TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADNAN OKTAR BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2013/514)
|
|
Karar Tarihi: 2/10/2013
|
R.G. Tarih- Sayı: 15/11/2013-28822
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Adnan OKTAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Ceyhun GÖKDOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, şahsına yönelik olarak “www.facebook.com” adlı internet sitesi
üzerinden hakaret suçu işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı
şikâyet üzerine “kovuşturmaya yer
olmadığına” karar verilmesinin, Anayasa’nın Başlangıcı ile 10., 17.
ve 36. maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 4/1/2013 tarihinde İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde
başvurunun karara bağlanması için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, isminin “A. U.” olduğunu iddia ettiği kişinin “www.facebook.com” adlı internet sitesi
üzerinden kendisine küfür ettiğini, bu kişinin bahsi geçen internet sitesinde
49 takipçisinin bulunduğunu ve bu kişilerin kendisi hakkında yapılan hakarete
vakıf olduklarını, bunun da kişilik haklarına, onur ve saygınlığına açıkça
saldırı niteliğinde olduğu iddiasıyla 14/9/2012 tarihinde Kadıköy Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.
6. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, 20/9/2012 tarih ve
K.2012/14900 karar sayılı kararıyla söz konusu şikayetle ilgili olarak “şüphelinin müştekiyi hedef alarak, bizzat müştekiyi
kastederek hakaret ettiğine dair delil elde edilemediği”
gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
7. Başvurucu 16/10/2012 tarihinde Kadıköy Cumhuriyet
Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına itiraz etmiş, itiraz
Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2012 tarih ve 2012/1897 Değişik İş
sayılı kararıyla reddedilmiştir.
8. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararı başvurucuya
5/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
9. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
171. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet
savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması
hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar
gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir.
Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
10. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 173. maddesinin
(3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, kararını vermek için soruşturmanın
genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer
sulh ceza hâkimini görevlendirebilir; kamu davasının açılması için yeterli
nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere
mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı,
kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
11. Mahkemenin 2/10/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 4/1/2013 tarih ve 2013/514 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
12. Başvurucu, şahsına karşı “www.facebook.com”
adlı internet sitesi üzerinden hakaret suçu işlendiği iddiasıyla yaptığı
şikâyet üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca etkin bir soruşturma
yürütülmediğini, kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bahsi geçen
internet sitesinde kendisi hakkında yapılan hakarete 49 kişinin vakıf olduğunu,
bunun da kişilik haklarına, onur ve saygınlığına açıkça saldırı niteliğinde
olduğunu iddia ederek Anayasa’nın Başlangıcı ile 10., 17. ve 36. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın 36. Maddesi Yönünden
13. Başvurucu, yapmış olduğu şikâyet üzerine başlatılan
soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin Anayasa’nın
36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetini (adil yargılanma hakkı) ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
14. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir. …”
15. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
16. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı
doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
17. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
18. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
19. AİHS’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
20. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
21. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde
adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni
hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması
esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için,
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) içtihatlarına
göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını
talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz
kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu
kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir
sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası
açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (Perez/Fransa, 47287/99, 12/2/2004, § 70).
23. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak
iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ceza
muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca
somut olayda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkileri ceza
muhakemesi süreci ile sınırlı olup hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı bir
etkisi bulunmamaktadır.
24. Başvurucu, suç
işlediğini düşündüğü bir üçüncü kişi hakkında soruşturma açılmasını sağlamak
amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup, talebi üçüncü kişinin cezalandırılmasıyla sınırlıdır. Başvurucu, üçüncü kişinin fiili
nedeniyle medeni haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğunu düşünüyor ve
buna ilişkin zararının giderilmesini istiyorsa, hukuk mahkemeleri önünde dava
açma imkânı vardır.
25. Sonuç
itibariyle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının
konusu, Anayasa’da güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında olan temel hak ve
özgürlüklerin koruma alanı dışında kalmaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurunun,
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. Maddesi Yönünden
27. Başvurucu, hakkındaki hakaretlerle ilgili olarak
Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kavuşturmaya yer olmadığı kararının Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan maddi ve manevi varlığının korunması hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
28. Anayasa’nın 17. maddesi şu şekildedir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir …”
29. Maddenin amacı esas olarak, bireylerin maddi ve manevi
varlığına karşı Devlet tarafından yapılabilecek keyfi müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca, vücut ve ruhsal bütünlüğüne yönelik fiziksel ve
cinsel saldırılar, tıbbi müdahaleler, şeref ve itibarı etkileyen saldırılar
karşısında kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve saygı
gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır.
30. Bireyin şeref
ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin
manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale
etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü
kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, görsel ve
işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla
bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve
itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Pfeifer/Avusturya,
12556/03, 15/11/2007, § 35).
31. Devletin,
bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif
yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın
Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı
arasında bir denge kurması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve
60641/08, 7/2/2012, § 99).
32. Bireylerin
maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı etkili
mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif yükümlülüğü, mutlaka cezai
soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız
müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür.
Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde
hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret ceza hukuku anlamında
suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve tazminat
davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bir bireyin, üçüncü kişilerce şeref
ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim
sağlaması mümkündür.
33. Anayasa’nın
148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlal
iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir.
Üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler ile ilgili olarak
yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olması Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için şart olan tüm başvuru yollarının tüketilmesi
koşulunun yerine getirildiği anlamına gelmez.
34. Nitekim bireyin
şeref ve itibarına yönelik hakaret içerikli söylemlerin Devletin pozitif
yükümlülükleri çerçevesinde giderimi ile ilgili Avrupa karar organlarının da
birçok kararı bulunmaktadır.
35. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (“Meclis”), Avrupa
Konseyine (“Konsey”) üye bazı devletlerde yürürlükte olan yasaların, iftira ve
hakaret için hapis cezası öngördüğüne dikkat çekerek sözlü ya da yazılı
hakaretin hapis cezasını gerektiren suç olmaktan çıkartılması yönünde birçok
tavsiye kararı yayınlamıştır. Meclis tarafından verilen bu kararlarla uyumlu
olarak, yazılı ve sözlü hakaretin suç olmaktan çıkartılması ya da bu tür
hakaretler için yasalarda öngörülen cezaların hafifletilmesi için çeşitli
düzenlemeler yapma konusunda Konseye üye devletler arasında genel bir fikir
birliği bulunmaktadır (Meclisin konu ile ilgili tavsiye kararları için bkz: Parliamentary Assembly, Towards decriminalisation of defamation, Resolution
1577, 04/10/2007, §§ 11, 13, 17; Parliamentary
Assembly, Towards decriminalisation of defamation, Resolution
1814, 04/10/2007, § 1; Parliamentary Assembly, Respect for media
freedom, Recommendation
1897, 27/1/2010, § 11).
36. AİHM de birçok kararında, Meclisin hakaretin suç olmaktan
çıkarılmasına yönelik tavsiye kararlarına atıfla, Sözleşmeci Devletlerin zaman
geçirmeksizin hakareti suç olmaktan çıkarılmaları gerektiğine vurgu yapmaktadır
(Šabanovıć/Sırbistan ve Karadağ, 5995/06, 31/5/2011,
§ 43; Niskasaari/Finlandiya, 37520/07, 6/7/2010, § 77).
37. Somut olayda başvurucu, “www.facebook.com”
adlı internet sitesi üzerinden şahsına yönelik olarak hakaret suçu
işlendiği, bu hakaretin kişilik haklarına, onur ve saygınlığına açıkça saldırı
niteliğinde olduğu iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunmuştur. Savcılık, başvurucunun talebi ile ilgili olarak, şüphelinin
müştekiyi hedef alarak, bizzat müştekiyi kastederek hakaret ettiğine dair delil
elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
38. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (B.
No: 2012/338, 2/7/2013, § 28).
39. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz olmaları ve tüketildiklerinde
başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir.
Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp
uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili
olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 29).
40. Başvurucu, şahsına karşı yapılan hakaret nedeniyle sadece
cezai kovuşturma yapılması amacıyla suç duyurusunda bulunmuş ancak herhangi bir
hukuk davası açmamıştır. Başvurucunun iddiaları ile ilgili olarak başvurduğu
ceza davası yolu, ulaşılabilir, telafi kabiliyetini haiz ve başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıyan tek başvuru yolu değildir.
Hakaretin özel yaşama etkileri ile ilgili olarak hukuk davası açarak da
başvurucunun şikâyetlerini derece mahkemeleri önünde ileri sürebilmesi ve bu
iddialarla ilgili olarak giderim sağlayabilmesi mümkündür.
41. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddiaları ile ilgili
olarak hukuk davası açma yolu tüketilmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının“başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Anayasa’nın 10. Maddesi Yönünden
42. Başvurucu, Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik ilkesi”nin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Anayasa’nın “Kanun
önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.”
44. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen
maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve AİHS kapsamında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 33).
45. Başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının kişinin
maddi ve manevi varlığının korunması hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı
olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması hakkı bakımından eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine
sahip olmayıp, bu hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence
altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
34).
46. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin
tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü
konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi
gerekir. Somut olayda başvurucu benzer bazı olaylarda ceza davası açıldığından
bahisle kendisinin ayırımcılığa uğradığını dile getirmiş fakat hangi nedene
dayalı olarak kendisine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin olarak herhangi
bir beyanda bulunmamıştır. Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için
başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile
kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu
farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb ayırımcı bir nedene dayandığı makul delillerle ortaya
koyması gerekir. Somut olayda başvurucu sözünü ettiği benzer olaylar ile kendi
durumunun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi kendisine hangi nedene dayalı
olarak ayırımcılık yapıldığına ilişkin de herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucu ihlal iddialarını kanıtlayacak herhangi
bir delil ileri sürmediğinden başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
A. Başvurunun;
1. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine yönelik
iddiaların “konu
bakımından yetkisizlik”,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik
iddiaların “başvuru
yollarının tüketilmemesi”,
3. Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiğine yönelik
iddiaların “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
2/10/2013 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.