TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
PERVİM EŞSİZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4771)
|
|
Karar Tarihi: 6/5/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
|
Başvurucu
|
:
|
Pervim EŞSİZ
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim ÖZTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, iş kazası sonucu
meydana gelen ölüm olayından doğan zararın tazmini istemiyle 7/9/1995 tarihinde
açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, yargılama sonucunda hükmedilen
manevi tazminatın düşük olduğunu ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle bir
kısım alacaklarının zamanaşımına uğradığını belirterek, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 14/6/2013 tarihinde
İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 10/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucunun eşinin, inşaat
işçisi olarak çalışmakta iken 4/12/1994 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu
vefat etmesi üzerine, başvurucu tarafından işverenler aleyhine 7/9/1995
tarihinde, 400,00 TL maddi ve 100,00 TL manevi zararın giderilmesi istemiyle
tazminat davası açılmıştır.
8. Ölenin annesi, babası ve
başvurucu ile müşterek çocuklarının açtıkları davalar da söz konusu dava ile
birleştirilerek görülmüştür.
9. Başvurucu tarafından,
17/10/2000 tarihinde, işverenler aleyhine 26.902,61 TL maddi zararın
giderilmesi istemiyle ayrı bir tazminat davası açılmış, bu dava dosyası,
başvurucunun 7/9/1995 tarihinde açtığı dava dosyasıyla birleştirilmiştir.
10. Büyükçekmece Asliye Hukuk
Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla), 23/1/2001 tarih ve E.1995/973, K.2001/78
sayılı kararı ile bilirkişi raporları ve kusur oranları doğrultusunda davanın
kısmen kabulüne hükmetmiştir.
11. Tarafların temyiz istemi
üzerine karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 25/9/2001 tarih ve E.2001/4847,
K.2001/6170 sayılı ilâmı ile kusur raporunun karara esas alınacak nitelikte
olmadığı, tazminat miktarından indirim yapılması gerektiği ve tazminat
miktarının hesaplanmasında vasıfsız işçi ücretlerinin esas alınması gerektiği
gerekçeleriyle bozulmuştur.
12. Büyükçekmece Asliye Hukuk
Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) bozma kararına uyarak yeniden yaptığı
inceleme sonucunda, 23/9/2003 tarih ve E.2001/2163, K.2003/1299 sayılı kararı
ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.
13. Tarafların temyiz istemi
üzerine karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 9/11/2004 tarih ve E.2004/8653,
K.2004/9469 sayılı ilâmı ile davalıların bozma sonrası kazanılmış haklarının
gözetilmediği ve hesap raporunun karara esas alınacak nitelikte olmadığı
gerekçeleriyle bozulmuştur.
14. Bozma sonrasında davaya
bakan Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 29/12/2005 tarih ve E.2005/1037,
K.2005/1076 sayılı kararıyla, davanın iş davası niteliğinde olması ve
Mahkemenin iş davalarına bakma yetkisinin kaldırılmış olması nedeniyle
görevsizlik kararı vererek dava dosyasının Bakırköy İş Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
15. Bakırköy 3. İş Mahkemesi,
24/7/2006 tarih ve E.2006/2053, K.2006/429 sayılı kararı ile Büyükçekmece 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğuna, olumsuz yetki uyuşmazlığının çözümü
için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar
vermiştir.
16. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi,
28/11/2006 tarih ve E.2006/13415, K.2006/16517 sayılı ilâmı ile Büyükçekmece 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğuna hükmetmiştir.
17. Davaya devam eden
Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) yapılan
yargılama sırasında başvurucu, 13/12/2007 tarihli ıslah dilekçesi ile tazminat
talebini toplam 28.191,88 TL’ye yükseltmiştir.
18. Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) 13/12/2007 tarih ve E.2007/30, K.2007/1138
sayılı kararı ile 29/11/2007 tarihli ek bilirkişi raporu doğrultusunda davanın
kısmen kabulüne hükmetmiştir.
19. Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 14/10/2008 tarih ve E.2008/13760, K.2008/15739 sayılı ilâmıyla,
birleşen dosyadaki davacılardan R.Ç.’nin 17/7/2004
tarihinde, M.Ç.’nin ise 15/6/2007 tarihinde vefat
ettiği, ölen davacıların mirasçılarının davaya katılması suretiyle yargılamanın
sonuçlandırılması gerekirken, ölü kişinin düzenlediği vekaletname ile
yargılamanın sonuçlandırılmasının hatalı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
20. Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) bozma kararına uyarak, 29/6/2011 tarih ve
E.2009/182, K.2011/455 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiş,
20/5/2011 tarihli bilirkişi raporuna göre başvurucunun maddi zararının
48.254,62 TL olduğunu ancak 13/12/2007 tarihli ıslah dilekçesindeki taleple
bağlı kalınarak 28.191,88 TL alacağa hükmedilebileceğini belirtilerek, söz
konusu miktar üzerinden yapılan %10 oranında indirim doğrultusunda 25.372,68 TL
maddi ve 90,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle
tahsiline hükmetmiştir.
21. Temyiz istemi üzerine karar,
Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 26/2/2013 tarih ve E.2012/7078, K.2013/3412
sayılı ilâmıyla, %10 oranında indirimin başvurucunun talep miktarı olan
28.191,88 TL üzerinden değil, bilirkişi raporunda hesaplanan 48.254,62 TL maddi
zarar miktarı üzerinden yapılması gerektiği belirtilerek söz konusu husus
yönünden düzeltilerek onanmıştır.
22. Nihai karar, 30/5/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu, 14/6/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
24. 12/1/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ve 447. maddesinin (1)
numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1.
maddesinin birinci fıkrası, 7. maddesinin birinci fıkrası ve 15. maddesi (Bkz. Mehmet Erbek, B.
