TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞAHİN GÜZEL VE BÜLENT GÜZEL
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/496)
|
|
Karar Tarihi: 3/4/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucular
|
:
|
Şahin GÜZEL
|
|
|
Bülent GÜZEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Yüksel ILGIN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresi dolmasına rağmen
tahliye edilmediklerini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal
edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep
etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucular
tarafından 7/1/2013 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 6/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde
yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte
yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet
Bakanlığı, görüşünü 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 29/7/2013 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi
içinde Anayasa Mahkemesine sunmamışlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile
Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Şahin Güzel
6/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 10/2/2007 tarihinde, Bülent Güzel
20/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 21/2/2007 tarihinde tutuklanmıştır.
9. Başvurucuların, İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2010 tarih ve E.2007/139, K.2010/81 sayılı ilamıyla
“uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti
yapmak veya sağlamak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak”
suçlarından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi ile 58. maddesinin
(7), (8), (9) numaralı, 63., 188. maddesinin (3), (4), (5) numaralı ve 220.
maddesinin (2) ila (4) numaralı fıkraları uyarınca hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10. İstanbul 12. Ağır Ceza
Mahkemesinin 24/2/2010 tarihli kararı, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 15/4/2011
tarih ve E.2010/52594, K.2011/3970 sayılı ilamıyla bozulmuştur.
11. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
15/4/2011 tarihli bozma kararı üzerine İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde
devam olunan yargılama sırasında başvurucular 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 102. maddesinde belirtilen beş yıllık azami tutukluluk süresini
doldurduklarını belirterek tahliye edilmelerini ve haklarında adli kontrol
hükümlerinin uygulanmasını talep etmişler, ancak Mahkeme talepleri 3/10/2012
tarihli duruşmada reddetmiştir.
12. Başvurucular, İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesinin 3/10/2012 tarihli kararına itiraz etmişler, itiraz
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/11/2012 tarih ve 2012/816 Değişik İş
sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar 12/12/2012 tarihinde başvuruculara
tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
13. Yargılanmasına devam olunan
başvurucuların, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2013 tarihli beşinci
celsesinde “… daha önce haklarında suç
örgütü marifetiyle uyuşturucu ticareti yapmak ve uyuşturucu ticareti yapmak
suçlarından tutuklama müzekkeresi çıkarıldığı, ancak suç örgütü üyesi olmakla
ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşıldığından sanıkların suç
örgütü üyesi olmak suçundan da tutuklanmalarına” karar verilmiştir.
14. UYAP üzerinden edinilen
bilgiye göre, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/5/2013 tarih ve E.2011/119,
K.2013/115 sayılı kararıyla başvurucuların ayrı ayrı 26 sene 11 ay hapis cezası
ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
15. Başvurucular hakkındaki dava
temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
16. 5271 sayılı Kanun’un 8. ve
9. maddeleri şöyledir:
“Bağlantı kavramı
Madde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya
bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var
sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç
delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç
sayılır.
Davaların birleştirilerek açılması
Madde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik
mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle
yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
17. Aynı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde,
tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi
gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
18. Kanun’un 104. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
19. Anılan Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri ile son cümlesi
şöyledir:
“Tazminat istemi
Madde 141 – (1)
Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
20. Anılan Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 3/4/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/1/2013 tarih ve 2013/496
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucular, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresi dolmasına rağmen
tahliye edilmediklerini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal
edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
23. Adalet Bakanlığı görüşünde,
5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ila (d)
bentleri uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia eden kişinin tazminat
talep etme hakkına sahip olduğunu, anılan Kanun’un 142. maddesine göre bu
başvurunun kararın veya hükmün kesinleşmesinden sonra üç ay içinde yapılması
gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de (AİHM) Demir/Türkiye ve Balca/Türkiye kararlarında, yukarıda
bahsedilen Kanun’daki tazminat düzenlemesini öncelikle başvurulması gereken
etkin bir iç hukuk yolu olarak değerlendirdiğini, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
4/4/2012 tarih ve E.2011/15700, K.2012/9187 ile 15/5/2012 tarih ve E.2011/20114,
K.2012/12183 sayılı kararlarında, 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddeleri
ile ilgili olarak bazı durumlarda tazminat talebinin incelenebilmesi için
davanın esasıyla ilgili karar verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı yönünde
karar verildiğini, belirtilen mevzuat hükümleri, AİHM içtihatları ve Yargıtay
kararlarına göre, öncelikle başvurulması gereken bir yol bulunmasına rağmen,
başvurucunun dilekçesinde belirtilen kanun hükümleri doğrultusunda tazminat
talebinde bulunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığını, bu nedenle
başvurucunun tutukluluk süresinin uzun olduğu ve Kanun’da düzenlenen azami
tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tutukluluğunun devam ettiğine ilişkin
şikâyetleri ile ilgili başvuru yollarının tüketilmediğini belirtmiştir.
24. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine
sunmamışlardır.
25. Başvurucular, Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmış olduğunun tespitiyle tahliyelerine
karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmektedirler. 5271 sayılı
Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan
bakıldığında, başvurucuların şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği
görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların
giderilmesini teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit
edilse dahi kişiye serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır. Anayasa
Mahkemesi birçok kararında bireysel başvurunun esastan incelenmesinden önce
tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu yola gitmesinin somut talebi
açısından etkili sayılamayacağına ve dolayısıyla tüketilmesi gerekmediğine
hükmetmiştir (Benzer birçok karar yanında bkz: B. No:
2012/239, 2/7/2013, § 33). Mevcut başvuru açısından bu kararlardan dönmeyi
gerektiren bir husus bulunmamaktadır. Bu nedenle Adalet Bakanlığının,
başvurucuların tutukluluk nedeniyle tazminat davası açmadığı ve başvuru
yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez.
