TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DENİZ YAZICI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6359)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 4/4/2015-29316
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Recep BENLİ
|
Başvurucu
|
:
|
Deniz YAZICI
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Harun ELÇİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, polis memurları tarafından keyfi biçimde
gözaltına alındığını, gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını belirterek
şikayetçi olmasına rağmen etkili soruşturma yapılmadığını, polis memurları
hakkında açılan kamu davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verildiğini, bu nedenlerle Anayasa'nın 10., 17., 19., 36. ve 38.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir 4.
Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 9/5/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 8/9/2014 tarihli görüşü başvurucu
vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 1/10/2014 havale tarihli beyan
dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler
7. Başvurucu, olay tarihinde İzmir Tepecik Eğitim ve
Araştırma Hastanesinde doktor olarak görev yapmaktadır.
8. 15/5/2008 tarihinde başvurucunun evindeki boya işlerini
yapan A.Y. ile polis memurları arasında sokakta kimlik gösterme meselesi
yüzünden bir tartışma meydana gelmiştir. Başvurucu da bu tartışmaya dâhil
olunca polis memurları her iki şahsı yakalayıp ekip aracına bindirerek
haklarında adli işlem başlatmıştır.
9. Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen 2008/45308 sayılı soruşturma sonunda 28/5/2008 tarihinde görevi
yaptırmamak için direnme suçundan asliye ceza mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
10. İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama
sonucunda 2/6/2009 tarih ve E.2008/334, K. 2009/316 sayılı kararla başvurucunun
üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatına
karar verilmiştir.
11. Kararın temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 4. Ceza
Dairesinin 25/12/2012 tarih ve E.2011/23459, K.2012/31792 sayılı ilamı ile
beraat kararı onanmıştır.
2. Başvurucunun Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan
İşlemler
a. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları
12. Başvurucu 16/5/2008 tarihinde polis merkezinde avukatı
olduğu halde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde, 15/5/2008 tarihinde
çalıştığı hastaneden evine gitmek üzere çıktığını, evinin boya işlerini yapan
A.Y.’nin telefonda polislerin kendisine kimlik
sorduğunu söylediğini, A.Y. ve polis memurlarının bulunduğu yere geldiğinde
polislere “bir sorun mu var” diye
sorduğunu, bunun üzerine polislerin “sen
kimsin” diyerek kimlik sorduklarını, doktor olduğunu söyleyince
doktor kimliğini istediklerini, doktor kimliğinin henüz çıkmadığını söyleyip
doktor kaşesini gösterdiğini, bu sırada polislerden birinin A.Y.’yi tokatlayarak ekip otosuna bindirdiğini, buna tepki
göstererek “ne yapıyorsunuz”
deyince polislerden birinin kendisine de 6-7 kez tokatla vurduğunu ve kendisini
de ekip otosuna bindirdiklerini, ekip otosunun içinde kendilerine sinkaflı küfürler edildiğini, araçla 100-150 metre ileride
bulunan boş bir araziye götürülüp burada araçtan indirilerek kafasına ve
karnına tekmelerle vurulduğunu, yaklaşık 10-15 dakika kötü muameleye maruz
kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin
herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek polis
memurlarınca aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra
nezarethaneye konulduğunu, burada da elbiseleri çıkartıldıktan sonra birkaç kez
darp edildiğini, daha sonra Bornova Trafik Hastanesi’ne götürüldüğünü, oradan
da acilen Tepecik SSK Hastanesi Acil Servis Polikliniğine sevk edildiğini,
dayak nedeniyle çok ağrılarının olduğunu ve psikolojik travma yaşadığını,
kendisini darp edip hakaret ve tehdit eden polis memurlarından şikayetçi
olduğunu beyan etmiştir.
13. Başvurucu 21/5/2008 tarihinde polis başmüfettişine
avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadede de,
16/5/2008 tarihinde polis merkezinde verdiği ifadeye ilaveten ekip otosunda boş
araziye götürüldükleri sırada çakır gözlü polis memurunun kendisine “Senin memurluğunu yakacağım, Baran’ı öldürene ne
oldu ki? Bize bir şey olmaz, altı ay önce yasa değişti, mukavemet derim alırım,
cebine uyuşturucu koyar alırım, bana karşı geldi derim alırım”
diyerek tehdit ettiğini, ayrıca polis merkezi nezarethanesinde çırılçıplak
soyulduğunu, ellerini başının üstüne koydurarak etrafında döndürüldüğünü,
olaydan sonra 4-5 gün hastanede yattıktan sonra rapor verilerek taburcu
olduğunu belirtmiştir.
14. Başvurucu 4/7/2008 tarihinde 2008/46325 sayılı soruşturma
kapsamında İzmir Cumhuriyet Savcısına avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla
verdiği ifadede de yukarıda bahsedilen beyanlarını tekrar etmiş, nezarethaneye
alındıklarında kendisini soyduklarını, “kaşe
göstermek nasılmış doktor” diyerek tokat attıklarını beyan etmiştir.
15. Başvurucunun şikâyetçi olduğu polis memurları hakkında
İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinde (E.2008/1675) yapılan yargılamada, başvurucu
önceki beyanlarını tekrarlayarak davaya katılma talebinde bulunmuştur.
b. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları
16. Başvurucunun olay tarihi olan 15/5/2008’de Tepecik Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan muayenesi sonucu hazırlanan genel adli
muayene formuna göre, boyunda, kafada, kulak arkalarında, sırtında ve tüm
vücudunda ağrı şikayetinin olduğunu belirttiği, yapılan muayenesinde, sağ ön parietal bölgede hiperemi, sol occipital bölgede hiperemi, sol
kaş üzerinde 5 cm’lik hiperemi,
sağ frontal bölgede hiperemi,
sağ kaş üzerinde yaklaşık 1 cm’lik ekimotik alan, sağ göz altında ve sol kulak altında ekimotik alanlar, sağ trokoidal
hassasiyet ve hiperemi, sol uyluk ve sol kruriste yumuşak doku travması ile uyumlu bulgular tespit
edildiği, hastanın hayati tehlikesinin bulunmadığı ve basit tıbbi müdahale ile
iyileşebilecek lezyonlara sahip olduğu anlaşılmıştır.
17. Başvurucu Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden
20/5/2008 tarihinde taburcu olurken düzenlenen epikriz raporunda, 15/5/2008
tarihinde düzenlenen rapordaki bulgular aynen tekrar edilmiş ve ortopedik
muayenesinde darp cebir izlerinin dışında patolojik bulguya rastlanmadığı
bildirilmiştir.
c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli ve İdari İşlemler
i. Soruşturma Sonucu Açılan Kamu Davası
18. Başvurucunun şikayetine konu olan polis memurları
hakkındaki kötü muamele iddialarına ilişkin evrak, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığının 26/5/2008 tarihli ayırma kararı ile 2008/46325 soruşturma
numarasına kaydedilerek soruşturmaya başlanmıştır.
19. Yürütülen soruşturma sonunda İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığının 10/10/2008 tarih ve E. 2008/41920 sayılı iddianamesi ile polis
memurları M.D., T.Ç., ve Ö.İ. hakkında “Zor
kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama”
suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi delaletiyle 86/2,3-d,
53/1-2 maddeleri gereğince cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.
İddianamede, “Şüpheli polis memurlarının
‘görevli memura direnme’ iddiası nedeniyle başvurucuyla birlikte A.Y adlı şahsı
zorla ekip otosuna bindirdikleri, şahısları doğrudan karakola götürmeyerek boş
bir araziye götürerek araçtan indirip tekme tokat dövdükleri, yere düşen
başvurucu ve A.Y’ye yaralama kastı altında zor
kullanma şartları oluşmadığı halde vurdukları, karakol nezarethanesine götürüldükten
sonra burada da şahısların dövüldükleri, almış oldukları darbeler nedeniyle
baş, boyun, sırt, ayak, üst dudak ve dirsek bölgelerinde raporlarda tarif
edilen sıyrık, ekimoz ve yara berelerin oluştuğu,
yine doktor raporları ve adli tıp raporuna göre yaralanmaların basit tıbbi
müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, her üç şüphelinin anlatılan fiil
ve eylemleri ile zor kullanma sınırlarını aşarak kasten yaralama suçunu
işledikleri sabit görülerek” cezalandırılmaları talep edilmiştir.
20. Başvurucunun sövme ve aşağılama suretiyle kendisine
hakaret edildiği iddiasıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sonunda,
10/10/2008 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “şüphelilerin hakaret suçunu işlediklerine dair,
müştekilerin soyut iddiası dışında haklarında kamu davası açmaya yeter ve
inandırıcı tanık ya da başkaca somut deliller elde edilemediğinden”
ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara
itiraz ettiğine dair dosya içinde herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.
ii. Polis Memurları Hakkında Açılan Disiplin Soruşturması
21. 16/5/2008 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından
polis memurları hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. Bu kapsamda İzmir
Valiliği tarafından Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan yazı ile tahkikat
yapılması için Polis Başmüfettişi görevlendirilmesi istenmiştir.
22. Polis Başmüfettişi tarafından yapılan soruşturma
sonucunda hazırlanan 9/6/2008 tarih ve 08/51 sayılı disiplin soruşturma raporunda,
polis memuru Ö.İ.’nin başvurucuyu darp edip, hakaret
ettiğine dair delil elde edilemediğinden hakkında “ceza tayinine mahal olmadığına” karar verilmesi, polis
memurları M.D. ve T.Ç.’nin, başvurucuyu gerek
yakalama sırasında zor kullanma sınırını aşarak ve gerekse yakalama ile Bornova
Polis Merkezine teslim süresi içindeki aşamada basit tıbbi müdahale ile
iyileşebilecek şekilde döverek yaralanmasına neden oldukları anlaşıldığından,
Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 7/A-1 maddesi gereğince haklarında “12 ay kademe ilerlemesinin durdurulması”
yönünde disiplin cezası verilmesi istenmiştir. Ancak dosya içerisinde İl Polis
Disiplin Kurulunca polis memurları hakkında verilmiş bir karara
rastlanmamıştır.
iii. Sanık ve Müşteki Anlatımları
23. Sanıklardan Ö.İ. kovuşturma aşamasında yaptığı
savunmasında, “ Olay tarihinde kimlik
gösterme meselesi nedeniyle A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yapmak üzere şahsı
ekip aracına bindirmeye çalıştıklarını, bu sırada başvurucunun da kendilerine
bağırıp çağırmaya başladığını, bunun üzerine başvurucuyu da ekip aracına
bindirdiklerini, başvurucunun araç içerisinde taşkınlık yapması üzerine
ellerine kelepçe taktıklarını, araca bindirdikleri şahısları kesinlikle boş
araziye götürüp dövmediklerini, karakola geldikten sonra kendisinin araç
içerisinde kaldığını, karakola girmediğini, müştekiler hakkında verilen doktor
raporlarını kabul etmediğini, başvurucu Tepecik Hastanesinde çalıştığı için
arkadaşları tarafından taraflı rapor tanzim edildiğini ” beyan
etmiştir.
