TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ İHSAN KILINÇER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5085)
|
|
Karar Tarihi:13/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Ali İhsan
KILINÇER
|
Vekili
|
:
|
Av. Jülide
ERTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iptal davası üzerine açılan tam yargı davasının
makul sürede sonuçlandırılmamasının ve davanın reddedilmesinin adil yargılanma
hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 4/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından süresi içindegörüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1998 yılında Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı tarafından
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezine (ÖSYM) yaptırılan Gümrük Komisyonculuğu
ve Gümrük Komisyonculuğu Yardımcılığı sınavına girmiş ve sınavı kazanamamıştır.
8. Başvurucu, söz konusu başarısız sayılma işleminin ve sınav
sonucunun iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
Mahkemece 30/11/1999 tarihli kararla dava konusu işlem iptal edilmiştir.
9. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 25/5/2000 tarihli ilamıyla
bozulmuştur.
10. Yapılan yargılama sonucunda Ankara 10. İdare Mahkemesinin
18/6/2008 tarihli kararıyla davanın kabulüne, dava konusu işlemin iptaline
karar verilmiş ve karar Danıştay Onuncu Dairesinin 30/10/2008 tarihli ilamıyla
onanmış, yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 2/12/2009 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
11. Başvurucu dava konusu işlemin iptal edilmesi üzerine,davalı idarenin hatalı ve
hukuka aykırı işlemi nedeniyle on yıldan fazla bir süre gümrük komisyon
yardımcılığı karnesini alamadığı için maddi ve manevi zarara uğradığından
bahisle 11/2/2009 tarihinde tazminat davası açmıştır.
12. Ankara 15. İdare Mahkemesi 10/7/2009 tarihli ve E.2009/173,
K.2009/934 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Anayasanın 125.
maddesinin son fıkrasında; idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı
ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin kamu hizmetinin
yürütülmesinden doğan zarardan sorumlu tutulmasını gerektiren nedenlerden
birisi hizmet kusurudur. Genel olarak hizmet kusuru bir kamu hizmetinin kuruluş
ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluktur. İdarenin uygunsuz, iyi olmayan bir
etkinliği, kusurlu bir davranışı hizmetin gereği gibi yapılmaması, idarenin
yeterli olanaklara sahip olmaması, kullanmak zorunda olduğu yetkiyi kullanmamak
ve harekete geçirmemek suretiyle zarara sebebiyet vermesi; kamu hizmetinin
işlemesinde olağan sayılmayacak bir gecikme, işin gerektirdiği çabukluğun
gösterilmemesi hallerinde idarenin hizmeti kusurlu işlettiği kabul edilmelidir.
Öte yandan, idarenin, hizmet kusuru nedeniyle
sorumlu tutulabilmesi için tek başına hizmet kusurunun varlığı yeterli olmayıp,
bunun yanında idari işlem veya eylemden bir zarar doğmuş olması ve idari eylem
veya işlemle zarar arasında bir illiyet bağının kurulabilmesi gerekmektedir.
Başka bir anlatımla zarar ile idari işlem veya eylem arasında bir bağın varlığı
şart olup, ancak zarar doğuran işlem veya eylemin idareyle ilişkisinin
kurulmasından sonra zararın tazmini yoluna gidilmesi mümkündür.
İdarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için
sadece zararın varlığı yeterli olmayıp; bu zararın kesin olarak ortaya çıkmış,
miktar olarak belirgin yani gerçek zarar olması zorunludur. Kişinin isteği
dışında maddi varlığında meydana gelen kayıp ve eksiklikler ile çoğalma
olanağından yoksunluk olarak tanımlanan maddi zarar, henüz kesin olarak ortaya
çıkmamış, belirgin hale gelmemiş ise, idarenin tazmin yükümlülüğüne gidilmesine
olanak bulunmamaktadır.
...