26. Açıkça dayanaktan yoksun
olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
27. Başvurucular, tutukluluk
süresinin Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuki olmadığını
ileri sürmüşlerdir.
28. Adalet Bakanlığı görüşünde;
Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin birçok kararında, bir kişi hakkında verilen
mahkûmiyet kararı ile birlikte suç isnadına bağlı olarak tutulma durumunun sona
erdiğini, temyiz aşamasında geçen sürelerin toplam tutukluluk süresinin
hesabında dikkate alınmaması gerektiğini, dolayısıyla Kanun’da belirtilen azami
sürenin aşıldığı yönündeki iddiaların değerlendirmesinde bu hususun Anayasa
Mahkemesince dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.
29. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine
sunmamışlardır.
30. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya
tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike
teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri
veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı
için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine
getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da
hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin
yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.”
31. Başvurucuların kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
32. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve
şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin
özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi
kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu
olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
33. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı
13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
34. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde
özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19.
maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda
gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup
bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise
hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli
ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa
Mahkemesince incelenmesi gerekir.
35. Tutuklamaya ilişkin hükümler
5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye
göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir.
Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 45).
36. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
37. Somut olayda başvuruculardan
Şahin Güzel 6/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 10/2/2007 tarihinde, Bülent
Güzel 20/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 21/2/2007 tarihinde tutuklanmış
olup 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk
için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla tahliye talebinde
bulunmuşlardır. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın 2/4/2013
tarihli beşinci celsesinde başvurucular hakkındaki diğer tutuklama
müzekkereleri infazdan kaldırılarak, daha önce tutuklama müzekkeresi
çıkarılmayan suç örgütü üyesi olmak fiilinden tutuklanmalarına karar
verilmiştir.
38. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunması
halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel
başvuruda incelenmesi gerekir.
39. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Buna göre, kişi hakkında birden fazla suça
ilişkin aynı dosya kapsamındaki yargılamada tutukluluk süresinin her bir suç
için ayrı ayrı değil, soruşturma ve kovuşturmanın tamamı açısından sonuç
doğuracağı anlaşılmaktadır (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 37).
40. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni
tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki
yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve
öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden
fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı
hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez
bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale
gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre
boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 53).
41. Tutukluluk süresinin
hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin
dikkate alınması gerektiği, zira yargılanmakta olduğu davada ilk derece
mahkemesi kararıyla mahkûm edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıktığı ve tutmanın
nedeninin “ilk derece mahkemesince verilen
hükme bağlı olarak tutma” haline dönüştüğü Anayasa Mahkemesince
verilen birçok kararda belirtilmiştir (Diğerleri yanında bkz. B. No: 2013/1303,
21/11/2013, § 42). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk
süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulmaz. Ancak bozma kararı
sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk
derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır.
42. Somut olayda başvuruculardan
Şahin Güzel’in 6/2/2007 ve Bülent Güzel’in 20/2/2007 tarihinde gözaltına
alınması ile ilk derece mahkemesinin 24/2/2010 tarihli kararı arasında Şahin
Güzel 3 yıl 18 gün, Bülent Güzel ise 3 yıl 4 gün “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur.
43. Başvurucular, Mahkemenin
mahkûmiyet kararını temyiz etmişlerdir. İlk derece mahkemesinin 24/2/2010
tarihli kararı, Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde
15/4/2011 tarihinde bozulmuştur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın bozma kararı tarihi arasında geçen sürede
başvurucular, “ilk derece mahkemesince
verilen hükme bağlı olarak” tutulmuşlardır.
44. Yargıtayın bozma kararı üzerine
yargılanmasına devam olunan başvurucuların İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin
9/5/2013 tarihli kararıyla ayrı ayrı 26 yıl 11 ay hapis cezası ile
cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Yargıtayın
bozma karar tarihi ile derece mahkemesinin karar tarihi arasında başvurucular
yeniden “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutulmaya devam edilmişlerdir. Dolayısıyla Yargıtay aşamasında “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak”
tutuldukları süre düşüldükten sonra başvuruculardan Şahin Güzel 5 yıl 1 ay 13
gün, Bülent Güzel ise 5 yıl 29 gün “bir suç
isnadına bağlı olarak” tutulmuştur. Buna göre, derece mahkemesinin
9/5/2013 tarihli kararı itibarıyla her iki başvurucu yönünden de Kanun’da
belirtilen azami tutukluluk süresi aşılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas
inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
47. Başvuruda Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular
hakkında derece mahkemesince mahkûmiyet kararı verilmekle tutukluluk hali sona
ermiştir. Bu durumda, ihlalin tespiti dışında sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
48. Başvurucular
maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
49. Başvurucular, uğradıklarını
iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir
belge sunmamışlardır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için,
başvurucuların uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi
arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge
sunmayan başvurucuların maddi tazminat talepleri reddedilmelidir.
50. Özgürlük
ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi
edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında somut olayın özelliklerini
dikkate alarak başvuruculara 5.000,00’er TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
51. Başvurucular tarafından
yapılan toplam 396,70 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.896,70 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara 5.000,00’er TL manevi tazminat ÖDENMESİNE
ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan toplam 396,70 TL harç ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.896,70 TL yargılama giderinin
BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına,
3/4/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.