24. Sanıklardan T.Ç. kovuşturma aşamasında yaptığı
savunmasında, “Olayın diğer sanık Ö.İ.’nin anlattığı gibi gerçekleştiğini, kendisinin ekip aracını
kullanırken başvurucunun arkadan saldırdığını, başvurucunun iki elini
kaldırdığını, daha sonra başvurucuya kelepçe taktıklarını, bu sırada
başvurucunun yaralanmış olabileceğini, bir arkadaşlarının ekip aracında
kaldığını, M.D. adlı arkadaşı ile birlikte şahısları gözlem odasına
götürdüklerini, doktor raporlarını ve suçlamaları kabul etmediğini”
söylemiştir.
25. Sanık M.D. mahkemede yaptığı savunmasında, “A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yaparken başvurucunun
yanlarına gelerek agresif hareketlerde bulunduğunu, kimlik sorunca kimlik
göstermek istemediğini, bir kaşe gösterdiğini, şahısları boş arsaya götürüp
darp etmediklerini, karakolda üst araması yapılırken başvurucunun göstermek
istemediği kimliğinin üzerinden çıktığını, başvurucu raporlarını kendi
çalıştığı hastaneden aldığı için raporları kabul etmediğini” beyan
etmiştir.
26. Diğer müşteki A.Y. mahkemede verdiği ifadesinde, “Başvurucunun evinin tamirat ve dekorasyon işlerini
yaptığını, olay günü dışarıda malzemelerin gelmesini beklediği sırada polis
memurlarının kendisine kimlik sorduklarını, kimliğini polislere verdiğini,
kimlik sorgulaması devam ederken başvurucunun yanlarına gelerek “ bu şahıs
benim evimin işlerini yapıyor, bir sorun mu var” diye sorduğunu, bunun üzerine
polislerin ‘sen kimsin, kim oluyorsun’ diyerek başvurucuya da kimlik
sorduklarını, başvurucu kimlik yerine doktor kaşesini gösterince kimliğini
çıkarmasını istediklerini, başvurucuya “Adı Deniz’miş, ayrıca Diyarbakırlı”
dediklerini, bu sırada kendisine vurduklarını, başvurucu tepki gösterince ona
da vurduklarını, daha sonra kendilerini ekip otosuna bindirerek boş bir arsaya
götürdüklerini, önce başvurucuyu indirip dövdüklerini, sonra da kendisini
indirip dövdüklerini, karakola götürüp çırılçıplak soyduktan sonra tekrar
dövdüklerini, sinkaflı şekilde sövdüklerini,
fotoğraflarını çekip bunu arkadaşlarımıza göstereceğiz dediklerini”
belirtmiştir.
iv. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Karar
27. İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince polis memurları hakkında
yapılan yargılama sonucunda verilen 4/7/2013 tarih ve E.2008/1675, K. 2013/712
sayılı kararda, “Sanık polis memurlarının
olay tarihinde her iki müştekiden kaynaklanan haksız bir kışkırtma, hakaret ve
görevliye etkin direnme gibi eylemler söz konusu olmaksızın, kamu görevlisinin
sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle gerek yakalama esnasında ve
gerekse Bornova Polis Merkezine teslim aşamasında kanunun tanıdığı zor kullanma
yetkisini keyfi biçimde aşarak her iki müştekiyi doktor raporunda belirtildiği
şekilde darp edip yaraladıkları, müştekiler beyanı, doktor raporları, idari
tahkikat sonucu tanzim olunan müfettiş raporu ve tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığından,
eylemin zor kullanma yetki sınırları içerisinde gerçekleştiğine dair dosya
kapsamı ile bağdaşmayan savunmaya itibar edilmeyerek sabit görülen
eylemlerinden dolayı hüküm fıkrasında belirtildiği şekilde cezalandırılmalarına
karar vermek gerekmiştir, denilerek polis memurlarının 5237 sayılı Kanun’un
256/1, 86/3-d maddeleri gereğince 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına,
sanıklara verilen cezanın nevi ve miktarı, sabıkasız olmaları, sanıkların
kişilik özellikleri, ileride tekrar suç işlemekten çekinmesine sebep olacağı,
olay nedeniyle müştekinin dosyaya yansıyan ve talep edilen maddi bir zararının
bulunmaması ve sanıkların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmesini talep etmeleri nazara alınarak” gerekçesiyle sanıklar
hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
28. Başvurucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına
karşı etkili bir başvuru yolu olmadığı düşüncesiyle itirazda bulunmamış,
5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
29. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması”
kenar başlıklı 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini
yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet
kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
30. Aynı Kanun’un “Kasten
Yaralama” kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili fıkra ve bendi
şöyledir:
“(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin
basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde,
mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para
cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye
kullanılmak suretiyle,
İşlenmesi halinde,
şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
31. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
231. maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
32. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 5/8/2013 tarih ve 2013/6359 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
33. Başvurucu, doktor olduğunu, evinin boya işini yapan A.Y.'nin yolda polislerle tartıştığını görünce olayı sorduğunu,
polislerin hakaret ederek tekme ve yumruk ile vurmak suretiyle kendisini
yaraladıklarını, Diyarbakırlı olmadığı halde doğulu olması nedeniyle 'Diyarbakırlı mısın?' diyerek
küçümsediklerini, ıssız bir arsaya götürüp vurmaya devam ettiklerini, akabinde
keyfi olarak nezarethaneye götürdüklerini, çırılçıplak soyduklarını, işkence
gördüğünü, polisler hakkında kasten yaralama suçundan kamu davası açıldığını,
mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, polisler
aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini belirterek
Anayasa'nın 10., 17., 19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, 250.000,00 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
34. Adalet Bakanlığı kabul edilebilirlik yönünden bir
değerlendirmede bulunmamıştır.
