TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULLAH ÖZEN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4424)
|
|
Karar Tarihi: 6/3/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Abdullah ÖZEN
|
Vekili
|
:
|
Av.Nedim
KOÇ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu iki taşınmaz
arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle
açtığı hukuk davasının yedi yıl sürdüğünü ve yargılamanın adil olmadığını ileri
sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar
verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 30/5/2013 tarihinde
Nazilli 1.Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 10/10/2013 tarihinde
yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 10/12/2013 tarihli görüş yazısı 17/12/2013 tarihinde
başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından Adalet
Bakanlığı görüşüne karşı 2/1/2014 tarihli beyan dilekçesi sunulmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, maliki olduğu
Bozdoğan ilçesi Hisar Mahallesi 165 ada 22 parsel sayılı taşınmaz ile komşu
taşınmaz olan 165 ada 7 parsel arasındaki kadastral
sınırın düzeltilmesi hususunda 10/5/2006 tarihinde Bozdoğan Kadastro
Müdürlüğüne yaptığı talep üzerine, ilgili müdürlükçe yaptırılan inceleme sonucunda,
3402 sayılı Kadastro Kanununun 41. maddesi uyarınca
düzeltme işlemi yapılmıştır.
8. Başvurucu tarafından,
belirtilen karar sonrasında Bozdoğan Sulh Hukuk Mahkemesine verilen 9/8/2006
havale tarihli dilekçe ile, 165 ada 22 parsel sayılı taşınmazın kendisine ait
olduğu ve zeminde kullanılan alan ve sınırın 7 nolu
parselden kot farkıyla ayrıldığı, ancak bu doğal sınırın kazı yapılmak
suretiyle değiştirilmek istenildiği beyan edilerek, belirtilen bu doğal sınıra
uyumlu olacak şekilde kadastral sınırların
düzeltilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.
9. Bozdoğan Sulh Hukuk
Mahkemesinin 21/2/2012 tarih ve E.2006/311, K.2012/118 sayılı kararı ile,
kadastro müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle, diğer
davalılar aleyhine açılan davanın ise ispat edilemediğinden reddine karar
verilmiştir.
10. İlk derece mahkemesi kararı
temyiz edilmekle, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 21/1/2013 tarih ve E.2012/7112,
K.2013/28 sayılı kararıyla onanmıştır. Yargıtay ilamı 30/4/2013 tarihinde
başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
11. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
12. 21/6/1987 tarih ve 3402
sayılı Kadastro Kanunu’nun “Hataların düzeltilmesi” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Kadastro sırasında
veya sonrasında yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan
taşınmazlarda ölçü, sınırlandırma, tersimat ve
hesaplamalardan doğan hatalar, ilgilinin müracaatı veya kadastro müdürlüğünce re’sen düzeltilir. Düzeltme, taşınmaz malikleri ile diğer
hak sahiplerine tebliğ olunur. Tebliğ tarihinden başlayan otuz gün içinde
düzeltmenin kaldırılması yolunda sulh hukuk mahkemesinde dava açılmadığı
takdirde, yapılan düzeltme kesinleşir.
Kadastro sırasında
veya sonrasında yapılan işlemlerle kesinleşmiş olan taşınmazlarda, değişiklik
işlemleri sırasında ortaya çıkan yüzölçümü farklılıklarından, kadastronun
dayandığı teknik kurallarda belirtilen hata sınırları içinde kalanların re’sen düzeltilmesine kadastro müdürlükleri yetkilidir.
Bu maddenin
uygulanmasında, 12 nci
maddede belirtilen hak düşürücü süre aranmaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
13. Mahkemenin 6/3/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 30/5/2013 tarih ve 2013/4424
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
14. Başvurucu, iki taşınmaz
arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle
açmış olduğu hukuk davasının yedi yıl sonra karara bağlandığını, yargılamanın
son celsesinde vekili tarafından verilen mazeret dilekçesi kabul edilmeyerek
yokluğunda karar verildiğini ve bu suretle savunma ve dinlenilme haklarının
kısıtlandığını, ayrıca dosya kapsamında seçilen bilirkişilerin tarafsız
olmadıklarını, yeterli açıklıkta olmayan bilirkişi raporuna istinaden hüküm kurulduğunu,
tanıklarının dinlenilmediğini, yanlış hukuki değerlendirme yapılarak
davalılardan bir kısmı hakkındaki talebin husumet yokluğundan reddedildiğini,
yine ilgili mevzuat hükümleri doğru uygulanmadığı için davanın kabulü ile iki
taşınmaz arasındaki sınırın düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken davanın
reddine karar verildiğini beyan ederek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Adil Olmadığı iddiası Yönünden
15. Başvurucu, yargılamanın son
celsesinde vekili tarafından verilen mazeret dilekçesi kabul edilmeyerek
yokluğunda karar verildiğini ve bu suretle savunma ve dinlenilme haklarının
kısıtlandığını, ayrıca dosya kapsamında seçilen bilirkişilerin tarafsız
olmadıklarını, yeterli açıklıkta olmayan bilirkişi raporuna istinaden hüküm
kurulduğunu ve tanıklarının dinlenilmediğini beyan ederek, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
16. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası açısından, bir
temel hak ve özgürlüğün ihlali söz konu olmadıkça, yerel mahkemeler tarafından
yapılan maddi ve hukuki hataların bireysel başvuru incelemesine konu
edilemeyeceğinin, başvuruya konu yargılama sürecinde, başvurucunun davaya
katılma hakkına riayet edilerek iddialarının mahkemelerce esastan
incelendiğinin, özellikle başvurucunun bilirkişilerle ilgili itirazı
noktasında, yapılan keşif sırasında başvurucu vekilince bilirkişilere yönelik
herhangi bir itirazda bulunulmadığının ve tanık listesi verilmekle beraber,
tanıkların gerek keşif gerekse duruşmalarda dinlenilmeleri için mahkemeden
herhangi bir talepte bulunulmadığının, yapılacak değerlendirmede nazara
alınması gerektiği bildirilmiştir.
17. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
18. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
19. Yapılan yargılama sırasında
tanık dinletme ve bilirkişi görüşüne başvurulması hakkı da dâhil olmak üzere
delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından
biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte
olup, bu ilke ve yargılamaya etkin katılım hakkı ile çelişmeli yargılama
ilkesi, adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili
hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen bu ilke ve haklara, Anayasanın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Başvuru No.2012/13, 2/7/2013,§
38).
20. Taraflar arasında
hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği
ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar
arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında
korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence
gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan
delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (B. No. 2012/998, 7/11/2013, § 37; B. No.
2013/2116, 23/1/2014, § 21; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belgium, B.
No. 19983/92,24/02/1997, § 58). Silahların eşitliği ilkesi kapsamında aranan usuli imkânlar noktasındaki denge, tarafların tanıkları
arasında da farklı muamele yapılmamasını gerektirir. Ancak yargılama sırasında
bir tarafın tanığına özel bir ağırlık verilmemişse ve mahkeme hükmü başka
delillerle desteklenerek oluşturulmuşsa, silahların eşitliği ilkesine aykırı ve
sonucu itibarıyla bir tarafı diğer taraf karşısında önemli bir dezavantaj içine
sokan bir uygulamanın varlığından söz etmek mümkün değildir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Ankerl/Switzerland, B.
No. 17748/91, 23/10/1996, § 38).
21. Bunun yanısıra,
adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara
dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını
ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını
gerektirmektedir. Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere
karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale
gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/Spain, § 63; Feldbrugge/Netherlands, B.
No. 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği
ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir.
Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını
savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli
yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni
bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır bulunmasını, daha
genel bir ifade ile, yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını ifade
etmektedir.
22. Yargılama makamları,
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenilen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut
yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma
hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi
kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün
olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete
uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun
olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere
delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması
gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik
iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur (B.
