TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ABDULKADİR BOLLUK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5278)
Karar Tarihi: 15/4/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Raportör
Yunus HEPER
Başvurucu
Abdulkadir BOLLUK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hakkında yapılan ceza yargılamasında uzun süre tutuklu kalması, yargılamanın uzun sürmesi ve derece mahkemesinin mahkûmiyet kararının hakkaniyete aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 8/7/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun 18/6/2006 tarihinde diğer iki kişi ile birlikte uyuşturucu madde ticareti yapmak suçunu işlediği iddiasıyla 28/6/2006 tarihinde hakkında yakalama kararı verilmiş ve yakalama emri çıkartılmıştır.
6. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının 1/5/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.
7. Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 7/5/2008 tarihinde tensip zaptını hazırlamış ve ilk celse 29/7/2008 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, 10/6/2010 tarihinde yakalanmış ve aynı gün Mahkemede yapılan duruşmanın 9. celsesinde savunması alınarak tutuklanmıştır.
8. Başvurucu, Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/12/2010 tarihli kararı ile uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan 9 yıl hapis ve 4.800,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
9. Temyiz üzerine, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19/4/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır.
B. İlgili Hukuk
10. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
11. Mahkemenin 15/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 8/7/2013 tarih ve 2013/5278 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
12. Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan hakkında açılan ceza davasında uzun süre tutuklu kaldığını, yargılamanın uzun sürdüğünü ve derece mahkemesinin mahkûmiyet kararının hakkaniyete aykırı ve adil olmadığını bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği Şikâyeti Yönünden
13. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
14. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
15. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
16. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
17. Somut başvurunun dayanaklarından birini oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhildir. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi de, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
18. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
19. Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58).
20. Yargılama faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede, ilgili makamların tutumunun da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu kapsamda sadece yargı makamları değil, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı incelenmelidir. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini gerektirir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek davaların “makul süre” içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele almakta ve bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 42927/10, 12/3/2013).
22. Başvuru konusu olayda, başvurucunun 18/6/2006 tarihinde işlediği iddia edilen uyuşturucu madde ticareti suçu nedeniyle başvurucu hakkında 28/6/2006 tarihinde yakalama kararı verilmiş ve 1/5/2008 tarihli iddianameyle kamu davası açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, 7/5/2008 tarihinde tensip zaptını hazırlamış ve ilk celse 29/7/2008 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, 9. celsenin yapıldığı 10/6/2010 tarihinde yakalanmış ve aynı tarihte savunması alınarak tutuklanmıştır. Başvurucunun savunmaları doğrultusunda yeni ara kararlar veren Mahkeme 12. celsenin yapıldığı 7/12/2010 tarihinde başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan 9 yıl hapis ve 4.800,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19/4/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır. Bu durumda iki dereceli yargılama sisteminde davanın yaklaşık 7 yıl sürdüğü anlaşılmaktadır.
23. Buna karşın yaklaşık 7 yıl süren yargılama sürecinde başvurucunun suçtan sonra kaçması nedeniyle hakkında yakalama emri çıkartılmış ve başvurucu ancak 10/6/2010 tarihinde yakalanabilmiş ve savunması alınmıştır. Bu tarihten sonra duruşmada üç celse daha yapılmış ve Mahkeme, 7/12/2010 tarihinde kararını vermiştir. Başvurucu yakalandıktan sonra yapılan iki celse Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına yazılan müzekkere cevabı beklenmiş, son celsede ise sanık ve müdafilerine savunmalarını hazırlamaları için süre verilmiştir.
24. Başvurucu yakalandıktan sonra İlk Derece Mahkemesinde yargılama 5 ay 27 gün sürmüştür. İlk derece Mahkemesinin kararını verdiği tarihten Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19/4/2013 tarihli onama kararına kadar geçen süre ise 2 yıl 4 ay 12 gün olarak gerçekleşmiştir. Başvurucunun yakalandığı tarihten Yargıtayın onama tarihine kadar geçen süre ise 2 yıl 10 ay 9 gün olarak gerçekleşmiştir.
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
26. Somut olayda, başvuruya konu uyuşturucu madde ticareti suçundan yapılan ceza yargılamasında ilk derece mahkemesi ve temyiz mahkemesinin tutumlarının özel bir karmaşıklık göstermediği, yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde toplam 7 yıl sürdüğü tespit edilmiştir. Buna karşın başvurucunun yakalanmasından sonra derece mahkemesi önündeki yargılamanın yaklaşık 6 ayda, temyiz sürecinin yaklaşık 2 yıl 4 ayda tamamlandığı, bu durumda yargılamanın uzamasında duruşmalara gelmeyen başvurucunun yakalanmasının beklenmesinin en önemli etken olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Yargılama süresinin bütünü dikkate alındığında ilk derece ve Yargıtaydaki yargılama sürecinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
27. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun makul süreyi aştığını ileri sürdüğü yargılamasının uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kararın Adil Olmadığı İddiası Yönünden
28. Başvurucu, derece mahkemesinin mahkûmiyet kararının hakkaniyete aykırı ve adil olmadığını ileri sürmüştür.
29. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013).
32. Somut olayda başvurucu, aracında ele geçirilen kokain maddesini satmak amacıyla bulundurduğu gerekçesiyle toplam 9 yıl hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, mahkûmiyet kararının objektif ve somut kriterlere dayanmadığını ileri sürmüş, yargılamanın adilliğine ilişkin başka bir şikâyette de bulunmamıştır.
33. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
34. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı Şikâyeti Yönünden
35. Başvurucu, uzun süre tutuklu kalması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
37. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
38. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
39. Ancak başvurucu hali hazırda tahliye olmuş ya da hakkında ilk derece mahkemesinde hüküm kurulmuş ise bireysel başvuru açısından talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından da varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru yapılmalıdır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 31).
40. Ne var ki başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
41. Ancak kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek AİHM, gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Solmaz/Türkiye, 27561/02, 16/1/2007, §§ 23-24; Şahap Doğan/Türkiye, 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir. Kurul, 12 Nisan 2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararında, “hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).
42. Somut olayda başvurucu 10/6/2010 tarihinde Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 7/12/2010 tarihinde tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Kararla birlikte başvurucuya isnat olunan suç sabit görülerek 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir.
43. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “tutukluluğun makul süreyi aştığı” yönündeki şikâyetine konu olayda tutuklamaya ilişkin nihai kararın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksunluk”,
2. Kararın adil olmadığı iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksunluk”,
3. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiası yönünden “zaman bakımından yetkisizlik”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
15/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.