No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 6/5/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/6/2013 tarih ve 2013/4771
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu, iş kazası sonucu
meydana gelen ölüm olayından doğan zararın tazmini istemiyle 7/9/1995 tarihinde
açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, yargılama sonucunda hükmedilen
manevi tazminat miktarının düşük olduğunu ve yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle bir kısım alacaklarının zamanaşımına uğradığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
27. Başvurucu, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması
nedeniyle bir kısım alacaklarının zamanaşımına uğradığını, söz konusu
alacaklarını talep etme olanağının kalmadığını belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
28. Başvurucunun uzun süren yargılama nedeniyle bir kısım
alacaklarının zamanaşımına uğradığı şikâyetinin, adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olan ve bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen
(Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, §§ 51-52), mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir (Hüseyin Gönel, B. No:
2013/2491, 17/7/2014, § 32).
29. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
30. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
31. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
32. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
33. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram
Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
34. Bireysel
başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §
20).
35. 6100 sayılı Kanun'un 26.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hakim, tarafların
talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez.
Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.”
36. Somut olayda Mahkeme, başvurucunun 13/12/2007 tarihli
ıslah dilekçesi ile arttırdığı talep miktarıyla bağlı kalarak maddi tazminata
hükmetmiştir. Başvurucunun, 20/5/2011 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen
maddi zararının bakiye kısmına ilişkin yargılama sırasında talepte bulunmadığı
gibi, yeni bir dava açarak anılan tazminata hükmedilmesini de talep etmediği
anlaşılmaktadır.
37. Başvurucu, söz konusu tazminat miktarının zamanaşımına
uğraması nedeniyle dava konusu etmediğini ileri sürmüşse de,
zamanaşımı süresinin başlangıcı ve iddia edilen alacağa ilişkin zamanaşımı
süreleri ile borçlu tarafından usulüne uygun olarak süresi içinde zamanaşımı
definde bulunulup bulunulmadığı öncelikle derece mahkemelerince
değerlendirilmesi gereken bir konudur. Kaldı ki zamanaşımı defi, borçlu
tarafından süresinde ileri sürülmediği takdirde, iddia edilen hak veya alacak
için kanunda öngörülen zamanaşımı süresi dolmuş olsa dahi derece mahkemeleri
tarafından resen gözetilebilecek bir husus değildir. Somut olayda başvurucunun
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının incelenmesinde,
başvurucu tarafından zamanaşımına uğradığı iddiasıyla dava konusu edilmeyen
tazminat miktarı yönünden başvuru yollarının usulüne uygun olarak tüketilmediği
anlaşılmaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru
yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
39. Başvurucu, iş kazası sonucu
meydana gelen ölüm olayından doğan zararın tazmini istemiyle açtığı dava
sonucunda hükmedilen manevi tazminat miktarının düşük olduğunu belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
41. 6216
sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
42. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
43. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
44. Başvuru konusu olayda
Mahkemece, başvurucunun iddiaları ve tüm deliller birlikte incelenmiş,
başvurucunun dava dilekçesi ile talep ettiği 100,00 TL manevi tazminat miktarı
üzerinden, başvurucunun murisinin meydana gelen kazada %10 oranında kusurlu
olduğu, tarafların mali ve sosyal durumları, başvurucunun duyduğu elem dikkate
alınarak 90,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle
tahsiline karar verilmiş, temyiz üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince usul ve
yasaya uygun bulunan hüküm onanmıştır.
45. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun
iddiaları incelendiğinde, sonuç olarak iddiaların özünün Derece Mahkemeleri
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
46. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
dinlenmediğine ilişkin bir iddia, bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi, Derece
Mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan
herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
47. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
48. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, başvurucunun yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49. Başvurucu, 7/9/1995
tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının
da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
51. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
52. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların
makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iş
kazasından doğan zararın giderilmesi istemiyle açılmış bir davanın söz konusu
olduğu görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 49).
53. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 7/9/1995
tarihidir.
54. Sürenin bitiş tarihi ise,
yargılamanın sona erme tarihidir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti
açısından sürenin bitiş tarihinin, Yargıtay
21. Hukuk Dairesinin düzelterek onama kararını verdiği 26/2/2013 tarihi olduğu
anlaşılmaktadır.
55. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek
çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir
itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı
koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel
mahkemelerin dışında sözlü yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması
sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün
olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013,
§ 59).
56. 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri
yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da
uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü
yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir
incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek
dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013,
§ 64-65).
57. Başvuruya konu yargılama
süreci incelendiğinde; yargılamanın iki dereceli bir yargılama sisteminde, iş
ilişkisinden doğan uyuşmazlıkların niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer
ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında makul görülemeyecek
derecede uzun bir süre olan on yedi yıl beş ayda tamamlandığı anlaşılmaktadır.
Yargılama süresinin uzamasında büyük oranda; dosyanın dört defa temyiz
incelemesi için, bir defa da Mahkemelerin karşılıklı görevsizlik kararları
nedeniyle görevli mahkemenin belirlenmesi için Yargıtay önüne gitmesinin ve
genel olarak yargılama sürecinde delillerin toplanması, bilirkişi raporlarının
temini gibi hususların etkili olduğu anlaşılmaktadır.
58. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde
görüldüğü anlaşılmakla, 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri
için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı
Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521 sayılı
Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır (bkz. § 24).
59. 5521 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (Hayrettin Ekim, B.
No: 2013/3442, 20/3/2014, §§ 33-55).
60. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on
yedi yıl beş aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
61. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
62. Başvurucu, adil yargılanma
hakkının ihlali nedeniyle maddi ve
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
63. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin on yedi yıl beş aylık yargılama
süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya
net 25.950,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 25.950,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
6/5/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.