logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Erler Yapı Malzeme A.Ş. [2.B.], B. No: 2013/5019, 7/1/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERLER YAPI MALZEME A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5019)

 

Karar Tarihi: 7/1/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

Erler Yapı Malzeme A.Ş.

Vekili

:

Av. Rıza Hakan BAŞSORGUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru 15/1/2004 tarihinde Ankara 8. Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit ve alacak davası ile aynı tarihte açılan ve ilk davayla birleşen maddi ve manevi tazminat istemli davada makul sürede yargılama yapılmadığı, davaların bilirkişi ücretinin verilen kesin süre içinde yatırılmaması nedeniyle reddedildiği, tanık ve yemin delillerinin kullanılması hakkı verilmediği, delillerin değerlendirilmesinde keyfî davranılarak yerleşik içtihatlara ve kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak karar tesis edilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/1/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 15/1/2004 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı menfi tespit ve alacak davasında, davalı taraf ile 23/5/2002 tarihinde akdettikleri eser sözleşmesinden doğan sorumlulukların davalı tarafça yerine getirilmemesi nedeniyle uğradığı zararların giderilmesini talep etmiş; dava, Mahkemenin E.2004/77 sayısına kaydedilmiştir.

9. Başvurucu açtığı davaya ilişkin Mahkemeye sunduğu dava dilekçesinde iddialarına dayanak olarak hukuki deliller başlığı altındaTTK,BK,HUMK ve ilgili mevzuat” ifadelerine ve maddi deliller başlığı altında ise “İcra dosyaları, dava dosyaları, sözleşme, ihtarnameler, tarafların ticari defterleri, faturalar, Teknik üniversiteden alınan raporlar, şahit, bilirkişi incelemesi ve her türlü yasal deliller.” ifadelerine yer vermiştir.

10. Başvurucu, bu dava ile birlikte aynı tarihte Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde bir kısım başka davalılar aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmış; diğer davadaki iddialarını tekrar edip ilaveten kendisi aleyhine anlaşmalı alacaklılar vasıtasıyla icra takibi yapıldığını, bunun sonucunda banka hesaplarına haciz konulduğunu oysa yapılan icra takiplerinin haksız ve temelsiz olduğunu ileri sürmüş; lehine tazminata hükmedilmesini talep etmiş; dava, Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/50 sayısına kaydedilmiştir.

11. Yargılamanın ilerleyen aşamalarında Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmekte olan E.2004/50 sayılı dava dosyası, Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/77 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş; böylece yargılamaya devam olunmuştur.

12. Yargılama sürerken başvurucu 5/7/2004 havale tarihli dilekçesi ile Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesine (Mahkeme) on iki başlıktan oluşan bir delil listesi sunmuştur. Listenin on birinci maddesinin başlığı “11-Tanık –İsim ve adresleri bilahare bildirilecektir.” şeklindedir.

13. Davanın ilerleyen aşamalarında alınan bilirkişi raporu ve ek rapor, bankalar ile yapılan yazışmalar ve başvurucunun sunduğu belgeler üzerine iddia ve cevapların değerlendirilmesi amacıyla Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 6/10/2010 tarihli ara kararı ile yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiş, bilirkişi heyetinin kimlerden oluşacağını ve ücretlerini belirlemiş, bilirkişi ücretlerinin yatırılması için başvurucuya on günlük süre vermiştir.

14. Bir sonraki 26/1/2011 tarihli oturumda başvurucunun bilirkişi ücretini yatırmamış olması nedeniyle dosyanın bilirkişiye tevdi edilemediği görülmüş, Mahkemece başvurucuya bilirkişi ücretinin yatırılması amacıyla otuz gün kesin süre verilmiş, bu süre içinde ücret yatırılmadığı takdirde bilirkişi incelemesi yaptırmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu kendisine hatırlatılmıştır.

15. Ancak başvurucu, bilirkişi ücretini verilen kesin süre geçtikten sonra 7/3/2011 tarihinde yatırmış; bu gecikmeden dolayı dosya, Mahkemece bilirkişiye tevdi edilmemiştir.

