TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEM ATEŞKAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4694)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Cem ATEŞKAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Süleyman BOŞÇA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, ilişiğinin
kesilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er
Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32.
maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için açtığı davanın reddedilmesi
nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin, 17.
maddesinde düzenlenen maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının,
36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ve 38. maddesinde düzenlenen
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/7/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 30/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun, subay
statüsünde görev yapmakta iken Yüksek Askeri Şura
(YAŞ) kararıyla 2003 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği
kesilmiştir.
6. 6191 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici 32.
madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler
veya YAŞ kararlarıyla Türk Silâhlı Kuvvetlerinden
(TSK) ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye
başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı
Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına
başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır.
7. Başvurucunun, 926 sayılı
Kanun’a eklenen geçici 32. madde düzenlemesinden yararlandırılması talebiyle
yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 18/10/2011
tarihli işlemi ile reddedilmiştir.
8. Başvurucunun, bu idari
işlemin iptali talebiyle açtığı davada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci
Dairesi 11/12/2012 tarihli ve E.2012/1007 ve K.2012/1468 sayılı kararı ile
davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“Bu bağlamda dava konusu işlem değerlendirildiğinde; 1602
sayılı AYİM Kanunun 52’nci maddesi kapsamında gönderilen belgelerde; davacının
13 Aralık 1999 tarihinde Süleymancı adlı bir tarikata katıldığı ve irticai
faaliyetlerde bulunduğunun, 21 Aralık 1999 tarihinde takip ve kontrol altına
alındığının, 30 Mayıs 2001 tarihinde sakıncalı sağ kategoriye alındığının,
cemaat mensuplarıyla irtibatının sürdüğünün, sicil belgelerinde altı adet menfi
kanaatin bulunduğunun belirtildiği, bunların yanında aynı zamanda davacı
hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçundan kamu davasının açıldığının da
belirtildiği, bu sebeplere dayanılarak davacı hakkında ayırma işlemi uygulandığı
anlaşılmaktadır.
Davacı hakkında açılan davaya göz attığımızda; davacı
hakkında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından 31 Ekim 2002
tarihinde 2002/241-596 Esas Karar sayılı iddianame düzenlendiği, iddianamenin
giriş bölümünde davacıyla ilgili işlediği suçlar olarak; Devlet ihalesine
(alımına) fesat karıştırmak ve geliri ile münasip olmayacak şekilde mal
varlığına sahip olmak suçlarının belirtildiği,…, iddianamenin sonuç bölümünde
davacının devlet ihalesine (alımına) fesat karıştırmak suçundan
cezalandırılmasının talep edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı hakkında açılan davanın yargılamasının halen sürdüğü,
davacıya isnat edilen eylemlerin tamamı ve özellikle hakkında açılmış olan dava
dikkate alındığında; davalı idarenin takdir yetkisini hukuka uygun kullandığı,
açık bir değerlendirme hatasının bulunmadığı, bu bağlamda davalı idare
tarafından tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı,…,
sonucuna varılmıştır.”
9. Başvurucunun bu karara
yaptığı karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 21/5/2013 tarihli ve E.2013/298,
K.2013/585 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar 5/6/2013 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir.
10. Başvurucu, 2/7/2013
tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili
Hukuk
11. 926 sayılı Kanun’un geçici
32. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar,
yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile
Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak
sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.
Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en
geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece
gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde
komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve
kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en
geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına
gönderilir.
