TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ALİ İNCESU BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2013/2253)
|
|
Karar Tarihi: 15/4/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Recep ÜNAL
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Ali İNCESU
|
Vekili
|
:
|
Av. İnan AKMEŞE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında yürütülen yargılamanın yedi yıl yedi
ay sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/3/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2013
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm tarafından 24/7/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 30/7/2013
tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 23/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 13/9/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren
dilekçesini 23/9/2013 tarihinde sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, bandrolsüz kitap satışı yaptığı şüphesi ile 22/3/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve ifadesine başvurulmuştur.
9. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 23/3/2005 tarih ve H.2005/13340, E.2005/5572 sayılı
iddianamesi ile 5/12/1951 tarih ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu
hükümlerine aykırı olarak çoğaltılmış kitap satışı yapmak suretiyle 5846 sayılı
Kanun’a muhalefet etmek suçunu işlediği iddiası ve bu suçtan cezalandırılması
talebiyle kamu davası açılmıştır. 8/6/1936 tarih ve
3005 sayılı mülga Meşhud Suçların Muhakeme Usulü
Kanunu hükümleri uyarınca başvurucu aynı tarihte İstanbul 3. Fikri ve Sınai
Haklar Ceza Mahkemesi (3 No.lu Mahkeme) huzuruna çıkarılmıştır. 3005 sayılı
mülga Kanun hükümlerine göre yapılan 23/3/2005 tarihli
duruşmada başvurucunun savunması alınarak serbest bırakılmıştır.
10. 3 No.lu Mahkemenin 25/5/2010
tarih ve E.2005/367, K.2010/249 sayılı kararıyla başvurucunun 5846 sayılı
Kanun’a muhalefet etmek suçunu işlediği kanaatine varılarak, aynı Kanun’un 81.
maddesi uyarınca 5.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir. Başvurucu, 24/6/2010 tarihli dilekçe ile
kararı temyiz etmiştir.
11. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 7. Ceza Dairesinin, 30/10/2012 tarih ve E.2012/24087, K.2012/26176 sayılı kararı
ile başvurucu hakkında devam eden ceza davasının olağanüstü zamanaşımı
süresinin dolması nedeniyle “ortadan
kaldırılmasına” karar verilmiştir.
12. Başvurucu, 28/2/2013 tarihli
dilekçe ile dosyadan suret alması üzerine Yargıtay kararından haberdar olduğunu
beyan etmiş olup, başvurucunun karardan daha önce haberdar olduğunu gösteren
herhangi bir bulgu tespit edilememiştir.
B. İlgili Hukuk
13. 5846 sayılı Kanun’un 81. maddesinin dokuzuncu fıkrası
şöyledir:
“Sahte bandrol üreten, satışa arz
eden, satan, dağıtan, satın alan, kabul eden veya kullanan kişi üç yıldan yedi
yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para
cezasıyla cezalandırılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
14. Mahkemenin 15/4/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/3/2013 tarih ve 2013/2253 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
15. Başvurucu, hakkındaki yargılama sürecinin 22/3/2005 tarihinde başladığını ve Yargıtayın
30/10/2012 tarihli ilamı ile sona erdiğini, bu şekilde yargılama sürecinin yedi
yıl yedi ay sürdüğünü, yargılama süresinin makul olup olmadığının davanın özel
şartları çerçevesinde ve özellikle davanın karmaşıklığı, başvurucu ve ilgili
diğer kişi ve makamların tutumunun değerlendirilmesinin gerektiğini,
yargılandığı davanın karmaşık olmadığını, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde
düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
16. Başvurucu Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu
doğrultuda, başvurucunun başvuru dilekçesinde temas ettiği olay ve olgular,
esas itibarıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının
bir unsuru olan makul sürede yargılanma hakkının koruma alanına ilişkin olduğundan,
Anayasa’nın 19. maddesi bakımından ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
