bir karar
verilmesi gerektiği” belirtilerek hüküm bozulmuştur.
23. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonunda, 12/5/2010 tarihli ve E.2010/643, K.2010/911 sayılı kararla, “davalı TOKİ tarafından dosyaya ibraz edilen bilgi ve
belgelere göre dava konusu taşınmazın 17/4/2007 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli Hadımköy (Yeşilbayır-Ömerli-Deliklikaya) nazım imar planında lojistik alan, 15/6/2009
tarihli 1/1000.000 ölçekli İstanbul ili Çevre Düzeni Planında da lojistik alan
fonksiyonuna ayrıldığı, bu durumda, taşınmazın alt ve üst ölçekli planlarda
lojistik tesisler alanında kaldığı ve 'bu alanda her türlü imalat, sanayi, hal,
lojistik, ambar yapılabilir', plan notunun yer aldığı, dava konusu kamulaştırma
işleminin de kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütümü açısından 1164 sayılı Kanun
hükümleri uyarınca ve sanayi tesisi için arsa ve arazi sağlamak amacıyla mevcut
imar planları doğrultusunda tesis edildiği anlaşıldığından hukuka uygun olduğu”
gerekçesiyle davanın reddine oy çokluğuyla karar verilmiştir.
24. Aynı kararda karşı oyda, olayda kamulaştırma işlemi
tarihi itibarıyla mevcut imar planı bulunmadığından kamulaştırma işleminin
iptali gerektiği belirtilmiştir.
25. Başvurucunun temyizi ve yürütmenin durdurulması istemi
üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 25/8/2010 tarihli ve E.2010/9001 sayılı
ilâmıyla, yürütmenin durdurulması isteminin, davalının cevabı alındıktan sonra
incelenmesine karar verilmiştir.
26. Temyiz incelemesi sonucu Danıştay Altıncı Dairesinin
12/11/2010 tarihli ve E.2010/9001, K.2010/10348 sayılı ilâmıyla, “taşınmazın bulunduğu alanda 1/1000 ölçekli uygulama
imar planı bulunup bulunmadığı hususuna açıklık getirilmeden karar verildiği,
bu itibarla 1/1000 ölçekli uygulama imar planı yapılıp yapılmadığının ortaya
konulması suretiyle İdare Mahkemesince uyuşmazlık hakkında yeniden karar
verilmesi gerektiği” belirtilerek hüküm bozulmuştur.
27. Davalının karar düzeltme istemi üzerine, Danıştay Altıncı
Dairesinin 7/2/2013 tarihli ve E.2011/6568, K.2013/593 sayılı ilâmıyla bozma
kararı ortadan kaldırılarak,“kamulaştırma işleminin tesisi tarihinde 13/12/2002 tarihli,
taşınmazın bulunduğu alanı kapsayan 1/5000 ölçekli nazım imar planının
bulunduğu, ancak 1/1000 ölçekli uygulama planının bulunmadığı, nazım imar
planında taşınmazın sanayi fonksiyonuna ayrıldığı, davalı tarafından 1/5000
ölçekli nazım imar planına uygun olarak ve alanda uygulama imar planı
bulunmadığından kamu yararı kararına dayanılarak kamulaştırma işlemi tesis
edildiği, daha sonra 17/4/2007 tarihli 1/1000 ölçekli uygulama planının
yapıldığı, bu planın İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 26/2/2010 tarih ve
E.2007/2200, K.2010/303 sayılı kararıyla iptal edildiği, kararın temyizi
üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 21/3/2011 tarih ve E.2010/8176, K.2011/717
sayılı ilâmıyla bozulduğu, dava devam ederken 14/3/2011 tarihli 1/1000 ölçekli Hadımköy Sanayi Bölgesi 1. etap uygulama imar planının
yürürlüğe girdiği, bu durumda taşınmaz, kamu yararı kararına dayalı olarak ve
yürürlükteki 1/5000 ölçekli planla uyumlu olarak 1164 sayılı Kanun amaçlarında
değerlendirilmek üzere kamulaştırılmış olup, dava konusu işlemin davanın devamı
sırasında yürürlüğe giren 1/1000 ölçekli uygulama imar planı ile de uyumlu hale
geldiği görüldüğünden, davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında sonucu
itibarıyla isabetsizlik görülmediği” gerekçesiyle oy çokluğuyla
hüküm onanmıştır.
28. Anılan karardaki karşı oyda; “taşınmazı kapsayan 1/1000 ölçekli uygulama imar planının 14/3/2011
tarihinde yapıldığı, kamulaştırma işleminin tesis edildiği tarih itibarıyla
değerlendirme yapılması gerektiği, daha sonra yapılan imar planının
kamulaştırma işlemini mevzuata uygun hale getirmeyeceği, dava konusu olayda
başvurucuya ait taşınmazın 1164 sayılı Kanun ile ulaşılmak istenen amaçlardan
hangisini gerçekleştirmek amacıyla kamulaştırma yoluna gidildiği ortaya
konulmadan, genel bir ifadeyle 1164 sayılı Arsa Üretimi ve Değerlendirilmesi
Hakkındaki Kanun amaçlarında değerlendirilmek üzere kamulaştırma işleminin
tesis edildiği, kamu yararının özgülendiği amaç belirtilmeden, hiçbir sınırlama
yapılmaksızın, yargı denetimini de etkisizleştirecek şekilde, 1164 sayılı
Kanun'da belirlenen amaçların tümü için gerçekleştirildiği belirtilen
kamulaştırma işleminin başvurucunun parseline ilişkin kısmında hukuka uyarlık
bulunmadığı” belirtilerek, hükmün bozulması gerektiği
bildirilmiştir.