No. 2013/2116, 23/1/2014, § 22; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No.10590/83, 6/12/1988, §
68). Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, tarafların
tanık ve bilirkişi incelemesi de dâhil, dermeyan ettikleri delillerin
değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi halinde, yargılama makamınca
bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Vidal/Belgium, B. No. 12351/86, 22/04/1992, § 34; Tamminen/Finland, B. No.
40847/98,15/06/2004, §§ 40-42).
23. Somut başvuru açısından,
başvuruya konu Mahkeme kararında, yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi
neticesinde, kadastro sırasında yapılan ölçüm ve belirtmelere göre tersimat hatası yapılmadığının tespit edildiği gerekçesine
dayanılarak hüküm tesis edildiği ve hüküm gerekçesi nazara alındığında
tarafların delil listelerinde yer verdiği tanık beyanlarına dayanılmadığı ve bu
kapsamda başvurucunun tanık dinletme talebinin de 24/5/2011 tarihli celse ara
kararıyla, davanın esasına etki etmeyeceğinin değerlendirildiği belirtilerek
reddedildiği, başvurucu tarafından bilirkişilerin tarafsız ve yeterli
olmadıkları iddia edilmiş olmakla birlikte, Mahkemece yapılan keşif için İzmir
Harita ve Kadastro Mühendisleri odasına kayıtlı ve tersimat
hataları konusunda uzman bir bilirkişiden ve resen seçilen teknik
bilirkişilerden müştereken rapor ve görüş alındığı ve başvurucu tarafından da,
yapılan keşif sırasında, bilirkişilerin nitelik ve keşif sırasındaki
beyanlarına karşı bir itirazları olmadığının beyan edildiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca başvurucu tarafından yargılamanın son celsesinde vekili tarafından
verilen mazeret dilekçesi kabul edilmeyerek yokluğunda karar verildiği ve bu suretle
savunma ve dinlenilme haklarının kısıtlandığı beyan edilmekle beraber, keşfi
müteakip bilirkişi raporlarının taraf vekillerine tebliğ edildiği ve bilirkişi
raporları hakkında beyanda bulunulmak üzere mehil verilen celseyi takip eden
iki celsede başvurucu vekili tarafından mazeret dilekçesi sunulması üzerine ve
raporların tebliğini takiben dört ayı aşkın bir süre sonra yapılan yargılamanın
son celsesinde, davalı tarafça başvurucu vekilince davayı uzatma maksatlı
olarak mazeret dilekçesi sunulduğu ve bu nedenle mazeret talebinin reddedilmesi
ile uyuşmazlığın karara bağlanmasının talep edildiği, mahkemece bu talep de
nazara alınarak dosyanın karara bağlandığı, belirtilen bu dört ayı aşkın sürede
başvurucu ile vekili tarafından bilirkişi raporları hakkında yazılı bir beyanda
da bulunulmadığı görülmektedir. Bu çerçevede, başvuru dosyası kapsamından
başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve
yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu
saptanmadığı anlaşılmaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun yargılamanın adil olmadığı yönündeki yukarıda belirtilen
iddialarının, bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
25. Başvurucu tarafından ayrıca,
yanlış hukuki değerlendirme yapılarak davalılardan bir kısmı hakkındaki talebin
husumet yokluğundan reddedildiği, yine ilgili mevzuat hükümleri doğru
uygulanmadığı için davanın kabulü ile iki taşınmaz arasındaki sınırın
düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verildiği beyan
edilerek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddia edilmiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
27. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin
olduğu açıktır. Bu kapsamda, bireysel başvuruya konu davadaki olayların
kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama
sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir
uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil
olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir
hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar
bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece
mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No. 2012/1027,
12/2/2013, §§ 25-26).