17. Başvurucunun şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir.
Kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
18. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin uzun
yargılama şikâyetlerini incelerken sadece bireysel başvuruların
yapılabilmesinin başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden
sonraki dönemi değil, bu tarihe kadar geçen süreyi de değerlendirdiği, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesinin yargılama süresinin
makul olup olmadığını her olayın kendine özgü koşullarını ve özellikle davanın
karmaşık olup olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve
davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının
tutumları, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve eğer söz konusu
yargılama bir ceza yargılaması ise, başvurucunun tutuklu olup olmadığı gibi
ölçütleri dikkate alarak karar verdiği, somut başvuruya konu yargılamanın
22/3/2005 tarihinde başladığı, 30/10/2012 tarihinde sona erdiği, yargılamanın
yedi buçuk yıl sürdüğü, söz konusu yargılamanın süresinin makul olup olmadığının
ve hükmedilecek tazminat miktarının belirlenmesinin takdirinin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.
19. Başvurucu, 23/9/2013 tarihli
beyan dilekçesinde, başvuru dilekçesindeki iddia ve taleplerini tekrarlayarak,
Anayasa Mahkemesinin 2/7/2013 tarih ve B. No: 2012/13 sayılı kararı
doğrultusunda karar verilmesi gerektiğini bildirmiştir.
20. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar
verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
isteme hakkına sahiptir …”
22. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmelidir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22; B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 38; B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 27).
23. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca
davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının
görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi de Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulmalıdır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 39;
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 28).
24. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/673, 19/12/2013,
§ 27; B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 29).
25. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41-45; B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 30).
26. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46; B. No: 2013/695, 9/1/2014, §
31).
27. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
28. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır.
Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak
karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa
Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No:
2013/695, 9/1/2014, § 35).
29. Bununla birlikte, suç isnadının tarihi ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi ile ilgili zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarih farklı olabilir. İsnat tarihi Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden
önce olan ancak bu tarihte yargılaması devam eden ya da verilen nihai karar
henüz kesinleşmemiş olan ceza davaları ile ilgili olarak, makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikayetler bakımından dikkate
alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, suçun isnat edildiği
tarihten itibaren geçen süredir. Dolayısıyla, ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012
tarihinde derdest olmak şartıyla, suç isnadının gerçekleştiği tarih ile suç
isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği tarihe veya
devam eden davalarda Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı tarihe
kadar geçen süre dikkate alınacaktır (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 36).
30. Başvuru konusu olayda başvurucu, 22/3/2005
tarihinde gözaltına alınmış ve hakkında açılan kamu davası Yargıtayın
30/10/2012 tarihli ilâmı ile neticelenmiştir. Bu kapsamda başvurucunun, makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikayetiyle ilgili olarak
dikkate alınması gereken süre, 22/3/2005 ilâ
30/10/2012 tarihleri arasında geçen toplam yedi yıl yedi ay sekiz günlük
yargılama dilimidir.
31. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara
atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda
gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve
organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile
Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44; B. No:
2013/695, 9/1/2014, § 39).
32. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki
rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya
belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör
atanmasındaki gecikmeler, hâkim ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü
ağırlığı nedenleriyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili
makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55;
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 40).
33. Başvurucu, 22/3/2005 tarihinde
gözaltına alınmış ve ifadesine başvurulduktan sonra hakkında 23/3/2005
tarihinde kamu davası açılmıştır. 3005 sayılı mülga Kanun hükümleri uyarınca
aynı tarihte 3 No.lu Mahkeme huzuruna çıkarılmış ve sorgusu yapılarak serbest
bırakılmıştır. Aynı duruşmada suç delilleri üzerinde bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar verilmiştir. Duruşma arasında Mahkemeye başvurucunun adli
sicil kaydı ulaşmış, nüfus kaydı ve kolluk birimine yazılan yazı cevapları ise
ulaşmamıştır. 27/12/2005 tarihli duruşmada önceki
yazının yinelenmesine ve suç delilleri üzerinde bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar verilmiştir. Bilirkişi raporu 9/10/2007
tarihli duruşmadan önce ibraz edilmiştir. 3/4/2008
tarihli duruşmadan önce bilirkişi raporu başvurucuya tebliğ edilmiştir. Aynı
duruşmada başvurucunun ek savunma amacıyla zorla getirilmesine karar verilmiş
ve 27/10/2008 tarihli duruşmada başvurucu hakkında
yakalama emri çıkarılmıştır. Başvurucu 19/11/2009
tarihinde Malatya ili Arguvan ilçesinde yakalanmış ve Arguvan Asliye Ceza
Mahkemesi huzuruna çıkarılarak savunması alınmış olup, ayrıca ek savunma
konusunda herhangi bir soru yönetilmemiştir. 16/2/2010
tarihli duruşmada ise başvurucunun benzer davalara ilişkin dosyalarındaki
iddianame ve son duruşma tutanaklarının istenmesine, duruşmanın 25/5/2010
tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Mahkemenin 25/5/2010
tarihli kararıyla başvurucunun 5.000,00 TL adli para cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiş olup, başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay
7. Ceza Dairesinin 30/10/2012 tarihli ilâmıyla ceza davasının “ortadan kaldırılmasına” karar
verilmiştir.