16. Yargılama sonunda Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 23/3/2011 tarihli ve E.2004/77, K.2011/164 sayılı kararında “… Mahkemece yapılan inceleme ve tüm dosya kapsamına göre … taraflar arasında ödemeler konusunda çekişme bulunduğu, davalı yüklenici tarafça yapılan işin miktarı, davacı iş sahibi tarafından da yapılan ödemelerin miktarı kanıtlandıktan sonra tarafların borç ve alacak durumlarının değerlendirilebileceği, alınan ilk raporda da bu durumun belirtildiği, ilk rapordan sonra çekler ile ilgili yapılan yazışmalar sonrasında iddianın kanıtlanması ve yazışma yanıtları ve belgelerin değerlendirilmesi için yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği, bu hususta ara kararı oluşturulduğu, verilen kesin süre içerisinde bilirkişi ücreti yatırılmadığından kanıtlanamayan asıl davanın reddine,…” gerekçesiyle birleşen davalardan asıl dava olan menfi tespit ve alacak davasını reddetmiştir.

17. Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 21/5/2012 tarihli ve E.2011/6017, K.2012/3679 sayılı ilamı ile onanmış; aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 17/4/2013 tarihli ve E.2012/6232, K.2013/2685 sayılı ilam ile reddedilmiştir.

18. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam, başvurucuya 7/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 8/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

20. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."

21. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 163. maddesi şöyledir:

“Kanunun tayin ettiği müddetler katidir. Bu müddetlerde yapılması lazım olan muamele yapılmazsa o hak sakıt olur. Hakim tayin ettiği müddetin kati olduğuna da karar verebilir. Aksi takdirde tayin olunan müddeti geçirmiş olan taraf yenisini istiyebilir. Bu suretle verilecek müddet katidir. Bir daha verilemez.”

22. 6100 sayılı Kanun’un “Kesin süre” kenar başlıklı 94. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

“(2) Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Aksi hâlde, belirlenen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir. Bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez.

(3) Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.”

23. 1086 sayılı mülga Kanun’un 414. maddesi şöyledir:

 “İki taraftan her biri istimaını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen taraf talebinden sarfınazar etmiş addolunur.”

24. 6100 sayılı Kanun’un “Delil ikamesi için avans” kenar başlıklı 324. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.

(2) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.”

25. 1086 sayılı mülga Kanun’un 179. maddesi şöyledir:

 “Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:

 

3. Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ve delillerinin nelerden ibaret olduğu, …”

26. 6100 sayılı Kanun’un “Dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı 119. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:

 

 f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 7/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu; 15/1/2004 tarihinde Ankara 8. Ticaret Mahkemesinde açtığı menfi tespit ve alacak davası ile aynı tarihte açtığı ve ilk davayla birleşen maddi ve manevi tazminat istemli davada makul sürede yargılama yapılmadığını, dava dosyasında başkaca deliller bulunmasına rağmen verilen kesin sürede bilirkişi ücretini yatırmaması nedeniyle bilirkişiye dosyanın tevdi edilemediğini oysa bilirkişi ücretini kesin süre geçtikten sonra ancak bir sonraki celse tarihinden önce yatırdığını buna karşın Mahkemece bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçtiği kabulü üzerinden davanın reddine hükmedildiğini, yine Mahkemece tanık ve yemin delillerinin kullanılmasına fırsat verilmediğini, delillerin değerlendirilmesinde keyfî davranılarak yerleşik içtihatlara ve kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak karar tesisinin gerekçeli olmadığını belirtmiş; adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve makul sürede yargılama yapılmadığı için tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Delillerin Değerlendirilmesinde Keyfî Davranıldığına ilişkin İddia

29. Başvurucu; Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı menfi tespit ve alacak davası ile aynı tarihte açtığı ve ilk davayla birleşen maddi ve manevi tazminat istemli davada, dava dosyasında başkaca deliller bulunmasına rağmen verilen kesin sürede bilirkişi ücretini yatırmaması nedeniyle bilirkişiye dosyanın tevdi edilemediğini oysa bilirkişi ücretini kesin süre geçtikten sonra ancak bir sonraki celse tarihinden önce yatırdığını ancak Mahkemece bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçtiği kabulü üzerinden davanın reddine hükmedildiğini, delillerin değerlendirilmesinde keyfî davranılarak yerleşik içtihatlara ve kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak karar tesisinin gerekçeli olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) önceki kararlarına atıf yaparak derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin söz konusu takdire müdahalede bulunamayacağını, delillerin kabul edilebilirliği veya değerlendirilmesi gibi konuların öncelikle yerel mahkemeleri ilgilendirdiğini, yerel mahkemelerce olguların veya hukukun değerlendirilmesinde ortaya çıkan yanlışların Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece bireysel başvuruya konu edilemeyeceğini belirtmekle birlikte yargılama sürecinde hâkim tarafından belirlenen sürelerin kural olarak kesin olmadığını ancak hâkimin verdiği kesin olmayan süre üzerine taraflarca yeni bir süre istenirse hâkimin bu talep üzerine vereceği ikinci sürenin kesin olduğunu ve bir daha süre verilemeyeceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun bilirkişi ücretini kesin süresi içinde yatırmayarak bu delile dayanma hakkından vazgeçmiş olduğunu, bu durumda İlk Derece Mahkemesinin bilirkişi haricinde olan delillerle uyuşmazlığı çözmesi gerektiğini bildirmiştir.

31. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı Bakanlık görüşünün 6100 sayılı Kanun üzerinden oluşturulduğunu ancak başvuruya konu yargılama sırasında 1086 sayılı mülga Kanun’un yürürlükte olduğunu, “kesin süre” kurumunun kanundaki düzenlemesi ile uygulamasının farklılık gösterdiğini, Yargıtay içtihatları doğrultusunda bu kurumun genel kurallara bağlandığını, buna göre “kesin süre”nin yargılamanın uzamasını engellemek amacıyla oluşturulmuş bir kurum olduğunun kabul edildiğini, kendisinin ise davacı taraf olarak yargılamayı uzatmak gibi bir amacının olamayacağını belirtmiş; kesin süreye dair Yargıtay içtihatlarından örnekler vermiştir.

32. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

34. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

35. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

36. 1086 sayılı mülga Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirlenen süreler olarak ikiye ayrılır. Kanunda belirtilen süreler kesin olmakla birlikte istisnai durumlar dışında hâkimler tarafından değiştirilemez. Kanunun böyle kesin bir süre içinde yapılmasını öngördüğü işlemler de belirtilen kesin süre içinde gerçekleştirilmemeleri hâlinde ilgili tarafın o işleme dayanarak elde etmeyi düşündüğü hak düşebilecektir. Hâkimler tarafından belirlenen süreler ise kanunun sürenin tayinini hâkimlere bıraktığı durumlarda söz konusu olur ve bu süreler kural olarak kesin süre olarak değerlendirilmez. Fakat hâkimler belirlediği sürenin kesin olduğuna karar verebilirler. Böyle bir durumda belirlenen süre kesin süre niteliğini kazanacağından kanundan kaynaklanan kesin süre gibi değerlendirilir ve bu süre içinde gerçekleştirilmeyen işleme dayanılarak elde edilmesi beklenen hak düşebilir.

37. Bireysel başvuruya konu edilen Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin ilgili dosyasının incelenmesinde Mahkemenin, başvurucu ve davalı tarafın iddia ve cevaplarını değerlendirip delillerin toplanmasından sonra dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırdığı, ek rapor aldırdığı, yargılamanın ilerleyen aşamalarında yeniden bilirkişi incelemesine gerek duyulması üzerine inceleme yapılması için ara kararı aldığı ancak başvurucu tarafından ücret yatırılmadığından dosyayı bilirkişiye gönderemediği, bir sonraki oturumda başvurucuya ücret yatırması için otuz gün kesin süre verdiği, bu süre içinde ücreti yatırmaması hâlinde bilirkişi incelemesi yaptırmaktan vazgeçmiş sayılacağını hatırlattığı ancak başvurucunun bilirkişi ücretini kendisine tanınan kesin süre geçtikten sonra yatırmasından dolayı yine dosyayı bilirkişiye gönderemediği anlaşılmıştır. Mahkeme, oluşan bu durumu dayanak alarak 23/3/2011 tarihli kararı ile bilirkişi raporu alınamamasından dolayı iddiaların kanıtlanamaması nedeniyle menfi tespit ve alacak davasını reddetmiştir (bkz. § 15). Anılan karar, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 21/5/2012 tarihli ilamı ile onanmış, yapılan karar düzeltme istemi de 17/4/2013 tarihli ilamla reddedilmiştir.

38. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

39. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

40. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 b. Yemin ve Tanık Delillerinin Kullanılmasına Fırsat Verilmediğine İlişkin İddia

41. Başvurucu, kesin sürenin geçirilmesi nedeniyle bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçilmiş olunacağı kabul edilse dahi diğer delillere itibar edilmesi gerektiğini ancak Mahkemece kendisine yemin ve tanık delillerini kullanma hakkı verilmeden davanın reddedildiğini belirtmiştir.

