TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
N. A. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5076)
|
|
Karar Tarihi: 6/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
N.A.
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru "görevi kötüye kullanma" suçundan dolayı
başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sürecinde verilen aramave
iletişimin tespiti kararları nedeniyle özel hayatın gizliliği, konutdokunulmazlığı ve haberleşme hakkı ile kötü muamele
yasağının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. BirinciBölüm tarafından başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine, Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 71. maddesinin(2)
numaralı fıkrası uyarınca başvurununiçtihadın
oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden
incelenmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Ankara 2 No.lu Devlet GüvenlikMahkemesinin
9/7/2003 tarihli ve 2003/708 Değişik İş sayılı kararı ile "organize suç
örgütü üyesi olmak" suçlamasıyla başvurucunun iş yeri olan avukatlık
bürosunda arama yapılmıştır.
7. Ankara 2. Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesinin 16/7/2003 tarihli ve 2003/244 Değişik İş sayılı kararıyla
başvurucunun 2003 yılı Mayıs, Haziran ve Temmuz
aylarına ilişkin görüşme detay bilgilerinin alınmasına karar verilmiştir.
8. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/1/2007 tarihli ve
E.2004/220, K.2007/701 sayılı kararı ile başvurucunun "görevi kötüye
kullanmak" suçundan cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar
verilmiştir.
9. Temyiz üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/1/2007
tarihli kararı, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 28/2/2008 tarihli ve E.2007/9110
sayılı ilamı ile bozulmuştur.
10. Bozma üzerine yargılanmasına devam olunan başvurucu
hakkındaki davanın, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/12/2011 tarihli ve
E.2008/93, K.2011/302 sayılı kararı gereğince zamanaşımı nedeniyle düşmesine
karar verilmiştir.
11. Temyiz üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/12/2011
tarihli kararı, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 4/2/2013 tarihli ve E.2012/433,
K.2013/777 sayılı ilamı ile onanmıştır.
B. İlgili Hukuk
12. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
240. maddesi.
13. 1/8/1999 tarihli ve 4422 sayılı mülgaÇıkar
Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'nun 2. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunda öngörülen suçları işleme veya
bunlara iştirak yahut işlendikten sonra faillere her ne suretle olursa olsun
yardım veya aracılık veya yataklık etme kuşkusu altında bulunan kimselerin
kullandıkları telefon, faks ve bilgisayar gibi kablolu, kablosuz veya diğer
elektromanyetik sistemlerle veya tek yönlü sistemlerle alınan veya iletilen
sinyalleri, yazıları, resimleri, görüntü veya sesleri ve diğer nitelikteki
bilgileri dinlenebilir veya tespit edilebilir. Tespit edilenler mühürlenerek
yetkililerce zapta bağlanır.
İletişimin dinlenmesine veya tespitine ilişkin
kararlar, ancak kuvvetli belirtilerin varlığı halinde verilebilir.
Başka bir tedbir ile failin belirlenmesi, ele
geçirilmesi veya suç delillerinin elde edilmesi mümkün ise, iletişimin
dinlenmesine veya tespitine karar verilemez.
Resmî veya özel her türlü iletişim kuruluşlarının
tuttukları, iletişimin içeriği dışında kalan kayıtlar hakkında da yukarıdaki
hükümler uygulanır.
Dinleme veya tespite veya kayıtların
incelenmesine hâkim karar verir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
Cumhuriyet savcısı da bu hususlarda yetkilidir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan
bu gibi işlemlerin yirmidört saat içinde hâkim
kararına bağlanması şarttır. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar
verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhal kaldırılır.
Dinleme ve tespit kararları en çok üç ay için
verilebilir, bu süre en çok iki defa üçer aydan fazla olmamak üzere
uzatılabilir.
İletişimin dinlenmesi ve tespiti sırasında bu
Kanunda öngörülen suçların işlendiğine ilişkin şüphe ortadan kalkarsa, tedbir
Cumhuriyet savcısı tarafından kaldırılır. Bu gibi hallerde tedbir uygulaması
sonucu elde edilen veriler, Cumhuriyet savcısının denetimi altında derhal ve
nihayet on gün içinde yok edilir ve durum bir tutanakla belirlenir.
Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği
kolluk mensubu, iletişim kurum ve kuruluşlarında görevli veya böyle bir hizmeti
vermeye yetkili olanlardan, dinleme ve kayda alma işlemlerinin yapılmasını ve
bu amaçla cihazların kurulmasını istediğinde, bu istem derhal yerine getirilir
ve işlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat bir tutanakla saptanır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 6/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu; arama işlemi sırasında kendisine kötü muamelede
bulunulduğunu, hakkında verilen aramave iletişimin
tespiti kararının hukuka aykırı olduğunu, yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek adil
yargılanma, özel hayatın gizliliği, konutdokunulmazlığı
ve haberleşme hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
16. Başvurucu arama işleminin aşağılayıcı muameleye tabi tutulur
tarzda gerçekleştirildiğini, diğer sanıklarda olmadığı kadar çok polis ve
savcının aramaya katıldığını, arama sırasında kendisine "Alın bunu." denmek suretiyle
kötü muamelede bulunulduğunu ileri sürmüştür.
17. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin (3) numaralı,
48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün
59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu
olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §
19).
18. Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali
nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa
hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine
eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle
ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).
19. Yukarıda belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde
Anayasa Mahkemesi başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul
edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı konusunda Anayasa
Mahkemesinin ikna edilmesi, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların
niteliğine bağlıdır. Başvurucunun başlangıçta, başvuru hakkında kabul
edilemezlik kararı verilmesini önlemek için başvuru formu ve eklerinde
iddialarını destekleyici belgeleri sunması, kamu gücünün ihlale neden olduğunu
iddia ettiği hak ve özgürlüklere ilişkin gerekli açıklamaları yapması
zorunludur (Veli Özdemir, § 23).
20. Somut olayda başvurucu, arama sırasında kendisine kötü
muamelede bulunulduğunu ileri sürmüşse de buna ilişkin gerekçeler ile delillere
ait açıklamaları başvuru dilekçesinde göstermemiş; şikâyete konu şartların
giderilebilmesi için herhangi bir başvuru yapıp yapmadığını belirtmemiş;
bireysel başvuru kapsamında inceleme yapılabilmesi için gerekli açıklamaları
yapmamıştır. Ayrıca başvurucu şikâyetlerini, şikâyet ettiği maddi olayların ve
Anayasa Mahkemesine sunmak istediği haksızlıkların anlaşılmasını objektif
olarak imkânsız kılacak kadar karmaşık bir şekilde dile getirmiştir.
21. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda
başvurucuların başvurularını titizlikle hazırlama ve takip etme yükümlülükleri
vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvurucu, Anayasa hükmünün ihlal
edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle iddialarını kanıtlamak
zorundadır. Başvurucu tarafından soyut şekilde anayasal haklarının ihlal
edildiğinin ileri sürülmesi iddiaların ispatlandığı anlamına gelmez. Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru yolu, Anayasa'ya aykırılığının soyut biçimde ileri
sürülmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir (İrfan Sarı, B. No: 2014/1397, 30/6/2014,
§27).
22. Somut başvuruda başvurucunun iddialarına ilişkin kanıt
sunmamış olması ve iddialarını temellendirememiş olması nedeniyle başvurusunun
bu kısmının esasının incelenmesi imkânı bulunmamaktadır. Öte yandan
başvurucunun da imzaladığı arama tutanağında başvurucu arama dolayısıyla
herhangi bir zarara uğramadığını belirtmiştir.
23. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvurucu
tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Özel Hayatın Gizliliğine ve Konut
Dokunulmazlığına Saygı Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
24. Başvurucu, organize suç örgütü mensubu gösterilerek ortada
bir örgüt olmamasına rağmen örgüt suçlamasında bulunularak hakkında verilen
arama kararının özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
25. Anayasa'nın 20. maddesinde herkesin özel hayata ve aile
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile
hayatının gizliliğine dokunulamayacağı, 21. maddesinde de kimsenin konutuna
dokunulamayacağı belirtilmiştir (AYM, E.2003/38, K.2005/63, 12/10/2005).
26. Özel hayatın korunması her şeyden önce bu hayatın
gizliliğinin korunması, başkalarının gözü önüne serilmemesi demektir. Kişinin
özel hayatında yaşananların yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini istediği
kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel haklarından biridir
ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname ve sözleşmelerde yer
almış; tüm demokratik ülkelerin mevzuatlarında açıkça belirlenen istisnalar
dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı korunmuştur (AYM, E.2009/1,
K.2011/82, 18/5/2011).