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucunun iddiaları Anayasa’nın 17/3., 19.
ve 36. maddeleri ile ilişkili görülerek işkence yasağı, özgürlük ve güvenlik
hakkı ile adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
a. Özgürlük ve Güvenlik Hakkının İhlal Edildiği İddiası
36. Başvurucu, hiçbir suç şüphesi yokken keyfi olarak
gözaltına alınmış ve nezarete atılmış olduğunu iddia ederek Anayasa’nın 19.
maddesinde güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
37. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem
ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
38. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012
tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan
tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki
kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
39. Ne var ki başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal
iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden
evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların
anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler
bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin
her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
40. Somut olayda başvurucu 15/5/2008 tarihinde saat 17.20
civarında yakalanarak hakkında adli işlem başlatılmış, yaklaşık olarak 8 saat
tutulduktan sonra 16/5/2008 tarihinde saat 01.00’de ifadesi alındıktan sonra
serbest bırakılmıştır
41. Başvurucu, 16/5/2008 tarihinde sona eren yaklaşık 8 saat
süren bu tutulma işlemine karşı herhangi bir hukuk yoluna başvurmamıştır. Bu
nedenle hakkında verilen gözaltına dair kararı en son karar; gözaltının sona
erdiği 16/5/2008 tarihini de en son kararın tarihi olarak kabul etmek gerekir.
Bu tarih ise Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından
yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden öncedir.
42. Açıklanan nedenlerle, olayda iç hukuk yolunu tüketen
nihai kararın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012
tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
43. Başvurucu, kendisine işkencede bulunduklarını iddia
ettiği kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede
bitirilmediğini ve disiplin soruşturmasının ihtilaflı kurumun memurlarınca
yapıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
44. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM) bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin,
Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli gereği olarak
sorumlular aleyhine yürütülen soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine
Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde
kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı
ifade edilmiştir.
45. Başvurucu, Bakanlığın bu konudaki görüşüne karşı herhangi
bir beyanda bulunmamıştır.
46. Başvurucu, adil yargılanma hakkına dayanarak, kolluk
görevlileri aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ve disiplin
soruşturmasının aynı kurum çalışanlarınca yürütüldüğünü ileri sürmüşse de, işkence yasağına ilişkin olarak devletin etkili
soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu hususun da ele alınması
gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca
bir değerlendirme yapılmamıştır.
c. İşkence Yasağının İhlal Edildiği İddiası
47. Başvurunun incelenmesi neticesinde, işkence yasağına
ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
49. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya muamelelere tabi tutulamaz.”
50. Başvurucu, doktor olarak görev yaptığını, kimlik gösterme
meselesi nedeniyle polislerle tartıştığını, kimlik belgesi yerine üzerinde
bulunan doktor kaşesini gösterince polis memurlarının hakaret ederek, yumruk
ile vurmak suretiyle kendisini yaraladıklarını, Diyarbakırlı olmadığı halde
doğulu olması nedeniyle “Diyarbakırlı mısın?”
diyerek küçümsediklerini, ıssız bir arsaya götürüp tekmelerle vurmaya devam
ettiklerini, akabinde nezarethaneye götürdüklerini, çırılçıplak soyduklarını,
işkence gördüğünü iddia etmiştir.
51. Başvurucu, işkence ve kötü muameleye maruz kalmasından dolayı
yaptığı şikâyet üzerine, kendisine kötü muamelede bulunan kolluk görevlileri
hakkında işkence suçu yerine kasten yaralama suçundan kamu davası açıldığını,
açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, mahkemece sanıklar
hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu
nedenlerle yargılamanın etkili yürütülmediğini belirtmiştir.
52. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının esas bakımından
ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvuranın polisler
tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığı şikayeti üzerine, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma yapıldığı, ilgili polis memurları hakkında sulh ceza
mahkemesine zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten
yaralama suçlamasıyla kamu davası açıldığı, başvurucunun kişi dokunulmazlığı
hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.
53. Bakanlık, işkence yasağının usul bakımından ihlal
edildiği yönündeki şikâyetlere ilişkin olarak da, başvurucunun maruz kaldığı
eylemi soruşturma makamlarına taşıdığını ve yargılama faaliyetlerine aktif
olarak katıldığını, sulh ceza mahkemesinin gözaltı sürecindeki işkence
iddialarına ilişkin herhangi bir karar vermediğini, hükmünü zor kullanma
yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama üzerine kurduğunu,
AİHM içtihatları ve belirtilen hususlar ışığında başvurucunun kişi
dokunulmazlığı hakkının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin
değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.
54. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak, Bakanlığın lehe olan
beyanlarına aynen katıldıklarını, aleyhe olabilecek beyanları reddettiğini
beyan etmiştir.
55. Başvurucu, usule ilişkin Bakanlık görüşüne karşı, etkin
bir soruşturma ve kovuşturma yapılmadığı gibi, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle ilgili kamu görevlilerinin cezasız
kaldıklarını ifade etmiştir.
56. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin,
devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir.
Bu nedenle başvurucunun somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında, devletin maddi ve usuli
yükümlülükleri açısından ayrı şekilde değerlendirilecektir.
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği
İddiası
57. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve sanıkların
kasten yaralama suçundan haklarında verilen hükmün açıklanmasının geri
bırakıldığı gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucu açısından yeterli ve
etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade ile yargılama
sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi
gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da
kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin
görevinde bulunmuyor ise de, kamu görevlilerinin
işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak,
suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu
durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır.
58. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli
kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına
yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul
altında yaşamı tehdit eden suçlar ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır
saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin
vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin
yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların
koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve
suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin
vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal
bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü
yerine getirilmemiş olacaktır (bkz. Ali ve
Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99,
17/10/2006).
i. Genel İlkeler
59. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan
başvurucunun maruz kaldığı sözlü ve fiili saldırı nedeniyle maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.
60. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da
kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
61. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, §
81).
62. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu
kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya
muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz
bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla
yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin
gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin
17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir (B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 82).
63. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine
ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari
eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal
etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem
taşımaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu
unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs,
B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü
muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip
gelmediğinin tespiti de (bkz. yukarıda geçen Eğmez, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate
alınması gereken diğer faktörlerdir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 83).
64. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında
bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip
nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile
işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından,
özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı
muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla
getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme
altına alınmış olan “işkence”, “eziyet”
ve “hakaret” suçlarının
unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 84).
65. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence”
olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya
Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1.
maddesinde “işkence” teriminin
özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir
nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (B.
No: 2013/293, 17/7/2014, § 85).
66. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984
tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de
10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya
Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden
bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü
kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle
cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak
amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi
veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki
veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve
işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her
hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında
bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”
67. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesi “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya
çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın
alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil
olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf
Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan
işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya
aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla
hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası
veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle
10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine
diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir
muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer
vermiştir.
68. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de
önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki
yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba
sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet”
olarak tanımlanabilir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana
gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan
acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda
yapılması aranmaz (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik
Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; yukarıda geçen Eğmez/Kıbrıs, § 78).
AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda
tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme,
devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm
cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı,
çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık
dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu
ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§
432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88,
7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§
41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu
nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında
“eziyet” olarak nitelendirilebilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 88).
69. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele
veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).
Burada “eziyet”ten farklı olarak, kişi
üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü
veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 89).
70. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu
belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de
bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir (benzer AİHM kararı
için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02,
29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile
yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü
muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem
insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü
işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken,
insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet
niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar,
ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz
ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal
olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele
olarak ortaya çıkabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 90).
71. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış
bir eylem tehdidinde bulunmak da, yeterince yakın ve
gerçek olması koşuluyla, bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini
taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele
oluşturabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 91).
72. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi
eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora
başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17.
maddesinin 3. fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir
(B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 92).
73. AİHM’nin birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence
yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir.
AİHS’nin normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna
öngörmemekte ve 15. maddenin 2. fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden
genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999,
§ 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §
119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile
Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları,
mağdurun davranışı ne olursa olsun, kesin ifadelerle yasakladığını teyit
etmiştir (bkz. yukarıda geçen Labita/İtalya,
§ 119; Chahal/Birleşik
Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79) (B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 93).
74. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı haldeyken
gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit
edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir
açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları
sunma yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor
raporları ile doğrulandığı hallerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık
sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. yukarıda geçen Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).
75. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir (benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya,
B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit
etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu
nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi
ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. İrlanda/Birleşik
Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; yukarıda geçen Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar
toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001,
§ 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde bir kötü muamelenin
varlığından bahsedilebilir (B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).
76. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde
Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup, bazı durumların
ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin
kaçınılmaz olduğu hallerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik
Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi
bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma
riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü
muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman, Anayasa
Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, §
32). Ancak görülmekte olan
bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi
olduğundan, Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin
değerlendirmelerinin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, §
29; Jasar/Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti, B.
No: 69908/01, 15/2/2007, § 49). Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak
derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa
ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin
yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai
sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi
bulunmamaktadır (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, §§ 110 – 111). Diğer
taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına
rağmen, normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı
tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (B. No:
2013/293, 17/7/2014, § 96).
ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması
77. Başvurucu, memura mukavemet suçu şüphesi ile polis
görevlileri tarafından 15/5/2008 tarihinde saat 17.20 civarında yakalanarak
adli işlem yapılmak üzere polis merkezine götürülmüştür. Aynı gün saat 21.30’da
yapılan muayenesinde “sağ ön parietal bölgede hiperemi, sol occipital bölgede hiperemi, sol
kaş üzerinde 5 cm’lik hiperemi,
sağ frontal bölgede hiperemi,
sağ kaş üzerinde yaklaşık 1 cm’lik ekimotik alan, sağ göz altında ve sol kulak altında ekimotik alanlar, sağ trokoidal hassasiyet
ve hiperemi, sol uyluk ve sol kruriste
yumuşak doku travması ile uyumlu bulgular tespit edildiği, hastanın hayati
tehlikesinin bulunmadığı ve basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek lezyonlara
sahip olduğu” belirlenmiştir. Başvurucunun polis merkezinde şüpheli
sıfatıyla verdiği ifadesinde “…Kimlik
gösterme meselesi nedeniyle tartıştığı polis memurlarından birinin kendisine
6-7 kez tokatla vurduğunu ve kendisini de ekip otosuna bindirdiklerini, ekip
otosunun içinde sinkaflı küfürler edildiğini, araçla
100-150 metre ileride bulunan boş araziye götürülerek burada araçtan
indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurduklarını, yaklaşık 10-15 dakika
burada kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna
bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler
edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak
yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek polis memurlarınca
aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye
konulduğunu, burada da elbiseleri çıkartıldıktan sonra birkaç kez darp
edildiğini” belirtmesi üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu
iddiaların araştırılması için soruşturma başlatılmış, başvurucunun gözaltında
bulunduğu zaman diliminde vücudunun çeşitli yerlerinde meydana gelen darp
izlerinin polis memurları tarafından meydana getirildiği kanaatine varılarak
polis memurları hakkında “zor kullanma
sınırlarını aşarak kasten yaralama” suçundan kamu davası açılmıştır.
Başvurucunun sövme ve aşağılanma suretiyle kendisine hakaret edildiği
iddiasıyla ilgili olarak ise ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmiştir (§
19, 20). Ayrıca polis görevlileri savunmalarında, başvurucunun sağlıklı şekilde
girdiği gözaltındaki yaralanmalarının nasıl meydana geldiğine ilişkin ikna
edici bir açıklamada bulunmamışlardır.
78. Diğer taraftan, başvurucunun gözaltına alınmasına neden
olan “görevi yaptırmamak için direnme”
iddiasıyla ilgili olarak hakkında açılan davada İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi,
başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil elde
edilemediğinden beraatına karar vermiş, bu karar temyiz aşamasında onanarak
kesinleşmiştir. Bunun yanında, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması
suretiyle kasten yaralama” suçundan üç polis memuru hakkında yapılan
yargılama sonucunda polis memurlarının suçları sabit görülmüş, ancak haklarında
verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
79. Başvurucu, polislerce yakalandıktan sonra kendisine bir
polis memuru tarafından 5-6 kez tokat atıldığını, polis otosunun içinde sinkaflı küfürler edildiğini, boş araziye götürülerek
burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurulduğunu, yaklaşık
10-15 dakika burada kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip
otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler
edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında
Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi
oldun” denilerek aşağılandığını, ekip otosuyla karakola
getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, polis merkezi nezarethanesinde
çırılçıplak soyulduğunu, ellerini başının üstüne koydurarak etrafında
döndürüldüğünü, “kaşe göstermek nasılmış
doktor” diyerek tokat atıldığını emniyet, savcılık ve mahkeme
aşaması ile bireysel başvuruda ileri sürmüştür. Gözaltında olduğu için, dış
dünyayla ilişkisi kesilen veya kendisine destek olabilecek ve gerekli kanıtları
oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmesi her an
olanaklı olmayan başvurucunun gözaltı sırasında maruz kaldığı kimi kötü muamele
davranışları yönünden yaptığı şikâyeti desteklemesinin, kanıt toplamasının
güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına
ilişkin olarak, ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi halinde bir
sonuca ulaşılması mümkündür.
80. Buna göre başvurucunun aşamalarda birbiriyle uyuşan
sözleri, olayın diğer müştekisi olan A.Y.’nin
beyanları, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin olay günü verilen 15/5/2008
tarihli ve başvurucu taburcu olurken verilen 20/5/2008 tarihli doktor
raporları, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararı (§ 27) ve polis
başmüfettişince hazırlanan 9/6/2008 tarihli soruşturma raporu (§22)
başvurucunun bu iddialarının doğruluğuna karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir
şekilde gözaltına alınan başvurucunun, gözaltından çıkarıldıktan sonra
yaralanmış olduğunun tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması
karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına
ilişkin ispat yükümlülüğü idareye aittir. Ancak, idarenin ispat yükümlülüğünü yerine
getirmediği görülmüştür.
81. Başvurucu hakkında sağlık raporlarında belirtilen
yaraların tümü ve başvurucunun gözaltı sırasında maruz kaldığı kötü muameleye
ilişkin beyanları, fiziksel acıların bulunduğunu ortaya koymuştur. Olayın
başında başvurucunun kimlik yerine doktor kaşesini göstererek doktor olduğunu
söylemesi üzerine, polis memurlarının bunu kendilerine yapılmış bir saygısızlık
olarak algılayıp başvurucunun iddiasına göre o andan itibaren doktor olmasına
vurgu yaparak onu aşağılamaya çalışmaları ve iddiaya göre başvurucuyu
nezarethanede çırılçıplak soyarak kendi etrafında döndürmeleri de birlikte
değerlendirildiğinde bu muamelelerin eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan
muamele niteliğinde olduğunu söylemek için yeterli ve ciddi kanıt unsuru
bulunmaktadır.