42. Bakanlık görüşünde uyuşmazlık konusu miktarın 590 TL’nin üzerinde olması nedeniyle davanın kesin delil ile ispatlanması gerektiğini, bu durumda İlk Derece Mahkemesinin bilirkişi dışında kalan kesin deliller ile başvuru konusu davayı çözebileceğini, bu anlamda başvurulabilecek son delilin yemin olduğunu, koşulların oluşmuş olması hâlinde hâkimin yemin delilini de değerlendirmesi gerektiğini belirtmiştir.

43. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı, İlk Derece Mahkemesi tarafından bilirkişi delilinin reddedilmesinden sonra başka talepleri sorulmadan ya da mevcut delillere göre karar verileceği uyarısı yapılmadan davanın reddedildiğini, bu usule ilişkin hatadan dolayı yemin deliline başvurma hakkının ortadan kaldırıldığını ifade etmiştir.

44. Yargılama sırasında tanık ve yemin delillerinin kullanılmasına fırsat tanınmadığı iddiası silahların eşitliği ilkesi kapsamında değerlendirilecektir.

45. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

46. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."

47. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.

48. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi hükmü uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, söz konusu hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

49. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Burada önemli olan konu, eşitlik denetiminin öznesi olan işlemin yargılamadaki önemidir. AİHM de silahların eşitliği ilkesine uygunluğu denetlerken somut olayda eşitsizlik yarattığı ileri sürülen şikâyetin yargılamayı fiilen ve gerçekten adaletsiz hâle getirip getirmediğini dikkate almaktadır (Kremzow/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 75).

50. Somut olayda Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi yargılamanın belirli bir safhasında alınan bilirkişi raporu ve ek raporlar ile toplanan diğer bir kısım deliller sonucu, davacı taraf olan başvurucunun dava kapsamındaki taleplerini dikkate alarak taraflar arasında ödemeler hususunda çekişme bulunduğunu ve bu bağlamda uyuşmazlık kaynağı olan eser sözleşmesi kapsamında yapılan işlerin ve ödemelerin tespit edilmesi gerektiğini tespit etmiştir (bkz. §§ 12, 15). Söz konusu çekişmenin giderilebilmesi için yeni bir bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğine karar vermiştir. Ancak yapılması istenen inceleme, başvurucu tarafın bilirkişi ücretini kendisine tanınan sürede yatırmamış olması nedeniyle gerçekleştirilememiş; ardından Mahkemece başvurucu tarafın iddialarını kanıtlayamadığı kabulü üzerinden davanın reddine hükmedilmiştir.

51. Başvurucu ise bu noktada kendisine yemin ve tanık delillerini kullanması hakkının verilmediğini ileri sürmektedir.

52. Kural olarak yargılama boyunca ortaya konulmak istenen delillerin değerlendirmeye uygun bulunup bulunmayacağı, yargılamanın esasına dayanak alınıp alınmayacağı derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 54). Bu kapsamda başvurucu dava dilekçesinde ve daha sonra Derece Mahkemesine sunduğu delil dilekçesinde açıkça yemin deliline dayandığını belirtmemiş; tanık deliline dayanacağını ise dava dilekçesinde belirtmekle beraber delil dilekçesinde sadece tanık isim ve adreslerinin sonradan bildirileceğini ifade etmiştir (bkz. §§ 8, 11). Ancak başvurucu, söz konusu deliller bağlamında yargılamanın herhangi bir safhasında Derece Mahkemesini bilgilendirdiğine ya da Derece Mahkemesinden herhangi bir talepte bulunduğuna, talebinin karşılanmadığına veya reddedildiğine dair bir bilgi veya belgeyi Anayasa Mahkemesine de sunmamıştır.

53. Bu bağlamda başvurucunun söz konusu şikâyetini soyut olarak Anayasa Mahkemesine sunması yeterli olmayıp başvurucu, yemin ve tanık delillerinin yargılama açısından niçin önemli olduklarını ve gerçeğin ortaya çıkmasında nasıl bir etkiye sahip olduklarını açıklayarak desteklemelidir (Atila Oğuz Boyalı, § 54). Anayasa Mahkemesi ancak bu suretle somut olayda yargılamanın sonucu etkileyecek bir eşitsizlik içerip içermediğini denetleyebilir.

54. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kendisine yargılama sırasında tanık ve yemin delillerini kullanma hakkının verilmediği iddiası yönünden yapılan incelemede, yargılama sürecinde herhangi bir keyfîliğin ya da silahların eşitliği ilkesini ihlal eden bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla söz konusu iddia açısından açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.

c. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına ilişkin İddia

55. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

56. Başvurucu 15/1/2004 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı menfi tespit ve alacak davası ile bu davayla birleşerek görülen aynı tarihte açtığı maddi ve manevi tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

57. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 34–64) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (Gülseren Gürdal ve diğerleri, B. No: 2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283, 19/12/2013; Haydar İzgi, B. No: 2012/673, 19/12/2013).

