TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GARANTİ BANKASI A.Ş. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4553)
|
|
Karar Tarihi: 16/4/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 13/7/2015-29415
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Garanti Bankası A.Ş.
|
Vekili
|
:
|
Av. Tayfun AKTAŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Aralık/2001
dönemine ilişkin olarak ihtirazi kayıtla verdiği
beyanname üzerinden banka ve sigorta muameleleri vergisi tahakkuk ettirilmesi
işleminin iptali istemiyle açtığı davada verilen karar nedeniyle Anayasa’nın
35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ve 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 26/6/2013 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/2/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığı 7/4/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüş
yazısı 17/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 2/5/2014
tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2001 yılı Aralık
ayına ilişkin banka ve sigorta muameleleri vergisini ihtirazi
kayıtla 15/1/2002 tarihinde posta yoluyla beyan etmiş ve aynı tarihte vergisini
ödemiş, daha sonra ihtirazi kayıt talebi ilgi
gösterilerek, iadenin yerine getirilemeyeceğinin 2/7/2002 tarihinde
bildirilmesi üzerine, 24/7/2002 tarihinde işlemin iptali istemiyle İstanbul 5.
Vergi Mahkemesinde dava açmış, anılan Mahkeme 24/12/2002 tarih ve E.2002/1608,
K.2002/2747 sayılı kararı ile davayı kabul ederek, dava konusu tahakkuk
işleminin iptaline karar vermiştir.
9. Bu kararın davalı idarece
temyizi üzerine Danıştay Yedinci Dairesi 28/12/2005 tarih ve E.2003/1468,
K.2005/3446 sayılı kararı ile dava açma süresi geçtikten sonra açılan davada
süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle İstanbul 5. Vergi Mahkemesi kararını
bozmuştur.
10. Bu karara karşı başvurucunun
yaptığı karar düzeltme başvurusu neticesinde Danıştay Yedinci Dairesi 24/9/2007
tarih ve E.2006/3702, K.2007/3711 sayılı kararı ile karar düzeltme talebini
kabul etmiş ve tahakkuk işleminin başvurucuya tebliğ edilip edilmediği ile dava
konusu işlemle ilgi kurulan ve 30/1/2002 tarihini taşıyan bir dilekçenin
bulunup bulunmadığı, bu dilekçenin 15/1/2002 tarihinde postayla verilen ihtirazi kayıt dilekçesi olup olmadığının araştırılması
gerekirken bu hususlar araştırılmaksızın verilen Mahkeme kararında isabet
görülmediği gerekçesiyle kararı tekrar bozmuştur.
11. İstanbul 5. Vergi Mahkemesi
16/7/2008 tarih ve E.2007/3635, K.2008/1656 sayılı kararı ile davanın süre
aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“…ihtirazı kayıt beyanı, yükümlülerin kendi
beyan ettikleri matrahlar üzerinden yapılan tahakkuklara karşı dava açmalarına
olanak sağlayan istisnai bir durum olup ihtirazi
kayıt beyanı bu niteliği itibariyle idarenin yeni bir işlem tesis etmesini
gerektiren, yada ihtirazi
kaydın kabul edilmediğinin açıkça yada zımni olarak yükümlüye bildirilmesi
zorunluluğu içeren bir başvuru niteliğinde bulunmamaktadır.
Bir başka ifadeyle yükümlüler ihtirazi kayıtla beyanda bulunmakla idareden bir işlem
tesis edilmesini, var olan bir işlemin değiştirilmesini, kaldırılmasını, yerine
yeni bir işlem tesis edilmesini istememekte, sadece ihtirazi
kayıt koymakla kendi beyanına yada kendi iradesiyle
yaptığı ödeme gibi bir işleme karşı dava açma hakkı kazanmakta olup ihtirazi kayıt müessesesi bu amaçla öngörülmüş ve kabul
edilmiş bir müessesedir.
Yine sözü edilen düzenlemeler uyarınca
yükümlüler tarafından beyanname verilmiş olmakla tahakkuk edecek vergilerin
nevi ve miktarı da bilinmektedir. Zira idarece beyanname üzerinden farklı bir
işlem yapılması, farklı bir şekilde tahakkuk verilmesi hukuken mümkün
bulunmamakta olup idarece farklı bir işlem tesisi ancak tarhiyat yapılması ile
mümkün olacaktır.