29. Karar, 17/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
30. Başvurucu, 17/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
31. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun
10. maddesi şöyledir:
“Kamulaştırmanın
satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci
maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış
olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye
ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder
ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya
kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle
ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren
en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, dava dilekçesi ve
idare tarafından verilen belgelerin birer örneği de eklenerek taşınmaz malın
malikine meşruhatlı davetiye ile veya idarece yapılan
araştırmalar sonucunda adresleri bulunamayanlara, 11/02/1959 tarihli ve 7201
sayılı Tebligat Kanununun 28 inci maddesi gereğince
ilan yoluyla tebligat suretiyle bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma
günü idareye de tebliğ olunur.
Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak
tebligatta;
…
d) 14 üncü maddede
öngörülen süre içerisinde, tebligat veya ilan tarihinden itibaren kamulaştırma
işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim
davası açabilecekleri,
…
f) 14 üncü maddede
öngörülen süre içerisinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal
davası açanların, dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı
aldıklarını belgelendirmedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği
ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın
kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği,
…,
Belirtilir.
...
14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma
işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve
idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde
mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun
sonucuna göre işlem yapılır.
...”
32. 2942 sayılı Kanun'un 14. maddesi şöyledir:
“Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki
tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden,
kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece
gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma
işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda
düzeltim davası açılabilir.
İdari yargıda açılan davalar öncelikle
görülür.
…
İdare, kamulaştırma belgelerinin mahkemeye
verildiği günden itibaren otuz gün içinde maddi hatalara karşı adli yargıda
düzeltim davası açabilir.
…”
33. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 12. maddesi şöyledir:
“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya
tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri
gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu
husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın
tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra
tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde
de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
34. 2577 sayılı Kanun'un 27. maddesi şöyledir:
“1. Danıştayda veya
idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini
durdurmaz.
2. Danıştay veya idari mahkemeler, idari
işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız
zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının
birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına
karar verebilirler.
...
7. Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında
verilen kararlar; Danıştay dava dairelerince verilmişse konusuna göre İdari
veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarına, bölge idare mahkemesi kararlarına
karşı en yakın bölge idare mahkemesine, idare ve vergi mahkemeleri ile tek
hakim tarafından verilen kararlara karşı bölge idare mahkemesine, çalışmaya ara
verme süresi içinde ise idare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararlara
en yakın nöbetçi mahkemeye veya kararı veren hakimin katılmadığı nöbetçi
mahkemeye, kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya
mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler, dosyanın
kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz
üzerine verilen kararlar kesindir.
8. Yürütmenin durdurulması kararı verilen dava
dosyaları öncelikle incelenir ve karara bağlanır.
…”
35. 29/4/1969 tarihli ve 1164 sayılı Arsa Üretimi ve
Değerlendirilmesi Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı; arsaların aşırı fiyat
artışlarını önlemek üzere tanzim alış ve satışı yapmak; konut, sanayi, eğitim,
sağlık ve turizm yatırımları ve kamu tesisleri için arazi ve arsa sağlamaktır.
Bu Kanunda yazılı görevler Toplu Konut İdaresi
Başkanlığı tarafından yürütülür. Bu Kanunda, diğer kanunlarda ve ilgili
mevzuatta Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüne yapılan atıflar Toplu Konut İdaresi
Başkanlığına yapılmış sayılır.”
36. 1164 sayılı Kanun'un 10. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü; konut, sanayi,
eğitim, sağlık ve turizm yatırımları ve kamu tesisleri için planlamayı
öngördüğü ve tahdidini yaparak ilgili tapu idarelerine bildirmiş bulunduğu
sahalardaki arsa ve arazinin satışlarında şuf'a
hakkını haizdir.”
37. 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun 4.
maddesi şöyledir:
“Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi
uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya
valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak
belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve
ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye
yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar
için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile
mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri
tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların
belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde
aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay
içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re'sen
onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar;
askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar
Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından
yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re'sen
yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.
Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde
gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde
bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık
tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki
iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.”
38. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Bu Kanunda geçen terimlerden bazıları aşağıda
tanımlanmıştır. Nazım İmar Planı; varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun
olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral
durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış
biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus
yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının
gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve
problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının
hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı birraporla
açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan plandır.
Uygulama İmar Planı; tasdikli halihazır
haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş
olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı
adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar
uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri
ayrıntıları ile gösteren plandır.”