82. Her ne olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi
nezdinde, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça, fiziksel güç
kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle gözaltında yaşanan olaylar esnasında
başvurucunun toplum tarafından saygı gören bir meslek mensubu olması,
başvurucunun yaşadığı olayın yerel ve ulusal basında geniş yer alması (dosya
içerisinde bulunan ilgili habere dair gazete fotokopileri) göz önüne
alındığında, bu başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı şiddetin yoğunluğu
nedeniyle gelecekte de sürekli bir acı ve endişe içinde yaşama riski altında
kalabileceği inkâr edilemez.
83. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan,
bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren aşağılanmaya yol açan nitelikteki
muamelelerin; İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesinin görevli memura direnme suçundan
başvurucunun beraatına karar vermesi ve İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinin
gerekçeli kararında “polislerin zor kullanma
şartları oluşmadığı halde vurdukları” ifadesine yer vermesi birlikte
değerlendirilip, devlet görevlilerince kendilerine karşı bir direnme olmadan
keyfi ve bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu
muamelelerin, başvurucunun vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate
alındığında, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak
nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.
84. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun maruz kaldığı bu
eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan eziyet yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
b. Anayasa’nın 17. Maddesinin
Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
i. Genel
ilkeler
85. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk
görevlileri hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davanın makul sürede
tamamlanmadığını, sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verildiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüştür.
86. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında,
devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi
varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
87. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usuli
boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan
her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu
saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve
kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır
(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, §
72).
88. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde,
Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel
amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle
birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını
gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu
madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde
devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında
bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, §
68).
89. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin
cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti
gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen
ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince
devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylar nedeniyle yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini
gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 55).
90. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir
şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç
nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da
tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma
ödevi (bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye,
§ 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
91. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine
ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü
muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve
derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları
ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını
temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No:
24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu
kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu
olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri
almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye
[BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye,
B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).
92. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların
etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap
verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine
açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini
korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh
Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999,
§ 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04,
6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya,
B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan,
B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).
93. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına
soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da
kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun,
yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet
yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin
belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda
soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen
Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).
94. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü
muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için, soruşturmadan
sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız
olması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye, §§ 91-92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No:
40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§
81-82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının
olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye,
B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz
edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir.
95. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece
hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili
olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip
bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme,
devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara
bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak
etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali
iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların
ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.
yukarıda geçen Aksoy/Türkiye, §
95; Ramirez Sanchez/Fransa,
B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).
96. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan
soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir.
Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen
sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü
muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması,
hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin
engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve
kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın
azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).
97. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele
niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm
gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına
ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla
verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin
korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere
karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır
(benzer AİHM kararları için bkz. Hüseyin
Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).
98. AİHM, bir Devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle
suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun
amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına
uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem
taşıdığına işaret etmiştir (bkz. Abdülsamet
Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).
99. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271
sayılı Kanun'un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan
mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu
sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve
yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan
kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun'un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi
sonucunu doğurduğundan, bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai
nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 30). 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (12)
numaralı fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına
itiraz edilebilir.
100. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte
bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının
öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme
kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin
bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir
(B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
101. Buna karşılık tüketilmesi gereken başvuru yolları,
başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir
çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yollarını
ifade etmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralına uygunluğun
denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu
anlamda, yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının
değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel
koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle
başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 27-28;
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan
/Türkiye, 22277/93, 27/7/2000, § 56-64).
102. AİHM, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231.
maddesiyle düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili
yaptığı değerlendirmede, bir hükmün infazının ertelenmesinden daha ileri bir
etkisinin olduğu ve faillerin cezasız bırakılması sonucunu doğurduğu kanaatine
varmıştır. Mahkemeye göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hüküm ile
birlikte tüm yasal sonuçlarını, failin bu hükme uyması halinde ortadan
kaldırmakta iken, hükmün infazının ertelenmesinde hüküm de ceza da var olmaya
devam etmektedir. AİHM tartışılır nitelikteki bu mahkeme kararı ile hâkimlerin
takdir yetkilerini son derece ciddi bir hukuka aykırı eylemin hiçbir şekilde
hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza
indirgemek yönünde kullandıklarına işaret ederek işkence failleri hakkında
verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri
bırakıldığı davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal
edildiğine hükmetmiştir (bkz. Taylan/Türkiye,
B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).
ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması
103. Sunulan kanıtlara dayanılarak, Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası gereğince, Devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucunun
maruz kaldığı eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleden sorumlu
olduğu sonucuna varılmıştır. Yine, ilgili kişi tarafından yapılan şikâyetler
etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul
edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre, yetkililerin yukarıda
sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi
zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının
tespiti gerekmektedir.
104. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk
görevlileri hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davanın makul sürede
tamamlanmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığını belirtmiştir.
105. Somut olay ile ilgili olarak başvurucu, 16/5/2008 tarihli
emniyet ifadesinde kendisine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmiş, emniyet
fezlekesi Cumhuriyet Savcılığına intikal edince 26/5/2008 tarihinde derhal
soruşturma açılmıştır. Cumhuriyet Savcılığınca gerekli tüm deliller
toplandıktan sonra “zor kullanma yetkisine ilişkin
sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan 10/10/2008
tarihinde üç polis memuru hakkında kamu davası açılmıştır.
106. İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince polis memurları hakkında
yapılan yargılama sonucunda verilen 4/7/2013 tarih ve E.2008/1675, K. 2013/712
sayılı kararla, sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara itiraz edilmemiş ve dosya
içerisindeki evraktan bu kararın hangi tarihte kesinleştiği tespit
edilememiştir.
107. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve
kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm
yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 26/5/2008 tarihinde başlayan
soruşturma ve sonrasındaki yargılamanın 4/7/2013 tarihli mahkeme kararı ile
sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 5 yıl 1 ay 8 gün sürdüğü
tespit edilmiştir. Dolayısıyla, sulh ceza mahkemesi önündeki yargılamanın makul
önem gösterilerek, gerekli ivedilikte sonuçlandırıldığından bahsedilemez.
108. Sonuç olarak yukarıda belirtildiği gibi soruşturma ve
davaların uzaması kötü muamele uygulayan kamu görevlileri hakkındaki
yaptırımların caydırıcılığını azaltmaktadır. Bu durumda soruşturmanın etkili
olduğundan söz edilemez.
109. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk
görevlileri hakkında yaptığı şikâyet üzerine açılan kamu davası sonucunda,
sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini,
böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüştür.
110. Başvurucunun şikayetçi olduğu polis memurları hakkında
yapılan soruşturma sonucunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi
yollamasıyla 86/2,3-d maddesi uyarınca “zor
kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama”
suçundan kamu davası açılmış, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yapılan
yargılama sonucunda, üç polis memurunun atılı suçu işledikleri sabit görülerek
ayrı ayrı 5237 sayılı Kanun’un 256/1, 86/3-d maddeleri gereğince 9 ay hapis
cezası ile cezalandırılmalarına, “Sanıklara
verilen cezanın nevi ve miktarı, sabıkasız olmaları, sanıkların kişilik
özellikleri, ileride tekrar suç işlemekten çekinmesine sebep olacağı, olay
nedeniyle müştekinin dosyaya yansıyan ve talep edilen maddi bir zararının
bulunmaması ve sanıkların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmesini talep etmeleri nazara alınarak” haklarındaki hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
111. Başvurucu somut olayda polis memurları hakkında verilen
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz etmeden bireysel
başvuruda bulunmuştur. Buna gerekçe olarak da, bu
kararlara karşı itiraz yolunun AİHM kararları ışığında etkin bir başvuru yolu
olmadığını, sonuç alınması beklenen ve/veya taleplerini/mağduriyetini giderecek
bir kanun yolu olarak değerlendirilemeyeceğini, bu nedenlerle müracaat
edilmesine gerek görmediğini ileri sürmüştür. Her ne kadar başvurucu itiraz
kanun yoluna müracaat etmeden bireysel başvuruda bulunmuşsa da, yukarıda (§101)
bahsedilen kararlar doğrultusunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararlarına yapılan itirazların etkili bir başvuru yolu olup olmadığı
değerlendirildiğinde, uygulamada bu kararlara itiraz sonucu bir üst mahkeme
tarafından işin esasına girilerek yapılan inceleme sonucu verilen farklı bir
karara rastlanmadığından, başvurucunun itiraz etmeme gerekçesi yerinde
görülerek bu husus kabul edilmezlik nedeni olarak düşünülmemiştir.
112. Başvurucu, somut olayda maruz kaldığı eylemi soruşturma
makamlarına taşımış ve yargılama faaliyetlerine aktif bir şekilde katılmıştır.
Sulh Ceza Mahkemesi başvurucuya karşı polis memurlarınca uygulanan şiddetin
keyfi olduğunu kabul ettiği halde, başvurucunun gözaltı sürecindeki işkence
iddialarına ilişkin herhangi bir karar vermediği gibi, hükmünü “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması
suretiyle kasten yaralama” üzerine kurmuş ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar vermiştir.
113. Yukarıda da (§102) bahsedildiği gibi, Sulh Ceza
Mahkemesinin, kötü muamele olayının failleri hakkında yaptığı yargılama sonunda
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vererek, takdir yetkisini son
derece ciddi ve hukuka aykırı bu eylemin, hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini
gösterme şeklinde kullanmak yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza
indirgemek yönünde kullandığı anlaşılmıştır. Oysa kötü muameleye yönelik
kavuşturmalarda, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü
verilmesinin engellenmesi ve böylelikle hukuk devletine ve yargıya olan güvenin
sağlanması adına, suçun sabit görüldüğü durumlarda öngörülen cezaların
ivedilikle uygulanması gerekir.
114. Yapılan yargılamada sanıkların eylemlerinin zor kullanma
yetkisine ilişkin sınırın aşılması olarak nitelendirilmesi, kovuşturma
sonucunda verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması suretiyle suç ile
verilen ceza arasında orantısız bir uygulama yapılmış olması ve verilen kararın
yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki
doğurmaması nedenleriyle, devletin söz konusu davada başvurucunun fiziksel ve
ruhsal bütünlüğünü kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif
yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.
115. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
116.
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
117. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının
maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu
uğradığı manevi zararının karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucunun maddi ve
manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması
yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek
ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate
alınarak başvurucuya net 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
118. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin
ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Keyfi şekilde gözaltına alınması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal
edildiği iddiasının, “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,
2.
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet ve
insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yönünden İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 20.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı
fıkrası uyarınca başvuruculara, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına
ve ilgili Mahkemeye gönderilmesine,
10/12/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.