Bundan dolayı beyannamenin tevdii üzerine
idarenin tahakkuk fişi ile vergileri tahakkuk ettirmesi zorunlu ise de tahakkuk
fişinin ayrıca yükümlüye tebliğine gerek ve ihtiyaç bulunmamaktadır. Zira
tebliğ işlemi, yükümlülerin hukuki durumunda değişiklik meydana getiren
işlemler için ve yükümlülerin bu hukuki durumlarında meydana gelen
değişikliklerden haberdar edilerek yasal haklarını kullanmalarını sağlamak için
öngörülen yasal bir zorunluluktur. Tahakkuk fişi düzenlenmesi ile idarece, tek
yanlı kamu gücüne dayalı olarak kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem tesis
edilmemekte kişilerin iradesine uygun olarak iradesi doğrultusunda kamusal bir
görev yerine getirilmektedir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun sözü edilen 25
ve 27. maddeleri ile 93. maddelerinde yer verilen düzenlemelerden de bu sonuca
varmak mümkün bulunmaktadır. Zira anılan maddelerde, beyannameyi veren kimsenin
tahakkuk fişini almamasının verginin tahakkukuna engel olmayacağı belirtilmekte
ve tahakkuk fişinin normal posta yoluyla tebliğ edileceği de değil
gönderileceği belirtilmekte ve açıkça tahakkuk fişinden gayrı vergilendirme ile
ilgili işlemlerin iadeli taahhütlü olarak tebliğ edileceği belirtilmekle de bu
hususa işaret edilmektedir.
Bu durumda; ihtirazi
kayıtla verilen beyanname üzerine, ihtirazi kayıtla
beyanda bulunulduğu tarihten itibaren 30 gün içinde dava açılması gerekli ve
zorunlu olup olayda davacı tarafından 15.01.2002 tarihinde ihtirazi
kayıtla iadeli taahhütlü olarak beyanda bulunulması, iadeli taahhütlü olarak
beyanda bulunulmasının mümkün ve bu halde postaya veriliş tarihinin beyan
tarihi olması karşısında iadeli taahhütlü olarak beyanda bulunulduğu ve ödeme
yapıldığı 15.01.2002 tarihinden itibaren 30 gün içinde en son 14.02.2002
tarihinde dava açılması gerekli ve zorunlu iken bu süre geçirilerek 24.7.2002
tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesi olanağı bulunmadığı
ve davanın süreden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Öte yandan idarece 04.02.2002 tarihinde
tahakkuk fişi düzenlenmiş ise de bu tarihte tahakkuk fişi düzenlenmesinin
sebebi PTT ile gönderilen beyannamenin ve ihtirazi
kaydın 30.01.2002 tarihinde idare kayıtlarına girmesi olup her halükarda idarece bu tarihte tahakkuk fişi düzenlenmiş
olduğundan tahakkuk fişinin düzenlendiği 04.02.2002 tarihinden itibaren 30 gün
içinde dava açılması gerektiği düşünülebilecek olsa dahi bu halde de dava açma
süresi geçirildikten sonra dava açıldığı açıktır.
Kaldı ki; idarece iade yönünden yapılan
inceleme sonucu düzenlenen vergi tekniği raporu da 19.06.2002 tarihinde tebliğ
edilmiş durumda olup bu durumda davacının tahakkuku en geç bu tarih itibariyle
bildiğinin kabulü gerekmektedir, 19.06.2002 tarihinden itibaren de 30 günlük
dava açma süresi geçirildikten sonra 24.07.2002 tarihinde dava açılması
karşısında davanın bu haliyle de süresinde olmadığı meydandadır.
İdarece, davacının, 30.01.2002 gün ve 12105
sayılı dilekçesine yer verilerek 02.07.2002 tarih ve 18259 sayılı yazı ile
iadenin yerine getirilemeyeceği davacıya bildirilmiş ise de idarenin yazısında
belirttiği 30.01.2002 gün ve 12105 sayılı davacı dilekçesinin, ara kararı
cevabından, ihtirazi kayıt beyanı ve PTT ile
gönderilen beyannamenin idare kayıtlarına intikal ettiği tarih olduğunun
anlaşılması, bir başka deyişle davacının söz konusu yazıda yer verilen
dilekçesinin ihtirazi kayıt beyanı dışında farklı ve
yeni bir başvuru olmaması, bu itibarla davacının ihtirazi
kayıtla beyandan sonra 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 11. maddesi
uyarınca yapılmış bir başvurusu bulunduğundan söz edilmesine hukuken olanak
bulunmaması, yine söz konusu dilekçenin yeni bir işlem tesisi başvurusu olarak
değerlendirilmesinin ve davalı idarenin 02.07.2002 gün ve 18259 sayılı
yazısının bu kapsamda yeni tesis edilmiş idari davaya konu olabilecek bir işlem
mahiyetinde olmaması, 02.07.2002 gün ve 18259 sayılı yazının esasında zorunlu
olmamakla birlikte idarece ihtirazi kaydın ve iadenin
neden yapılmadığının izahı mahiyetinde ve tekrar niteliğinde bilgilendirici bir
işlem olduğunun görülmesi karşısında bu yazı ile yeni bir dava açma süresi
başladığının kabulüne de olanak görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 14/6 ve 15/1-b maddeleri uyarınca SÜREDEN REDDİNE,…”
12. Bu karara karşı yapılan
temyiz başvurusu üzerine Danıştay Yedinci Dairesinin 29/4/2010 tarih ve E.2008/6106,
K.2010/2066 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar
verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“…davacı banka tarafından 15.1.2002 gününde vergi dairesine ödenen Aralık/2001
dönemine ait banka ve sigorta muameleleri vergisinin, 5422 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanununun geçici 29'uncu maddesinin 3'üncü fıkrası uyarınca ödenmemesi
gerektiği halde ödendiği belirtilerek, iadesi istemiyle 2577 sayılı Kanunun
10'uncu maddesine göre 15.1.2002 günlü olup, 30.1.2002 gününde idare kaydına
intikal eden dilekçe ile yapılan başvurunun 2.7.2002 tarihli işlemle iade
talebinin yerine getirilemeyeceği gerekçesiyle reddedilerek aynı gün tebliği
üzerine, yukarıda sözü edilen 10'uncu maddesinde yer alan, ilgililerin yetkili
idari makamlarca verilen cevabın tebliğinden itibaren süresi içerisinde dava
açabilecekleri hükmü uyarınca, anılan işlemin iptali istemiyle 24.7.2002
gününde açılmış olan davada; Mahkemece, işin esası incelenmek suretiyle karar
verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki temyize konu
mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.”
13. Bu karara karşı davalı
idarece karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine Danıştay Yedinci Dairesi
26/3/2013 tarih ve E.2011/2195, K.2013/1471 sayılı kararı ile bu kez davalı
idarenin karar düzeltme talebini kabul ederek kendi bozma kararını kaldırmış ve
İstanbul 5. Vergi Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiş, karar
başvurucuya 27/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu, 26/6/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Diğer taraftan başvurucu,
banka ve sigorta muameleleri vergisinden muaf olduğundan bahisle vergi
tahakkukunun terkini talebiyle idare nezdinde düzeltme ve şikayet başvurusunda
bulunmuş, bu başvuruların reddi üzerine açtığı dava, İstanbul 3. Vergi
Mahkemesinin 28/12/2007 tarih ve E.2007/196, K.2007/3278 sayılı kararı ile
reddedilmiş, bu kararı temyizen inceleyen Danıştay
Yedinci Dairesi de 26/3/2013 tarih ve E.2008/1260, K.2013/1473 sayılı kararı
ile Mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir.
16. Bu karara karşı yapılan
karar düzeltme başvurusu, Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurudan sonra
anılan Dairenin 26/12/2013 tarih ve E.2013/5147, K.2013/7882 sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
17. 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu’nun 25. maddesi şöyledir:
“Vergi kanunlarına göre beyan üzerinden alınan vergiler
"Tahakkuk fişi" ile tarh ve tahakkuk ettirilir.
Bu esasa göre, vergi dairesince beyannamenin alınması üzerine
bir tahakuk fişi tanzim olunur ve bunun bir nüshası
mükellefe veyahut beyannameyi mükellef namına vergi dairesine tevdi edene
verilir. Bu suretle vergi tahakkuk etmiş olur. Tahakkuk fişinin mükellefe
verilen nüshası aynı zamanda beyannamenin makbuzu yerine geçer.
Lüzum görülen hallerde beyana dayanan vergi tahakkuk fişi
yerine ihbarname ile tebliğ olunabilir. Kanunen belli hallerde tebliğ tekalif
cetvelinin ilaniyle yapılır.”
