TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
LADEN ELBEZYAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/4551)
Karar Tarihi: 10/12/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
Derya ATAKUL
Başvurucu
Laden ELBEZYAN
Vekili
Av. Salih DÖĞÜCÜ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, “hırsızlık” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiğini, Ermeni asıllı olduğu için ayrımcılık yapıldığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi veya tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 25/6/2013 tarihinde İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 16/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/1/2014 tarihli görüş yazısına, başvurucu karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu hakkında Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma üzerine, Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesince 9/5/2005 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına, ancak sabit ikametgâh sahibi olması nedeniyle kefalet karşılığı serbest bırakılmasına karar verilmiştir.
8. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca, E.2005/6683 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında “emniyeti suiistimal suretiyle hırsızlık” suçundan Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
9. Mahkemece 30/9/2005 tarihinde görevsizlik kararı verilerek, dosya Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
10. Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesince, 6/5/2011 tarih ve E.2006/307, K.2011/362 sayılı kararla başvurucunun, “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmak” suçundan 2 yıl 6 ay hapis ve 10.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
11. Temyiz üzerine, Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/19831, K. 2012/25585 sayılı ilâmı ile “1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin (4) numaralı ve 104. maddesinin (2) numaralı fıkraları gereğince suç tarihi olan 6/5/2005 ile Yargıtay’ın inceleme tarihi arasında 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresinin dolduğuna ve bu nedenle sanık hakkında açılan kamu davasının düşmesine” karar verilmiştir.
12. Düşme kararı, 31/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu, 25/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 155. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 43. maddesi, 765 sayılı mülga Kanun’un 102. ve 104. maddeleri.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 25/6/2013 tarih ve 2013/4551 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu, hırsızlık suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı kamu davasında, Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesince 9/5/2005 tarihinde tutuklanmasına, ancak kefaletle serbest bırakılmasına karar verildiğini, Mahkemedeki sorgusu sırasında beyanlarının tutanağa yanlış geçirildiğini, Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda hatalar olduğunu belirterek itirazda bulunmasına rağmen bu itirazlarının değerlendirilmediğini, yargılama sonunda verilen mahkûmiyet kararı üzerine, Yargıtay tarafından zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verildiğini, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle aklanamadığını, müşteki tarafından zorla senet imzalatılarak icra takibi başlatıldığını, Ermeni asıllı olduğu için ırk ayrımcılığına uğradığını, bu konuda Başbakanlığa ve diğer kurumlara dilekçeler yazdığını ancak cevap verilmediğini ve herhangi bir işlem de yapılmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
17. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesince, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesinin ve Yargıtay tarafından zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Dolayısıyla yargılamanın sonucuna yönelik ihlal iddiası ile yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ve eşitlik ilkesinin ihlali iddiası ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
18. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
19. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
20. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin (9) numaralı fıkrası şöyledir:
“Derhâl beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez.”
21. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
22. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
23. Başvuru konusu olayda başvurucu, Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesindeki yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda hatalar olduğunu belirterek itirazda bulunmasına rağmen bu itirazlarının değerlendirilmediğini, yargılama sonunda mahkûmiyet kararı verildiğini ve Yargıtay tarafından zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verildiği için aklanamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Adalet Bakanlığınca, yargılamanın sonucuna yönelik adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına karşı görüş sunulmamıştır.
25. Başvuru konusu olayda, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesince 9/5/2005 tarihinde, başvurucunun tutuklanmasına, ancak kefaletle serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun, sorgusu sırasında müdafi huzuru ile yaptığı savunmasında, hırsızlık suçunu kabul ettiğini bildirdiği anlaşılmıştır. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda, başvurucu hakkında “emniyeti suiistimal suretiyle hırsızlık” suçundan kamu davası açılmıştır. Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesince, başvurucunun savunması alınmış, başvurucu, iddiaları kabul etmediğini bildirmiştir. Mahkemece, müştekinin şikâyetleri ve tanıkların beyanları dinlenmiş, başvurucunun çalıştığı şirkete ait defter kayıtları incelenerek bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporu 17/12/2010 tarihinde duruşmada okunarak başvurucuya, rapora karşı beyanda bulunması için süre verilmiştir. Başvurucu vekili, 11/3/2011 tarihli duruşmada, rapora itirazlarını sunarak, yeniden bilirkişi raporu alınmasını talep etmiş, Mahkemece, bilirkişi raporu yeterli görülerek başvurucu vekilinin yeniden rapor alınmasına yönelik talebinin reddine karar verilmiştir.
26. Mahkeme, tüm delilleri değerlendirerek, başvurucunun, müştekiye ait işyerinde çalıştığı ve muhasebe işlerini yaptığı, 2004-2005 yıllarında mal alınan firmalara yapılan kasa ödemelerinde gerçeğe aykırı tediye fişi tanzim ederek toplam 285.512,81 TL’yi mal edindiği ve zincirleme olarak bu şekilde “güveni kötüye kullanma” suçunu işlediği gerekçesiyle 6/5/2011 tarihinde mahkûmiyetine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay 13. Ceza Dairesince, 29/11/2012 tarihinde, zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.