34. Bu şekilde yargılamanın 22/3/2005
ilâ 25/5/2010 tarihleri arasındaki beş yıl iki ay üç günlük bölümünün
Cumhuriyet savcılığı ve ilk derece mahkemelerinde; 25/5/2010 ilâ 30/10/2012
tarihleri arasındaki ve iki yıl beş ay beş günlük bölümünün de kanun yolu
incelemesinde geçtiği nazara alındığında, somut başvuru açısından özellikle
değerlendirilmesi gereken yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol
açtığı gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar incelemeye tabi
tutulmuştur. Bu kapsamda, bir yapısal sorun olması ve yargılama sisteminde
çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve birikmesi
sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin 6.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır. Zira devlet, yargılama sisteminde
çözüm bekleyen uyuşmazlıkların nicelik itibarıyla artmasına rağmen, yargılama
faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm tedbirleri
almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür (B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55; B. No: 2013/695,
9/1/2014, § 40).
35. İlk derece yargılaması kapsamında, duruşmaya ara verilen
dönemlerdeki hâkim değişiklikleri, müzekkere cevaplarındaki gecikmeler, duruşma
aralıklarının uzun oluşu, delillerin ve yargılamaya esas teşkil eden belgelerin
bir defada hızlı bir şekilde toplanamamış olması, özellikle yargılamanın 16/10/2006 ilâ 16/2/2010 tarihli duruşmalar arasındaki
yaklaşık üç yıl dört aylık süresinin, sonuca etkisi olmadığı verilen hükümden
anlaşılan, ek savunmanın alınmasına yönelik zorla getirme ve yakalama
işlemlerinin sonuçlanmasının beklenmesi ile tüketilmesi, 27/12/2005 tarihli
duruşmada görevlendirilmesine karar verilen bilirkişinin, raporunu ancak
9/10/2007 tarihli duruşmadan önce ibraz edebilmiş ve bu süreler zarfında
yargılamaya ilişkin esaslı herhangi bir işlem de yapılmamış olması; sonuç
olarak ilk derece yargılamasının beş yıl iki ay üç gün sürmüş olması birlikte
nazara alındığında, özellikle ilk derece mahkemesi nezdinde geçen yargılaması
süreci açısından, yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve
organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması
üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa’nın
36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin,
mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil
olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde
düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var
olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin
makul sürede gerçekleştirilmemesini haklı kılamayacağı açıktır.
36. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle
bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
37. Yargılama süresinin makul olup olmadığının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken, davadaki sanık sayısı,
davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için
öngörülen cezanın miktarı gibi unsurların hiçbiri somut ceza davasının
yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesine olanak vermemektedir. Tek
bir sanığın yargılandığı ve karmaşık nitelikte olmayan yargılama açısından, söz
konusu dokuz yılı aşkın yargılama sürecinde, makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan “makul
sürede yargılanma hakkı”nın
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
39. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle 20.000,00 TL
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
40. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
41. Başvurunun incelenmesi sonucunda, Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla birlikte, tespit edilen ihlal
ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
42. Başvurucu hakkında yürütülen ve yaklaşık yedi yıl yedi ay
süren yargılama süreci dikkate alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu nedeniyle,
yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında
başvurucuya takdiren 5.850,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
43. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 5.850,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
15/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.