18. 213 sayılı Kanun’un 28.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Beyannamenin posta ile gönderilmesi halinde de tahakkuk
fişi kesilir. Bu takdirde, tahakkuk fişinin mükellefe verilecek nüshası, kapalı
bir zarf içinde, mükellefin beyannamede gösterdiği adrese gönderilir ve fişin
dairede kalan nüsnasına posta zimmet defterinin tarih
ve numarası işaret olunur.
Beyannamenin elektronik ortamda gönderilmesi halinde
tahakkuk fişi elektronik ortamda düzenlenir ve mükellef veya elektronik ortamda
beyanname gönderme yetkisi verilmiş gerçek veya tüzel kişiye elektronik ortamda
iletilir. Bu ileti, tahakkuk fişinin mükellefe tebliği yerine geçer.”
19. 213 sayılı Kanun’un 93.
maddesi şöyledir:
“Tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup,
hüküm ifade eden bilümum vesikalar ve yazılar
adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtasiyle
ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmiyenlere ilan yolu ile tebliğ edilir.
Şu kadar ki,
ilgilinin kabul etmesi şartiyle, tebliğin daire veya
komisyonda yapılması caizdir.”
20. 213 sayılı Kanun’un 114.
maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Beyannamenin posta
ile gönderilmesi halinde, beyan edilen vergi tahakkuk işleminin bitmesi
beklenmeksizin vadesinde ödenir.”
21. 213 sayılı Kanun’un 378.
maddesi şöyledir:
“Vergi mahkemesinde dava açabilmek için verginin tarh
edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonları kararlarının tebliğ
edilmiş olması; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin
yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması lazımdır.
Mükellefler beyan
ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava
açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur.”
22. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesi şöyledir:
“1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre
gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare
mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.
2. Bu süreler;
a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,
b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve
bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı
olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen
işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin;
tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken
konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği;
Tarihi izleyen günden başlar.”
23. 2577 sayılı Kanun’un 8.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden
itibaren işlemeye başlar.”
24. 2577 sayılı Kanun’un 10.
maddesi şöyledir:
“1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir
işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş
sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi
içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi
mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap
kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi,
kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak,
bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması
veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra
yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış
gün içinde dava açabilirler.”
25. 2577 sayılı Kanun’un 11.
maddesi şöyledir:
“1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari
işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem
yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava
açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava
açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş
sayılır.
3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde
dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre
de hesaba katılır.”
26. 2577 sayılı Kanun’un 14.
maddesi şöyledir:
“…
3. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/5 md.) Dilekçeler, Danıştayda daire
başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare
ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından:
…
e) Süre aşımı,
…
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
…
6. Yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit
edilmesi halinde de davanın her safhasında 15 nci madde hükmü uygulanır.”
27. 2577 sayılı Kanun’un 27.
maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan
davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali
yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil
işlemlerini durdurur. Ancak, 26’ncı maddenin 3’üncü fıkrasına göre işlemden
kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde
işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi
kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden
dolayı açılan davalar, tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin
durdurulması istenebilir.”
28. 2577 sayılı Kanun’un 54.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri
Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin
itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere
kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde
taraflarca;
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda
karşılanmamış olması,
b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,
d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve
sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,
Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir.”
29. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14.
maddesinin (4) numaralı fıkrası, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49.
maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
30. Mahkemenin 16/4/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/6/2013 tarih ve 2013/4553
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
31. Başvurucu, hatalı yapılan
yargılama nedeniyle 40.809.297,45 TL zararının bulunduğunu, yargılamanın makul
sürede bitirilmediğini, bozma kararında belirtilen çerçevenin dışına çıkılarak
İstanbul 5. Vergi Mahkemesince süre ret kararı verildiğini, aşırı şekilci
davranılarak hakkın özüne dokunulduğunu belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde
tanımlanan mülkiyet hakkının ve 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesi için yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesi, aksi halde vergi ve gecikme faizinden
oluşan 40.809.297,45 TL ödemenin tahsil tarihinden itibaren işletilecek yasal
faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucu,
hatalı yapılan yargılama nedeniyle 40.809.297,45 TL zararının bulunduğunu ve bu
nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de bu iddia
İstanbul 5. Vergi Mahkemesinde açılan davanın süre aşımı yönünden
reddedilmesiyle ilgilidir. Bu nedenle başvuru, mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları çerçevesinde
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a.
Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
33. Başvurucu, açtığı davanın
süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin aşırı şekilci bir yaklaşım
olduğunu ve hakkın özüne dokunduğunu, Danıştay Yedinci Dairesinin bozma
gerekçesinin dışına çıkılarak karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 36.
maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Bakanlık görüşünde,
başvurucu tarafından banka ve sigorta muameleleri vergisinin ihtirazi kayıt beyan edilerek ödemesinden sonra, tahakkuk
eden verginin iptali istemiyle açılan davada, İlk Derece Mahkemesi tarafından
verilen süreaşımı nedeniyle ret kararının Danıştay'ın onamasıyla kesinleştiği,
davanın süresinde açılıp açılmadığına ilişkin değerlendirmenin, 2577 sayılı
Kanun'un 14. maddesinin (6) numaralı fıkrası gereğince resen ve davanın her
aşamasında göz önüne alınması gereken bir husus olduğu, süre ret kararının
aşırı şekilci davranılarak verilmesi suretiyle hakkın özüne dokunulduğu iddiası
değerlendirilirken, yukarıda açıklanan hususların Anayasa Mahkemesinin
dikkatine sunulması gerektiği ifade edilmiştir.
35. Başvurucu, bu kısma ilişkin
Bakanlık görüşüne cevap vermemiştir.
36. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
37. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış
hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki
haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
38. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
39. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
40. Adil yargılanma hakkının en
temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan
Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak
kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda
tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye
ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade
etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki
belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu
hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
41. Mahkemeye erişim hakkı,
kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla
birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde
kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu
üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan
Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir yetkilerine
dayanarak bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği
düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava
açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek
seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
42. Mahkemeye erişimi aşırı
derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için
belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde
kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına
aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka
aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler
dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97,
11/7/2002, §§ 36-40).
43. Belli bir hakkın mahkemede
ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın
açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil
yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler,
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da
ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi
içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü
zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
44. Bunun yanında bir mahkemeye
başvuru hakkının yasal bir takım şartlara tabi
tutulması kabul edilebilir olsa da, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir
yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer
yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması
sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
45. Anayasa’nın 40. maddesinin
ikinci fıkrasında Devletin işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları
ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade
edilmiştir.
46. Anayasa’nın 125. maddesinin
üçüncü fıkrasında da idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı
bildirim tarihinden başlayacağı açık bir şekilde hükme bağlanmıştır.
47. 2577 sayılı Kanun’un 7.
maddesi ile vergi uyuşmazlıklarında; tahakkuku tahsilâta bağlı vergilerde
tahsilâtın, tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde
tebliğin, tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin,
tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken
konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği tarihi
izleyen günden başlayacağı hükme bağlanmıştır.
48. Beyana dayanan
vergilendirme, vergi kanunlarında gösterilen tespit şekillerine göre belirlenen
matrahlar ve oranlar üzerinden hesaplanan verginin, mükellefler tarafından,
vergi kanunlarında öngörülen zamanda bir beyanname ile bildirilmesini,
bildirilen bu verginin kural olarak, tahakkuk fişi düzenlenmek suretiyle tarh
edilmesini ifade etmektedir.
49. Vergi mevzuatının
uygulanması sonucunda tesis edilen ve idari davaya konu edilebilecek işlemler
213 sayılı Kanun’un 378. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna
göre vergi mahkemesinde dava açılabilmesi için verginin tarh edilmesi, cezanın
kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonu kararlarının tebliğ edilmiş olması,
tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış olması
ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması zorunludur. Maddenin
ikinci fıkrasında ise, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar
üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları, ancak bu Kanun’un
vergi hatalarına ait hükümlerinin saklı olduğu hükme bağlanmış, aynı Kanun’un
altıncı kısmının "vergi hatalarını
düzeltme ve reddiyat " başlıklı
üçüncü bölümünde ise vergi hatalarıyla ilgili olarak idari uyuşmazlık çıkarma
yöntemine ilişkin kurallara yer verilmiştir.
50. Mükelleflerin beyan
ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava
açamayacakları kuralının istisnalarından birisini oluşturan 2577 sayılı
Kanun’un 27. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan (3) numaralı
fıkrasında yer alan düzenleme uyarınca, ihtirazi
kayıtla verilen beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açılabileceği
anlaşılmaktadır.
51. Başvurucu, açtığı davanın
süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin aşırı şekilci bir yorum olduğundan ve
hakkın özüne dokunduğundan şikâyet etmektedir.
52. Bireysel başvuruya konu olan
ve sonuç itibarı ile süre aşımı nedeniyle reddedilen davada başvurucu,
düzenlediği ihtirazi kayıtlı beyannamesini 15/1/2002
tarihinde posta yoluyla vergi dairesine göndermiş ve aynı tarihte beyan ettiği
vergiyi ödemiştir. Başvurucu ihtirazi kayıtla
gönderdiği beyannameye konu vergiye karşı, kendisine gönderilen 2/7/2002 tarih
ve 18259 sayılı yazı ile iadenin yerine getirilemeyeceğine ilişkin yazının
tebliği üzerine 2577 sayılı Kanun’da öngörülen 30 günlük dava açma süresi
içinde dava açmıştır. İlk Derece Mahkemesi ise ihtirazi
kayıtla verilen beyannamelere karşı beyannamenin verildiği tarihten itibaren
süresi içinde dava açılması gerektiği, zira ihtirazi
kayıt beyanı üzerine idarenin yeni bir işlem tesis etmediği, bu kaydın
beyanname ile verilen vergilere karşı dava açabilmenin ön şartını oluşturduğunu
ifade ettikten sonra davanın hangi sebeplerle süresinde açılmadığını
belirtmiştir. Mahkeme öncelikle beyannamenin postaya verildiği ve beyan edilen
verginin ödendiği tarih olan 15/1/2002 tarihinden itibaren 30 gün içinde dava
açılması gerekirken bu sürenin geçirilmesinden sonra açılan davanın süresinde
olmadığı, ikinci olarak 4/2/2002 tarihinde düzenlenen tahakkuk fişinin
düzenlenme tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılması gerekirken bu
sürenin de geçirildiği, son olarak ise başvurucunun ihtirazi
kayıtla verdiği beyannamede belirttiği iadeye ilişkin talebe yönelik yapılan
inceleme sonucu düzenlenen vergi tekniği raporunun tebliğ tarihi olan 19/6/2002
tarihinden itibaren de 30 gün içinde davanın açılmadığı gerekçeleriyle davayı
süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
53. AİHM, süre koşulu gibi dava
açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte
ise, mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak
isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz
konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir
(Bkz. Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99,
12/11/2002, § 51; Tricard/Fransa, B. No: 40472/98, 10/7/2001, §
33).
54. İdari işlemlerin sürekli bir
biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı
ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma
süresi kanunlarla düzenlenmiş; Anayasa’nın 125. maddesi ve çeşitli usul
kanunları uyarınca bu sürelerin işlemeye başlaması idari işlemlerin yazılı
bildirimine bağlanmıştır. Yazılı bildirim esasının anayasal kural olarak
düzenlenmesinin temel amacı, idari işlemler karşısında kişilerin hak ve
çıkarlarının yargısal yolla korunması; bunun sağlanması için de dava açma
hakkının kullanılmasının anayasal güvence altına alınmasıdır. Başka bir ifade
ile yazılı bildirimin önemi, özellikle kişilerin menfaatlerini ihlal eden idari
işlemlere karşı dava açma hakkının kullanılmasında ortaya çıkmaktadır Usul
kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde
yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin
davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel
haline gelmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § §
66-68).
55. Bir kanuni düzenlemenin
bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi,
kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun
düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir
düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması
gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı
bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan
değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği,
yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller
içermektedir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 71).
56. Başvuru konusu olayda,
davaya bakan İlk Derece Mahkemesi, öncelikle ihtirazi
kayıt ile verilen beyanname üzerine düzenlenen tahakkuk fişinin hukuki
niteliğini ortaya koymuş ve daha sonra beyan edilen verginin iadesi yönünden
yapılan ihtirazi kaydın neden yerinde görülmediğine
ilişkin başta, başvurucuya 19/6/2002 tarihinde tebliğ edilen vergi tekniği
inceleme raporu olmak üzere üç farklı neden ile davanın süresinde açılmadığı
sonucuna varmak suretiyle davayı karara bağlamıştır. Mahkeme kararın son
kısmında da ihtirazi kayıtla verilen beyanname
dışında verginin iadesine ilişkin bir başvurunun yapılmadığını, başvurucuya
tebliğ edilen 2/7/2002 tarih ve 18259 sayılı yazının da bilgilendirme
niteliğinde olduğunu ve idari davaya konu olacak bir işlem niteliğinde olmadığı
gerekçesiyle bu yazının dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığını
belirtmiştir.