28. Başvurucu tarafından, yanlış
hukuki değerlendirme yapılarak davalılardan bir kısmı hakkındaki talebin
husumet yokluğundan reddedildiği, yine ilgili mevzuat hükümleri doğru uygulanmadığı
için davanın kabulü ile iki taşınmaz arasındaki sınırın düzeltilmesine karar
verilmesi gerekirken davanın reddine karar verildiği belirtilmekte olup,
başvurucunun belirtilen iddiasının özünün derece mahkemelerince delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve
esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun belirtilen iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası da
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden
30. Başvurucu Yargıtay onama
ilamının tebliği tarihinden itibaren süresi içinde başvuruda bulunulduğunu
belirtmiştir.
31. Başvuru dosyası kapsamından,
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun, kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
32. Başvurucu, iki taşınmaz
arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle
açmış olduğu hukuk davasının yedi yıl sonra karara bağlandığını beyan ederek,
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvuruya konu yargılamanın toplamda altı yıl beş ay sürdüğünün, ancak bu
sürenin uzamasında, başvurucunun hava fotoğraflarına ilişkin delile dayanmasına
rağmen ilgili evrakın temini hususunda gerekli müzekkere masraflarını süresinde
ikmal etmemesinin, birkaç defa başvurucu tarafından müracaat edilmemesi ve
keşif masrafı yatırılmaması nedeniyle keşiflerin ertelenmesinin ve başvurucu
vekilince müteaddit defa mazeret dilekçesi verilmesinin de etkili olduğunun,
yapılacak değerlendirmede nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
38. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 39).
39. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No.2012/13, 2/7/2013, § 40).
40. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No.
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
41. Ancak, belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No.
2012/13, 2/7/2013, § 46).
42. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
43. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iki taşınmaz arasındaki kadastral sınırın
düzeltilmesi talebiyle sulh hukuk mahkemesinde yürütülen bir yargılama
faaliyetinin söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No. 2012/13,
2/7/2013, § 49).
44. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde
tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi
olarak kabul edilebilmektedir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 45). Somut başvuru
açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde
nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, 3402 sayılı Kanunun 41.
maddesi uyarınca kadastral sınırın düzeltilmesi
talebiyle, başvurucu tarafından kadastro müdürlüğüne müracaatta bulunulduğu
10/5/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, davanın reddi hükmüyle
sonuçlanan başvuru konusu yargılama açısından bu tarih 21/1/2013 tarihidir.
45. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No. 2012/13,
2/7/2013, § 51).
46. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun iki taşınmaz arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebi olduğu, başvurucu
tarafından verilen 9/8/2006 havale tarihli dava dilekçesi üzerine Bozdoğan Sulh
Hukuk Mahkemesinin E.2006/311 sırasına kaydı yapılan davanın 9/8/2006 tarihli
tensip zaptı sonrasında, taraflara delillerini ibraz hususunda mehil verilerek
21/3/2007 tarihli celsede verilen keşif ara kararının müracaat yokluğu ve
masraf ikmal edilmemesi nedeniyle icra edilmediği, davacının iddiasını
dayandırdığı hava fotoğraflarının ilgili kurumlardan talep edilmesi üzerine,
beş celse ve yaklaşık yedi ay süreyle belirtilen müzekkere cevaplarının
akıbetleri tetkik edilmeksizin beklenildiği ve bu arada taraf vekili
mazeretlerinin kabul olunduğu, akabinde başvurucu vekili tarafından ilgili
evrakın Adalet Bakanlığından temin edilebileceğinin belirtilmesi üzerine ilgili
kuruma müzekkere yazıldığı, 2/9/2008 tarihli celse itibarıyla Adalet
Bakanlığına yazılan müzekkere cevabının beklenilmesine karar verilerek, dokuz
celse boyunca ve toplamda bir yıl yedi ay süreyle belirtilen müzekkere
cevabının beklenildiği, bu süreçte defalarca taraf vekili mazeretlerinin
kabulüne karar verildiği, 23/3/2010 tarihli celsede yazılan müzekkerenin
yinelenmesine karar verilerek, bir celse daha müzekkere akıbetinin
beklenildiği, akabinde verilen keşif ara kararının masraf ikmal edilmemesi
nedeniyle yerine getirilmediği, takip eden celsede masraf ikmal etmeyen
başvurucu vekilinin mazeretinin kabulüne ve keşif hususunun bilahare
değerlendirilmesine karar verildiği, devam eden celsede ise iki taraf vekilinin
de mazereti kabul olunmak suretiyle, iki ayı aşkın sürenin herhangi bir usuli işlem yapılmaksızın geçirildiği görülmektedir.
