TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NURETTİN ALBAYRAK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4809)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 10/6/2015-29382
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
1. Nurettin
ALBAYRAK
|
|
|
2. Durmuş
ALBAYRAK
|
|
|
3. Cengiz
ALBAYRAK
|
|
|
4. Eşşe ALBAYRAK
|
|
|
5. Ali
ALBAYRAK
|
|
|
6. Gülbahar
DEMİREL
|
|
|
7. Gülüzar TOPTAŞ
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Adil
AKTAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, maliki oldukları taşınmazın
kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında, araziye
2942 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (f) bendine aykırı biçimde gerçek
değerinden düşük bir bedel tayin edilmesi, faize hükmedilmemesi, yargılamanın
makul sürede bitirilmemesi ve aleyhlerine vekâlet ücretine hükmedilmesi
nedenleriyle Anayasa’nın 2., 10., 20., 35., 36., 46. ve 90. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuşlardır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 20/6/2013 tarihinde Mersin 1. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir
5. Adalet Bakanlığının 1/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculara ait taşınmazın da bulunduğu Ermenek
ilçesinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarih ve 1572
sayılı tasdikli projesi kapsamında Ermenek Barajı ve HES tesisleri projesi ve
göl sahası inşaatı yapılması planlanmış ve 13/7/2006 tarihinde Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğünce (İdare) kamu yararı ve kamulaştırma kararı alınmıştır.
Bakanlar Kurulu'nun baraj ve HES projesine ilişkin 2009/14599 sayılı acele
kamulaştırma kararı 31/1/2009 tarih ve 27127 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanmıştır.
8. İdare, başvuruculara ait 13.988,99 m² büyüklüğündeki
taşınmaza acele kamulaştırma yoluyla el konulması ve kamulaştırma bedelinin
tespiti talebiyle 10/2/2009 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, bilirkişiler eşliğinde 22/3/2009 tarihinde
taşınmazda keşif yapmıştır. Keşif sonrası hazırlanan bilirkişi raporunda
taşınmazın kıraç arazi olduğu, sulu tarım yapılmasının mümkün olmadığı,
dolaysıyla sebze yetiştirmeye uygun olmadığı, mevcut halinin sürülmüş veya
ekilmiş olmadığı, taşınmaz üzerinde yer yer kayalık kısımlar bulunduğu,
taşınmazın %10-15 meyilli olduğu, taşınmazın asfalt yola 4 km uzaklıkta ve
asfalt yolla Ermenek şehir merkezine 14 km uzaklıkta bulunduğu ve taşınmazın 3.
sınıf susuz tarım arazisi olduğu tespit edilerek Ermenek ilçesi ve Karaman ili
ile çevre ilçelerin verileri kullanılarak buğday-nohut münavebesi ile değeri
4.803,16 TL olarak tespit edilmiştir.
9. Mahkeme, 6/5/2009 tarih ve E.2009/64, K.2009/364 sayılı
kararı ile bilirkişi raporuna dayanarak el koyma bedelini 4.803,16 TL olarak
belirleyerek bedelin başvuruculara ödenmesine ve bahsedilen taşınmaza acele el
konulmasına karar vermiştir. Kararda başvurucular aleyhine yargılama giderine
hükmedilmemiş, yargılama giderleri davacı idare üzerine bırakılmıştır.
10. İdare tarafından 3/5/2010 tarihinde aynı Mahkemede
kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası açılmıştır.
Mahkeme, bilirkişiler eşliğinde baraj gölü altında kalan kamulaştırma konusu
taşınmazda 1/7/2010 tarihinde keşif yapmıştır.
11. Keşif sonrası bilirkişiler hazırladıkları 20/3/2011
tarihli raporla, taşınmazın acele kamulaştırma davasında kıraç arazi olarak
kabul edildiğini, ancak alınan beyanlara göre dava konusu taşınmaza 300 m
mesafede bulunan dereden gelen arkla nisan-mayıs aylarında sulanma imkânı
olduğu, ancak suyun azaldığı diğer aylarda sulanma imkânının arazinin
özellikleri nedeniyle mümkün olmadığı değerlendirilmiş ve taşınmazın
özellikleri gözetilerek Ermenek ilçesi ile Karaman ili ve diğer ilçelerin 2010
yılı fiyat, masraf ve verim verileri kullanılarak taşınmazın toplam değerini
28.171,38 TL olarak belirlemişlerdir.
12. Başvurucuların vekili 13/6/2011 tarihli dilekçesiyle
bilirkişi raporuna itiraz etmiş ve çeşitli hesaplama yöntemleriyle taşınmazın
değerinin daha yüksek olduğu iddiasıyla yeni bilirkişi raporu alınmasını talep
etmiş, ancak bu talepleri Mahkemece reddedilmiştir.
13. Mahkeme, 18/4/2012 tarih ve E.2010/408, K.2012/455 sayılı
kararı ile Yargıtay 18. Hukuk Dairesi içtihadı doğrultusunda yapılan keşif ve
düzenlenen bilirkişi raporunda yer alan hususlara göre, taşınmazın değerini
28.171,88 TL olarak tespit etmiş ve acele kamulaştırma davası sonrasında ödenen
bedeli mahsup ederek bakiye 23.368,22 TL’nin başvuruculara ödenmesine,
taşınmazın tapu kaydının iptali ile idare adına tapuya kayıt ve tesciline karar
vermiştir. Mahkeme kararda davacı idarenin yapmış olduğu yargılama giderlerini
üzerinde bırakmış, ayrıca 1.200,00 TL vekâlet ücretinin davacı idareden
alınarak başvuruculara ödenmesine, davacı idare kendisini vekille temsil
ettirdiğinden 1.200,00 TL vekâlet ücretinin de başvuruculardan alınarak davacı
idareye ödenmesine hükmetmiştir.
14. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin
6/11/2012 tarih ve E.2012/8530, K.2012/11926 sayılı ilamı ile onanmıştır.
15. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin
11/4/2013 tarih ve E.2013/3887, K.2013/6057 sayılı ilamı ile reddedilmiş ve
başvurucuların 219,00 TL para cezası ödemesine karar verilmiştir. Karar aynı
tarihte kesinleşmiştir.
16. Kesinleşen karar, başvuruculara 22/5/2013 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucular 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz
malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili
kısımları şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile
yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve
taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar
verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren
en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın
malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de
tebliğ olunur.
…
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde
keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede
sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın
değerini tespit için mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin
beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz
malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde
mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara
tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya
vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi
raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı
beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde
gerektiğinde hakim tarafından onbeş
gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve
hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından
yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder.
Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının
kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına
yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare
adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir
ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil
hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md)
Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde
sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden
itibaren kanuni faiz işletilir.
…”
19. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma
bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“15 inci madde uyarınca oluşturulacak
bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere
mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten
sonra taşınmaz mal veya kaynağın;
a)Cins ve nevini,
b) Yüzölçümünü.
c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve
unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,
d)Varsa vergi beyanını,
e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,
f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın
kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması
halinde getireceği net gelirini.
g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki
özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,
h) Yapılarda, (…)(2)
resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,
ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer
objektif ölçüleri,
Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu
unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da
dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz
malın değerini tespit ederler.
Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer
artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr
dikkate alınmaz.
…. ”
20. 2942 sayılı Kanun’un “Yetkili
ve görevli mahkeme ve yargılama usulü” kenar başlıklı 37. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli
yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk
mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür.”
21. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 22/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 20/6/2013 tarih ve 2013/4809 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
23. Başvurucular, maliki oldukları taşınmazın idarece
kamulaştırılması amacıyla açılan davada AİHM kriterlerine göre makul sürenin
aşıldığını, bilirkişi tarafından kamulaştırma bedeli tespit edilirken yalnızca
taşınmazın bulunduğu ilçenin verileri dikkate alınarak hesap yapılması gerekli
olduğu halde, komşu ilçelerin tarım müdürlüğü verileri de dikkate alınarak
hesap yapıldığını, bu nedenle yasallık ilkesine uyulmadığını, kamulaştırma işlemi
nedeniyle mülkiyet haklarına yapılan müdahalenin ve tespit edilen bedelin
orantılı olmadığını, Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan faizin
uygulanmadığını, yargılama giderlerinin bir kısmının kendilerine
yükletildiğini, taşınmazın baraj gölü altında kalması nedeniyle tarımsal
faaliyetlerini sürdüremediklerini ve taşınmaz üzerinde bulunan konutlarını
kullanamadıklarını, ayrıca acele kamulaştırma kararı sonrasında bedel tespiti
davasının geç açıldığından ve taşınmaz sular altında kaldığından delilin yok edildiğini
belirterek, Anayasa’nın 2., 10., 20., 35., 36., 46. ve 90. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
24. Başvurucular, somut başvuruya konu bedel tespiti ve
tescil davasıyla ilgili yukarıda sıralanan şikâyetleri nedeniyle Anayasa’nın
2., 10., 20., 35., 36., 46. ve 90. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut dava ve buna bağlı
olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir
eder.
25. Başvurucular, diğer ilçelerde kamulaştırma bedelinin
tespitinde sadece ilçe tarım müdürlüğü verileri dikkate alınıp bedel tespiti
yapılırken, Ermenek ilçesindeki taşınmazlarda Ermenek ilçesiyle birlikte çevre
ilçeler ile Karaman ili tarım müdürlükleri verilerinin ortalamasının “mevki” olarak değerlendirilip, bedel
tespitinde kullanılmasının eşitlik ilkesini, mülkiyet ve adil yargılanma
haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerse de, başvurucuların bahse konu
şikâyetinin özünün mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik şartını ihlal
ettiği iddiası olduğu anlaşıldığından bu konuda ayrıca eşitlik ilkesi ve adil
yargılanma (hakkaniyete uygun yargılanma) hakkı yönünden inceleme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
26. Başvurucuların kamulaştırma bedeline faiz uygulanmadığı
yönündeki şikâyetleri ölçülülük ilkesi bağlamında mülkiyet hakkı yönünden,
yargılama giderlerine ait şikâyetleri mahkemeye erişim hakkı yönünden,
yargılamanın olması gerekenden uzun sürmesine dair şikâyetleri makul sürede
yargılanma hakkı yönünden incelenecektir. Başvurucuların özel hayatın gizliliği
ve delillerin yok edilmesine yönelik şikâyetleri ise ayrıca incelenecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
i. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
27. Başvurucular yargılama giderlerinin bir kısmının
kendilerine yükletildiğini, bu nedenle alacakları tazminat miktarının
azaldığını, ayrıca karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ceza
ödediklerini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
28. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
29. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez
olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı,
iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu,
temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu
açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
30. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Hukuki konularda
mahkemelerde dava açma hakkı anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı "mahkemeye gitme hakkı"nı da kapsamaktadır (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34; Ülger/Türkiye, B. No: 25321/02, 26/6/2007,
§ 38).
31. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak
olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek
sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir
amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması
gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Ulaşılmak istenen kamu yararının
gerekleri ile bireylerin temel hakları arasında gözetilmesi gereken adil
dengeyi bozan ve başvuranlara çok yüksek bir külfet yükleyen düzenlemeler
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
32. Hukuk yargılamalarında uygulanan ve AİHM kararlarında da
geçen "kaybeden öder"
ilkesi; tarafların yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer
oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine ilişkin
düzenlemeleri ifade eder (B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 50).
33. AİHM, bu ilke gereği muhtemel davacıları mahkeme önüne
abartılı talepler getirmekten vazgeçirdiği için mahkemeye erişim hakkını
engelleyici bir sonuç doğurabilecek nitelikteki düzenlemelerin tek başına adil
yargılanma hakkıyla çelişmeyeceğini, bununla birlikte davanın koşulları
çerçevesinde hesaplanan masrafın miktarının bu hakkın engellenip
engellenmediğini tespitte önemli bir faktör olduğunu (Stankov/Bulgaristan, 68490/01, 12/7/2007, § 52) kabul etmektedir.
34. Öte yandan gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının
azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin
uyuşmazlıkların makul sürede bitirebilmesi amacıyla karar düzeltme istemlerinin
reddi halinde uygulanan ve yüksek miktarlı olmayan cezalar, başvurucular
üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığı gibi, bu yola başvurulmasını imkânsız hale
getirmediği veya aşırı derecede zorlaştırmadığından mahkemeye erişim hakkının
ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 36).
35. Başvurucuların somut başvuruya konu ettikleri acele
kamulaştırma ve kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davalarının her ikisi
de idare tarafından açılmıştır. Başvurucular vekilleri vasıtasıyla davaya
katılmışlar ve başvuru dilekçesinde de ifade edildiği gibi itirazlarını
Mahkemeye sunmuşlardır. Dolayısıyla başvurucular her iki davada da dava
sürecine tam olarak katılmışlardır. Somut başvuruya konu acele kamulaştırma
davasında Mahkeme, yargılama giderlerini davacı idareye yüklemiş, başvurucular
aleyhine vekâlet ücreti veya başka yargılama giderine dair bir hüküm
kurmamıştır. Bedel tespiti ve tescil davasında ise Mahkeme yargılama giderlerini
davacı idare üzerine bırakmış, ancak başvurucular ve davacı idarenin vekille
temsil edilmeleri nedeniyle karşılıklı olarak birbirlerine 1.200,00 TL vekâlet
ücreti ödemelerine karar vermiştir. Öte yandan, başvurucuların yaptıkları karar
düzeltme talebini reddeden Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, başvurucuların 219,00 TL
para cezası ödemesine karar vermiştir.
36. Bu durumda yargılama sürecinde başvurucular ile davacı
idarenin karşılıklı olarak birbirlerine 1.200,00 TL vekâlet ücreti ödenmesine
karar verildiği, dava sonunda başvuruculara toplam 28.171,38 TL kamulaştırma
bedeli ödendiği, elde ettikleri kamulaştırma bedeli ile kıyaslandığında
ödedikleri vekâlet ücretinin makul bir miktar olduğu, ayrıca karşılıklı
ödenmesine karar verildiğinden başvuruculara da aynı miktarda vekâlet ücreti
ödendiği göz önünde bulundurulduğunda, başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet
ücretinin başvurucuların mahkemeye erişimini engelleyecek mahiyette ve oranda
olmadığı, bunun yanında temyizden sonra yapılan karar düzeltme taleplerinin
reddi nedeniyle ödenmesine hükmedilen 219,00 TL para cezasının da dava
sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin,
uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacı taşıdığı ve yine karar düzeltme
incelemesine ulaşmayı engelleyecek şekilde yüksek bir miktara baliğ olmadığı
anlaşıldığından, mahkemeye erişim hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlalin
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına ilişkin iddiası yönünden açık ve görünür bir ihlalin olmadığı
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Delillerin Yok Edilmesine ve Taşınmazın
Kullanımına Yönelik Şikâyetler
38. Başvurucular, taşınmazın baraj gölü altında kalması
nedeniyle tarımsal faaliyetlerini sürdüremediklerini ve taşınmaz üzerinde
bulundan konutlarını kullanamadıklarını, ayrıca acele kamulaştırma kararı
sonrasında bedel tespiti davasının geç açıldığını ve taşınmaz sular altında
kaldığından delillerin yok edildiğini ileri sürerek, özel hayatın gizliliği ve
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
39. 6216 sayılı Kanun'un, 'Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi' kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (3) numaralı, 48.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili
fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa
hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak
iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
41. Başvurucunun, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali
nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa
hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde
belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi
nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B.
No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).
42. Yukarıda belirtilen koşullar yerine getirilmediği
takdirde Anayasa Mahkemesi başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olduğu
gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı
konusunda Anayasa Mahkemesinin ikna edilmesi, başvurucu tarafından ileri
sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır. Başvurucunun başlangıçta, başvuru
hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini önlemek için başvuru formu ve
eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri sunması, kamu gücünün ihlale neden
olduğunu iddia ettiği hak ve özgürlüklere ilişkin gerekli açıklamaları yapması
zorunludur (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 23).
43. Somut başvuruda acele kamulaştırma kararı ile
başvuruculara ait taşınmazda baraj yapımına başlanmış ve taşınmaz baraj gölü
altında kalmıştır. Mahkeme acele kamulaştırma davasında taşınmazda bilirkişiler
eşliğinde keşif yapmış ve hazırlanan bilirkişi raporu doğrultusunda acele
kamulaştırma bedelini tayin etmiştir. Aynı Mahkeme bedel tespiti davasında da
keşif yapmış, ancak taşınmazın baraj gölü altında kaldığı tespit edilmiştir.
Her iki davayı da aynı Mahkeme karara bağladığından ve Mahkeme acele
kamulaştırma davasında keşif yaparak delilleri (taşınmazın özelliklerini) tespit
ettiğinden delillerin Mahkemece değerlendirilememesi söz konusu değildir.
Ayrıca bedel tespiti davalarında dava tarihine göre taşınmazın özellikleri göz
önünde bulundurularak taşınmazın bulunduğu bölgenin (mevkinin)
tarımsal getiri verilerine göre bedel tespiti yapıldığından delil olarak kabul
edilen verilerin yok edilmesi mümkün de değildir. Başvurucular delillerin yok
edildiği iddialarını taşınmazın su altında kalmasına bağlamakta, ancak bedel
tespiti davasında davanın sonucunu etkileyecek hangi delilin yok edildiğini
açıklamamaktadırlar.
44. Bunun yanında başvurucular arazinin baraj gölü altında
kalması nedeniyle tarımsal faaliyetlerini sürdüremediklerini ve taşınmaz
üzerinde bulunan konutlarını kullanamadıklarını iddia etseler de davaya konu
keşif ve bilirkişi raporlarında taşınmaz üzerinde bir konut bulunduğuna dair
bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca acele kamulaştırma davasında alınan bilirkişi
raporu, taşınmazın sürülü ve ekili olmadığını, üzerinde kayalıklar olduğunu,
dolayısıyla tarım faaliyetine konu olmadığını da tespit etmiştir. Bunun yanında
başvurucular bahse konu iddialarının ne şekilde özel ve aile yaşamına saygı
haklarını ihlal ettiğini de açıklamamaktadırlar.
45. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda
başvurucuların, ihlal edildiğini iddia ettikleri Anayasa hükmü ile somut
başvuruya konu olaylar arasında ilişki kurarak açıklamalarda bulunmaları ve
iddialarını delillendirerek kanıtlamaları
gerekmektedir. Somut başvuruda başvurucuların, yukarıda sayılan koşulları
yerine getirmedikleri ve iddialarını temellendirmedikleri anlaşılmaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle, başvurucular tarafından ileri
sürülen ihlal iddialarının başvurucular tarafından kanıtlanamamış olması
nedeniyle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin "açıkça dayanaktan
yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
iii. Makul Sürede Yargılanma Hakkı ve Mülkiyet
Hakkına Yönelik Şikâyetler
47. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiaları ile kamulaştırma bedelinin tespitinde, 2942 sayılı Kanun’un
11. maddesinin (f) bendine aykırı işlem yapılması ve kamulaştırma bedeline faiz
ödenmemesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği
yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için
diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümlerine ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
i. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
a. Bedel Tespitinin Kanununa Uygun Yapılmadığı
İddiası
48. Başvurucular, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili
davasında, 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (f) bendine aykırı şekilde
taşınmazın bulunduğu Ermenek ilçesi yanında, komşu ilçeler ile Karaman ili
tarım müdürlükleri verilerinden Yargıtay içtihatlarına uygun olanların
ortalaması kullanıldığından, arazinin rayiç değerinin olması gerekenden düşük
belirlendiğini, bu nedenle öngörülebilirlik ve kanunilik ilkelerinin ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
49. Anayasa’nın “Mülkiyet
hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
50. Anayasa'nın “Kamulaştırma”
kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının
gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel
mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla
gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî
irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan
artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi
öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde
taksitler eşit olarak ödenir.
…
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları
için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
51. Anayasa'nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
52. Sözleşmeye Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
53. Başvurucular, diğer yerlerde kamulaştırma bedeli
tespitinde sadece ilçe tarım müdürlüğü verileri dikkate alınırken, Ermenek
ilçesindeki taşınmazlarda Ermenek ilçesiyle birlikte çevre ilçeler ile Karaman
ili tarım müdürlükleri verilerinin ortalamasının “mevki” olarak değerlendirilip bedel tespitinde
kullanılmasından şikâyet etmektedirler. Bu durumda başvurucuların bahse konu
şikâyetinin özünün, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik şartını
ihlal ettiği iddiası olduğu anlaşılmaktadır.
54. Somut başvurunun dayanağını oluşturan kamulaştırılan
taşınmazın gerçek değerinin ödenmesi talebi, Anayasa’nın 35. maddesinde yer
alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet
hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri
sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel kişilerine
özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma
ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının
sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği, başvurucuların bahsedilen talebinin değerlendirilmesinde
Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de göz önünde
bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).
55. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek
sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına
alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu
yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak
yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer
ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına
dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını
karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm
sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 31).
56. Hak ve özgürlüklerin ve bunlara yapılacak müdahalelerin
ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi, bu haklara ve özgürlüklere keyfi
müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu,
hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde
tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil
düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (B. No:
2012/1246, 6/2/2014, § 60).
57. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının
yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
22/5/2013).
58. “Belirlilik”
ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği
ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri
karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici
işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan
muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır
(AYM, E.2009/9, K.2011/103, 16/6/2011).
59. 2942 sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendinde araziler
için kamulaştırma bedeli tespitinin, taşınmazın kamulaştırma tarihindeki mevki
ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net getiri
esas alınarak yapılması öngörülmektedir. Düzenli ve sürekli tarımsal getiri
istatistikleri ise ülkemizde il ve ilçe tarım müdürlükleri tarafından il
merkezi ve ilçeler düzeyinde tutulmaktadır. Bu nedenle mahkemeler ve
mahkemelerin atadığı bilirkişiler, Yargıtay’ın yerleşik içtihatları
doğrultusunda özel bir durum olmadıkça kamulaştırma bedelinin tespitinde resmi
birer kurum olan il ve ilçe tarım müdürlüklerinin verilerini kullanmaktadırlar
(B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
60. 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (f) bendinde “mevki”
kelimesi kullanılmıştır. Mevki kelimesinin benzer iklim koşulları ve arazi
yapısı nedeniyle benzer özelliklere sahip geniş toprak parçaları anlamında
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mevki veya diğer adıyla mahal kelimesi her zaman
ilçe düzeyinde bir alan anlamına gelmeyebilmektedir. Bazı toprak, iklim ve
coğrafya koşullarında bulunan bölgelerde mevki veya mahal, ilçe düzeyinden de
küçük bir arazi alanı olabileceği gibi bazı durumlarda ise daha geniş toprak
parçaları bir mevki veya mahal olarak tanımlanabilir. Bunun yanında mevki ve
şartlar sadece değerlendirmeye alınacak alanın il veya ilçe düzeyinde olmasıyla
bağlantılı olmayıp, toprağın yapısı, arazinin sulanıp sulanmadığı, arazinin
eğimi gibi pek çok faktör, mevki ve şartlar kavramı çerçevesinde
değerlendirmeye tabi tutulmaktadır (B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
61. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, Ermenek ilçesinde Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarihinde onaylanan projesi kapsamında
Ermenek’te baraj, HES tesisleri ve göl sahası inşaatı yapılması ilan edildikten
sonraki dönemde, tarım ilçe müdürlüğünün, önceki yıllarda sabit bir seyir
izleyen tarımsal getiri verilerini, günlük hayatın olağan akışıyla
bağdaşmayacak şekilde ve anlaşılamayacak derecede arttırdığını belirterek 2003
yılı sonrasında yapılan kamulaştırmalarda bu ilçe verileri yanında, çevre
ilçeler ile Karaman ilinin kullanıma uygun verilerinin ortalamasının da bedel
tespitinde kullanılmasını içtihat olarak benimsemiştir(B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60).