27. Mahkemenin gerekçesi ile başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
28. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
29. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
30. Öte yandan başvurucu, Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesindeki sorgusu sırasında beyanlarının tutanağa yanlış geçirildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun, Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesinde vekili ile savunma yaptığı, suçlamayı kabul ettiğini bildirdiği, vekilinin de savunmaya katıldığını beyan ettiği anlaşılmıştır. Bu itibarla başvurucunun, anılan iddiasına yönelik olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
31. Başvurucu ayrıca Yargıtay tarafından zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmesi sonucu aklanamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yargılamanın yapıldığı Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi, tüm delilleri değerlendirerek, başvurucunun, müştekiye ait işyerinde çalıştığı ve muhasebe işlerini yaptığı, 2004-2005 yıllarında mal alınan firmalara yapılan kasa ödemelerinde gerçeğe aykırı tediye fişi tanzim ederek toplam 285.512,81 TL’yi mal edindiği ve zincirleme olarak bu şekilde “güveni kötüye kullanma” suçunu işlediği gerekçesiyle 6/5/2011 tarihinde mahkûmiyetine karar vermiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay 13. Ceza Dairesince, başvurucunun temyiz itirazları incelenmiş ve zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (9) numaralı fıkrasına göre, derhal beraat kararı verilebilecek hallerde düşme kararı verilemez. Somut olayda başvurucu hakkında, Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesince beraat kararı değil, mahkûmiyet kararı verilmiş ve Yargıtay tarafından da anılan mahkûmiyet kararı incelenerek zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesi yönünde hüküm kurulmuştur. Dolayısıyla Yargıtay tarafından başvurucunun aleyhine değerlendirme yapılmamış, tüm dosya kapsamı ve Mahkemece verilen mahkûmiyet kararı incelenerek düşme kararı verilmiştir. Bu itibarla başvurucunun, zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmesi sonucu aklanamadığı yönündeki iddiasına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
b. Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
33. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
34. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
35. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
36. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
37. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 20).
38. Başvuru konusu olayda, başvurucu, Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan sorgusu sırasında beyanlarının tutanağa yanlış geçirildiğini, Şişli 7. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda mahkûmiyet kararı verildiğini, müşteki tarafından zorla senet imzalatılarak icra takibi başlatıldığını, Ermeni asıllı olduğu için ırk ayrımcılığına uğradığını, bu konuda Başbakanlığa ve diğer kurumlara dilekçeler yazdığını ancak cevap verilmediğini ve herhangi bir işlem de yapılmadığını belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun Ermeni asıllı olması ile ilgili olarak, kamu otoritelerince ne şekilde ayrımcılık yapıldığının nesnel ve makul bir gerekçe ile ortaya konulmadığını, ayrımcılığa ilişkin şikâyetlerinin kamu otoritelerine yönelik değil, özel kişilerle ilgili olduğunu, dolayısıyla anılan ihlal iddialarının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez nitelikte olduğunu ve ayrıca açıkça dayanaktan yoksun olduğunu bildirmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne katılmadığını, ırk ayrımcılığına maruz kaldığına yönelik olarak Başbakanlığa ve diğer kurumlara dilekçeler yazdığını ancak herhangi bir işlem yapılmadığını ve cevap da verilmediğini bildirmiştir.
41. Başvurucunun, Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan sorgusu sırasında müdafi yardımı ile savunmasını yaptığı anlaşılmıştır. Başvurucu Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesindeki yargılama sırasında suçlamaları kabul etmediğini bildirmiş, Mahkemece müşteki ve tanıkların beyanları ile bilirkişi raporu alınarak 6/5/2011 tarihinde mahkûmiyet kararı verilmiştir. Anılan kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Yargıtay 13. Ceza Dairesince, 29/11/2012 tarihinde zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.
42. Tüm dava dosyası ile, yargılama sırasındaki savunmalarının ve temyiz dilekçesinin incelenmesinden, başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik olarak, Derece Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında ve temyiz aşamasında hiçbir iddiada bulunmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca başvurucunun, aleyhine yapılan icra takiplerine karşı herhangi bir itirazda bulunmadığı ve dava açmadığı gibi, Başbakanlığa ve diğer kurumlara verdiğini iddia ettiği dilekçelere yönelik olarak da hukuki yollara müracaat etmediği belirlenmiştir. Dolayısıyla başvurucu, Anayasa Mahkemesi önünde ileri sürdüğü ihlal iddialarını, Derece Mahkemelerinde ileri sürmediği için, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarını usulünce tüketmemiştir.
43. Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
44. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
45. Başvurucu, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
46. Adalet Bakanlığı, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
47. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
48. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
49. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “emniyeti suiistimal suretiyle hırsızlık” suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç 765 sayılı mülga Kanun’un 491. maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesindeki güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
50. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun tutuklanmasına, ancak kefaletle serbest bırakılmasına karar verildiği 9/5/2005 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay tarafından zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verildiği 29/11/2012 tarihidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
51. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesince 9/5/2005 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına, ancak kefaletle serbest bırakılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda, başvurucu hakkında “emniyeti suiistimal suretiyle hırsızlık” suçundan kamu davası açılmıştır. Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesince 30/5/2005 tarihinde verilen görevsizlik kararı üzerine yargılamaya, Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemece, başvurucunun savunması alınarak, müştekinin şikâyetleri ve tanıkların beyanları dinlenmiş, başvurucunun çalıştığı şirkete ait defter kayıtları incelenerek bilirkişi raporu alınmıştır. Mahkeme, isnat olunan suçun “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma” suçunu oluşturduğu gerekçesiyle 6/5/2011 tarihinde başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay 13. Ceza Dairesince, 29/11/2012 tarihinde, zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.
52. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B. No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
53. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yönün bulunmadığı ve söz konusu yedi yıl altı ay yirmi günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
54. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
55. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasını veya uğradığı zararların tazmin edilmesini talep etmiştir.
56. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl altı ay yirmi günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 5.850,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
58. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 5.850,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.