27. Modern toplumlarda diğer kişi haklarında olduğu gibi özel
hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı da sınırsız bir hak niteliğinde
değildir. Bazı hâllerde bu haklara da müdahale edilmesi gerekebilmekte, kişiler
de önemli nedenlerle yapılan bu müdahalelere katlanmak durumunda kalmaktadır
(AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011).
28. Özel hayat geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının
yapılması oldukça zordur. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlık olup bu koruma; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak,
kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte
özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve
dış dünyayı bu alandan uzak tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır (Faris Korkmaz, B. No: 2013/6995, 8/9/2015, §
33).
29. Anayasa'nın 20. ve 21. maddelerinde, bu maddeler ile koruma
altına alınan haklar bakımından aynı sınırlama sebeplerine yer verilmiştir.
Buna göre özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı hakları; millî
güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık, genel ahlakın
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak sınırlanabilir.
30. Anayasa'nın 20. ve 21. maddelerinde sayılan nedenlerden biri
veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça yine
bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunla
yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kâğıtları
ve eşyası aranamayacak; bunlara el konulamayacak, kimsenin konutuna
girilemeyecek, arama yapılamayacak ve buradaki eşyaya el konulamayacak, yetkili
merci kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulacak; hâkim,
kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklayacak, aksi hâlde el
koyma kendiliğinden kalkacaktır (AYM, E.2003/38, K.2005/63, 12/10/2005).
31. Arama, suçu önlemek amacıyla suç işlenmeden önce veya suç
işlendikten sonra delillerin elde edilmesi ve/veya sanığın veya şüphelinin
yakalanabilmesi için bireylerin bazı temel haklarının sınırlandırılmasına sebep
olacak şekilde yürütülen bir koruma tedbiridir. Arama ile başlıca özel hayatın
gizliliği, konut dokunulmazlığı ve vücudun dokunulmazlığı gibi temel haklar
sınırlandırılmış olur (AYM, E.2005/43, K.2008/143, 18/9/2008).
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) konut kavramını
genellikle özel yaşamın ve aile yaşamının geliştiği, maddi olarak belirlenmiş
yer olarak tanımlamıştır (Giacomelli/İtalya, B. No: 59909/00, 2/11/2006, §
76). Öte yandan AİHM, konut kavramını iş yerlerini de kapsayacak şekilde
genişletmiş; bu bağlamda bir kişinin mesleğini sürdürdüğü bürosunun, özel bir
kişinin işlettiği şirketin faaliyetlerinin yürütüldüğü kayıtlı merkezin, tüzel
kişilerin kayıtlı merkezlerinin, şubelerinin ve diğer iş yerlerinin bu kapsamda
olduğunu ifade etmiştir (Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, §
30; Petri Sallinen/Finlandiya,
B. No: 50882/99, 27/12/2005, § 70).
33. AİHM'e göre ceza soruşturmasında
arama ve el koyma yetkilerinin kullanılması meşru olmakla birlikte başvuruya
konu olayın şartları çerçevesinde bu tedbirlere, yerinde ve yeterli
gerekçelerle ve orantılı olarak başvurulması gerekir. Bu konu
değerlendirilirken özellikle arama izninin verildiği sırada başka bir delilin
varlığı gibi şartların; arama izninin içeriği ve kapsamı, arama sırasında
bağımsız gözlemcilerin bulunması, aramanın gerçekleştirilme biçimi ve aramadan
etkilenen kişinin işi ve itibarına yönelik olan etkinin boyutu gibi hususlar
dikkate alınmalıdır (Chappell/İngiltere, B. No: 10461/83, 30/3/1989, §
60; Buck/Almanya, B. No: 41604/98, 28/4/2005, §
45).
34. Somut olayda Ankara 2 No.lu Devlet GüvenlikMahkemesinin
2003/708 Değişik İş sayılı kararı ile "organize suç örgütü üyesi
olmak" suçlamasıyla başvurucunun iş yerinde suç delili elde etmek amacıyla
aramalar yapılmıştır. Söz konusu arama işlemleri, Cumhuriyet savcılarının
denetiminde ve Ankara Barosunun görevlendirdiği avukatlarınnezaretinde
gerçekleştirilmiştir. Aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanmamış, başvurucu
da arama dolayısıyla herhangi bir zarara uğramadığını beyan etmiştir.
Dolayısıyla başvurucunun özel hayatının gizliliği ve konut dokunulmazlığına
yapılan müdahale, anılan haklara yönelik anayasal sınırlama sebepleri
çerçevesinde Anayasa ve Kanun ile öngörülen usule göre ve suç delili elde
edilmesi meşru amacına dayalı olarak bağımsız gözlemciler olan Baro
temsilcilerinin gözetiminde gerçekleştirilmiştir. Müdahalenin niteliği ve
müdahale ile öngörülen meşru amaç ve bu amacı gerçekleştirmek için ilgili ve
yeterli gerekçelere dayanıldığı dikkate alındığında arama işleminin demokratik
bir toplumda gerekli ve ölçülü olduğu anlaşılmaktadır.
35. Açıklanan nedenlerle başvurucunun yapılan arama işlemlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin bir ihlalin olmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Haberleşme Hürriyetinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
36. Başvurucu, hakkında verilen iletişimin tespiti kararı
nedeniyle haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
37. Anayasa’nın 22. maddesi şöyledir:
“Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir.
Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz.
Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli
hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar. İstisnaların
uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.”
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve
aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz
konusu olabilir."
39. Görüldüğü üzere haberleşme özgürlüğü ve haberleşmenin
gizliliğine saygı hakkı, gerek Anayasa’da gerekse Sözleşme’de güvence altına alınmaktadır. Anılan
düzenlemelerde ifade edilen haberleşme kavramının telefon vasıtasıyla yapılan
iletişimi de içine aldığı ve dolayısıyla başvurucunun, görüşme detay
bilgilerinin alınmasının ve haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarının
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında yer aldığı konusunda
tereddüt yoktur.
40. Başvurucu; iletişimin tespiti kararının keyfî olduğunu,
organize suç örgütü mensubu gösterilerek ortada bir örgüt olmamasına rağmen
örgüt suçlamasında bulunularak hakkında iletişimin tespiti kararı verildiğini,
iletişimin tespiti kararında belirtilen başka şekilde delil elde etme imkanının
olmaması gerekeçesinin hukuki bir gerekçe olmadığını
ve bu nedenle haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. AİHM, haberleşme özgürlüğüne ilişkin şikâyetleri
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde incelemektedir. Bununla birlikte
Anayasa’da Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yer alan konulara karşılık tek
madde bulunmamaktadır. Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği genel
olarak düzenlenmekle birlikte başvurucunun iddialarına esas olan haberleşme
özgürlüğü, Anayasa’nın 22. maddesinde özel ve ayrı olarak düzenlenmiştir.
42. Anayasa’nın 22. maddesi ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı,
haberleşme özgürlüğünün yanı sıra -içeriği ve biçimi ne olursa olsun-
haberleşmenin içeriğinin gizliliğini de güvence altına almaktadır. Haberleşme
bağlamında bireylerin karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve görsel
iletişimlerine konu olan ifadelerinin gizliliğinin sağlanması gerekir (Yasemin Çongar ve diğerleri, B. No:
2013/7054, 6/1/2015, § 49).
43. Posta, elektronik posta, telefon, faks ve internet
aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetleri, haberleşme özgürlüğü ve
haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmelidir (Yasemin Çongar ve diğerleri, § 50).
44. Haberleşmenin içeriğinin denetlenmesi, haberleşmenin
gizliliğine ve dolayısıyla haberleşme özgürlüğüne yönelik ağır bir müdahale
oluşturur. Telekomünikasyon yoluyla iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması da
bu kapsamdaki müdahalelerdir (Yasemin Çongar
ve diğerleri, § 52).
45. Somut olayda, Ankara 2. No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin
16/7/2003 tarihli ve 2003/244 Değişik İş sayılı kararıyla "çıkar amaçlı suç örgütlerinin yapısı organize
oluş şekli ve suç işleme yöntemleri göz önüne alındığında sanıklara ve
kanıtlara ulaşmak için başka yöntem bulunmadığı kamu düzeninin sağlanması ve
suçların işlenmesinin önlenmesi açısından iletişimin dinlenmesinin tespiti ve
detay sorgulamasının yapılması gerektiği kanaatine varıldığından Cumhuriyet
başsavcılığının talebinin kabulüne, çıkar amaçlı suç örgütü mensubu zanlıları
tarafından suç işlerken kullanıldığı yönünde kuvvetli kuşku ve yeterli emare
bulunan ... numaralı cep telefonlarının4422 sayılı Yasanın ilgili maddeleri
gereğince 2003 yılı Mayıs Haziran ve Temmuz aylarına ilişkin görüşme detay
bilgilerinin alınmasına" karar verilmiştir.
46. Başvurucunun kullandığı telefona ilişkin mayıs, haziran ve
temmuz aylarına ilişkin görüşme detay bilgileri alınmıştır. Buna göre başvurucu
hakkında uygulanan bu tedbirin haberleşme hürriyetine yönelik bir müdahale
oluşturduğu açıktır.
47. Haberleşme özgürlüğü, mutlak nitelikte olmayıp birtakım
meşru sınırlamalara tabidir. Bu kapsamdaki özel sınırlama ölçütleri,
Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci ve Sözleşme’nin 8. maddesinin (2) numaralı
fıkralarında sıralanmaktadır.
48. Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasına göre millî
güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri
veya birkaçına bağlı olarak ve usulüne göre verilmiş hâkim kararı ile veya aynı
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri ile haberleşme özgürlüğüne ve haberleşmenin
gizliliğine müdahale edilebilir. Yetkili mercinin
kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını
kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde karar kendiliğinden kalkar.
49. Sözleşme’nin 8. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da
haberleşme özgürlüğüne yönelik müdahalenin hukuka uygun ve demokratik toplumda
gerekli olması ile ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı,
suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla yapılmış olması
gerekli olup bu şartlar altında yapılmayan müdahaleler yasaklanmıştır.
50. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
51. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun
genel kuralları dikkate alınarak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen
düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence
ölçütlerinin Anayasa’nın 22. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187,
19/12/2013, § 35).
52. Anayasa Mahkemesinin Ahmet
Temiz (B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 28-34) kararında haberleşme
özgürlüğüne yapılan müdahalelerin değerlendirilmesine ilişkin temel ilkeler
belirlenmiştir. Gizli uygulanmaları nedeniyle kötüye kullanılma riski
barındıran, haberleşmenin gizliliğine yönelen tedbirlerin uygulama alanı ve
usulünün açık kanun hükümleri ile düzenlenmesi şarttır. Buna göre haberleşme
özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin
yasal dayanağını oluşturan mevzuatın “ulaşılabilir”, “yeterince açık” ve
belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından “öngörülebilir” olması
gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma “meşru bir amaca” dayalı
olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü
olmalıdır.
53. AİHM kararlarında, gizli tedbirlere ilişkin kanun
hükümlerinin barındırması gereken asgari unsurlar sıralanmıştır. Bu kapsamda
izleme kararı verilmesine yol açabilecek suçların niteliği, iletişimleri
izlenecek kişi kategorisi, izleme sürelerinin sınırları, elde edilen verilerin
inceleme, değerlendirme ve saklanmalarına ilişkin esaslar, verilerin
başkalarıyla paylaşılmasına ilişkin önlemler ve elde edilen verilerin ortadan
kaldırılmasına ilişkin koşulların kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi
gereklidir (The Association For European Integration And Human Rights ve Ekimdzhiev/Bulgaristan, B. No: 62540/00,
28/6/2007, §§ 76, 77).
54. Somut olayda başvurucunun haberleşmesinin gizliliğine
yönelik müdahalenin dayanağı 4422 sayılı Kanun’un 2. maddesidir. Müdahale
tarihi itibarıyla yürürlükteki hâliyle 2. maddeye göre bu Kanun'da sayılan suç
türleri bakımından yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli
şüphe sebeplerinin olması ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının
bulunmaması durumunda hâkimin veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısının karar alabileceği; Cumhuriyet savcısının kararını derhâl
hâkimin onayına sunacağı ve hâkimin kararını en geç yirmi dört saat içinde
vereceği, sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde
tedbirin Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılacağı düzenlenmiştir.
Aynı maddede,tespit kararlarının en çok üç ay için
verilebileceği ve bu sürenin en çok iki defa üçer aydan fazla olmamak üzere
uzatılabileceği, iletişimin dinlenmesi ve tespiti sırasında bu Kanun'da
öngörülen suçların işlendiğine ilişkin şüpheninortadan
kalkması hâlinde tedbirin Cumhuriyet savcısı tarafından kaldırılacağı,bu
gibi hâllerde tedbir uygulaması sonucu elde edilen verilerin Cumhuriyet
savcısının denetimi altında derhâl ve nihayet on gün içinde yok edileceği ve
durumun bir tutanakla belirleneceği düzenlenmiştir.