Olayda, davacı tarafından hukuka aykırı
bulunan işlem nedeniyle gümrük komisyonculuğu yardımcılığı mesleğini
yapamadığı, bu işlemin tesis edilmemiş olması durumunda gümrük müşavir
yardımcılığı mesleğini yürüteceği, bu süre zarfında gümrük müşavirliği
sınavlarına girerek gümrük müşavirliği karnesini alması kuvvetle muhtemel
olduğu, gümrük müşavirinin yanında onun adına iş takibi yapan gümrük müşavir yardımcılarının
elde edeceği aylık ortalama gelir ve meslekten on yıl fazla süre uzak
bırakılması hususları değerlendirildiğinde en az 150.000,00 TL maddi gelir elde
edeceği belirtilerek tazminat talebinde bulunulduğu görülmekte ise de; idare
yönünden tazmin borcunun doğabilmesi için sadece zararın varlığı yeterli
olmayıp; bu zararın kesin olarak ortaya çıkmış, miktar olarak belirgin yani
gerçek zarar olmasının zorunlu olduğu, oysa, davacı tarafından uğranıldığı
iddia edilen zararın, varsayım ve tahmine dayalı olduğu anlaşıldığından maddi
tazminat isteminin reddi gerekmektedir.
Davacının manevi tazminat talebine gelince,
manevi tazminat, doktorinde kabul edildiği üzere,
malvarlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı
olmayıp, manevi tatminaracıdır. Manevi tazminat
idarenin mevzuata aykırı eylem ve işlemi sonucunda şeref ve haysiyetin rencide
edilmesi veya maddi ve manevi elem ve ızdırap
duyulması halinde söz konusu olur. Davacının başarısız sayılmasına ilişkin
işlemin iptali istemiyle açtığı dava sürecinde, değişik bilirkişiler tarafından
yapılan bilimsel değerlendirmeler sonucu düzenlenen raporların verilen
kararlara esas alındığı, ancak bu kararların yargı süreci içerisinde
Danıştay'ca bozulduğu hususları gözönünde
bulundurulduğunda, dava konusu işlem nedeniyle davacının şeref ve haysiyetinin
rencide edilmesi veya elem ve ızdıraba sevk edilmesi
durumu oluşmadığından manevi tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna
varılmıştır."
13. Söz konusu kararının başvurucu tarafından temyiz edilmesi
sonucu Danıştay Onbeşinci Dairesi 11/4/2012 tarihli
ve E.2011/16038, K.2012/2100 sayılı ilamıyla kararı onamış, karar düzeltme
talebini de 19/2/2013 tarihli ve E.2012/8749, K.2013/1343 sayılı ilamıyla
reddetmiştir.
14. Anılan kararın 12/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmesi üzerine 10/7/2013 tarihinde yapılan başvuruda süre aşımı olmadığı
tespit edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "İptal ve tam yargı davaları"
kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir;
"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari
işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası
sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde
tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları
saklıdır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu, başarısız sayıldığı sınava ilişkin açtığı davada
sınav sorularının bazılarının yanlış olduğunun tespit edildiğini ancak bu
hususun on yıllık bir yargılama sonucu ortaya çıkması nedeniyle bu sürede
mesleğini icra edemediğini, ağır bir zarara maruz kaldığını, yanlış sorular
nedeniyle idareye kusur ve külfet yüklenmemesinin ise adil olmadığını, toplam
yargılama süresinin on beş yıl olduğunu, bunda kendisinin bir kusuru
bulunmadığını belirterek adil yargılama hakkının ihlal edildiğini, ayrıca
yargılama sürecinde mesleğini icra edememesi nedeniyle de elde edebileceği
gelirden mahrum kaldığındanmülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılması
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1- Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. İptal Davasına İlişkin İhlal İddiaları
18. Başvurucu, idarenin hatalı sınavı nedeniyle on yıl boyunca
müşavirlik karnesini alamadığını ve mesleğini icra edemediğini ileri sürerek
adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
20. Bu hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman
bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce
kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün
değildir (Hasan Taşlıyurt,
B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
21. Somut olayda başvurucunun açtığı iptal davasında, Ankara 10.
İdare Mahkemesinin 18/6/2008 tarihli kararı Danıştay Onuncu Dairesinin
30/10/2008 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
2/12/2009 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Böylece anılan
kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012
tarihinden önce kesinleştiği anlaşılmaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iptal davasına yönelik
ihlal iddialarının Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önceye
ait olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tam Yargı Davasına İlişkin İhlal İddiaları
i. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığına
İlişkin İddia
23. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."
24. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
25. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi
kararları açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
26. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme
imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin
şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına
saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge
sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç,
B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
27. Somut olayda başvurucu, iptal davasının ardından açtığı tam
yargı davasında idarenin hatalı sınavı nedeniyle on yıl boyunca müşavirlik
karnesini alamadığını ve mesleğini icra edemediğini ileri sürerek maddi ve
manevi tazminat talebinde bulunmuş; Ankara 15. İdare Mahkemesi, idare yönünden
tazmin borcunun doğabilmesi için zararın varlığının kesin vegerçek
olarak ortaya çıkmasının zorunlu olduğu oysa başvurucu tarafından uğranıldığı
iddia edilen zararın varsayım ve tahmine dayalı olduğunun anlaşıldığı, idarenin
mevzuata aykırı eylem ve işlemi sonucunda şeref ve haysiyetin rencide edilmesi
veya maddi ve manevi elem ve ızdırap duyulması
hâlinde manevi tazminat söz konusu olabileceği, dava konusu işlem nedeniyle
davacının şeref ve haysiyetinin rencide edilmesi veya elem ve ızdıraba sevk edilmesi durumunun ise oluşmadığı sonucuna
vararak davanın reddine karar vermiş; karar Danıştay incelemesinden geçerek
kesinleşmiştir.
28. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde sonuç olarak iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından
delillerin değerlendirilmesinde, hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
29. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının dinlenmediğine
ilişkin bir iddia, bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Derece Mahkemesi
kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu davanın makul sürede bitirilmediğini ileri
sürmüştür.
32. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni
ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
33. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
34. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve
yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da
Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına
girmektedir. Bu anlamda belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler,
başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali
talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Selahattin
Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Başvuruya konu, tam yargı
davasının medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku
yoktur.
35. Başvurucu, iptal davası ile birlikte tam yargı davasının
toplamda on beş yıl sürdüğünü belirterek davanın makul sürede sonuçlanmaması
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğiniileri
sürmüşse de iptal davasında verilen karar 2/12/2009 tarihinde kesinleşmiş
olduğundan ve bu karara yönelik olarak zaman bakımından kabul edilemezlik
kararı verildiği dikkate alındığında makul süre incelemesinde esas alınacak
yargılama, Ankara 15. İdare Mahkemesinin E.2009/173 sayılı dosyasında yapılan
tam yargı davasına ilişkin yargılamadır.
36. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olup somut başvuru açısından bu tarih
11/2/2009'dur.
37. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme talebinin
Danıştay Onbeşinci Dairesince karara bağlandığı
19/2/2013'tür.
38. İlgili yargılama evrakının incelenmesi neticesinde başvuruya
konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görüldüğünden
2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin
söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan
yargılama faaliyetleri için geçerli usule ilişkin genel hükümler içeren 2577
sayılı Kanun’un 14., 20. ve 49. maddeleri gibi muhtelif maddelerinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır.
39. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
11/2/2009 tarihinde açılan davada Ankara 15. İdare Mahkemesinin 10/7/2009
tarihinde davanın reddine karar verdiği, temyiz incelemesinin Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından yapılarak 11/4/2012 tarihli
ilamla hükmün onandığı, karar düzeltme isteminin de 19/2/2013 tarihinde karara
bağlandığı ve iki dereceli yargılama sisteminde davanın 4 yıl 7 gün sürdüğü
anlaşılmaktadır.
40. Somut olayda başvuruya konu yargılama, temyiz ve karar
düzeltme safhalarıyla birlikte toplam 4 yıl 7 gün sürmüştür. Yargılama
sürecinin bütünü dikkate alındığında başvurucunun haklarını ihlal edecek
şekilde bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkı açısından bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İptal davasına ilişkin ihlal iddialarının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tam yargı davasına ilişkin ihlal iddialarının;
a. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerine BIRAKILMASINA
13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.