58. Başvuru konusu olayda, Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde açılan menfi tespit ve alacak davası ve bu dava ile birleşen maddi ve manevi tazminat davasının söz konusu olduğu görülmüştür. Buna göre 1086 sayılı mülga Kanun ile 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen ve medeni hak ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 50) bu tarih somut başvuru açısından 15/1/2004’tür.

59. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından ise söz konusu tarih, karar düzeltme talebinin Yargıtay 15. Hukuk Dairesince reddedildiği 17/4/2013’tür.

60. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde yargılamanın konusunun eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlık nedeniyle menfi tespit, alacak ve tazminat istemlerine ilişkin olduğu; davanın 15/1/2004 tarihinde açıldığı ve İlk Derece Mahkemesince 23/3/2011 tarihinde verilen kararın Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 21/5/2012 tarihli ilamı ile onandığı, karar düzeltme isteminin de 17/4/2013 tarihinde reddedilmesi ile kesinleştiği anlaşılmıştır.

61. Başvuruya konu menfi tespit ve alacak davası ile birleşen maddi ve manevi tazminat davasının; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Yargılama sürecinde her ne kadar başvurucunun yargılama sırasında bilirkişi ücretini yatırmamasından dolayı yaklaşık iki aylık bir gecikmenin yaşandığı tespit edilse de sürece bir bütün olarak bakıldığında başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve dokuz yılı aşkın bir sürede tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

63. Başvurucu; adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini, yargılamanın uzun sürmesinden dolayı ise 50.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

64. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Anayasa Mahkemesince bir ihlalin tespit edilmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği belirtilmiştir.

65. Bu doğrultuda başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin dokuz yılı aşkın yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.650 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Yargılama sürecinde yemin ve tanık delillerinin kullanılmasına fırsat verilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

A. Başvurucuya net 8.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,

B. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına OYBİRLİĞİYLE

7/1/2016 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY GEREKÇESİ

1- Başvurucu, Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2004/77 E., 2011/164 K. sayılı dosyasında, (bilirkişi masrafı yatırılması için verilen) “kesin sürenin geçirilmesi nedeniyle bilirkişi deliline dayanılmaktan vazgeçilmiş olunacağı kabul edilse dahi dava taraflarının diğer delillerine itibar edilmesi gerekmektedir. Yerel mahkeme tarafından gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla TANIK VE YEMİN delillerini kullanma hakkı verilmeden davanın reddedilmesi……açıkça keyfilik yaratarak fiili durum oluşturmuştur:” diyerek, bu durumun “Anayasa’nın 11. ve 36. maddelerine ve AİHS’nin 6. maddesine aykırılık teşkil ettiğini ve ihlale neden olduğunu” ileri sürmüştür.

2- Başvurucunun şikayet ettiği Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 23/3/2011 tarihli ve E.2004/77, K.2011/164 sayılı kararında “… Mahkemece yapılan inceleme ve tüm dosya kapsamına göre … taraflar arasında ödemeler konusunda çekişme bulunduğu, davalı yüklenici tarafça yapılan işin miktarı, davacı iş sahibi tarafından da yapılan ödemelerin miktarı kanıtlandıktan sonra tarafların borç ve alacak durumlarının değerlendirilebileceği, alınan ilk raporda da bu durumun belirtildiği, ilk rapordan sonra çekler ile ilgili yapılan yazışmalar sonrasında iddianın kanıtlanması ve yazışma yanıtları ve belgelerin değerlendirilmesi için yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği, bu hususta ara kararı oluşturulduğu, verilen kesin süre içerisinde bilirkişi ücreti yatırılmadığından kanıtlanamayan asıl davanın reddine,…” denilerek, birleşen davalardan asıl dava olan menfi tespit ve alacak davasının reddine karar verilmiştir.

3- “Hukukumuzda gerekçeli karar hakkı Anayasal düzeyde korunmaktadır. Gerekçeli karar hakkının bir unsuru olduğunu gördüğümüz adil yargılanma hakkı da Anayasa’ya 36. maddesinin 1. fıkrası ile herkesin sahip olduğu bir hak olarak girmişse de, gerekçeli karar hakkı tüm mahkemelere yüklenmiş bir zorunluluk şeklinde özel olarak düzenlenmiştir. Anayasa’nın, yargı erkinin düzenlendiği “Üçüncü Bölüm”ünde yer alan 141. maddesinin 3. fıkrası, “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” hükmünü içermektedir. Anayasa’nın, adil yargılanma hakkını tanıyan 36. maddesinin 1. fıkrası hükmünün yanı sıra AİHS’i öne çıkaran 90. maddesinin 5. fıkrasındaki düzenlemeyle dahi AİHS’in 6. maddesi ve bu maddeye ilişkin AİHM içtihatları altında korunacak olan gerekçeli karar hakkının ayrı ve özel bir düzenlemeyle korunması şüphesiz söz konusu hakkı oldukça avantajlı bir duruma sokmaktadır.” (Dr. M. Nedim BEKRİ, Ankara Barosu Dergisi, 2014/3)

 4- “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesinin 3. fıkrası, hakimin karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanmasını öngörmektedir. Söz konusu gereklilik, karar gerekçelerinin tatmin ediciliğini arttırmaya yönelik bir düzenlemedir.

1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27. maddesinde, yargılamaya hakim olan ilkelerden biri olarak “hukuki dinlenilme hakkı” düzenlenmiştir. Maddenin 2. fıkrasının c bendinde, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirme yapması ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesi bu hakkın unsurlarından biri olarak yer almaktadır. HMK’nın 297. maddesinde hükümlerin kapsamı düzenlenmektedir. Maddenin gerekçeye ilişkin olan 1. fıkrasının c bendi uyarınca, tarafların iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepler hükümde bulunacaktır.” (Dr. M. Nedim BEKRİ, Ankara Barosu Dergisi, 2014/3)

5- Mahkememiz de bireysel başvuru kararlarında, mahkeme kararlarının gerekçeli olması ilkesinin, adil yargılanma hakkının bir gereği olduğunu ve derece mahkemelerinin, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorunda olduğunu belirtmektedir.

Gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi halinde adil yargılanma hakkının ihlalinin söz konusu olmayacağı belirtildikten sonra makul gerekçe kavramına değinilmekte, makul gerekçe, “davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.” şeklinde açıklanmaktadır.

6- Yukarıdaki tespitlerden sonra somut olayda, yerel mahkeme kararında, bilirkişi masrafının süresinde yatırılmaması üzerine, başvurucuya tanık ve yemin delillerini kullanma imkanı tanınmadan davanın reddine karar verildiği görülmekle ve karar gerekçesinde de, başvurucuya bu delillerini kullanma hakkı verilmemesinin nedenleri makul bir gerekçeyle açıklanmamış olduğundan, Anayasa’nın 36. ve AİHS’in 6. maddesi ile bu maddeye ilişkin AİHM içtihatlarıyla korunan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.

7- Öte yandan, tanık ve yemin deliline başvurulmasına gerek olmadığını, bu delillere başvurulması fırsatı verilmeden davanın reddedilmesinin gerekçesini açıklamasını yerel mahkemeden istemeden, dolayısıyla ortada Anayasada ve Sözleşmede güvence altına alınan bir hakkın kamu gücü tarafından ihlali dururken, başvurucuya, “sen tanık ve yemin delillerine başvurabilseydin neyi kanıtlayabilecektin, bu deliller senin açından neden önemliydi bunu dilekçende belirtmemişsin” demek, bireysel başvurunun “ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak” amacına aykırılık teşkil edecek mahiyettedir.

Sunulan nedenlerle, başvurunun kabul edilemez olduğu yönündeki çoğunluk görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

 

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Erler Yapı Malzeme A.Ş. [2.B.], B. No: 2013/5019, 7/1/2016, § …)
   
Başvuru Adı ERLER YAPI MALZEME A.Ş.
Başvuru No 2013/5019
Başvuru Tarihi 8/7/2013
Karar Tarihi 7/1/2016

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru 15/1/2004 tarihinde Ankara 8. Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit ve alacak davası ile aynı tarihte açılan ve ilk davayla birleşen maddi ve manevi tazminat istemli davada makul sürede yargılama yapılmadığı, davaların bilirkişi ücretinin verilen kesin süre içinde yatırılmaması nedeniyle reddedildiği, tanık ve yemin delillerinin kullanılması hakkı verilmediği, delillerin değerlendirilmesinde keyfî davranılarak yerleşik içtihatlara ve kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak karar tesis edilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat
Silahların eşitliği ilkesi / çelişmeli yargılama ilkesi (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 30
94
324
119
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 163
414
179
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi