logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ahmet Orhan [2.B.], B. No: 2013/5890, 6/3/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET ORHAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5890)

 

Karar Tarihi: 6/3/2014

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

C. Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Şebnem NEBİOĞLU ÖNER

Başvurucu

:

Ahmet ORHAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu 2004 tarihinde açtığı hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını ve yargılama makamları tarafından yapılan yanlış değerlendirme neticesinde davasının reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde Zonguldak İdare Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölümün Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/1/2014 tarihli görüş yazısı 14/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu tarafından 3/12/2004 tarihinde bir kısım davalılar aleyhine, davalılar vekili olarak takip ettiği dava sonucunda dava konusu taşınmazların davalılar adına tescilinin sağlandığı ve yaptığı bu hizmet karşılığında ücret niteliğinde olmak üzere taşınmazın 400 m2’lik kısmına karşılık, kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında yapılacak bir adet villanın kendisine verileceğinin yapılan bir protokolde taahhüt edildiği, ancak bu taahhüdün yerine getirilmediği ve farklı bir müteahhitle yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında kendisine verilecek bir adet villanın yer almadığı belirtilerek, 400 m2 karşılığı bir adet villanın kendi adına tahsisi ile tapuya tescili, bunun mümkün olmaması durumunda ise 75.000,00 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesi talebiyle Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/350 sayılı dosyası üzerinde alacak davası açılmıştır.

8. Mahkemenin 5/4/2005 tarih ve E.2004/350, K.2005/76 sayılı kararı ile, başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir.

9. Karar temyiz edilmekle Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17/3/2008 tarih ve E.2006/1607, K.2008/3695 sayılı kararı ile bozulmuştur.

10. Başvurucu tarafından, bozma kararında yer verilen gerekçelerin isabetli olmadığından bahisle yapılan karar düzeltme talebi Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 18/2/2009 tarih ve E.2009/798, K.2009/985 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

11. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde, Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2/10/2010 tarih ve E. 2009/114, K.2010/394 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulü suretiyle 3,02 TL’nin 18/7/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak başvurucuya verilmesine karar verilmiştir.

12. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 13/11/2012 tarih ve E.2011/20126, K.2012/25388 sayılı kararı ile onanmıştır.

13. Karar düzeltme talebi Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 9/5/2013 tarih ve E.2013/9050, K.2013/11999 sayılı kararı ile reddedilmiş ve Yargıtay ilamı 22/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

14. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

 “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

15. 19/3/1969 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı 164. maddesi şöyledir:

 “Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.

 Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.

 İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.

 Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.

 Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 6/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/7/2013 tarih ve 2013/5890 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu, 2004 tarihinde açtığı hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını, dosyanın uzun süre temyiz incelemesinde beklediğini, yargılama organlarının ağır çalışması nedeniyle yargılama sürecinin uzadığını, ayrıca yargılama makamlarının, mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı şeklinde ücret sözleşmesi yapılmış olduğu şeklindeki yanlış değerlendirmesi neticesinde davasının reddedildiğini beyan ederek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası Yönünden

18. Başvurucu yargılama makamlarının, taraflar arasında mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı şeklinde ücret sözleşmesi yapılmış olduğu şeklindeki yanlış değerlendirmesi neticesinde davasının reddedildiğini beyan ederek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

19. Adalet Bakanlığı görüşünde, bir temel hak ve özgürlüğün ihlali söz konu olmadıkça, yerel mahkemeler tarafından yapılan maddi olaya ve hukuka ilişkin yorum ve hataların bireysel başvuru incelemesine konu edilemeyeceğinin ve başvuruya konu yargılama sürecinde başvurucunun davaya katılma hakkına riayet edilerek iddialarının mahkemelerce esastan incelendiğinin, yapılacak değerlendirmede nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.

20. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

21. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

22. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

23. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.

24. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bu kapsamda, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da bariz takdir hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir hata bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No. 2012/1027, 12/2/2013, §§ 25-26).

25. Başvurucu tarafından, derece mahkemeleri tarafından yapılan, taraflar arasında mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı şeklinde ücret sözleşmesi yapılmış olduğu şeklindeki yanlış değerlendirme neticesinde davasının reddedildiği belirtilmekte olup, başvurucunun iddiasının özünün derece mahkemelerince hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

26. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası da içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden

27. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

28. Başvurucu, 2004 tarihinde açtığı hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını, dosyanın uzun süre temyiz incelemesinde beklediğini ve yargılama organlarının ağır çalışması nedeniyle yargılama sürecinin uzadığını belirterek, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

29. Adalet Bakanlığı görüşünde, ilk derece mahkemesinin iki ayrı esasında yürütülen yargılama prosedürünün toplam iki yıl iki aylık bir sürede sonuçlandırıldığının, kanun yolu mercii nezdinde geçen yargılama süresinin ise yaklaşık beş yıl üç ay olduğunun nazara alınması gerektiği belirtilmiştir.

30. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18)

31. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

32. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

33. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

34. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 38).

35. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 39).

36. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 40).

37. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

38. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 46).

39. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

40. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, avukatlık vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan bir alacak davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 49).

41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 3/12/2004 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Somut başvuru açısından bu tarihin, karar düzeltme talebinin Yargıtay 13. Hukuk Dairesince reddedildiği 9/5/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.

42. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 51).

43. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, 3/12/2004 havale tarihli dava dilekçesi üzerine Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/350 sırasına kaydı yapılan davanın 7/12/2004 tarihli tensip zaptı ile birlikte gerekli yargılama evrakının ikmaline başlanıldığı ve yargılamanın 5/4/2004 tarihli üçüncü celsesinde başvurucunun davasının reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmesi üzerine dosyanın Yargıtay 8. Hukuk Dairesine gönderildiği, ilgili Dairenin 19/10/2005 tarihli kararıyla dosyanın görev yönünden Yargıtay 14. Hukuk Dairesine iletildiği, belirtilen Dairenin 27/1/2006 tarihli kararıyla, dosyanın görevli olduğu belirtilen Yargıtay 13. Hukuk Dairesine devredildiği, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17/3/2008 tarih ve E.2006/1607, K.2008/3695 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına hükmedildiği, başvurucunun karar düzeltme talebinde bulunması nedeniyle dosyanın tekrar Yargıtay 13. Hukuk Dairesine gönderildiği, ilgili Dairenin 18/2/2009 tarih ve E.2009/798, K.2009/985 sayılı kararı ile karar düzeltme talebinin reddedildiği, belirtilen karar sonrasında dosyanın Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/114 sırasına kaydı yapılarak 3/3/2009 tarihinde tensip zaptı düzenlendiği, yargılamanın 16/6/2009 tarihli celsesinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği ancak ara karar gereğinin yerine getirilmediği, 8/12/2009 tarihli celsede bilirkişi tayinine dair önceki ara karardan rücu edildiği belirtilerek farklı bir içerikte bilirkişi raporu aldırılması yönünde yeniden ara karar tesis edildiği, takip eden iki celsede rapor akıbetinin tekit edilmeksizin beklenildiği ve bu arada davalı vekili mazeretinin kabul olunduğu, yargılamanın 2/12/2010 tarihli celsesinde ise başvurucunun davasının kısmen kabulüne karar verildiği görülmektedir. İlk derece mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine dosyanın Yargıtay 14. Hukuk Dairesine gönderildiği, Dairenin 28/11/2011 tarihli kararı ile dosyanın görevli olduğu tespit edilen Yargıtay 13. Hukuk Dairesine devredildiği ve belirtilen Dairenin 13/11/2012 tarih ve E.2011/20126, K.2012/25388 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi hükmünün onandığı, başvurucunun karar düzeltme talebi üzerine dosyanın tekrar Yargıtay 13. Hukuk Dairesine gönderildiği ve Dairenin 9/5/2013 tarih ve E.2013/9050, K.2013/11999 sayılı kararı ile karar düzeltme talebinin reddine hükmedildiği anlaşılmaktadır.

44. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

45. İlgili yargılama dosyasının incelenmesinden, Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/350 ve E.2009/114 sayılı yargılama dosyaları kapsamında, usuli işlemlerin icrasında genel olarak gereken özenin gösterildiği, ilgili yargılama evrakı ikmal edilerek bilirkişi raporu temin edildiği, ancak ilk derece mahkemesinde geçen yaklaşık iki yılı aşkın yargılama sürecinde taraflara birkaç defa usule aykırı süreler verildiği, celse harcı tayini gibi usuli imkânlar kullanılmaksızın mazeretlerin kabulüne hükmedildiği ve kararın temyiz edilmesi üzerine, dosyanın gönderileceği ilgili Yargıtay Dairesinin tespitinin doğru yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kanun yolu Mahkemesinde geçen yargılama süresinin ise beş yılın üzerinde olduğu ve yargılama sürecinin büyük bir bölümünün kanun yolu mercii nezdinde geçtiği görülmektedir.

46. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 44).

47. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No. 2012/1198, 7/11/2013, § 55).

48. Başvuruya konu yargılama faaliyeti açısından söz konusu olan yaklaşık sekiz yıl beş aylık yargılama süresinin uzun bir bölümünün kanun yolu incelemesinde geçtiği nazara alındığında, somut başvuru açısından özellikle değerlendirilmesi gereken yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar incelemeye tabi tutulmuştur. Bu kapsamda, mahkemeler nezdindeki iş yükünün özellikle kriz dönemlerinde artış gösterdiği durumlarda ve taraf devletlerin ekonomik destek veya yasal düzenlemeler yapmak suretiyle yargılama faaliyetinin hızlandırılması hususunda gerekli tedbirleri alması koşuluyla, makul süre açısından ihlal oluşmadığı sonucuna ulaşılmakta, ancak iş yükü nedeniyle dava sürelerinin uzamasının geçici bir iş yükü artışına bağlı olmaksızın ilgili makamların yeterli ilgi göstermediği bir yapısal sorun olması ve yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır (Bkz. Buchholz/Almanya, B. No. 7759/77, 6/5/1981; Guincho/Portekiz, B. No. 8990/80, 10/7/1984; Unıon Alimentaria Sanders S.A./İspanya, B. No. 11681/85, 7/7/1989; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No. 8737/79, 13/7/1983). Zira devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların nicelik itibarıyla artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür (B. No. 2012/1198, 7/11/2013, § 56).

49. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince özellikle taraflara usule aykırı süreler verilmesi, celse harcı tayini gibi usuli imkânlar kullanılmaksızın mazeretlerin kabulüne hükmedilmesi ve kararın temyiz edilmesi neticesinde ilgili Yargıtay Dairesinin tespitinin doğru yapılmaması nedeniyle gecikmelerin yaşandığı, kanun yolu incelemesinde de benzer şekilde görevli Dairenin tespitinde aksamalar olduğu anlaşılmakla beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesini izah edemeyeceği açıktır (B. No. 2012/1198, 7/11/2013, § 58).

50. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

51. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın avukatlık vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan bir alacak davası olması, yargılamanın yürütüldüğü Mahkemenin tabi olduğu yargılama usulü ve bilirkişi incelemesi gibi icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında toplam sekiz yıl beş aylık yargılama sürecinde, özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama sürecine ilişkin yapısal bir sorun ve yargı sisteminin yapısından kaynaklanan ve makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

52. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

53. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve adil olmaması nedeniyle 75.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

54. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin sekiz yıl beş aylık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 5.850,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

56. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 5.850,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE

D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

6/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Ahmet Orhan [2.B.], B. No: 2013/5890, 6/3/2014, § …)
   
Başvuru Adı AHMET ORHAN
Başvuru No 2013/5890
Başvuru Tarihi 26/7/2013
Karar Tarihi 6/3/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu 2004 tarihinde açtığı hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını ve yargılama makamları tarafından yapılan yanlış değerlendirme neticesinde davasının reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat
Kanun yolu şikâyeti (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 30
1136 Avukatlık Kanunu 164
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi