TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ŞAH BAĞATUR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5195)
|
|
Karar Tarihi: 21/1/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Şah BAĞATUR
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü
üyeleri tarafından kardeşi ile oturdukları eve saldırı yapıldığı dikkate alınmaksızın
17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi
nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet hakkının; ret işlemlerine
karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede
sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne
karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ile ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu; kardeşi S.B. ile
birlikte oturdukları meskene 15/6/1994 tarihinde PKK tarafından düzenlenen
baskın neticesinde evin kullanılamaz hâle geldiğini beyan ederek bu olay
nedeniyle köyden ayrıldığını iddia etmiştir.
7. Başvurucu 26/1/2006
tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle
Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
8. 7/1/2011 tarihli ve
2011/1-203 sayılı Komisyon kararında; dosyada yer alan bilgi ve belgeler
uyarınca köy boşaltılmadığından, kişiye yönelik tehdit ve saldırı olmadığından
bahisle talebin reddine karar verilmiştir.
9. Başvurucu tarafından belirtilen
ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik
kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir.
10. Batman İdare Mahkemesinin
25/11/2011 tarihli ve E.2011/773, K.2011/1281 sayılı kararı ile“...1987-2000 yılları arasında Sarıyayla Köyü’nde GKK ve GÖKK görevlendirildiği ve
koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 25 hanenin
ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 1178, 1997 yılında 605, 2000 yılında
777 kişi olduğu, ... 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin
yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, ... Sarıyayla Köyü İlköğretim Okulu'nun eğitim ve öğretime açık
olduğu, ... Sarıyayla Köyü, Karayün
Mezrası halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç
etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması
diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve
davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle
5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığı...” gerekçesine dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir.
11. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/3250,
K.2013/627 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir.
12. Onama kararının 12/6/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği ve 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
13. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2.,
4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay
Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı,
Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733
sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679,
K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
14. 5233 sayılı Kanun’un
25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli
hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı
ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı
katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü
kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit
edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına
kadar,
c) Çalışma gücü
kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit
edilenlere yirmibeş katından kırksekiz
katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü
kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit
edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki
katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin
mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e)
bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk
Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 21/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun
kapsamında yaptığı talebin ve akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy
halkına “Köy korucusu ol ya da
köyü terk et.” şeklinde idare
tarafından yapılan baskının ve zorlamanın Mahkemece dikkate alınmadığını,
yerleşim yerinde muhtarlık seçimlerinin yapılmaması, okulun güvenlik nedeniyle
kapatılması, yerleşim yeri sakinlerinin öldürülmesi, silahla yaralanması, PKK
tarafından kardeşi S.B. ile birlikte yaşadığı eve baskın yapılmasına dair özel
durumu dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu soyut gerekçesine
dayanılarak tarafından sunulan belgeler değerlendirilmeksizin idare tarafından
sunulan belgelerin dikkate alındığını ve sunulan bu belgeler tebliğ edilmemek
suretiyle kendisine savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil
olmadığını belirtmiştir.
17. Başvurucu; ayrıca kararların
yeterli gerekçe ihtiva etmediğini, tarafından sunulan belgeler dikkate
alınmaksızın idarece sunulan belgelere dayalı olarak karar veren Mahkemenin
tarafsız olmadığını, önceki bir tarihte aynı yerleşim yerinden başvuruda
bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde karar verdiğini ve
yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma ve inceleme yapılmayarak
davasının reddine karar verildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir sebep
bulunmamasına rağmen şahsına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak
ayrımcılığa maruz bırakıldığını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve
Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle zararının tazmin
edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yer almayan bir nedene dayanılarak Komisyon
ve yargı makamlarınca talebinin reddedildiğini, yaptığı başvuru hakkında
yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 2.,
7., 10., 35., 36., 87., 125. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiş ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini
amacıyla açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35.,
36., 87., 125. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
iddia etmiştir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı
neticesinde idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine
getirmemesi sonucu maruz bırakıldığını mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu
karşısında bir giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek
Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir. Anılan ihlal iddiası, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali
iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak
değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.
Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun
kapsamında yaptığı giderim taleplerinin mukim olduğu köyün tamamen
boşaltılmamış olduğu gerekçesiyle reddedildiğini ancak önceki bir tarihte aynı yerleşim
yerinden başvuruda bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde
karar verdiğini ve yargı merciince bu kararlar konusunda araştırma ve inceleme
yapılmayarak davasının reddine hükmedildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir
sebep bulunmamasına rağmen tazminat ödenmemesi yönünde kararlar alındığını
belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
20. 5233 sayılı
Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi
nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu
olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi
bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını temellendirecek herhangi
bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No:
2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit
Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
21. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın hangi temele
dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen iddiaları
temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
23. Başvurucu, idare tarafından
sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin
tarafsız olmadığını iddia etmiştir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurularda, benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu
yargılamalarda hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak
şekilde yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve
taraflı bir tutumu, kişisel bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir
taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı
anlaşıldığından başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
§§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
25. Somut başvuru açısından
hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu
saptanmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Çelişmeli Yargılama ve Silahların Eşitliği İlkelerinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu, tarafınca sunulan
ve davanın esasında etkili olan bilgi, belge ve deliller dikkate alınmaksızın
sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen belgelere
dayanılarak davasının İlk Derece Mahkemesi tarafından reddine karar verildiğini
belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
28. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurularda, çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin
ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu tazminat
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı
noktasında Danıştay tarafından ihdas edilen içtihadi
kriter olan “yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden
yararlanıldığı, bu hususun tespiti için de bir kısım idari birimden gelen
tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da
İlk Derece Mahkemesi kararlarına aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve
içeriklerine en geç İlk Derece Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu
tespit edilmiştir. Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde
bu belgeler ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri
sürme imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve
beyan dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından
sunulan belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin
olarak tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru
dosyaları kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule
ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude Yaşar, §§ 74-76; Cahit
Tekin, §§ 70-72).
29. Somut başvuruda, yukarıda
değinilen ilkeler ışığında yapılan incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı ve başvurucu açısından farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön de bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun çelişmeli yargılanma ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiği iddialarının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu, Mahkeme kararında
talep sonucuna etki eden hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini
iddia etmiştir.
32. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurularda, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan
özel durumlarının değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından
ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece
Mahkemeleri kararlarında denetlenerek reddedildiği, bu nedenlerle başvuruların
bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin, §§ 75-77).
33. Somut başvurunun incelenmesi
neticesinde başvurucunun taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip
edilmeyeceği noktasında Derece Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olup olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim
edilen tutanak ve belgeler kapsamında değerlendirildiği, başvurucu tarafından
ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak
reddedildiği (bkz. §§ 10, 11), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve
gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemesinin denetiminden
geçerek kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun -hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu
dışında- gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
34. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun gerekçeli karar haklarının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
35. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun
kapsamında ileri sürdüğü giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki
idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması
nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama
aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve
yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara
bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına
atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında
gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
38. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucunun
Komisyona başvuru tarihi olan 26/1/2006 ile nihai karar tarihi olan temyiz
talebi üzerine verilen 31/1/2013 tarihli onama karar tarihi arasında geçen yedi
yıllık sürede uyuşmazlığın karara bağlanması
konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek
bir gecikmenin olduğu tespit edilemediğinden, başvuru açısından farklı
karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
39. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul süreyi aştığını
ileri sürdüğü yargılamanın uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal
saptanmadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
e. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun
kapsamında yaptığı başvurunun, terör örgütü mensupları tarafından kardeşi
olduğunu iddia ettiği S.B.nin meskenine yapılan
saldırıda kendisinin de aynı evde olduğunu, eve saldırı yapılmasındaki özel
durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim olduğu köyün tamamen boşaltılmamış
olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
41. Anayasa'nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49.
maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı,
6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
42. Anılan
kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
43. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki
ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
44. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın
tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece
geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını
zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme
olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece oluşturulduğundan
hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine
yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit
Tekin, §§ 84, 85).
45. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
46. Başvurucunun; kardeşi
olduğunu iddia ettiği S.B.nin meskenine terör örgütü
mensupları tarafından yapılan saldırıda kendisinin de aynı evde olduğu,
güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiği, bu çerçevede oluşan zararlarının 5233
sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve
belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile soruşturma evrakını Derece
Mahkemelerine ibraz ederek terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı
nedeni ile yerleşim yerini terk ettiği noktasındaki özel durumunun dikkate
alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
47. Anayasa’nın 148.
maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan hükümler
gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların; başvuruya konu ettiği kamu
gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya kişisel olarak doğrudan
etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur arasında şahsi ve özel
bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95, 25/12/2012, § 21)
48. Anayasa Mahkemesinin 9/6/2015 tarihli yazısı ile
başvurucudan, başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarını ispat etmeye yönelik
kardeşi olduğu beyan edilen ve mağdur olduğu iddia edilen, meskenin sahibi kişi
ile arasındaki kardeşlik ilişkisinin nüfus kayıtlarından tespit edilemediği
için aralarında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri
Mahkemeye sunması istenmiştir.
49. Başvurucu 7/7/2015 tarihli dilekçesi ile meskenine
saldırı yapıldığını belirttiği S.B. ile ilgili biyolojik anlamda kardeş
olmalarına rağmen nüfus kayıtlarında S.B.nin amcası
olarak görüldüğünü, bu durumun köy sakinleri tarafından bilindiğini belirtmenin
dışında başkaca bir husus beyan etmemiştir.
50. Bu çerçevede başvurucunun; arasında kardeşlik ilişkisi
bulunduğunu iddia ettiği S.B.nin evine terör örgütü
üyeleri tarafından saldırı yapılması iddiası hakkında Anayasa Mahkemesi
tarafından kendisine yazılan müzekkereye cevap olarak bu kişi ile arasındaki
akrabalık ilişkisine değinmekle yetindiği, aralarındaki ilişkide şahsi ve özel
bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge sunmadığı tespit edilmiştir.
Ayrıca başvuru dosyasında yer alan anılan olaya ilişkin tutanaklarda da
başvurucunun saldırı anında aynı evde bulunduğu iddiasına ilişkin bir dayanak
olacak bir belgeye rastlanamamıştır. Bu tespitler karşısında başvurucunun
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesinin, yerleşim
yerlerini terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle terk edip etmediği noktasında nesnel ölçütten farklı bir
karine veya ölçüt arayışına girilmesini gerektirecek boyuta ulaşmadığı
anlaşılmaktadır.
51. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddianın kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
52. Başvurucu, ayrıca idarenin
can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle
mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmektedir.
53. Başvuru formu incelendiğinde başvurucu, Anayasa’nın 35.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü bölümde 5233 sayılı Kanun kapsamında
tanzim edilen belgelerde maddi zararının mevcut olduğunu iddia etmiş; idari
yargı makamlarının tazminat başvurusuna ilişkin söz konusu düzenlemeleri dar ve
aleyhe yorumlayarak Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
54. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun
delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve yargılamaya etkin
olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu da saptanmadığı
anlaşılan somut yargılama faaliyetinin Derece Mahkemelerince adil yargılanma
hakkının gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan
mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine
gerek görülmemiştir (Ülkü
Özgür, B. No: 2013/2263, 26/6/2014, §
43)
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Çelişmeli yargılanma ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6.
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adli yardım talebinin
kabulüyle geçici muafiyet sağlanan yargılama giderlerinin tahsilinin
başvurucunun mağduriyetine neden olacağı anlaşılmakla, 12/1/2011 tarihli ve
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA
21/1/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.