39. 3194 sayılı Kanun’un 6. maddesi şöyledir:
“Planlar, kapsadıkları alan ve amaçları
açısından; "Bölge Planları" ve "İmar Planları", imar
planları ise, "Nazım İmar Planları" ve "Uygulama İmar
Planları" olarak hazırlanır. Uygulama imar planları, gerektiğinde etaplar
halinde de yapılabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
40. Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 17/6/2013 tarihli ve 2013/4395 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu, TOKİ tarafından taşınmazının
kamulaştırılmasına karar verildiğini, ancak kamulaştırma işleminde kamulaştırma
amacının açıkça gösterilmediğini, kamulaştırma işleminin iptali ve yürütmenin
durdurulması talebiyle İstanbul 4. İdare Mahkemesinde açtığı davada yürütmenin
durdurulması isteminin reddedildiğini, bu karara yaptığı itirazın İstanbul
Bölge İdare Mahkemesince gerekçesiz olarak reddedildiğini, İstanbul 4. İdare
Mahkemesince kamulaştırma işleminin yapıldığı sırada yürürlükte bulunmayan,
sonradan yapılan 1/1000 ölçekli uygulama imar planı dikkate alınarak davanın
reddine karar verildiğini, aynı gerekçeyle Danıştay Altıncı Dairesince hükmün
onandığını, taşınmazın 1/1000 ölçekli uygulama imar planında ayrılan amaç
doğrultusunda kamulaştırılabileceğini, 14/3/2011 tarihli 1/1000 ölçekli
uygulama imar planının kamulaştırma işleminin geçerli hale gelmesini
sağladığının kabul edildiğini, düzenleyici işlemin geçmişe etkili olmasının
yolunun açıldığını, oysa idari işlemin yapıldığı sıradaki koşulların dikkate
alınması gerektiğini, davalının 1/1000 ölçekli uygulama imar planına göre
yeniden kamulaştırma kararı alması gerektiğini, anılan kararla yeni imar
planına karşı dava açma hakkının da elinden alınmış olduğunu, sonradan
yürürlüğe giren uygulama imar planının geriye yürür olarak uygulanmasının
hukuki öngörülebilirlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
42. Başvurucu ayrıca kamulaştırma işleminde kamu yararının da
bulunmadığını, taşınmazın TOKİ tarafından başka kişilere verildiğini,
dolayısıyla bireysel yarar amacıyla kamulaştırma işleminin tesis edilmiş olduğunu,
yine kamulaştırma işlemi yerine daha az kısıtlayıcı başka bir önlem tercih
edilebileceği halde ölçülülük ilkesi aşılarak kamulaştırma kararı alındığını,
Mahkeme ve Danıştay kararlarında somut gerekçeler bulunmadığını, iddialara
cevap verilmediğini, yürütmenin durdurulması taleplerinin İstanbul 4. İdare
Mahkemesince 8 ay, Danıştay tarafından 4 ay bekletildiğini, somut gerekçe
gösterilmeksizin bu taleplerinin reddedildiğini, makul sürede yargılama
yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasını, maddi ve manevi
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Yürütmenin Durdurulması Taleplerinin Reddi
Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler.”
44. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme, ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvuruları inceleyebilir. Niteliği itibarıyla kamu düzenine ilişkin olan bu
başvuru şartını taşımayan bireysel başvuruların incelenebilmesi mümkün
değildir.
45. Başvuru konusu olayda başvurucu, TOKİ tarafından
taşınmazının kamulaştırılmasına karar verildiğini, kamulaştırma işleminin
iptali ve yürütmenin durdurulması amacıyla İstanbul 4. İdare Mahkemesinde
açtığı davada yürütmenin durdurulması isteminin reddedildiğini, bu karara
yaptığı itirazın İstanbul Bölge İdare Mahkemesince gerekçesiz olarak
reddedildiğini, İstanbul 4. İdare Mahkemesince davanın reddine karar
verildiğini, yürütmenin durdurulması talebiyle temyiz isteminin Danıştay
tarafından 4 ay bekletildiğini ve somut gerekçe gösterilmeksizin yürütmenin
durdurulması taleplerinin reddedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
46. Başvurucu, 21/3/2007 tarihinde TOKİ aleyhine İstanbul 4.
İdare Mahkemesinde açtığı davada, taşınmazın bulunduğu alanda imar uygulaması
olmadığını, 1/100.000 ölçekli imar planlarına göre de taşınmazın “lojistik üs” olarak kullanılacağını,
taşınmazın sanayi alanında kaldığını, sanayici olması nedeniyle taşınmazı “lojistik üs” olarak kullanmak istediğini,
taşınmazın kamulaştırılmasını gerektiren kamu yararı bulunmadığını, düşük
bedelle taşınmazın kamulaştırılmasının işlemi amaç unsuru bakımından
sakatladığını ileri sürerek, kamulaştırma işleminin iptalini ve yürütmesinin
durdurulmasını talep etmiştir.
47. Mahkemece, 12/4/2007 tarihli kararla, işlemin uygulanması
halinde telafisi güç ve imkansız zararın doğacağı
gerekçesiyle davalının cevap verme süresi geçinceye veya yürütmenin
durdurulması istemi hakkında yeniden karar verilinceye kadar kamulaştırma
işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
48. Davalının savunmasının gelmesinden sonra, İstanbul 4.
İdare Mahkemesince 15/11/2007 tarihli kararla, “2577
sayılı Kanun'un 27/2. maddesinde öngörülen yürütmenin durdurulması şartlarının
gerçekleşmediği” gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin
reddine karar verilmiştir.
49. Başvurucunun anılan karara itirazı, İstanbul Bölge İdare
Mahkemesinin 16/1/2008 tarihli ve Y.D. İtiraz No. 2008/116 sayılı kararıyla, “2577 sayılı Kanun'un 27. maddesinin ikinci fıkrasında
öngörülen, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka
aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
50. 2577 sayılı Kanun'un 27. maddesinin (6) numaralı
fıkrasına göre, yürütmenin durdurulması talebinin reddi kararına yapılan
itirazın Bölge İdare Mahkemesince reddedilmesine dair karar kesindir.
Dolayısıyla İstanbul 4. İdare Mahkemesince yürütmenin durdurulması kararının
reddedilmesine karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesine yapılan itirazın
reddedildiği 16/1/2008 tarihi itibarıyla karar kesinleşmiştir. Dolayısıyla
23/9/2012 tarihinden önce yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair
kararın kesinleştiği belirlenmiştir.
51. Başvurucu ayrıca, yürütmenin durdurulması talebiyle
temyiz isteminin Danıştay tarafından 4 ay bekletildiğini ve somut gerekçe
gösterilmeksizin yürütmenin durdurulması taleplerinin reddedildiğini
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Somut olayda başvurucu tarafından İstanbul 4. İdare
Mahkemesinde açılan dava sonunda 1/4/2008 tarihinde davanın reddine karar
verilmiş, başvurucunun temyizi ve yürütmenin durdurulması istemi üzerine,
Danıştay Altıncı Dairesinin 29/6/2008 tarihli ilâmıyla yürütmenin durdurulması
isteminin, davalının cevabı alındıktan sonra incelenmesine karar verilmiştir.