57. 213 sayılı Kanun’un 25.
maddesinde beyan üzerine alınan vergilerin tahakkuk fişi ile tarh ve tahakkuk
ettirileceği, 28. maddesinde beyannamenin posta ile gönderilmesi halinde de
tahakkuk fişinin düzenleneceği ve bu durumda tahakkuk fişinin mükellefe
verilecek nüshasının beyannamede gösterilen adrese posta ile gönderileceği,
elektronik ortamda gönderilen beyannameler için düzenlenecek tahakkuk fişinin
yine elektronik ortamda gönderileceği ve bunun tebliğ yerine geçeceği, 93.
maddesinde tahakkuk fişi dışında vergilendirmeye ilişkin hüküm ifade eden
vesika ve yazıların adresi bilinen mükelleflere posta yoluyla taahhütlü olarak,
adresi bilinmeyen mükelleflere ise ilan yoluyla tebliğ olunacağı, 111.
maddesinde ise beyannamenin posta ile gönderilmesi halinde beyan edilen
verginin, tahakkuk işleminin bitmesi beklenmeksizin vadesinde ödeneceği kural
altına alınmıştır.
58. Beyana dayanan vergilerde
vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması,
beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkukuna karşı
çıkılarak, ihtirazi kaydın konusunu oluşturan nedenin
tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh
edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava
konusu edilebilmesini olanaklı kılmaktadır (Danıştay Vergi Dava Daireleri
Kurulu E.2012/286, K.2013/558, K.T.27/11/2013).
59. Vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması yalnızca beyan edilen verginin
tamamına veya bir kısmına karşı dava açma hakkının sağlanması için bir ön şart
olup, usul hükümlerinin uygulanmamasına yönelik bir etkiye ve verginin
vadesinde ödenmesine engel olmadığı gibi, 213 sayılı Kanun’un 25. maddesinde,
posta yoluyla gönderilen beyannameler için düzenlenen tahakkuk fişinin ilgiliye
gönderileceği belirtilmiş ise de aynı Kanun’un 93. maddesinde, tahakkuk fişinin
ilgiliye tebliğ edilmesinin gerekmediği kural altına alınmıştır.
60. Davaya bakan İlk Derece
Mahkemesi, öncelikle ihtirazi kayıt ile verilen
beyanname üzerine düzenlenen tahakkuk fişinin hukuki niteliğini ortaya koymuş
ve daha sonra da üçüncüsü beyan edilen verginin iadesi yönünden yapılan ihtirazi kaydın neden yerinde görülmediğine ilişkin başta,
başvurucuya tebliğ edilen vergi tekniği inceleme raporu olmak üzere üç farklı
neden ile davanın süresinde açılmadığını karara bağlamıştır. Mahkeme kararın
son kısmında da ihtirazi kayıtla verilen beyanname
dışında verginin iadesine ilişkin bir başvurunun yapılmadığı, başvurucuya
tebliğ edilen 2/7/2002 tarih ve 18259 sayılı yazının da bilgilendirme
niteliğinde olduğu ve idari davaya konu olacak bir işlem niteliğinde olmadığı
gerekçesiyle, bu yazının dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığını da
belirtmiştir.
61. Başvuru konusu olayda İlk
Derece Mahkemesi ve sonuç itibarıyla Danıştay, mevzuat hükümlerini
değerlendirmek suretiyle dava açma süresinin olayda geçirildiği sonucuna
ulaşmış olup, yapılan değerlendirme ve ulaşılan sonuç, dava açmayı imkânsız
kılacak nitelikte aşırı şekilci bir yaklaşım olmadığı gibi belirtilen kanun
hükümlerine önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında bir anlam vermek
suretiyle sonuca ulaşıldığına dair bir uygulama olarak da
değerlendirilmemiştir.
62. Diğer taraftan başvurucu
Danıştay Yedinci Dairesinin bozma kararında belirttiği hususların dışına
çıkılarak İlk Derece Mahkemesince değerlendirme yapılmak suretiyle davanın süre
aşımı nedeniyle reddedildiğini de ileri sürmüştür.
63. 2577 sayılı Kanun’un 14.
maddesinde davanın süresinde açılıp açılmadığının ilk inceleme konusu olduğu,
ancak bu durumun ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de süre aşımı
nedeniyle davanın reddine karar verilebileceği düzenlenmiş olup, başvuru konusu
olayda da Danıştay Yedinci Dairesinin bozma kararında belirttiği husus da
araştırılmak suretiyle İlk Derece Mahkemesince davanın süresinde açılmadığı
yönünde sonuca ulaşıldığı görülmekle, başvurucunun bu iddiasının mahkeme
kararının sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
64. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik başvuru konusu olayda usul
kuralları önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında farklı yorumlanmadığı
gibi Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik
de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Davanın Makul
Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
65. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde
tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup, bu şikâyet açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı gibi diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi
biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak
kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönden
66. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının
da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38–39).
67. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
68. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da
uygulanacaktır. Başvuru konusu olaya bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan
başvuruya konu edilen dava vergi tahakkuk işleminin iptali istemiyle açılan
davadır. Bu durumda, makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıç tarihi
somut başvuru açısından davanın açıldığı tarih olan 24/7/2002 tarihidir.
69. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin,
başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay Yedinci Dairesinin
E.2011/2195, K.2013/1471 sayılı kararının tarihi olan 26/3/2013 tarihi olduğu
anlaşılmaktadır.
70. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere, başvurucu, banka ve sigorta
muameleleri vergisini ihtirazi kayıtla beyan ederek
ödemiş, daha sonra ihtirazi kayıt talebi ilgi
gösterilerek iadenin yerine getirilemeyeceğinin başvurucuya bildirilmesi
üzerine 24/7/2002 tarihinde dava açılmış, İlk Derece Mahkemesi 24/12/2002
tarihinde tahakkuk işleminin iptaline karar vermiş, Danıştay Yedinci Dairesi
28/12/2005 tarihinde davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle kararı bozmuş,
24/9/2007 tarihinde ise başvurucunun karar düzeltme talebini kabul etmiş, ancak
bu seferde davanın süresinde açılıp açılmadığının araştırılmadığı gerekçesiyle
İlk Derece Mahkemesi kararını yeniden bozmuştur. İlk Derece Mahkemesi 16/7/2008
tarihli kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiş, Danıştay
Yedinci Dairesi 29/4/2010 tarihli kararı ile davanın süresinde açıldığı
gerekçesiyle kararın yine bozulmasına karar vermiş, bu karara karşı yapılan
karar düzeltme talebini ise 26/3/2013 tarihli kararı ile kabul ederek İlk
Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiş ve uyuşmazlığa konu
yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.
71. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (§ 29).
72. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında değinilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve
Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu
kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
73. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın banka ve sigorta muameleleri vergisi
tahakkuk işlemine yönelik olduğu, davaya bütün olarak bakıldığında, ilk önce
süresinde açıldığı gerekçesiyle davanın esası hakkında karar verildiği, bu
kararın kanun yolları incelemesinde ilgili Danıştay Dairesince farklı sonuçlara
varıldığı, davaya yeniden bakan İlk Derece Mahkemesince verilen süre aşımı
nedeniyle davanın reddine ilişkin karar hakkında da yine aynı Dairenin kanun
yollarında birbirinden farklı ve istikrarsız kararlar verdiği ve sonuç
itibarıyla karar düzeltme aşamasında İlk Derece Mahkemesi kararını onadığı ve
davanın bu şekilde sonuçlandığı görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı
bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık
10 yıl 8 ay yargılama sürecinde Danıştay ilgili Dairesinin istikrarsız
kararları nedeniyle makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucu, ihlalin
giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi aksi halde vergi
ve gecikme faizinden oluşan 40.809.297,45 TL ödemenin tahsil tarihinden
itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminini istemiş, ancak
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
76. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, makul sürede yargılanma hakkı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla birlikte, başvurucu tarafından talep
edilen tazminat talebi ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucu tarafından talep edilen maddi tazminatın
ise reddine karar verilmesi gerekir.
78. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Tespit edilen ihlal ile illiyet bağı bulunmadığından maddi
tazminat talebinin REDDİNE,
C. 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/4/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.