TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ŞAHİN GÜZEL VE BÜLENT GÜZEL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/496)
Karar Tarihi: 3/4/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Celal Mümtaz AKINCI
M. Emin KUZ
Raportör
Serhat ALTINKÖK
Başvurucular
Şahin GÜZEL
Bülent GÜZEL
Vekili
Av. Yüksel ILGIN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresi dolmasına rağmen tahliye edilmediklerini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucular tarafından 7/1/2013 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 6/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 29/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Şahin Güzel 6/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 10/2/2007 tarihinde, Bülent Güzel 20/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 21/2/2007 tarihinde tutuklanmıştır.
9. Başvurucuların, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2010 tarih ve E.2007/139, K.2010/81 sayılı ilamıyla “uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapmak veya sağlamak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak” suçlarından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi ile 58. maddesinin (7), (8), (9) numaralı, 63., 188. maddesinin (3), (4), (5) numaralı ve 220. maddesinin (2) ila (4) numaralı fıkraları uyarınca hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2010 tarihli kararı, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 15/4/2011 tarih ve E.2010/52594, K.2011/3970 sayılı ilamıyla bozulmuştur.
11. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 15/4/2011 tarihli bozma kararı üzerine İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde devam olunan yargılama sırasında başvurucular 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinde belirtilen beş yıllık azami tutukluluk süresini doldurduklarını belirterek tahliye edilmelerini ve haklarında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasını talep etmişler, ancak Mahkeme talepleri 3/10/2012 tarihli duruşmada reddetmiştir.
12. Başvurucular, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/10/2012 tarihli kararına itiraz etmişler, itiraz İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/11/2012 tarih ve 2012/816 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar 12/12/2012 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
13. Yargılanmasına devam olunan başvurucuların, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2013 tarihli beşinci celsesinde “… daha önce haklarında suç örgütü marifetiyle uyuşturucu ticareti yapmak ve uyuşturucu ticareti yapmak suçlarından tutuklama müzekkeresi çıkarıldığı, ancak suç örgütü üyesi olmakla ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşıldığından sanıkların suç örgütü üyesi olmak suçundan da tutuklanmalarına” karar verilmiştir.
14. UYAP üzerinden edinilen bilgiye göre, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/5/2013 tarih ve E.2011/119, K.2013/115 sayılı kararıyla başvurucuların ayrı ayrı 26 sene 11 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
15. Başvurucular hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili Hukuk
16. 5271 sayılı Kanun’un 8. ve 9. maddeleri şöyledir:
“Bağlantı kavramı
Madde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır.
Davaların birleştirilerek açılması
Madde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.”
17. Aynı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
18. Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
19. Anılan Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentleri ile son cümlesi şöyledir:
“Tazminat istemi
Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
20. Anılan Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 3/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/1/2013 tarih ve 2013/496 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucular, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresi dolmasına rağmen tahliye edilmediklerini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Adalet Bakanlığı görüşünde, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ila (d) bentleri uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia eden kişinin tazminat talep etme hakkına sahip olduğunu, anılan Kanun’un 142. maddesine göre bu başvurunun kararın veya hükmün kesinleşmesinden sonra üç ay içinde yapılması gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de (AİHM) Demir/Türkiye ve Balca/Türkiye kararlarında, yukarıda bahsedilen Kanun’daki tazminat düzenlemesini öncelikle başvurulması gereken etkin bir iç hukuk yolu olarak değerlendirdiğini, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/4/2012 tarih ve E.2011/15700, K.2012/9187 ile 15/5/2012 tarih ve E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararlarında, 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddeleri ile ilgili olarak bazı durumlarda tazminat talebinin incelenebilmesi için davanın esasıyla ilgili karar verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı yönünde karar verildiğini, belirtilen mevzuat hükümleri, AİHM içtihatları ve Yargıtay kararlarına göre, öncelikle başvurulması gereken bir yol bulunmasına rağmen, başvurucunun dilekçesinde belirtilen kanun hükümleri doğrultusunda tazminat talebinde bulunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığını, bu nedenle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun olduğu ve Kanun’da düzenlenen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tutukluluğunun devam ettiğine ilişkin şikâyetleri ile ilgili başvuru yollarının tüketilmediğini belirtmiştir.
24. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamışlardır.
