TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
BÜLENT ECEVİT UÇAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5271)
Karar Tarihi: 17/11/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
Başvurucu
Bülent Ecevit UÇAN
Vekili
Av. Servet Serkan UZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 1/11/2004 tarihinde açılan menfi tespit davasının kısmen kabulüne karar verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 12/7/2013 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde 1/11/2004 tarihli dilekçe ile açılan menfi tespit davasında, davacı-karşı davalı Hasdayı İnşaat Tic. ve San. Ltd. Şti., davalı-karşı davacı UND Gürbulak İşl. Yat. A.Ş.’den, Gürbulak Kara Sınır Kapısının yapımına ilişkin 19/4/2002 tarihinde imzaladıkları sözleşmeye istinaden alacaklı olduğunun tespiti ile ayrıca davalı-karşı davacı şirkete teminat amacıyla verilen çeke ilişkin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
6. Yapılan yargılama sonunda Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesi 28/10/2010 tarih ve E.2004/509, K.2010/445 sayılı kararla; davacı-karşı davalı Hasdayı İnşaat Tic. ve San. Ltd. Şti.’nin sözleşme gereği yapması gereken işlerini ayıpsız ve gereği gibi ifa etmediği, her ne kadar işlerin büyük oranını tamamlasa bile (%99,4) eksiklikler bulunduğu, tüm bu eksiklikler hesaba alındıktan sonra davacı-karşı davalı tarafın, davalı-karşı davacı taraftan 80.523,98 TL alacağının bulunduğu gerekçesiyle bu miktarın tahsiline, iş bitirme oranının %100 olmaması nedeniyle davacı-karşı davalının gecikme cezası ve teminat iadesi istemlerinin reddine, davalı-karşı davacının davasının reddine karar vermiştir.
7. Temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 7/6/2012 tarih ve E.2011/2935, K.2012/4268 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını, teminat amacıyla davalı-karşı davacı şirkete verilen çekin davacı-karşı davalı şirkete iadesi hakkında gerekli araştırma yapılmadan hüküm tesis edildiği gerekçesiyle bozmuş, ilgili kararın diğer kısımları yönünden temyiz istemlerini reddetmiştir.
8. Başvurucu, Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine sunduğu 5/7/2012 havale tarihli dilekçe ile Kocaeli 4. Noterliğinde düzenlenen 5/7/2012 tarihli temliknameye istinaden davacı-karşı davalı Hasdayı İnşaat Tic. ve San. Ltd. Şti’nin dava dosyasındaki alacaklarından 950.750,00 TL’lik kısmını, doğmuş ve doğacak yasal tüm ferileri ile birlikte temlik aldığını bildirmiştir.
9. Başvurucu ve davalının karar düzeltme istemleri aynı Dairenin 16/5/2013 tarih ve E.2012/6680, K.2013/3188 ilamı ile Yargıtay kararında belirtilen nedenler ve 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi dikkate alınarak reddedilmiştir.
10. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam 14/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
12. Bozulan yönlere ilişkin olarak yargılama süreci devam etmektedir.
B. İlgili Hukuk
13. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddeleri, 1086 sayılı mülga Kanun’un 381. maddesinin üçüncü fıkrası.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/7/2013 tarih ve 2013/5271 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, Yargıtay tarafından kararın kısmen onandığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını, bilirkişi incelemelerinin ve keşfin usulüne uygun yapılmadığını, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu, gerekçeli kararın kanuni süresi içinde yazılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
16. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, bilirkişi incelemelerinin ve keşfin usulüne uygun yapılmadığını ayrıca uzun süren yargılama süreci nedeniyle lehine hükmedilen alacak miktarının günün koşullarına göre tatmin edicilikten uzak olduğunu, oysa başka mahkemelerde haklarını arayan kişilerin zamanında sonuç aldıklarını belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ile Mahkemece verilen kararın adil olup olmamasına ilişkin olduğundan, bu iddiaların tamamı yargılama sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçeli olmadığı, gerekçeli kararın kanunda öngörülen sürede yazılmadığı ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları ayrıca değerlendirilmiştir.
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
17. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
18. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
19. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
20. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
21. Başvurucu Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davasında, bilirkişi incelemelerinin ve keşfin usulüne uygun yapılmadığını, eksik inceleme ve değerlendirme sonucu davanın kısmen kabulüne karar verildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Başvuru konusu olayda, Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesi 28/10/2010 tarihli kararında, tarafların iddia ve savunmalarını, dosyaya sundukları delilleri değerlendirerek ve bilirkişi raporları alarak, ilgili hukuk kurallarını da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşmıştır. İlk Derece Mahkemesi kararı, başvurucunun şikâyet konusu yaptığı kısımlar yönünden Yargıtay tarafından onanmış, karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir.
23. Mahkemece verilen kararın Yargıtay tarafından bozulan kısımlarına ilişkin yargılamanın İlk Derece Mahkemesinde devam ettiği, başvurucunun yargılaması devam eden kısımlara ilişkin bireysel başvuruda bulunmadığı, Yargıtay tarafından onanan kısımlara yönelik bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmış olup ihlal iddiaları Yargıtayın onadığı yönler açısından değerlendirilmiştir.
24. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
25. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
26. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
27. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesince verilen karar ile Yargıtayın kısmen onama ve karar düzeltme isteminin reddine dair kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
28. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
30. Ancak derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
31. Öte yandan temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
32. Somut olayda, Mahkemece, tarafların ileri sürdükleri tüm deliller toplanarak, sözleşme, hak ediş belgeleri, şirket defterleri incelenerek, bilirkişilerden ayrıntılı raporlar alınmış, keşif yapılmış, davalı tarafın yetki itirazı dikkate alınmış ve bu değerlendirmeler sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir (bkz. § 6). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm kısmen onanmış, bozulan kısımla ilgili olarak yeterli açıklamada bulunulmuş, karar düzeltme istemi reddedilmiştir (bkz. §§ 7, 9). Dolayısıyla Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
33. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu yöndeki iddiası diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
c. Gerekçeli Kararın Kanunda Öngörülen Sürede Yazılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
35. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
36. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.
Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir.”
37. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla medeni haklara sahip gerçek ve tüzel kişiler bireysel başvuru yönünden dava ehliyetine sahiptir (B. No: 2012/22, 25/12/2012, § 24.).
38. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup, anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre; bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu önkoşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesi gerekir (B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’in 34. maddesinde yer alan“mağdur” kelimesi ile ihtilaf konusu eylem ya da ihmalden doğrudan etkilenen kişinin kast edildiğini belirtmektedir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, § 50).
40. Başvurucu, ilk derece Mahkemesince 28/10/2010 tarihinde verilen kısa kararın, gerekçesi ile birlikte yazılarak taraflara tebliğinin yaklaşık dört ay sonra yapıldığını, bu durumun gerekçeli kararın tefhim edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde yazılmasına yönelik 1086 sayılı mülga Kanun’un 381. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı olduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Başvuru konusu olayda Mahkemece, 28/10/2010 tarihinde karar verilmiş ve gerekçeli kararın tebliğinden sonra davanın tarafları olan şirketlerin temyiz talepleri üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesince 7/6/2012 tarihinde bu karar kısmen bozulmuştur. Başvurucu ise Yargıtay bozma kararından sonra 5/7/2012 tarihinde noterde düzenlenen temlikname ile davacı-karşı davalının alacaklarını devralmış ve bu aşamadan sonra temlik alan sıfatıyla davaya katılmıştır. Dolayısıyla gerekçeli kararın verilmesi ve tebliği aşamalarında yargılamada yer almayan ve davanın tarafı olmayan, alacağı temlik alarak yargılamaya katılan, 7/6/2012 tarihinden önceki dönemde Mahkemece yapılan işlem nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenmeyen başvurucunun mağdur sıfatının olmadığı anlaşılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, gerekçeli kararın kanunda belirtilen sürede tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına yönelik olarak, mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden
43. Başvurucu, 1/11/2004 tarihinde Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davasının halen sonuçlanmadığını, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
44. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
45. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
46. Başvurucu tarafından, tarafı olduğu hukuki uyuşmazlığın yaklaşık dokuz yıldır sonuçlandırılmadığı belirtilmekle beraber, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin saptanması gereklidir. Başvuru konusu yargılama süreci, taraflar arasında akdedilen eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümü amacıyla Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen menfi tespit davasına ilişkindir. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Ancak uyuşmazlığın tarafları açısından, yargılama sürecine dâhil oldukları süreler nazara alındığında, farklı yargılama sürelerinin geçerli olması mümkündür (B. No:2012/367, 17/9/2013, § 24).
47. Başvuru konusu davanın açılış tarihi 1/11/2004 olmakla beraber, başvurucunun, İlk Derece Mahkemesine sunduğu davacı-karşı davalı tarafın dava ile ilgili alacaklarını temlik aldığını belirtir 5/7/2012 havale tarihli dilekçe sonrasında, temlik alan sıfatıyla yargılamada yer almaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, başvurucu açısından yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, davanın açıldığı tarih değil, temlik alan sıfatı ile ilk derece mahkemesine bildirimde bulunduğu tarihtir.
48. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını konu alan şikayetler bakımından iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu aranmayıp, bu tür şikayetler açısından yargılama faaliyetinin devamı sırasında başvuru yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No:2012/13, 2/7/2013,§ 52).
49. Başvuru konusu olayda başvurucunun temlik alan sıfatıyla davada yer almaya başladığı tarih 5/7/2012 tarihi olup, dava halen derdest olmakla, başvurucu açısından yargılama, başvurucunun davaya katıldığı tarihten itibaren yaklaşık iki yıl dört aydır devam etmektedir. Bu kapsamda, başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığın karara bağlanması için geçen sürenin makul olup olmadığı noktasında nazara alınacak zaman dilimi yaklaşık iki yıl dört aylık süreyi kapsamaktadır.
50. Başvurunun incelenmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak davası niteliğinde olduğu, başvurucunun, davacı-karşı davalı şirketin dava dosyası kapsamındaki alacaklarını 5/7/2012 tarihinde temlik aldığı, bu bağlamda başvuruya konu Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/509 sayılı dosyasında yürütülen yargılamaya temlik alan sıfatıyla katıldığı, başvurucunun temlik alan sıfatını İlk Derece Mahkemesine bildirmesini takiben Yargıtay 15. Hukuk Dairesine yapılan karar düzeltme itirazının reddedildiği, aynı Dairenin daha önceki bozma ilamı nedeniyle yargılamanın İlk Derece Mahkemesinde devam ettiği anlaşılmıştır.
51. Somut olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında, başvurucu açısından geçerli olan iki yıl dört aylık yargılama süresinin somut davada makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
52. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu itibariyle adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3. Gerekçeli kararın kanunda öngörülen sürede yazılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “kişi yönünden yetkisizlik”,
4. Yargılamanın makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.