Davalının cevabı geldikten sonra Danıştay Altıncı Dairesinin 24/12/2008 tarihli
ilâmıyla, esas yönünden yapılan inceleme sonucu hükmün bozulmasına karar
verilmiş, davalının karar düzeltme istemi üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin
22/1/2010 tarihli ilâmıyla, farklı bir gerekçeyle kararın bozulmasına
hükmedilmiştir.
53. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonunda, 12/5/2010 tarihinde davanın reddine karar verilmiş, başvurucunun
temyizi ve yürütmenin durdurulması istemi üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin
25/8/2010 tarihli ilâmıyla yürütmenin durdurulması isteminin, davalının cevabı
alındıktan sonra incelenmesine karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonucu
Danıştay Altıncı Dairesinin 12/11/2010 tarihli ilâmıyla esas yönünden yapılan
inceleme sonucu hükmün bozulmasına karar verilmiş, davalının karar düzeltme
istemi üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 7/2/2013 tarihli ilâmıyla bozma
kararı ortadan kaldırılarak hüküm onanmıştır.
54. Başvurucunun, temyiz talebiyle birlikte yaptığı
yürütmenin durdurulması istemleri üzerine Danıştay tarafından, davalının cevabı
geldikten sonra değerlendirme yapılmasına karar verildiği ve davalının cevabı
geldikten sonra esas yönünden inceleme yapılarak 24/12/2008 ve 12/11/2010
tarihlerinde hükümlerin bozulduğu anlaşılmıştır. Bu şekilde, yürütmenin
durdurulması talebi hakkında, davanın esası yönünden bozma kararı verilerek
değerlendirme yapıldığı, anılan kararlara karşı başvurucu tarafından karar
düzeltme yoluna başvurulmadığı, dolayısıyla 23/9/2012 tarihinden önce
yürütmenin durdurulması taleplerinin Danıştay tarafından esas yönünden
değerlendirilerek sonuçlandırıldığı belirlenmiştir.
55. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu kararların 23/9/2012
tarihinden önce kesinleşmiş oldukları anlaşıldığından başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
56. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
57. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
58. 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
59. Anılan kurallar
uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay
ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi
ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri
ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
60. Başvuru konusu
olayda başvurucu, TOKİ tarafından taşınmazının kamulaştırılmasına karar
verildiğini, ancak kamulaştırma işleminde kamulaştırma amacının açıkça
gösterilmediğini, kamulaştırma işleminin iptali ve yürütmenin durdurulması
amacıyla İstanbul 4. İdare Mahkemesinde açtığı dava sonunda, kamulaştırma
işleminin yapıldığı sırada yürürlükte bulunmayan, sonradan yapılan 1/1000
ölçekli uygulama imar planı dikkate alınarak davanın reddine karar verildiğini,
aynı gerekçeyle Danıştay Altıncı Dairesince hükmün onandığını, taşınmazın
1/1000 ölçekli uygulama imar planında ayrılan amaç doğrultusunda
kamulaştırılabileceğini, 14/3/2011 tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar
planının kamulaştırma işleminin geçerli hale gelmesini sağladığının kabul
edildiğini, düzenleyici işlemin geçmişe etkili olmasının yolunun açıldığını,
oysa idari işlemin yapıldığı sıradaki koşulların dikkate alınması gerektiğini,
davalının 1/1000 ölçekli uygulama imar planına göre yeniden kamulaştırma kararı
alması gerektiğini, anılan kararla yeni imar planına karşı dava açma hakkının
da elinden alınmış olduğunu, kamulaştırma işleminde kamu yararının da
bulunmadığını, taşınmazın TOKİ tarafından başka kişilere verildiğini, dolayısıyla
bireysel yarar amacıyla kamulaştırma işleminin tesis edilmiş olduğunu
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
61. TOKİ, 28/9/2006 tarihli kararla başvurucuya ait
taşınmazın, 5273 sayılı Kanunla değişik 1164 sayılı Kanun amacı doğrultusunda
değerlendirilmek üzere kamulaştırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, 21/3/2007
tarihinde TOKİ aleyhine İstanbul 4. İdare Mahkemesinde açtığı davada,
taşınmazın bulunduğu alanda imar uygulaması olmadığını, 1/100.000 ölçekli imar
planlarına göre de taşınmazın “lojistik üs”
olarak kullanılacağını, taşınmazın sanayi alanında kaldığını, sanayici olması
nedeniyle taşınmazı “lojistik üs”
olarak kullanmak istediğini, taşınmazın kamulaştırılmasını gerektiren kamu
yararı bulunmadığını, düşük bedelle taşınmazın kamulaştırılmasının işlemi amaç
unsuru bakımından sakatladığını ileri sürerek, kamulaştırma işleminin iptalini
ve yürütmesinin durdurulmasını talep etmiştir.
62. Mahkemece, 1/4/2008 tarihli kararla oy çokluğuyla davanın
reddine karar verilmiştir (bkz. § 18).
Başvurucunun temyizi sonucu, Danıştay Altıncı Dairesinin 24/12/2008 tarihli
ilâmıyla hüküm bozulmuş (bkz. § 21), davalının
karar düzeltme istemi üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 22/1/2010 tarihli
ilâmıyla, farklı bir gerekçeyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir (bkz. § 22).
63. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonunda, 12/5/2010 tarihli kararla, oy çokluğuyla davanın reddine karar
verilmiş (bkz. § 23), başvurucunun
temyizi sonucu Danıştay Altıncı Dairesinin 12/11/2010 tarihli ilâmıyla hüküm yeniden bozulmuştur (bkz. § 26). Davalının karar düzeltme istemi
üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 7/2/2013 tarihli ilâmıyla bozma kararı
ortadan kaldırılarak, oy çokluğuyla hüküm onanmıştır (bkz. § 27).
64. Mahkemenin ve Danıştayın
gerekçeleri ile başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün,
Derece Mahkemesi ve Danıştay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve
hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
65. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi ve
Danıştay tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkeme ve Danıştayın kararlarında bariz takdir
hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit
edilmemiştir.
66. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi ve Danıştay
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
67. Başvurucu, Mahkeme ve Danıştay kararlarında somut
gerekçeler bulunmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
68. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır.”
69. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
70. Ancak derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara
yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri
kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu
hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Böyle bir durumda
dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 56).
71. Öte yandan, temyiz mercilerinin yargılamayı yapan
mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya
da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus,
temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da
bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi,
§ 57).
72. Somut olayda başvurucu, İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay
kararlarında somut gerekçeler bulunmadığını belirterek, gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece,
gerek ilk kararda, gerekse bozma sonrası verilen kararda, başvurucunun
iddiaları, davalının savunması ve tüm deliller değerlendirilerek davanın
reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 18, 23). Danıştay tarafından da temyiz ve
karar düzeltme incelemelerinde, Derece Mahkemesi tarafından verilen kararların
gerekçelerine atıf yapılarak ve dosya kapsamındaki tüm deliller
değerlendirilerek karar verilmiştir (bkz. §§ 21, 27). Dolayısıyla İlk Derece
Mahkemesi ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
73. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
74. Başvurucu, TOKİ tarafından taşınmazının
kamulaştırılmasına karar verildiğini, ancak kamulaştırma işleminde kamulaştırma
amacının açıkça gösterilmediğini, kamulaştırma işleminin iptali talebiyle İstanbul
4. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, düzenleyici
işlemin geçmişe etkili olmasının yolu açıldığını, oysa idari işlemin yapıldığı
sıradaki koşulların dikkate alınması gerektiğini, davalının 1/1000 ölçekli
uygulama imar planına göre yeniden kamulaştırma kararı alması gerektiğini,
kamulaştırma işleminde kamu yararının bulunmadığını, sonradan yürürlüğe giren
uygulama imar planının geriye yürüyecek şekilde uygulanmasının hukuki
öngörülebilirlik ilkesini ihlal ettiğini, kamulaştırma işlemi yerine daha az
kısıtlayıcı başka bir önlem tercih edilebileceği halde ölçülülük ilkesi
aşılarak kamulaştırma kararı alındığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
75. Başvurucunun, İstanbul 4. İdare Mahkemesinde açtığı davanın
reddine karar verilmesi ve ölçülülük ilkesine aykırı şekilde kamulaştırma
yapılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiaları açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı gibi kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir
neden de görülmediğinden kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
İddiası
76. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda,
başvurucunun, makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiaları açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
77. Başvurucu, TOKİ tarafından taşınmazının
kamulaştırılmasına karar verildiğini, ancak kamulaştırma işleminde kamulaştırma
amacının açıkça gösterilmediğini, kamulaştırma işleminin iptali amacıyla
İstanbul 4. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini,
kamulaştırma işleminde kamu yararının bulunmadığını, sonradan yürürlüğe giren
uygulama imar planının geriye yürüyecek şekilde uygulanmasının hukuki
öngörülebilirlik ilkesini ihlal ettiğini, kamulaştırma işlemi yerine daha az
kısıtlayıcı başka bir önlem tercih edilebileceği halde ölçülülük ilkesi
aşılarak kamulaştırma kararı alındığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
78. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
79. Anayasa'nın "Mülkiyet
Hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
80. Anayasa'nın "Kamulaştırma"
kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Devlet ve kamu
tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını
peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya
bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar
üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli
ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Kanunun
taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı
aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
…
İkinci fıkrada
öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma
bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."
81. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek 1 No.lu
Protokol'ün "Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve
tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı
vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler,
devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek
veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini
sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları
hakka halel getirmez."
82. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir.
83. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi
üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten
barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın
ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı
düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci
cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun
olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla
mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer
almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B.
No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).
84. Anayasa'nın 35. maddesi de Sözleşme'ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci
fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet
hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir.
85. Mutlak değil sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir.
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki
ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple mülkiyet hakkına getirilen
sınırlandırmaların denetiminin, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler
çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
86. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın Anayasa’nın
13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde
belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama
koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
87. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, mülkiyet
hakkına yönelik bir müdahale bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki
aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin meşru amaçlara dayanıp
dayanmadığının, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp
kısıtlanmadığının, kısıtlamanın gerekli ve ölçülü olup olmadığının tespit
edilmesi gerekir.
i. Müdahalenin
Varlığı Hakkında
88. Başvurucu, kamulaştırma işleminde kamu yararının
bulunmadığını, sonradan yürürlüğe giren uygulama imar planının geriye yürür
olarak uygulanmasının hukuki öngörülebilirlik ilkesini ihlal ettiğini,
kamulaştırma işlemi yerine daha az kısıtlayıcı başka bir önlem tercih
edilebileceği halde ölçülülük ilkesi aşılarak kamulaştırma kararı alındığını
belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
89. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali
iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak
bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
90. Bu doğrultuda, öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına
dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35.
maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan
menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde
tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T.
10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).
91. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibariyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda yer alan mülkiyet kavramı
ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35.
maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa'nın 35. maddesi
kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın
varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun,
Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir
menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi
gerekir (İhsan Vurucuoğlu,
B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30-31).
92. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı,
kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara
uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden
yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 17).
Başvurucular, bu haktan yararlanmak adına ancak kendi mülkleriyle ilgili ihlal
iddiasında bulunabilirler. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sadece sahip
olunan bir mülke ve varlıklara koruma sağlanmaktadır.
93. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin
"kamu yararı" olduğu
kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının,
malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla
devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma
kararının, yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın
peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir (AYM, E.2004/25,
K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
94. Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi,
mülkiyet
hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM,
E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003). Bununla beraber gerçek karşılığının altında
bir bedel ödenerek bir taşınmazın idareye geçmesi de Anayasa’nın 46. maddesi
hükmüne açıkça aykırılığın yanında mülkiyet hakkına Anayasa’nın 13. maddesinde
yer alan ölçülülük ilkesini aşan ve mülkünden yoksun bırakılan kişiye ulaşılmak
istenen kamu yararıyla kıyaslandığında ölçüsüzce ağır bir yük getiren ve makul
olmayan müdahale niteliğindedir (Tahsin
Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 81).
95. AİHM, kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaza el atılması
yoluyla yapılan müdahalenin, başvuranların mülkiyete saygı haklarını ihlal
ettiği kanaatindedir (bkz. Sarıca ve
Dilaver/Türkiye, B. No: 11765/05, 27/5/2010, § 51).
96. Somut olayda, İstanbul ili, Çatalca ilçesi Deliklikaya köyü 143 parsel numaralı, 23.900 m2
miktarındaki tarla vasfındaki taşınmaz, 28/8/1990 tarihinde yapılan satış
sonucu başvurucu adına tapuya tescil edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun tapu
sicilinde adına kayıtlı taşınmaz üzerinde, 4721 sayılı Kanun uyarınca mülkiyet
hakkının bulunduğu kuşkusuzdur.
97. TOKİ, 28/9/2006 tarihli kararla başvurucuya ait
taşınmazın, 5273 sayılı Kanunla değişik 1164 sayılı Kanun’da belirtilen amaçlar
doğrultusunda değerlendirilmek üzere kamulaştırılmasına karar vermiştir.
98. Başvurucu, 21/3/2007 tarihinde TOKİ aleyhine İstanbul 4.
İdare Mahkemesinde açtığı davada, taşınmazın bulunduğu alanda imar uygulaması
olmadığını, 1/100.000 ölçekli imar planlarına göre de taşınmazın “lojistik üs” olarak kullanılacağını,
taşınmazın sanayi alanında kaldığını, sanayici olması nedeniyle taşınmazı “lojistik üs” olarak kullanmak istediğini,
taşınmazın kamulaştırılmasını gerektiren kamu yararı bulunmadığını, düşük
bedelle taşınmazın kamulaştırılmasının işlemi amaç unsuru bakımından
sakatladığını ileri sürerek, kamulaştırma işleminin iptalini ve yürütmesinin
durdurulmasını talep etmiştir.
99. Mahkemece, 1/4/2008 tarihli kararla davanın reddine karar
verilmiş, başvurucunun temyizi sonucu, Danıştay Altıncı Dairesinin 24/12/2008
tarihli ilâmıyla hüküm bozulmuştur. Davalının karar düzeltme istemi üzerine,
Danıştay Altıncı Dairesinin 22/1/2010 tarihli ilâmıyla, farklı bir gerekçeyle
hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
100. Mahkemece bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama
sonunda, 12/5/2010 tarihli kararla yeniden davanın reddine karar verilmiş,
başvurucunun temyizi sonucu Danıştay Altıncı Dairesinin 12/11/2010 tarihli
ilâmıyla hüküm bozulmuştur. Davalının karar düzeltme istemi üzerine, Danıştay
Altıncı Dairesinin 7/2/2013 tarihli ilâmıyla, bozma kararı ortadan kaldırılarak
hüküm onanmıştır.
101. Bu şekilde, tapu kaydında başvurucu adına tescilli
taşınmazın TOKİ tarafından kamulaştırılmasına karar verilerek, TOKİ adına
tapuya tescilinin, başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde olduğu
değerlendirilmiştir.
ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması
Hakkında
102. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa’nın 13.
maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe anılan maddenin
ihlalini teşkil edecektir. Bu itibarla, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma,
kanunlar tarafından öngörülme ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına
uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
1. Kanunlar Tarafından Öngörülme
103. Başvurucuya ait taşınmaza ilişkin olarak, TOKİ tarafından
kamulaştırma kararı alınarak başvurucu aleyhine açılan kamulaştırma bedelinin
tespiti ve taşınmazın TOKİ adına tapuya tescili davası sonunda TOKİ adına
tapuya tescilinin gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.
104. Demokratik toplumun temel ilkelerinden biri olan hukukun
üstünlüğü, Sözleşme’nin tamamının ayrılmaz bir parçası olduğundan, 1 No.lu Ek Protokol’ün
1. maddesi her şeyden önce ve özellikle mülkiyete saygı gösterilmesinden
yararlanma hakkına idari makamlar tarafından yapılan müdahalenin yasal olmasını
gerektirmektedir (bkz. Sarıca ve
Dilaver/Türkiye, § 42).
105. Başvuru konusu olayda, başvurucuya ait taşınmaz, 1164
sayılı Kanun kapsamında, konut, sanayi, eğitim, sağlık ve turizm yatırımları ve
kamu tesisleri için arazi ve arsa sağlamak amacıyla kamulaştırılmıştır. Yapılan
kamulaştırma işlemi, 1164 sayılı Kanun'un 1. maddesindeki amaçlar
doğrultusunda, aynı Kanun'un 10. maddesinin birinci fıkrası ve 2985 sayılı
Kanun'un 4. maddesine uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla TOKİ
tarafından yapılan kamulaştırmanın “kanunlar
tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
106. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki
belirlilik taşıması, bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No:
2012/1035, 17/7/2014, § 44).
107. Anayasal haklara yönelik müdahalenin bir kanuna dayanması
yeterli olmayıp, bu kanunun belirlilik ve öngörülebilirlik gibi belli
niteliklere sahip olması da gerekir. Başka bir ifadeyle kanun, ilgili kişinin
davranışlarını belirlemesi amacıyla, kolayca ulaşabileceği, gerektiğinde
profesyonel yardım almak suretiyle de olsa anlayabileceği, açık, net ve
yeterince belirgin nitelikte olmalıdır (bkz. Altuğ
Taner Akçam/Türkiye, B.No:
27520/07, 25/10/2011, § 87; Yıldırım/Türkiye,
B.No: 3111/10, 18/12/2012, § 57).
108. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının
yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
K.T. 22/5/2013).
109. "Belirlilik" ilkesi yalnızca yasal belirliliği
değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir,
bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması
koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile
de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel
muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar
doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır (AYM,
E.2009/9, K.2011/103, K.T. 16/6/2011).
110. Somut olay bakımından mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin kanuna uygun olarak gerçekleştirildiği, dolayısıyla hukuki
dayanağının yeterli açıklıkta bulunduğunda şüphe yoktur. Ayrıca kamulaştırma
kararına esas teşkil eden Kanun hükümleri ve 3194 sayılı Kanun’un 5. ve 6. maddelerine
uygun olarak yapılan imar planları ile Danıştayın bu
konudaki içtihatları, başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmasının ve imar
planı uygulamalarının yeteri kadar hukuki öngörülebilirlik taşıdığını ortaya
koymaktadır.
2. Meşru Amaç
111. Başvuru konusu olayda, başvurucuya ait taşınmaz 1164
sayılı Kanun kapsamında; konut, sanayi, eğitim, sağlık ve turizm yatırımları ve
kamu tesisleri için arazi ve arsa sağlamak amacıyla kamulaştırılmıştır.
Dolayısıyla 1164 sayılı Kanun’a uygun olarak yapılan kamulaştırmanın meşru bir
amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
3. Ölçülülük
112. Son olarak başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırılması
sonucu mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin gerekli ve ölçülü olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
113. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş
olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile
ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “Temel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın,
demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen
kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye
olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi
gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek,
amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih
edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
114. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak
ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli,
gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Adalet Mehtap Buluryer, B.
No: 2013/5447, 16/10/2014, § 106).
115. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırılması
şeklinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin “ölçülülük
ilkesi”ne
uygun olup olmadığı olacaktır.
116. Anayasa'nın 35. maddesine uygun olarak bir kimsenin
mülkiyet hakkına devlet tarafından müdahale edilmişse veya malvarlığı
üzerindeki hakları kullanılamaz hale getirilmişse, bu kişinin hakkının
korunması gerekir. Bu da ancak mülkiyete konu malvarlığının değerinin ödenmesi
suretiyle gerçekleştirilebilir. Kural olarak devlet tarafından el atılan
malvarlığının değerini, devletin kendiliğinden ödemesi beklenir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No:
2013/711, 3/4/2014, § 62).
117. Anayasa'nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri
ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek
suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük
ilkesi gereği, kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında
adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet
Akdoğan ve Diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).
118. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden
arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi
arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz
uygulanması da gerekir (bkz. Scordino/İtalya
(no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).
119. Yukarıda belirtildiği üzere Anayasa'nın 35. maddesinde
düzenlenen mülkiyet hakkı, malikine, sahibi olduğu mülk üzerinde dilediği gibi
tasarrufta bulunma hakkını verir. Ancak kamu gücünü kullanan idare tarafından
mülkiyet hakkının kullanılmasına sınırlama getirilebileceği gibi malikin
tasarruf hakkının tamamen ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak bir
müdahalede de bulunulabilir. Kamu makamları tarafından yapılan bu müdahalelerin
hukuki bir temele dayanması, kamu yararı şeklinde meşru bir amacının bulunması
ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin meşru amaçla orantılı olması gerekir.
120. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma,
Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına
getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. İdare, kendisine Anayasa tarafından
tanınan olanak ve yetkileri kanuna uygun bir biçimde kullanmaksızın taşınmaza
el atarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz (AYM, E.2002/112,
K.2003/33, K.T. 10/4/2003).
121. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini
sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri
bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Devletin veya bir kamu tüzel
kişisinin kamulaştırma işlemi olmaksızın temel insan haklarından olan mülkiyet
hakkına keyfi bir şekilde el konularak bireylerin sahip oldukları taşınmazları
üzerinde özgürce tasarruf etmelerinin engellenmesi ve mülkiyet haklarının
ellerinden alınması hukuk devleti ilkesine aykırıdır (AYM, E.2002/112,
K.2003/33, K.T. 10/4/2003).
122. Başvuru konusu olayda, başvurucu adına tapuya tescilli
taşınmazın TOKİ tarafından, 28/9/2006 tarihli kararla 1164 sayılı Kanun’daki
amaçlar doğrultusunda değerlendirilmek üzere kamulaştırılmasına karar
verilmiştir.
123. TOKİ ile başvurucu arasında taşınmazın bedeli konusunda
anlaşma sağlanamadığı için TOKİ, başvurucu aleyhine, 15/2/2007 tarihinde,
Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde taşınmazın bedelinin tespiti ve
taşınmazın İdare adına tescili talebiyle dava açmıştır.
124. Mahkemece, 11/6/2013 tarihli kararla; İstanbul 4. İdare
Mahkemesi kararı dikkate alınarak, kamulaştırma işleminin hukuka uygun olduğu
gerekçesiyle davanın kabulüne, 23.900 m2 taşınmaz için toplam 1.434.000,00 TL
kamulaştırma bedelinin tespitine, bu bedel davacı tarafından ödendiği için
başka bir ödeme yapılmasına yer olmadığına, taşınmazın davacı adına tapuya
tesciline karar verilmiştir.
125. Davacının temyizi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin
23/12/2013 tarihli ilâmıyla hüküm onanmış, karar düzeltme yoluna başvurulmaması
üzerine hüküm kesinleşmiştir.
126. Başvurucu, 21/3/2007 tarihinde TOKİ aleyhine İstanbul 4.
İdare Mahkemesinde açtığı davada, kamulaştırma işleminin iptalini ve
yürütmesinin durdurulmasını talep etmiştir.
127. Mahkemece, 1/4/2008 tarihli kararla kamulaştırma
işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiş, başvurucunun temyizi sonucu, Danıştay Altıncı Dairesinin 24/12/2008
tarihli ilâmıyla hüküm bozulmuş, davalının karar düzeltme istemi üzerine,
Danıştay Altıncı Dairesinin 22/1/2010 tarihli ilâmıyla, farklı bir gerekçe ile
hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
128. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda,
12/5/2010 tarihli kararla, yeniden davanın reddine karar verilmiştir.
Başvurucunun temyizi sonucu Danıştay Altıncı Dairesinin 12/11/2010 tarihli
ilâmıyla hüküm bozulmuş, davalının karar düzeltme istemi üzerine, Danıştay
Altıncı Dairesinin 7/2/2013 tarihli ilâmıyla, bozma kararı ortadan kaldırılarak
hükmün onanmasına karar verilmiştir.
129. Bu şekilde başvurucuya ait taşınmazın TOKİ tarafından
kamulaştırılmasına karar verilmesi üzerine, başvurucu tarafından açılan
kamulaştırma kararının iptali davasının reddedilerek hükmün kesinleştiği
anlaşılmıştır. TOKİ tarafından Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde
kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın TOKİ adına tapuya tescili
talebiyle açılan dava sonunda taşınmazın değeri 1.434.000,00 TL olarak tespit
edilmiş, bu miktar TOKİ tarafından başvurucuya ödenmiş ve taşınmazın TOKİ adına
tapuya tesciline karar verilmiştir. Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesince
verilen karara karşı başvurucu tarafından temyiz veya karar düzeltme
istemlerinde bulunulmamış, davacı TOKİ'nin temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk
Dairesince 23/12/2013 tarihinde hüküm onanarak kesinleşmiştir.
130. Başvurucuya ait taşınmazın TOKİ tarafından
kamulaştırılmasına karar verilmesi başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale
niteliğinde kabul edilmişse de kamulaştırma işleminin meşru amacının olduğu ve
kanuna uygun olarak gerçekleştirildiği, kamulaştırma bedelinin başvurucuya
ödendiği, yapılan ödeme ile başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale
arasında makul bir denge bulunduğu, başvurucunun mülkiyet hakkının korunması
ile kamusal menfaat arasındaki dengenin bozulmadığı ve başvurucu açısından
meşru sayılamayacak olan ferdi ve aşırı nitelikte bir yük oluşturmadığı
anlaşılmıştır.
131. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, başvurucuya ait
taşınmazın kamulaştırılmasının kanuna uygun ve meşru amacının olduğu,
taşınmazın bedelinin başvurucuya ödendiği, başvurucunun, bedele yönelik olarak
olağan kanun yollarına başvurmadığı, bu şekilde başvurucunun mülkiyet hakkına orantısız
ve makul olmayan bir müdahalede bulunulmadığı, kamulaştırma kararının,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmadığı
kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde
düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul
Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
132. Başvurucu, İstanbul 4. İdare Mahkemesinde açtığı
kamulaştırma kararının iptali davasının makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
133. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18),
Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
134. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
Diğerleri, 41–45).
135. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri
gereğince “kamu hukuku” alanına
dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler
üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36.
maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu
anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun
haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan
davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, TOKİ tarafından alınan
kamulaştırma kararının iptali istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu
görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Selahattin
Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
136. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih
21/3/2007 tarihidir.
137. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52; Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut
başvuru açısından bu tarih, İstanbul 4. İdare Mahkemesince verilen hükme karşı
karar düzeltme istemi üzerine, Danıştay Altıncı Dairesince bozma ilâmının
kaldırılarak hükmün onanmasına karar verildiği 7/2/2013 tarihidir.
138. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
başvurucunun, 21/3/2007 tarihinde TOKİ aleyhine İstanbul 4. İdare Mahkemesinde
açtığı kamulaştırma kararının iptali davası sonunda Mahkemece, davalının
savunması ve tüm deliller değerlendirilerek 1/4/2008 tarihinde, davanın reddine
oy çokluğuyla karar verildiği, başvurucunun temyizi sonucu, Danıştay Altıncı
Dairesinin 24/12/2008 tarihli ilâmıyla hükmün bozulduğu, davalının karar
düzeltme istemi üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 22/1/2010 tarihli ilâmıyla
farklı bir gerekçeyle hükmün bozulduğu anlaşılmıştır. Mahkemece bozma ilâmına
uyularak yapılan yargılama sonunda, 12/5/2010 tarihinde yeniden davanın reddine
oy çokluğuyla karar verildiği, başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Altıncı
Dairesinin 12/11/2010 tarihli ilâmıyla hükmün bozulduğu, davalının karar
düzeltme istemi üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 7/2/2013 tarihli ilâmıyla
bozma kararı kaldırılarak oy çokluğuyla hükmün onandığı, bu şekilde 7/2/2013
tarihi itibarıyla hükmün kesinleştiği belirlenmiştir.
139. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya
konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle,
2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin
söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan
yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. §§
33-34).
140. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı
yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup, özellikle idari
yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme
incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel
oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki
yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle
2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§ 54-60).
141. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında, 2577
sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin
somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön
bulunmadığı, söz konusu beş yıl on ay devam eden yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
142. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
143. Başvurucu, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali
nedeniyle yeniden yargılama yapılmasını, 10.000,00 TL manevi, 3.982,00 TL maddi
tazminatın ödenmesini talep etmiştir.
144. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
145. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin beş yıl on
ay devam eden yargılama süreci nazara alındığında, yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 4.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
146. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş
olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
147. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yürütmenin
durdurulması taleplerinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının “zaman
bakımından yetkisizlik”
2. Yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3. Gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun,
1. Anayasa'nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 4.150,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.