47. Devam eden yargılama
sürecinde, verilen iki keşif ara kararının masraf ikmal edilmemesi ve bilirkişi
temin edilememesi nedeniyle yapılamadığının belirtildiği, akabinde verilen ara
karar uyarınca mahallinde keşif icra edilerek, keşfi takip eden celsede
taraflara bilirkişi raporlarına karşı beyanda bulunmak üzere süre verildiği,
takip eden iki celsede başvurucu vekili tarafından mazeret dilekçesi sunulması
üzerine, raporların tebliğini takiben dört ayı aşkın bir süre sonra ve
yargılamanın son celsesinde, davalı tarafça ileri sürülen, başvurucu vekilince
davayı uzatma maksatlı olarak mazeret dilekçesi sunulduğu ve bu nedenle mazeret
talebinin reddedilmesi ile uyuşmazlığın karara bağlanması yönündeki talep de
nazara alınarak, ilk derece mahkemesince dosyanın 21/2/2012 tarihinde karara
bağlandığı, ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilmekle, Yargıtay 16. Hukuk
Dairesinin 21/1/2013 tarih ve E.2012/7112, K.2013/28 sayılı kararıyla
onanmasına karar verildiği ve karara, Yargıtay onama ilamı tarihi olan
21/1/2013 tarihinde kesinleştiğine dair şerh verildiği anlaşılmaktadır.
48. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusunun iki adet taşınmazın ortak kadastral sınırına ilişkin düzeltme talebi olduğu,
yargılamanın özellikle keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini
gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama
sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, özellikle
başvurucu tarafa defalarca ve kesin sürelere ilişkin hükümlere aykırı
mahiyette, bir kısım eksikliklerin ikmali hususunda süreler verildiği, ara
karar gereklerinin yerine getirilmemesi karşısında usul kanununda yer alan
kesin sürelere ilişkin müeyyidelerin uygulanmadığı, defalarca verilen keşif ara
kararlarının özellikle müracaat yokluğu ve masraf ikmal edilmemesi nedeniyle
yerine getirilmediği, ara kararı gereklerinin yerine getirilmediği ve
keşiflerin icra edilmediği süreçlerde taraf vekili mazeretlerinin bir çok kez
kabul edildiği, ancak yine kesin süreye riayet edilmemesinin müeyyidelerinin ve
celse harcı tayini gibi usuli imkânların yargılama
makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (1086 sayılı Kanun md. 163, 271, 278/son, 282, 414; 6100 sayılı Kanun md. 94, 114/1-g, 115/2, 120, 253, 269, 280; 2/7/1964 tarih
ve 492 sayılı Harçlar Kanunu md.12). Belirtilen hususların yanı sıra, bir kısım
yargılama evrakının temini hususunda yazılan müzekkere cevaplarının, akıbetleri
tetkik edilmeksizin on beş celseyi ve toplamda üç yılı aşkın süreyle
beklenildiği ve bu uygulamaların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir
etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
49. Medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
50. Yargılama sürecinde
başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve
davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul
edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri
engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, başvurucu vekili de dâhil
olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri
sunulduğu görülmekle birlikte, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri nazara
alındığında, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi
olduğu tespit edilememiştir.
51. Davanın mahiyeti nedeniyle
icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında söz konusu
yaklaşık yedi yıllık yargılama sürecinde, makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
53. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması ve adil olmaması nedeniyle 5.000,00 TL maddi,
5.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
54. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde
mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık yedi yıllık yargılama süresi nazara alındığında,
başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 3.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
56. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit
edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar
arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yargılamanın adil olmadığı yönündeki
iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 3.500,00 TL manevi TAZMİNAT
ÖDENMESİNE
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
6/3/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.