25. Başvurucular, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmış olduğunun tespitiyle tahliyelerine karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmektedirler. 5271 sayılı Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında, başvurucuların şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların giderilmesini teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında bireysel başvurunun esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu yola gitmesinin somut talebi açısından etkili sayılamayacağına ve dolayısıyla tüketilmesi gerekmediğine hükmetmiştir (Benzer birçok karar yanında bkz: B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 33). Mevcut başvuru açısından bu kararlardan dönmeyi gerektiren bir husus bulunmamaktadır. Bu nedenle Adalet Bakanlığının, başvurucuların tutukluluk nedeniyle tazminat davası açmadığı ve başvuru yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez.
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
27. Başvurucular, tutukluluk süresinin Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuki olmadığını ileri sürmüşlerdir.
28. Adalet Bakanlığı görüşünde; Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin birçok kararında, bir kişi hakkında verilen mahkûmiyet kararı ile birlikte suç isnadına bağlı olarak tutulma durumunun sona erdiğini, temyiz aşamasında geçen sürelerin toplam tutukluluk süresinin hesabında dikkate alınmaması gerektiğini, dolayısıyla Kanun’da belirtilen azami sürenin aşıldığı yönündeki iddiaların değerlendirmesinde bu hususun Anayasa Mahkemesince dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.
29. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamışlardır.
30. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
31. Başvurucuların kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
32. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
33. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
34. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
35. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 45).
36. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
37. Somut olayda başvuruculardan Şahin Güzel 6/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 10/2/2007 tarihinde, Bülent Güzel 20/2/2007 tarihinde gözaltına alınarak 21/2/2007 tarihinde tutuklanmış olup 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla tahliye talebinde bulunmuşlardır. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın 2/4/2013 tarihli beşinci celsesinde başvurucular hakkındaki diğer tutuklama müzekkereleri infazdan kaldırılarak, daha önce tutuklama müzekkeresi çıkarılmayan suç örgütü üyesi olmak fiilinden tutuklanmalarına karar verilmiştir.
38. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunması halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
39. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Buna göre, kişi hakkında birden fazla suça ilişkin aynı dosya kapsamındaki yargılamada tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı değil, soruşturma ve kovuşturmanın tamamı açısından sonuç doğuracağı anlaşılmaktadır (B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 37).
40. 5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
41. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerektiği, zira yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıktığı ve tutmanın nedeninin “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma” haline dönüştüğü Anayasa Mahkemesince verilen birçok kararda belirtilmiştir (Diğerleri yanında bkz. B. No: 2013/1303, 21/11/2013, § 42). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulmaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır.
42. Somut olayda başvuruculardan Şahin Güzel’in 6/2/2007 ve Bülent Güzel’in 20/2/2007 tarihinde gözaltına alınması ile ilk derece mahkemesinin 24/2/2010 tarihli kararı arasında Şahin Güzel 3 yıl 18 gün, Bülent Güzel ise 3 yıl 4 gün “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur.
43. Başvurucular, Mahkemenin mahkûmiyet kararını temyiz etmişlerdir. İlk derece mahkemesinin 24/2/2010 tarihli kararı, Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 15/4/2011 tarihinde bozulmuştur. İlk derece mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın bozma kararı tarihi arasında geçen sürede başvurucular, “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuşlardır.
44. Yargıtayın bozma kararı üzerine yargılanmasına devam olunan başvurucuların İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/5/2013 tarihli kararıyla ayrı ayrı 26 yıl 11 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Yargıtayın bozma karar tarihi ile derece mahkemesinin karar tarihi arasında başvurucular yeniden “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya devam edilmişlerdir. Dolayısıyla Yargıtay aşamasında “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutuldukları süre düşüldükten sonra başvuruculardan Şahin Güzel 5 yıl 1 ay 13 gün, Bülent Güzel ise 5 yıl 29 gün “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur. Buna göre, derece mahkemesinin 9/5/2013 tarihli kararı itibarıyla her iki başvurucu yönünden de Kanun’da belirtilen azami tutukluluk süresi aşılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
47. Başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular hakkında derece mahkemesince mahkûmiyet kararı verilmekle tutukluluk hali sona ermiştir. Bu durumda, ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
48. Başvurucular maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
49. Başvurucular, uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamışlardır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için, başvurucuların uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucuların maddi tazminat talepleri reddedilmelidir.
50. Özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında somut olayın özelliklerini dikkate alarak başvuruculara 5.000,00’er TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
51. Başvurucular tarafından yapılan toplam 396,70 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.896,70 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara 5.000,00’er TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan toplam 396,70 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.896,70 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
3/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.