55. Görüldüğü üzere 4422 sayılı Kanun’un 2. maddelerinde telefon
görüşmelerinin dinlenmesine yönelik açık ve detaylı kurallar ortaya konulmuş,
kamu makamlarının değerlendirme yetkisinin kapsam ve sınırları net bir şekilde
belirtilmiştir. Aynı şekilde dinleme tedbirinin hangi suçlar için verileceği,
süresi, kayıtların saklanma ve imha edilme şartları belirlenmiştir. Ayrıca acil
durumlarda dahi dinleme tedbirinin alınmasının, keyfîliğe
karşı yeterli bir güvence sağlayacak şekilde hâkim onayına tabi tutulması
öngörülmüştür. Buna göre müdahalenin dayanağı olan kanun hükümleri, hak ve
özgürlüğe yönelen müdahalelerin sınırlarını yeterli açıklıkta ortaya koyan,
erişilebilir ve öngörülebilir niteliktedir. Yapılan değerlendirmeler neticesinde
4422 sayılı Kanun’un anılan maddelerinin “kanunilik” ölçütünü karşıladığı
sonucuna varılmıştır.
56. Haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahalenin meşru kabul
edilebilmesi için bu müdahalenin, Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında
sayılmış olan millî güvenlik, kamu düzeni, suçun önlenmesi, genel sağlık ve
genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden
biri veya birkaçına dayanması gerekir.
57. Somut olayda suç işlenmesinin önlenmesi ve suç kanıtlarının
elde edilmesi amacına yönelik olarak 4422 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca
ve hâkim kararıyla başvurucunun iletişiminin tespitine karar verilmiştir.
Dolayısıyla müdahale Anayasa’nın 22. maddesinde gösterilen meşru bir amaca
dayalıdır.
58. Haberleşme özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa'nın 22.
maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların, Anayasa'nın 13.
maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda da bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir (Yasemin Çongar ve diğerleri, §§
57, 58).
59. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak
ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple haberleşme özgürlüğü alanında
getirilen müdahalelerde hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin
elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Fatih Taş, B. No: 2013/1461, 12/11/2014,
§§ 92, 93).
60. Somut olayda suç işlenmesinin önlenmesi ve suç kanıtlarının
elde edilmesi amacına yönelik olarak 4422 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca
ve Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi kararıyla başvurucunun telefon görüşme
detay bilgileri alınmıştır. Anılan Mahkeme kararında, başvurucunun çıkar amaçlı
suç örgütü oluşturan bir organizasyon içinde yer aldığının değerlendirildiği,
soruşturma konusu olayın aydınlatılabilmesi için bu aşamada başkaca delil elde
etme imkânı bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. 4422 sayılı Kanun’un 2.
maddesi, iletişimin tespiti tedbirleri karşısında kişilerin özel hayatlarını ve
haberleşme hürriyetlerini korunması bağlamında yeterli güvenceleri düzenlemekte
olup somut olayda da anılan Kanun hükmüyle getirilen güvencelere uyulmuştur. Daha
açık ifadeyle başvurucu hakkında anılan 4422 sayılı Kanunda belirtilen bir suç
isnadı dolayısıyla (suç işlemek amacıyla örgüt kurma) ve Devlet Güvenlik
Mahkemesi kararına dayalı olarak telefon görüşme detay bilgilerinin alınması
tedbirine başvurulmuştur. Buna göre kamu düzenini tehdit eden nitelikte bir
suçun işlenmesinin önlenmesi ve suç kanıtlarının elde edilmesi amacına yönelik
olarak başvurucunun iletişiminin tespitinin demokratik bir toplumda gerekli
olmadığı söylenemez. Bunun yanı sıra Mahkeme kararında başvurucunun sadece 2003
yılı Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarına ilişkin görüşme
detay bilgilerinin istendiği, ayrıca bu görüşme detay bilgilerinin kamuoyunun
erişimine açılarak alenileştirilmemesi karşısında söz konusu tedbirinorantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
61. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 22. maddesinde güvence
altına alınan haberleşme hürriyetine yönelik bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
ilişkin İddia
62. Başvurucu; Sosyal Güvenlik Kurumunun doğrudan bir zararı
doğmuş olmamasına rağmen müdahale talebinin kabul edildiğini, davanın
iddianamesini gazetecilerden öğrendiğini, avukatlık görevi nedeniyle
yargılandığı için Bakanlıktan soruşturma izni yönündeki taleplerinin kabul
edilmediğini, hukuki irtibat olmamasına rağmen birleştirme kararları
verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
i. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin Diğer İddialar
64. Anayasa’nın “Görev ve
yetkileri” kenar başlıklı 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir. ...”
65. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
66. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı
doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
67. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar;
başvurucunun kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı “güncel bir hakkının ihlal edildiği iddiasında”bulunması,
iddia edilen ihlalden kişinin “kişisel
olarak” ve “doğrudan”
etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun “mağdur” olduğunu iddia etmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179,
20/3/2014, § 24).
68. Bir başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilebilmesi
için başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp iddia edilen
ihlalden doğrudan etkilendiğini, bir başka ifadeyle mağduriyetini kanıtlaması
gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi mağdurluk statüsünün
mevcudiyetinin kabulü için yeterli değildir (Ayşe
Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/6/2014, § 24).
69. Diğer yandan bir şüpheli hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanması veya
açılmış olan davanın ertelenmesi, düşürülmesi ya da sanığın beraatine
hükmedilmesi hâlinde makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iddialara zarar
gelmemesi şartıyla bu kişilerin adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle
mağdur olduklarının kabulü mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Eğinlioğlu/Türkiye (k.k.),
B. No: 31312/96, 21/10/1998; Koç ve Tambaş/Türkiye (k.k.),
B. No: 46947/99, 24/2/2005; İsak Tepe/Türkiye, B. No: 17129/02,
21/10/2008, § 30; Bouglame/Belçika (k.k.),
B. No: 16147/08, 2/3/2010; Juge ve Ducamp/Fransa
(k.k.), B. No: 66170/09, 12/4/2011). Ancak bu durum,
soruşturma veya kovuşturmaların yukarıda belirtilen sonuçlarının adil
yargılanma hakkı dışındaki haklara etkisinin incelenmesine engel teşkil etmez (Mustafa Kamil Uzuner ve Mustafa Kadir Gül,
B. No: 2013/3371, 9/3/2016,§ 52).
70. Somut olayda başvurucu hakkında kamu davası açılmış ise de
öngörülen zamanaşımı sürelerinin dolması nedeniyle nihai olarak davanın
düşmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun bahse konu iddiaları
bakımından mağdur sıfatı bulunmamaktadır.
71. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
72. Başvurucu,
hakkında açılan kamu davasında yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
73. Ceza davalarına ilişkin yargılamaların makul sürede
sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul
olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (B.E.
B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin
Ceyhan, B. No:2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40) ve bu kapsamda yapılan
incelemeler sonucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik
kararlar verilmiştir (Mehmet Fatih Özdemir,
B. No:2013/1607, 17/11/2014; Ömer Çoygun, B. No:2013/3396, 22/6/2015; Osman Bayrak, B. No: 2013/3803,
25/2/2015).
74. Başvuru konusu olay, görevi kötüye kullanma suçundan açılan
ceza davasına ilişkindir. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anı ya da
kamu davasının açıldığı tarihtir. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucu
hakkında arama işleminin gerçekleştiği 9/7/2003'tür. Ceza yargılamasında
sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih
olup somut davada bu tarih, Yargıtay 5. Ceza Dairesince İlk Derece Mahkemesi
kararının onandığı 4/2/2013'tür (Ersin
Ceyhan, § 35).
75. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 9/7/2003 tarihinde
başvurucunun ofisinde arama yapıldığı, başvurucu hakkında görevi kötüye
kullanma suçundan ceza davası açıldığı, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
12/1/2007 tarihli kararı ile başvurucunun "görevi kötüye kullanmak" suçundan cezalandırılmasına ve
cezanın ertelenmesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay tarafından
bozulduğu, bozma üzerine İlk Derece Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle
düşmesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay 5. Ceza Dairesince 4/2/2013 tarihinde
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
76. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu ceza
davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olduğu söylenebilirse de başvurucunun tutum ve
davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken
özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da
söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yaklaşık on yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
77. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
78. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
79. Başvurucu, tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
80. Bireysel başvuru dosyasının incelenmesi sonucunda
başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğisonucuna
varılmıştır.
81. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on
yıllık yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu
sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvurucuya net 7.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine, özel hayatın
gizliliğine ve konut dokunulmazlığına saygı haklarının ihlal edildiğine,
haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmaları nedeniyle
kabulKABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddia haricindeki diğer adil yargılanma hakkı şikâyetlerinin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 7.500 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
6/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.