TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞENER BERÇİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5516)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 10/6/2015-29382
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır
YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Şener BERÇİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Kerami GÜRBÜZ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, sahibi olduğu aracın müsaderesine karar
verilmesi ve açtığı tazminat davasının süreaşımı yönünden reddedilmesi
nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet ve 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 18/7/2013 tarihinde Samsun 2. İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 9/1/2014 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014
tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 16/6/2014 tarihli görüş yazısı
24/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlık
görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 8/7/2014 tarihinde sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun sahibi olduğu araca kaçak duruma düştüğü
gerekçesi ile 29/5/2007 tarihinde el konulmuştur.
8. Başvurucu hakkında kaçakçılık ve sahtecilik suçlamasıyla
yapılan kovuşturmada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 27/4/2009 tarih ve S.
No: 2009/36 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Karar
gerekçesi şöyledir:
“Yurt dışından A. A. L. adındaki şahıs
tarafından bir süre kullanılıp yurt dışına çıkarılmak üzere Türkiyeye
getirilen 1988 model 250 d tipli mercedes marka
WDB1241251A557579 Şase numaralı aracın 11/07 /2001 tarihinde Kadıköy Trafik Mube Müdürlüğüne 34 NGT 63 plakaya B. O. adına kaydedildiği,bu aracın Bodrum noterliği tarafından
düzenlenen 07/08/2001 tarihli B.’nin A. B. adındaki
şahsa verdiği vekaletname gereğince A.’nın aracı Şener
BERÇİN’e sattığı, aracın 06 RGE 27 plakayı aldığı ve
aracın Şener’de 29/05/2007 tarihinde yakalandığı, B. O. hakkında Karşıyaka
Cumhuriyet Savcılığında herhangi bir soruşturmanın bulunmadığı, bu eylemin
müstakil bir eylem olduğu, şüpheli B. O. suç tarihinden önce Antalya Trafik
Şube Müdürlüğünde H. Y. adındaki şahsa kayıtlı 07 CSC 95 plakalı aracın kendi
adına kayıtlıymış gibi sahte ruhsatname, sahte Trafik Şube Müdürlüğünün sakınca
olmadığına dair yazısı ile aracı Kadıköy Trafik Şube Müdürlüğüne kaydettirdiği,
hemen akabinde A. B.’ye vekaletname vererek Şener BERÇİN’e sattırdığı, Şener’in de 14/08/2001 tarihinden beri
kullandığı, Şener BERÇİN’in A. B. aracılığıyla B. O.’dan aldığı aracın yasa dışı yollardan Türkiye’ye girdiği
konusunda bilgi sahibi olmadığı, kaçak olduğunu bildiği konusunda delil
bulunmadığı, A. B.’nin da B. O. adına kayıtlı aracı
Şener BERÇİN’e sattığı tarihten itibaren 5 yıllık
zamanaşımı süresinin geçtiği, B. O.’nuın sahtecilik
eylemleri, suç tarihi itibariyle özel belgede sahtecilik suçu olup, 5 yıllık
zamanaşımına tabi olduğu, keza kaçakçılık suçuda 5
yıllık zamanaşımına tabi olduğu, soruşturma kapsamından anlaşılmakla;
Şüpheli Şener BERÇİN hakkında satın alıp
kullandığı aracın kaçak olduğunu bildiği konusunda dava açmaya yeterli delil
elde edilemediği”
9. Aynı olay nedeniyle aracın müsadere edilmesi için açılan
davada, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi 27/10/2009 tarih ve E.2009/697,
K.2009/1131 sayılı kararı ile aracın müsaderesine karar vermiştir. Karar
gerekçesi şöyledir:
“…suça konu 1988 model, 250 D tipi
60291210075494 motor WDB 1241251A557579 şasi nolu
Mercedes marka otomobilin geçici olarak ülkeye getirildiği ve süresinde ülkeden
çıkarılmadığı için kaçak konumuna düştüğü, bu haldeki eşyanın tek başına
bulundurulmasının dahi yasak olup müsaderesi gerekeceği yolunda mahkememizde
vicdani kanaat oluşup, bunlara dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Nedenleri yukarıda açıklandığı üzere;
Suça konu ve kaçak olduğu anlaşılan 06 RGE 27
plakalı aracın 5607 Sayılı Kanunun 13/1. maddesinin yollaması ile 5237 Sayılı TCK'nun 54/1-4 maddesi gereğince MÜSADERESİNE,…”
10. Yargıtay 7. Dairesi 4/2/2013 tarih ve E.2012/854,
K.2013/4249 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
11. Aracın müsadere edilmesine ilişkin İlk derece Mahkeme
kararı 8/2/2010 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu, trafik kayıtlarına
güvenerek aldığı aracın kaçak çıkması sonrası müsadere edilmesi nedeniyle
uğradığı iddia edilen zararın tazmini istemiyle 26/3/2010 tarihinde İçişleri
Bakanlığına başvuruda bulunarak, tazminat talep etmiştir.