…
Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer
altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
12. Mahkemenin 10/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/7/2013 tarih ve 2013/4694
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
13. Başvurucu, TSK’dan ayırma
işleminin uygulanabilmesi için ''hükümlü''
olma şartının bulunduğunu, hakkında açılan ve halen devam eden dava gerekçe
gösterilerek TSK'dan ayırma işlemi düzenlendiğini, görevi süresince hiçbir ceza
veya disiplin cezası almadığı gibi birçok takdirname ve taltiflerinin
bulunduğunu, hatta irticai faaliyetlerin işlendiği ve sicil belgelerinin
bozulduğu belirtilen tarih sürecinde de birinci sicil amiri tarafından takdir
belgesi verilip, ayırma işlemini yapan birim tarafından yurt dışı göreve
tefriki ile taltif edildiğini, bu somut gerçeklere rağmen iddianameye
dayanılıp, iddianamede yöneltilen suçu işlemiş gibi değerlendirilerek, TSK'nın
itibarını sarsacak ahlak dışı harekette bulunduğu belirtilmek suretiyle sicil
geçmişiyle ve insanlık onuru ile bağdaşmayan bir şekilde ayırma işlemine tabi
tutulduğunu, 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmak için
açtığı davanın tüm bu hususlar göz önünde bulundurulmaksızın reddedildiğini,
ceza davasının yalnızca şahsına değil, farklı birlik ve birimlerde görevli
otuza yakın personel hakkında açıldığını, iddianamede kendisine yöneltilen
suçla aynı nitelikte, hatta daha da fazla suç isnat edilen hiçbir personel için
TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmediğini ve her birinin çeşitli zamanlarda
kendi istekleriyle emekli olduğunu, örnek olarak, ayrılışının yapıldığı
tarihten sonra kendi isteği ile emekli olan subay A. D.'ye
''İhaleye fesat karıştırmak'' suçuna
ilave olarak ''Geliri ile mütenasip
olmayacak şekilde malvarlığına sahip olmak'' suçunun isnat edildiği
ve hakkında tedbir kararı verildiği halde bu personelin albay rütbesine kadar
görevde kalarak emekli olduğunu, şahsının ise iddianame gerekçe gösterilerek
ayırma işlemine tabi tutulup, aynı gerekçeye dayanılarak geçici 32. maddeden yararlandırılmaması
nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakıldığını belirterek, Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin, 17. maddesinde düzenlenen maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkının ve 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
14. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucunun
şikâyetlerinin, ilişiğinin kesilmesi işlemine ilişkin iddialar ile yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı, eşitlik ilkesi ve masumiyet karinesinin ihlal
edildiği başlıkları altında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. İlişiğin Kesilmesi İşlemine İlişkin İddialar
15. Başvurucu, mevzuatta
öngörülen “hükümlü” olma şartı
olmaksızın ilişiğinin kesildiğini, görevi süresince disiplin cezası almadığını,
sicil geçmişiyle ve insanlık onuru ile bağdaşmayan bir muameleye maruz
bırakıldığını, aynı davada yargılanan başka bir şahsın ilişiğinin kesilmeyerek
görevine devam ettirildiğini ileri sürmüştür.
16. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem
ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
17. Anılan hüküm uyarınca
Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi
olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin
yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da
içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947,
12/2/2013, § 16).
18. Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin
geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 18).
19. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun, 2003 yılında alınan YAŞ kararı ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ilişiği kesilmiştir. Bu durumda ilişiğinin kesilmesine yönelik şikâyetler zaman
bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
20. Açıklanan nedenlerle,
başvuru konusu işleme yönelik ihlal iddiasının 23/9/2012 tarihinden öncesine
ait olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
21. Başvurucu, 926 sayılı
Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılması talebiyle açtığı davanın,
ilişiğinin kesilmesine ilişkin olarak ileri sürdüğü hukuka aykırı hususlara
rağmen reddedildiğini, bu durumun sonuç itibarıyla adil yargılanma hakkını
ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
22. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma hakkının” kapsamı
Anayasa’da açık bir şekilde düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
22).
23. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
24. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe
ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Nadi Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
25. Başvuru konusu olayda,
başvurucu 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılması talebiyle
açtığı davanın, ilişiğinin kesilmesine ilişkin olarak ileri sürdüğü hukuka
aykırı hususlara rağmen reddedildiğini belirtmiş, AYİM ise başvurucunun,
irticai faaliyetlerde bulunduğu, 21/12/1999 tarihinde takip ve kontrol altına
alındığı, 30/5/2001 tarihinde “sakıncalı
sağ” kategoriye alındığı, cemaat mensuplarıyla irtibatının sürdüğü,
sicil belgelerinde altı adet menfi kanaatin bulunduğu, bunların yanında
hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçundan kamu davası açıldığı ve bu
sebeplere dayanılarak hakkında ayırma işlemi uygulandığının anlaşıldığı,
başvurucu hakkında açılan ceza davasında yargılamanın halen sürdüğü, davacıya
isnat edilen eylemlerin tamamı ve özellikle hakkında açılmış olan dava dikkate
alındığında, 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmamasına
ilişkin dava konusu işlemde takdir yetkisinin hukuka uygun kullanıldığı
gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
26. Somut olayda başvurucunun,
yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bilgi ya da belge sunmadığı,
926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesi kapsamından yararlandırılmamasına
ilişkin işleme karşı açtığı davada iddialarını ileri sürebildiği ve karşı
tarafın görüşlerinden haberdar olmadığına dair yargılama aşamasında AYİM’e bir itirazda bulunmadığı görülmektedir.
27. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, davanın konusunun başvurucunun TSK’dan
ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin değil, yalnızca 926 sayılı Kanun’un
geçici 32. maddesinden yararlandırılması talebinin reddine ilişkin işlemin
iptaline yönelik olduğu, bu kapsamda iddiaların özünün derece Mahkemesi
tarafından delillerin ve mevzuatın değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında
isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucunun hukuka aykırılık
teşkil ettiğine ilişkin bulunduğu anlaşılmaktadır.
28. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna
ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi mahkemenin kararında bariz takdir
hatası açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
29. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
3. Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası
30. Başvurucu, iddianamede
kendisine yöneltilen suçla aynı nitelikte, hatta daha da fazla suç isnat edilen
hiçbir personel için TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmediği ve her birinin
çeşitli zamanlarda kendi istekleriyle emekli olduğu, şahsının ise aynı
iddianame gerekçe gösterilerek ayırma işlemine tabi tutulup, aynı gerekçeye
dayanılarak geçici 32. maddeden yararlandırılmaması nedeniyle ayrımcılığa maruz
bırakıldığını ileri sürmüştür.
31. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18). Bu nedenle, bireysel başvuru kapsamındaki hakların içeriğinin tespit
edilmesinde Anayasa ve Sözleşme hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi ve
ortak koruma alanının tespit edilmesi gerekir.
32. Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10.
maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.”
33. Sözleşme’nin “Ayrımcılık yasağı” kenar başlıklı 14.
maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma,
cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya
toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere
herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin
sağlanmalıdır.”
34. Yukarıda yer verilen
hükümler göz önünde bulundurulduğunda, başvurucunun ayrımcılık yasağı
kapsamında incelenmesi gereken iddiasının, soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp, Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
35. Bununla birlikte, bireysel
başvuru incelemesinde ayrımcılık yasağının bağımsız bir koruma işlevinin
olmaması, bu yasağın genişletici bir yoruma tabi tutulmasına engel teşkil
etmemektedir. Anayasal bir hakkın ihlal edildiği iddiası tek başına
incelendiğinde o hakkın ihlal edilmediği kanaatine varılabilirse de bu durum, o
hakka ilişkin ayrımcı bir uygulamanın incelenmesine engel değildir. Bu
çerçevede, ilgili temel hak ve özgürlük ihlal edilmemiş olsa da o hakla ilgili
bir konuda sergilenen ayrımcı tutumun, Anayasa’nın 10. maddesini ihlal ettiği
sonucuna ulaşılabilir (İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 48).
36. Ayrımcılık yasağının ihlal
edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, kural olarak kişinin hangi temel
hak ve özgürlüğü konusunda, ayrıca hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz
kaldığının tespiti gerekir. Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için
başvurucunun, kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile
kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ifade etmesi
yeterli olmayıp, ayrıca bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk,
cinsiyet, din, dil vb. bir ayrımcılık temeline dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekir.
37. Somut olayda başvurucu
tarafından, kendisine hangi temele dayalı olarak ayırımcılık yapıldığına
ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadığı gibi daha çok ilişiğinin kesilmesi
işleminde ayrımcılığa maruz kaldığını belirttiği, yapılan bireysel başvurunun
ise 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesinden yararlandırılmamasına ilişkin
AYİM kararı olduğu anlaşılmaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
belirtilen iddiasını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da
sunmadığı anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir
4. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
39. Başvurucu, hükümlü olmadığı
halde hakkında hazırlanan iddianame ve yargılama gerekçe gösterilerek açtığı
davanın reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
40. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
41. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
42. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (Kürşat Eyol,
B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
43. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle
mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için
masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza
davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya
suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında
beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam
ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin
suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014,
§ 76).
44. Masumiyet karinesi, suç
isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6.
maddesinde ifade edilen “medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen
idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında
kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde
idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce
verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. X/Avusturya (kk), B. No: 9295/81, 6/10/1982,; C/Birleşik Krallık (kk),
B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı
sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı
kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi
tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, §
38).
45. Bu çerçevede, ceza davası
dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari
uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu
karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat
kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa
dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi,
kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal
edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın
gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin
yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının
incelenmesi gerekir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
46. Öte yandan, ceza ve ceza
muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da
gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı
ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi
işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları
açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Kürşat
Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30).
Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa
bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz
olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
47. Masumiyet karinesinin ihlal
edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk ve idari yargılama
bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı
yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını
sorgulayıp sorgulamadığıdır.
48. Kişinin suçluluğunu ima eden
ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış
olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya
uygulanması için yeterli görülebilir (Ramazan
Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
49. Bireysel başvuruya konu olan
AYİM kararında (§ 8), başvurucu hakkında düzenlenen iddianameye, iddianamede
başvurucunun üzerine atılı suçlara ve başvurucu hakkındaki yargılamaya
değinilmiş, başvurucunun suçlu olduğunu ifade veya ima eden bir ibareye yer
verilmemiştir. Bu çerçevede başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan
ifadelerden, suçluluğu ilgili mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun
bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı görülmemektedir.
Mahkemenin gerekçesinin başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle
bağdaşmadığı söylenemez.
50. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun iddiaları çerçevesinde masumiyet karinesinin ihlal edilmediğinin
açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. İlişiğinin
kesilmesine yönelik iddialarının “zaman
bakımından yetkisizlik”,
2. Yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
3. Eşitlik
ilkesinin ihlal edildiği iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
4. Masumiyet
karinesinin ihlal edildiği iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
10/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.