62. Nitekim büyük projelerin onayı sonrasında kamulaştırma
işlemleri yapılıncaya kadar geçen sürede kamulaştırılan arazilerin değerini
arttırmaya yönelik gayretler yasa koyucunun da dikkatini çekmiş ve 12/7/2013
tarih ve 6495 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanun’un 25. maddesinde değişiklik
yapılarak bir fıkra eklenmiştir. Bahsedilen ek fıkranın gerekçesinde
kamulaştırılan arazilerin değerini arttırmaya yönelik gayretlerle ilgili olarak
Ermenek Barajı da dâhil olmak üzere büyük baraj inşaatı yapılan yerlerde
arazilerin değerini arttırmaya yönelik faaliyetlerden bahsedilmiştir (Bkz. B.
No: 2012/1246, 6/2/2014, § 67-68).
63. Başvuruya konu dosya incelendiğinde; 2942 sayılı Kanun’un
11. maddesinin (f) bendinde açıkça ilçe düzeyini temel alacak bir hesaplama
yapılmasının öngörülmediği, bunun yerine arazinin mevki ve şartlarına göre
belirleme yapılması öngörülerek uygulayıcılara ve mahkemelere takdir yetkisi
tanındığı, ülkemizde arazilerin ürün verisi istatistiklerinin düzenli olarak
resmi kurumlar olan il ve ilçe tarım müdürlüklerince tutulması nedeniyle
Yargıtay içtihatları doğrultusunda mahkemelerin bu verileri esas aldıkları,
büyük kamulaştırma projelerinin kabul edildiği alanlarda kamulaştırma bedelini
arttırmaya yönelik gayretlerin yasama organının dikkatini çektiği ve buna karşı
bazı yasal düzenlemeler yapıldığı, Ermenek ilçesinde tarım müdürlüğü ürün
verimlerinde büyük baraj ve HES projesinin kabul edildiği 2002 yılından sonraki
yıllarda günlük hayatın olağan akışıyla izah edilemeyecek derecede artışlar
meydana geldiği ve Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin bahsedilen bölge için 2006
yılından itibaren farklı bir yöntemle bedel tespiti yapılması yönünde içtihat
geliştirdiği anlaşılmıştır. Ayrıca davacı idareler yeni yönteme rağmen halen
Ermenek İlçesinde kamulaştırma bedellerinin olması gereken ve hakkaniyete uygun
olan değerden yüksek olduğunu istatistikler vererek iddia etmektedirler (B. No:
2012/1246, 6/2/2014, § 69).
64. 2942 sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendinin amacı
kamulaştırılan arazilerin gerçek değerine ulaşmaktır. Kanunların yasa koyucunun
amacı doğrultusunda yorumlanması mahkemelerin yetkisinde ve görevleri arasında
olup, başvuru konusu davada Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, gerekçesini önceden
ortaya koyarak, Ermenek ilçesindeki arazilerin kamulaştırılmasında gerçek
değere ulaşmak için mevki kavramını ilçe düzeyinden daha geniş yorumlamıştır.
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin Ermenek ilçesi için belirlediği mevki kavramını
daha geniş yorumlayan bedel tespiti yöntemi, 2942 sayılı Kanun’un 11.
maddesinin (f) bendine açıkça aykırı olmadığı gibi keyfi olmaktan da uzaktır
(B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 70).
65. 2006 yılından beri istikrarlı olarak uygulanan bu yöntem
bireyler için erişilebilir ve bilinebilir olup, başvuru konusu olayda 2010
yılında açılan kamulaştırma bedelinin tespiti davasında başvurucular açısından
bahsedilen yerleşik içtihat öngörülebilir bir durumdadır. Sonuç olarak
bahsedilen uygulamayla hukuki belirlilik bağlamında kanunilik ilkesi ihlal
edilmemiştir (B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 71).
66. Son olarak, kamulaştırma bedelinin tespitini yapan
mahkemeler, taşınmazı kamulaştırılan bireylerin kayıplarını telafi edecek
şekilde yeterli bir kamulaştırma bedelinin tazminat olarak hesaplanmasında ve
bu surette bireylerin haklarını korumada görevli oldukları gibi kamunun fazla
bedel ödeyerek zarara uğratılmasını da engellemekle yükümlüdürler. Yani
mahkemeler, mülkiyet haklarına müdahale edilen bireylerin mülkiyet hakkı ile
ulaşılmak istenen kamu yararı arasında makul bir denge kurmalıdırlar (B. No:
2012/1246, 6/2/2014, § 72).
67. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkına yapılan müdahalede kanunilik
ilkesinin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Kamulaştırma Bedeline Faiz Ödenmemesi
İddiası
68. Başvurucular, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma
bedeline faiz ödenmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri
sürerek kamulaştırma bedeline Anayasanın 46. maddesinde yer alan, kamu
alacakları için öngörülen en yüksek faizin ödenmesini talep etmektedirler.
Başvurucular, kamulaştırmanın kamu yararı şeklinde meşru bir amaca yönelik
olmadığı yönünde bir şikâyette bulunmamaktadır. Bu durumda mülkiyetten yoksun
bırakmanın meşru amacının bulunduğu ve kanuna uygun olarak yapıldığı
anlaşıldığından, başvurucuların faiz ödenmemesine yönelik şikâyetleri
Anayasa’nın 13., 35. ve 46. maddeleri kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden
incelenecektir.
69. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri
ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek
suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük
ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında
adil bir denge kurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).
70. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen
kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası
olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından
sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada
gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden
ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T.
17/1/2008).
71. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden
arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi
arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz
uygulanması gerekir (Scordino/İtalya (no:1), B. No: 36813/97,
29/3/2006, § 258).
72. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre,
kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun
uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi
taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına
uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan
içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde
öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için
işletilebilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752,
15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava
tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi
talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar
kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 50).
73. Bununla beraber uzun süren kamulaştırma bedelinin tespiti
davalarında dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli, dava sonunda
faiz işletilmeden taşınmazı kamulaştırılan bireylere ödenerek bireylerin
almaları gereken bedelin enflasyon karşısında aşınmasına neden olunmaktadır.
Taşınmazı kamulaştırılan kişilere ödenen kamulaştırma bedelinin kişinin
uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığı olması
yanında ayrıca ödenen bedelin tespitiyle ödenmesi arasında geçen dönemde
gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması
gerekir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 59).
74. Bir eşyanın devir tarihindeki bedelinin daha sonra
ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeni ile paranın değerinde
oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin
tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da
bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek
haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, K.T. 10/2/2011).
75. Nitekim kanun koyucu bahsedilen husustaki yasal eksikliği
gidermek ve kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında davanın zamanında
sonuçlandırılamaması halinde yargılama sürecinde kamulaştırma bedelinin
enflasyon etkisiyle uğrayacağı değer kaybını telafi ederek benzer
mağduriyetlerin önlenmesi maksadıyla, 6459 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 2942
sayılı Kanun’un 10. maddesine ek fıkra ekleyerek “Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde
sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden
itibaren kanuni faiz işletilir.” hükmünü getirmiş ve zamanında
tamamlanamayan kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında ödemenin yapıldığı
tarihe kadar kamulaştırma bedeline faiz ödenmesi imkânını tanımıştır (B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 53).
76. Somut başvuruya konu kamulaştırma işleminde ise dava,
bahsedilen kanun hükmünün yürürlüğe giriş tarihinden önce sonuçlandığından
yasal faiz ödemesi yapılmamıştır. Bu durumda kamulaştırma sürecinde kamu
yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında makul bir
orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucunun orantısız ve aşırı bir
yüke maruz kalıp kalmadığının araştırılması gerekmektedir.
77. Başvuru konusu davada 25/5/2010 tarihli bedel tespiti
dava tarihine göre tespit edilen 28.171,38 TL kamulaştırma bedeli, iki aşamada
ödenmiştir. İlk aşamada acele kamulaştırma davasında Ermenek Asliye Hukuk
Mahkemesi tarafından 6/5/2009 tarihinde verilen kararla taşınmaza davacı idare
adına acele el konulmasına ve 4.803,16 TL’nin başvuruculara ödenmesine karar
verilmiştir. İkinci aşamada ise aynı Mahkemede görülen bedel tespiti ve tescil
davası sonunda 18/4/2012 tarihli kararla dava tarihine göre tespit edilen
28.171,38 TL kamulaştırma bedelinin, daha önce el atma kararı ile başvurucuya
ödenen kısmı mahsup edilerek kalan 23.368,22 TL’nin başvurucuya ödenmesine ve
taşınmazın davacı idare adına tesciline karar verilmiştir.
78. Bu durumda dava tarihi esas alınarak tespit edilen
kamulaştırma bedeli başvuruculara ilki dava tarihinden önce, diğeri ise dava
tarihinden 23 ay sonra olmak üzere iki aşamada ödenmiştir. Merkez Bankası
verilerine göre davanın açıldığı ve bedel tespitinde esas alınan Mayıs 2010 ile
ikinci ödemenin yapıldığı Nisan 2012 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen
artış % 16,29 olup, bu değer kaybının kamulaştırma
bedeline oranı %13,51’dir. Bahsedilen ikinci ödemenin değer kaybını telafi
edecek fark ise 3.807,00 TL’dir.
79. Yukarıdaki tespitler doğrultusunda, kamulaştırma
bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında
gözlemlenen değer kaybının kamulaştırma bedeline değer kaybını giderici faiz
veya enflasyon farkının eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Ödenmeyen enflasyon farkı, bireylerin mülkiyet hakkının korunması ile kamu
yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmakta ve Anayasa’da yer alan
ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucular üzerinde orantısız bir yük
oluşturarak başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.
80. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
kamulaştırma bedelinin tespiti davasında dava tarihine göre belirlenen
kamulaştırma bedelinin başvuruculara, ilki acele kamulaştırma davasında ve
bedel tespitine esas tarihten önce, ikincisi ise bedel tespitine esas tarihten
23 ay sonra olmak üzere iki aşamada ödendiği, bedel tespiti davası sonunda
ödenen bedele faiz işletilmediği, bu süre zarfında Merkez Bankası verilerine
göre enflasyonda meydana gelen artışın % 16,29 olduğu, bu değer kaybının toplam
kamulaştırma bedeline oranının ise %13,51 olduğu ve kamulaştırma bedelinde
bahsedilen değer kaybı oranı dikkate alındığında, başvurucuların üzerinde
idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde
orantısız bir yüke sebep olunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
81. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
82. Başvurucular, Mayıs 2010’da açılan bedel tespiti ve
tescil davasının 2942 sayılı Kanun’da öngörülen sürelerin çok üzerinde bir süre
sonunda Nisan 2013’te kesinleştiğini, bu nedenle makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
83. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
84. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
85. Taraflar için 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinde
kamulaştırma bedelinin tespiti davalarının sonuçlandırılması için öngörülen
süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup,
mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri
kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur. 2942 sayılı Kanun’un gereği
yapılması gereken duruşmalar ve duruşma aralıkları, bilirkişi raporlarının
beklenmesi ve tebligat işlemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sürelerin
aşılabileceği görülmektedir (Bkz., B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 47-48).
86. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, benzer
şekildeki düzenleyici sürelerin yargılama süresini kısaltma amacı taşıdığını
vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin
yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi
olmadığını belirterek davaların “makul süre”
içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama
süresinin bütününü ele almakta ve bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1.
fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Bkz., Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 42927/10,
12/3/2013).
87. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi
nezdinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescile ilişkin bir davanın
söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
88. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 3/5/2010 tarihidir.
89. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu
kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin,
başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 18. Hukuk
Dairesinin E.2013/3887, K.2013/6057 sayılı karar tarihi olan 11/4/2013 tarihi
olduğu anlaşılmaktadır.
90. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun bir adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin
tespiti ve tescil talebi olduğu, 3/5/2010 tarihinde açılan davanın yargılama
sürecinde Mahkemece keşif yapıldığı ve bilirkişi raporu alındığı, Mahkemenin
18/4/2012 tarihinde iki yıla yakın süre sonunda davanın esası hakkında karar
verdiği, temyiz incelemesinin yaklaşık 6 ayda tamamlandığı ve 6/11/2012
tarihinde karar verildiği, karar düzeltme isteminin 11/4/2013 tarihinde
reddedilmesiyle kararın kesinleştiği, yargılama sürecinin toplamda üç yıla
yakın bir zamanda tamamlandığı anlaşılmaktadır.
91. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya
konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle,
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama
faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren
6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve
Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 21).
92. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından,
makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlar verilmiş olup (B. No: 2012/1246, 6/7/2014, §§ 35-48), başvuruya konu davada
yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul
işlemlerinin niteliğine bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Somut
başvuruya konu yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında yaklaşık üç
yıllık yargılama sürecinde
mahkemeler nezdinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde makul olmayan
bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
93. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
94. Başvurucular, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma
bedelinin dava sonunda kendisilerine faizsiz ödenmesi
ve bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle maddi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
95. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak
şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
96. Başvuru konusu davada başvuruculara Ermenek Asliye Hukuk
Mahkemesi tarafından 6/5/2009 tarihinde verilen kararla 4.803,16 TL acele el
koyma bedeli ödenmiş, daha sonra aynı Mahkemede 25/5/2010 tarihinde açılan
bedel tespiti ve tescil davasında dava tarihine göre tespit edilen 28.171,38 TL
kamulaştırma bedelinin 18/4/2012 tarihli kararla daha önce el koyma kararı
sonrasında ödenen kısmı mahsup edilerek kalan 23.368,22 TL’si başvuruculara
ödenmiştir. Davanın açıldığı ve bedel tespitinde esas alınan Mayıs 2010 ile
ikinci ödemenin yapıldığı Nisan 2012 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen
artış % 16,29 olup, bu değer kaybının toplam
kamulaştırma bedeline oranı %13,51’dir. Meydana gelen bu değer kaybının başvurucular
üzerinde idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek
şekilde orantısız ve aşırı bir yük oluşturduğu anlaşıldığından, bahsedilen
maddi değer kaybını telafi edebilmek için başvuruculara müştereken net 3.807,00
TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
97. Başvurucular ayrıca, 2942 sayılı Kanunda yer alan
koşullara uyulmayarak bedelin olması gerekenden düşük tespit edildiğini ileri
sürerek maddi tazminat talebinde bulunmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal
ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından
ve başvurucuların bu iddiasıyla ilgili olarak mülkiyet haklarının ihlal
edilmediğine karar verildiğinden, başvurucuların diğer maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
98. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Delillerin yok edilmesine ve taşınmazın kullanımına yönelik şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mülkiyet hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvuruculara net 3.807,00 TL MADDİ TAZMİNATIN
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin
REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin
BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine,
22/1/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.