12. Başvurucu, talebinin idarece 10/5/2010 tarihli işlem ile
reddi üzerine 27/5/2010 tarihinde Ankara 9. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
13. Ankara 9. İdare Mahkemesi 20/6/2011 tarih ve E.2010/858,
K.2011/1385 sayılı kararı ile davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar
vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“Bilindiği üzere, öncesinde idari işlem
bulunan ve bu işlemin gereği olarak idare tarafından tesis edilen icra
faaliyetinden doğan zararlar nedeniyle açılacak tam yargı davalarında dava açma
süresi yukarıda aktarılan 2577 sayılı Kanunun 12. maddesi hükmü gereğince icra
tarihinden itibaren başlayacaktır.
Olayda, davacıya ait aracın geçici olarak
yurda getirildiği, süresinde yurt dışına çıkarılmadığı için kaçak konumuna
düştüğü ve sahte belgelere istinaden trafiğe tescil edildiğinin anlaşılması
üzerine söz konusu araca el konulduğu anlaşıldığından, el koyma tarihi olan
29.05.2007 tarihinden itibaren 60 günlük genel dava açma süresi içinde dava
açılması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra Ankara 1. Asliye Ceza
Mahkemesince verilen 27.10.2009 tarih ve E:2009/697, K:2009/1131 sayılı aracın
müsadere edilmesine dair karar uyarınca yapılan 26.03.2010 tarihli başvurunun
reddi üzerine 27.05.2010 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmaktadır.”
14. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Sekizinci Dairesi
6/2/2012 tarih ve E.2011/9038, K.2012/361 sayılı kararı ile ilk derece
mahkemesi kararını onamıştır.
15. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/4/2013 tarih ve E.2013/1754,
K.2013/2856 sayılı kararı ile reddedilmiştir
16. Karar, başvurucuya 18/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiş,
18/7/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 7. maddesi şöyledir:
“1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı
süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare
mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.
2. Bu süreler;
a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin
yapıldığı,
…
Tarihi izleyen günden başlar. “
18. 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi şöyledir:
“1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan
önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir
işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan,
idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan
idari dava açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse
istek reddedilmiş sayılır.
3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş
sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine
kadar geçmiş süre de hesaba katılır.”
19. 2577 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari
işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası
sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde
tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
20. 21/3/2007 tarih ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele
Kanunu’nun 9. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kaçak eşya, her türlü silâh, mühimmat,
patlayıcı ve uyuşturucu maddelerin bulunduğundan şüphe edilen her türlü kap,
ambalaj veya taşımaya yarayan diğer araçlar ile kişilerin üzerlerinde yapılacak
arama ve elkoymalar, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca yerine getirilir.”
21. 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili olarak
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır.”
22. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
128. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun
işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan
kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;
a) Taşınmazlara,
b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,
c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her
türlü hesaba,
d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her
türlü hak ve alacaklara,
e) Kıymetli evraka,
f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık
paylarına,
g) Kiralık kasa mevcutlarına,
h) Diğer malvarlığı değerlerine,
Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak,
alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin
zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi
yapılabilir.”
23. 5271 sayılı Kanun’un 256. maddesi şöyledir:
“(1) Müsadere kararı verilmesi gereken
hâllerde, kamu davası açılmamış veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber
bir karar verilmemişse; karar verilmesi için, Cumhuriyet savcısı veya katılan,
davayı görmeye yetkili mahkemeye başvurabilir.
(2) Kamu davası açılmış olup da iade edilmesi
gereken eşya veya malvarlığı değerleri ile ilgili olarak esasla birlikte bir
karar verilmemiş olması durumunda, mahkemece re'sen
veya ilgililerin istemi üzerine bunların iadesine karar verilir.”
24. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 54.
maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak
koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine
tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun
işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı
veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.
…
Üretimi, bulundurulması, kullanılması,
taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 22/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 18/7/2013 tarih ve 2013/5516 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, sahibi olduğu araca el konulması ve akabinde
müsaderesine karar verilmesi nedeniyle açtığı tazminat davasının süreaşımı
yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, idare mahkemesi nezdinde
açtığı davada, dava açma süresinin el konulma tarihi değil müsadere kararının
verildiği tarihten başlatılması gerektiği halde bu hususta derece
mahkemelerince yanlış niteleme yapıldığını, kanun yolu incelemesinde duruşma
talebinin karşılanmadığını ve kararların gerekçesiz olduğunu, davanın makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan
mülkiyet ve 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucu, trafik kayıtlarına
güvenerek aldığı aracın kaçak çıkması sonrası müsadere edilmesi nedeniyle
uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı
yönünden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş
ise de bu iddia zararın tazmini istemiyle açılan davanın esası hakkında
verilecek kararın sonucuna bağlı olduğundan, başvurucunun mülkiyet hakkının
ihlal edildiğine yönelik bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Diğer
taraftan somut başvuruda adil yargılanma hakkı; kanun yolu incelemesinde
kararların gerekçesiz olması ve duruşma yapılmaması, mahkemeye erişim hakkı ve
davanın makul sürede sonuçlandırılmaması alt başlıklarında
değerlendirilecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Danıştay Kararlarının Gerekçesiz Olduğu ve
Duruşma Yapılmadığı İddiası
28. Başvurucu, temyiz ve karar düzeltme talepleri üzerine
verilen Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
29. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 26).
30. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. García Ruiz/İspanya,
B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk
derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları
ile başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine
yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli
karar hakkının ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
31. Başvuru konusu olayda Danıştay, İlk Derece Mahkemesi
kararına atıf yaparak ve Mahkemenin gerekçesini aynen kabul ederek temyiz
talebini reddetmiş ve kararı onamış, karar düzeltme nedenleri bulunmadığı
gerekçesiyle de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Dolayısıyla
Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
32. Başvurucu bunun yanında temyiz dilekçesinde duruşma talep
etmesine karşın Danıştay tarafından duruşma yapılmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa’nın 141. maddesinde
düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın
açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak
yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada
keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme
araçlarından birisini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka
duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine
uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı
yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara
bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No: B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 107).
34. 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma”
başlıklı 17. maddesinde, temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların
istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu,
bunun yanında Danıştay veya bölge idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma
yapılmasına karar verebileceği düzenlenmiştir.
35. Bu bilgiler ışığında, yargılamanın evrak üzerinden
yapılacağı kurala bağlanan ve temyiz aşamasında duruşma yapılması talebe veya
Danıştay Dairesinin takdirine bağlı kılınan idari yargılama sürecinde, temyiz
dilekçesi ve buna karşı sunulan savunma dilekçesinin yazılı olarak alındıktan ve
dava dosyası bir bütün olarak incelendikten sonra karara bağlanan temyiz
yargılamasının salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.
36. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
37. Başvurucunun, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamaması
nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
c.
Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiği İddiası
38. Başvurucunun, açtığı davanın süre aşımı yönünden
reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği şikâyeti açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
39. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede
sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
41. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
42. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri
gereğince “kamu hukuku” alanına
dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler
üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da,
Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına
girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler,
başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali
talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın,
başvurucuya ait aracın kaçak olarak yurtiçinde bulunduğundan bahisle müsadere
edilmesi sonrasında İçişleri Bakanlığına yapılan tazminat talebinin reddi
üzerine açılan bir tam yargı davası olmasından dolayı medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 44).
43. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda
girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki
bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir Somut başvuru
açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde
nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucu tarafından müsadere
edilen aracın değerinin ödenmesi hususunu içeren talebini ilgili idareye
ilettiği 26/3/2010 tarihidir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 45).
44. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu
kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin,
başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay Onbeşinci Dairesinin E.2013/1754, K.2013/2856 sayılı karar
tarihi olan 18/4/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
45. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
başvurucu tarafından aracın müsadere edilmesi nedeniyle uğranılan zararın
tazmini talebinin 26/3/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığına iletildiği, anılan
başvurunun 10/5/2010 tarihinde reddi üzerine 27/5/2010 tarihinde Ankara 9.
İdare Mahkemesinde tazminat davası açıldığı, Mahkeme tarafından 20/6/2011 tarihinde
davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiği, kararın temyiz edilmesi sonrasında
Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/2/2012 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi
kararının onandığı, karar düzeltme talebinin de Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 18/4/2013 tarihli kararı ile reddedilerek, İlk Derece Mahkemesi
kararının kesinleştiği ve yargılamanın bu tarih itibarıyla sonlandığı
görülmektedir.
46. Somut olaya bakıldığında, idareye başvuru tarihinden
itibaren ilk derece yargılamasından geçen sürenin 1 yıl 2 ay 24 gün, kanun
yolunda geçen sürenin 1 yıl 9 ay 28 gün ve toplam yargılama süresinin 3 yıl 22
gün sürdüğü, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara
alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen 3 yıl 22
günlük yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın
karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine
dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
47. Yukarıda açıklanan nedenlerle, başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu
uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle
geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmakla, Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b.
Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiği İddiası
48. Başvurucu, sahibi olduğu araca el konulması ve akabinde
müsaderesine karar verilmesi nedeniyle açtığı tazminat davasının süreaşımı
nedeniyle reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, idare mahkemesinde açtığı
davada, dava açma süresinin el konulma tarihi değil, müsadere kararının
verildiği tarihten başlatılması gerektiği halde bu hususta derece mahkemelerince
yanlış niteleme yapıldığını ileri sürmüştür.
49. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
50. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri
ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet,
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki
haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
51. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
52. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir. (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun
üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte
ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir
sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık,
pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu
sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların
mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar
verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, §
34).
53. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (E.2013/64,
K.2013/142, K.T. 28/11/2013).
54. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak
olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek
sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir
amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir
davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir
hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği
düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava
açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek
seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
55. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da
imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da
kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
56. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak
arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler
hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle
güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak
geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle
oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi
önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu
müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru
amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama
hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
57. Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal
birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da,
mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl
edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen
usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı
gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa,
B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
58. Başvuruya konu somut olayda, başvurucunun sahibi olduğu
otomobile, geçici olarak yurda getirildiği, süresinde yurt dışına çıkarılmadığı
için kaçak konumuna düştüğü ve sahte belgelere istinaden trafiğe tescil
edildiği gerekçesi ile 29/5/2007 tarihinde el konulmuş, Ankara 1. Asliye Ceza
Mahkemesi'nin 27/10/2009 tarihli kararı ile otomobilin müsaderesine karar
verilmiştir. Başvurucu aracının müsadere edilmesi nedeniyle uğradığını ileri
sürdüğü zararının tazmini istemiyle 26/3/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığına
başvuruda bulunarak, oluşan zararının tazmin edilmesini talep etmiş, bu talebin
reddi üzerine 27/5/2010 tarihinde Ankara 9. İdare Mahkemesinde tam yargı davası
açmıştır. Ankara 9. İdare Mahkemesi, uyuşmazlığın çözümünde 2577 sayılı
Kanun’un 12. maddesinin uygulanması gerektiğini ifade ettikten sonra el koyma
tarihinden itibaren altmış günlük genel dava açma süresi içinde dava açılmadığı
gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiş ve kanun yolu
incelemelerinde geçen bu karar kesinleşmiştir.
59. 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile idari uyuşmazlıklarda
dava açma süresinin yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden
başlayacağı hükme bağlanmıştır.
60. Aynı Kanun’un 11. maddesinde ise, ilgililer tarafından
idari dava açılmadan önce idari işlemin kaldırılması, geri alınması,
değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa
işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu
başvurunun idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap
verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya
reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı
ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükme
bağlandıktan sonra 12. maddesinde de, ilgililerin haklarını ihlal eden bir
idari işlem dolayısıyla Danıştaya, idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması
halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan
zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası
açabilecekleri, bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma
haklarının saklı olduğu kuralına yer verilmiştir (B. No: 20123/6833, 3/4/2014,
§ 48).
61. 5607 sayılı Kanun’un 9 ve 13. maddelerinde, kaçak
eşyaların el konulmasına ilişkin olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
hükümlerinin ve müsaderesine ilişkin olarak da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş olup, 5271 sayılı Kanun’un 128.
maddesinde suçun işlendiğine veya suçtan elde edildiğine dair somut delillere
dayanan kuvvetli şüphe hallerinde araca el konulabileceği düzenlenmiş, 5237
sayılı Kanun’un 54. maddesinde ise iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak
koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine
tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyalar ile üretimi, bulundurulması,
kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyaların müsaderesine
karar verileceği kural altına alınmıştır.
62. Bu duruma göre dava konusu olayda kuvvetli suç şüphesi
nedeniyle başvurucunun aracına el konulmuş ve açılan müsadere davasının
sonucunda araç geçici olarak ülkeye getirilmesine karşın 5607 sayılı Kanun’a
aykırı bir şekilde süresi içinde ülkeden çıkarılmayarak kaçak durumuna
düştüğünden bahisle müsadere edilmesine karar verilmiştir.
63. Görüldüğü üzere başvurucu üzerine kayıtlı aracın kaçak
olduğuna dair kuvvetli şüphe nedeniyle yapılan el koyma, bir idari işlem
niteliğinde olmakla birlikte bu idari işlemin başvurucunun zararına doğrudan
yol açmayacağı, yapılan tahkikatın ardından açılan dava sonucunda aracın kaçak
olduğunun mahkeme kararı ile sabit olması durumunda zararın ortaya çıkacağı,
aksi durumda ise aracın müsadere edilmemek suretiyle başvurucuya iade edileceği
ve bu durumda da ortada bir zarardan bahsedilemeyeceği açıktır.
64. AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları
birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise, mahkemeye erişim hakkı
kapsamında bireylerin dava açma haklarını engelleyecek şekilde katı bir yoruma
tabi tutulmaması veya söz konusu koşulların katı bir biçimde uygulanmaması
gerektiğini ifade etmiştir (Bkz. Beles/Çek Cumhuriyeti,
B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51; Tricard/Fransa, B. No: 40472/98, 10/7/2001, § 33).
65. Anayasa Mahkemesi bir temyiz incelemesi yapmamakla
birlikte, adil yargılanma hakkı çerçevesinde mahkemeye erişim hakkına yönelik
sınırlamaların veya mevzuat yorumlamalarının dava açmak isteyen bir kişinin
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği
açıktır. Bu yönden başvuru konusu olaya bakıldığında; başvurucunun aracının
müsadere edilmesiyle ortaya çıkan zararın tazmini istemiyle açılan dava
hakkında, dava açma süresinin el koyma işlemi ile başlayacağına dair ilk derece
mahkemesinin kararı 2577 sayılı Kanun’un 12. maddesinin oldukça katı bir
şekilde yorumlanması neticesinde ortaya çıkmış olup, zararın tam ve kesin
olarak oluştuğu tarihten daha önceki bir tarih esas alınarak dava açma
süresinin belirlenmesi neticesinde başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
66. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun
50. Maddesi Yönünden
67. Başvurucu, aracının müsaderesi nedeniyle uğradığını ileri
sürdüğü maddi ve manevi zararların tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
68. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun haklarının
ihlal edildiğinin tespiti halinde, daha önce verilen kararlar doğrultusunda
hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olabileceğini
bildirmiştir.
69. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
70. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, mahkemeye
erişim hakkı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş
olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak
üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından aracın müsadere edilmesi nedeniyle
uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini talebinde bulunulmuş olup, mevcut
başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş ve yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmiş olduğundan, bu aşamada tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Danıştay kararlarının gerekçesiz olması ve duruşma
yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun
olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
5. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE
B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye
GÖNDERİLMESİNE,
C. Başvurucunun tazminat taleplerinin
REDDİNE,
D. 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben
başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
22/1/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.