TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ŞENOL BÜLBÜL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5390)
Karar Tarihi: 30/6/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Raportör
Murat AZAKLI
Başvurucu
Şenol BÜLBÜL
Vekili
Av. Serkan CENGİZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 10/7/2013 tarihinde İzmir 11. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 22/11/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı, 22/1/2014 tarihli yazı ile yargılamanın makul sürede sonuçlandığını ve diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğunu bildirmiş, başvurucu vekili 6/2/2014 tarihli dilekçesinde, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını belirterek başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1/7/1997 tarihinde Çukurova A.Ş.’de işçi olarak çalışmaya başlamıştır.
8. Anılan şirket 26/11/2001 tarihinde başka bir şirket tarafından devralınarak Ege Çelik Endüstri San. Tic. A.Ş. unvanı altında faaliyetine devam etmiştir.
9. 25/12/2002 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiş, 26/12/2002 tarihinde asıl işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamış, 26/1/2003 tarihinde tekrar asıl işveren nezdinde işe başlamıştır.
10. Başvurucunun iş akdi işveren tarafından 21/4/2009 tarihinde feshedilmiştir.
11. Başvurucu, 15/5/2009 tarihinde Karşıyaka 1. İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine işe iade istemiyle dava açmıştır.
12. Mahkemece, 10/8/2010 tarih ve E.2009/262, K.2010/532 sayılı kararla; “iş sözleşmesi feshedilen işçilerin tamamına yakınının toplu iş sözleşmesi fark alacakları için işveren aleyhine dava açan kişiler olduğu, davalının kısa çalışma ödeneği başvurusunda ücretsiz izin uygulamasında aleyhine dava açan işçiler ile açmayan işçiler arasında dolaylı ayrımcılık yaptığı, iş sözleşmesinin feshinde de, aynı işçileri işten çıkararak aynı uygulamaya gittiği ve ücretsiz izni kabul edip etmediği beklenmeden iş sözleşmesinin feshedildiği, feshin geçerli nedene dayanmadığı” gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir.
13. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1/11/2010 tarih ve E.2010/40152, K.2010/31168 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
14. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine açtığı alacak davasında; “işe girdiği 1/7/1997 tarihinde itibaren kesintisiz çalıştığını, Türk Metal-İş Sendikasına aidat ödemek suretiyle Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümlerinden yararlandığını, 2002 yılında davalının görev yeri değişikliği yaptığını, bunu kabul etmediği için iş akdinin işçi tarafından feshedilmiş gibi gösterilerek taşeron kayıtları üzerinden kısa bir süre çalışmış olarak gösterildiğini, daha sonra tekrar davalı şirket kayıtlarına geçirildiğini, bu süre içerisinde gerçekte başvurucunun çıkışı olmadığını, sendika üyeliğinde de herhangi bir kesintinin bulunmadığını, davalı işverenin bu muvazaalı işlemi, işten çıkarma tehdit ve baskısı altında gerçekleştirdiğini, muvazaalı işlem sonrası işverenin asgari ücret ödemeye başladığını ve TİS'in orantısal zamlarını asgari ücrete uyguladığını ileri sürerek, muvazaalı giriş çıkış işleminin yapıldığı 2002 yılından bu yana eksik ödenen ücret, fazla çalışma, ikramiye, gece çalışma, izin ücreti ve kıdem tazminat farkı yönünden 30.000,00 TL'nin faiziyle davalıdan tahsilini” talep etmiştir.
15. Mahkemece, 17/12/2010 tarih ve E.2009/320, K.2010/792 sayılı kararla, “davacının, irade fesadına yönelik herhangi bir iddiasının bulunmadığı, Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi irade fesadı halinde bir yıllık bir süre öngörmüş olup davacının bu süreyi geçirdikten sonra işten atılma baskı ve tehdit iddialarına dayanarak talepte bulunmasının Kanun’a aykırılık teşkil ettiği, muvazaa hükümlerinin de uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu işlem 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava tarihine kadar öngörülen yeni ücretler bakımından davacının herhangi bir itirazı kayıt ileri sürmediği, bu süre zarfında birkaç TİS'in imzalandığı, bu hususun TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye dayanan iddialarından vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
16. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/5/2013 tarih ve E.2011/9648, K.2013/13849 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır.
17. Karar, 12/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
20. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
21. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
22. 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.”
23. 5521 sayılı Kanun’un 15. maddesi şöyledir:
I. “Bu Kanunda sarahat bulunmayan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
24. 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 31. maddesi şöyledir:
“Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan eder.
Hile ve haleldar olmuş yahut ikrah ile yapılmış olan bir akde icazet, zarar ve ziyan talebinden feragati istilzam etmez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 30/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 10/7/2013 tarih ve 2013/5390 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, 1/7/1997 tarihinde işe başladığını, 25/12/2002 tarihinde işveren tarafından iş akdinin feshedileceği iddiasıyla iradesi fesada uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını, 25/12/2002 tarihinde çıkışı yapılarak 26/12/2002 tarihinde asıl işverene bağlı taşeron şirkette yeniden işe girişinin sağlandığını, 26/1/2003 tarihinde tekrar asıl işverenin işçisi olarak çalışmaya başlatıldığını, bu arada taşeron şirkette çalışmış gibi gösterildiğini, bu tarihten itibaren düşük ücretle çalışmaya devam ettiğini, 21/4/2009 tarihinde iş akdinin feshedildiğini, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini, yargılamanın 4 yıl sonra sonuçlandığını, makul sürenin aşıldığını, TİS’ten yararlandığı halde ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların bireysel iş sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını, benzer davalarda Yargıtayın davaların kabulüne karar vermesine rağmen, sonradan görüş değiştirdiğini, bu davalar sona erdiğinde de Yargıtayın yine eski görüşü doğrultusunda kararlar vermeye başladığını, işe iade kararı ile ayrımcılık yapıldığının kesinleşmesine rağmen alacak davasının reddedildiğini, yargılama sırasında ek bilirkişi incelemesi talebine rağmen bu talebin kabul edilmediğini ve gerçek zararın kesin olarak belirlenemediğini belirterek, çalışma hakkı, TİS yapma hakkı, sendikaya üye olma hakkı, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve yeniden yargılama yapılmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
27. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedilmesinin çalışma hakkı, TİS yapma hakkı, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun anılan iddiaları yargılama sonucunda verilen kararın adil olmadığına yönelik olup, bu iddialar adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile sendikaya üye olma hakkının ihlali iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
32. Somut olayda başvurucu, 25/12/2002 tarihinde işveren tarafından iş akdinin feshedileceği iddiasıyla iradesi fesada uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını, 25/12/2002 tarihinde çıkışı yapılarak 26/12/2002 tarihinde asıl işverene bağlı taşeron şirkette yeniden işe girişinin sağlandığını, 26/1/2003 tarihinde tekrar asıl işverenin işçisi olarak çalışmaya başlatıldığını, bu arada taşeron şirkette çalışmış gibi gösterildiğini, bu tarihten itibaren düşük ücretle çalışmaya devam ettiğini, 21/4/2009 tarihinde iş akdinin feshedildiğini, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini, TİS’ten yararlandığı halde ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların bireysel iş sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını, yargılama sırasında ek bilirkişi incelemesi talebine rağmen bu talebin kabul edilmediğini ve gerçek zararın kesin olarak belirlenemediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Başvurucunun iş akdi ilk olarak 25/12/2002 tarihinde feshedilerek bu tarihten sonra asıl işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamıştır. 26/1/2003 tarihinde ise tekrar asıl işverene bağlı olarak çalışmaya devam etmiştir. İş akdi 21/4/2009 tarihinde işveren tarafından feshedilmesi üzerine, başvurucu işe iade davası açmıştır. Bu dava devam ederken 2002 yılından itibaren eksik ödenen tüm ücretlerin tahsili talebini içeren alacak davası açmıştır.
34. Başvurucunun 1/11/2010 tarihinde kesinleşen ilamla işe iadesine karar verilmiştir. Başvuruya konu olan alacak davasında ise Mahkemece, tarafların delilleri toplanmış, TİS belgeleri incelenmiş, bilirkişi raporu alınmış ve başvurucunun irade fesadı iddiasının bulunmadığı, Borçlar Kanunu'nun 31. maddesine göre irade fesadı halinde 1 yıl içinde talepte bulunulması gerektiği, başvurucunun iddialarının 2002 yılında gerçekleştiği, bu tarihten itibaren dava tarihi olan 1/6/2009 tarihine kadar yeni ücretler bakımından itirazi kayıt ileri sürmediği, bu süre içinde yeni TİS'in imzalandığı, bu TİS'te başvurucunun iddialarının belirtilmediği, dolayısıyla başvurucunun önceye dayalı iddialarından vazgeçtiği ve yeni düzenlenen iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince hüküm onanarak kesinleşmiştir.
35. Başvurucu her ne kadar bilirkişi raporuna itiraz ederek ek rapor alınmasını talep etmişse de davanın ret gerekçesi dikkate alındığında, bilirkişiden ek rapor alınmasını gerektiren bir husus bulunmadığı belirlenmiştir.
36. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
37. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
38. Başvurucu ayrıca, benzer davalarda Yargıtayın davaların kabulüne karar vermesine rağmen, sonradan görüş değiştirdiğini ve davanın ret ile sonuçlandığını, bu davalar sona erdiğinde de Yargıtayın yine eski görüşü doğrultusunda kararlar vermeye başladığını, işe iade kararı ile ayrımcılık yapıldığının kesinleşmesine rağmen alacak davasının reddedildiğini belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
39. Aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45).
40. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Sendikal Hakkın İhlali İddiası
41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
42. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
43. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
44. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
45. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
46. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 20).
47. Başvuru konusu olayda, başvurucu, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle sendikaya üye olma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Başvurucu tarafından Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açılan dava sonunda 17/12/2010 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, 20/1/2011 tarihinde kararı temyiz etmiş olup, temyiz talebinde, sendikaya üye olma hakkı veya örgütlenme hakkının ihlal edildiğine dair hiçbir iddiada bulunmadığı gibi, bu yönden bozma kararı verilmesini de talep etmemiştir. Dolayısıyla başvurucu, ihale neden olduğunu ileri sürdüğü iddiaya ilişkin olarak olağan kanun yollarına başvurmadığı için yargısal yollar tüketilmemiştir.
49. Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden sendikal hakkın ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
50. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
51. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun üç defa mazeret bildirmesi nedeniyle yaklaşık 8 ay duruşmaların ertelendiğini, bu sürenin değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiştir.
53. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
54. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
55. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
56. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
57. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
58. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
59. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
60. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
61. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
62. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi amacıyla açılan dava bulunmakta olup, bu sorunun çözümüne yönelik olarak 5521 ve 6100 sayılı Kanunlarda yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
63. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 1/6/2009 tarihidir.
64. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
65. Sürenin bitiş tarihi ise, yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
66. İş mahkemelerinin görevi 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına alınmıştır.
67. Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 47).
68. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş akdine dayalı olarak açılan alacak ve tazminat davasında derhal bir yargı kararı verilmesinde, çalışanın önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir.
69. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Dolayısıyla işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi amacıyla açılan davalarda takip edilmesi gereken yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
70. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
71. Anayasa Mahkemesinin, derece mahkemelerinin yargılama sürelerine riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetleme görevi bulunmamakta olup Mahkeme, davaların “makul süre” içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele alarak, bu sürenin Anayasa’nın 36. maddesine uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır.
72. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, başvurucu 1/6/2009 tarihinde, 2002 yılından itibaren eksik ödenen tüm işçilik alacaklarının ve kıdem tazminatı farkının ödenmesini talep etmiştir.
73. Mahkemece tensip zaptı ile başvurucunun belirttiği hususlar araştırılmış, ikinci duruşmada, taraflara delillerini bildirmeleri için süre verilmiştir. Mahkemece TİS ve başvurucunun sendika üyelik fişleri toplanmış, 9/2/2010 tarihli duruşmada bilirkişi raporu alınmasına ve bilirkişi ücretinin başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
74. Başvurucu vekili 1/4/2010 tarihli duruşmaya mazeret bildirerek katılmamış, Mahkemece başvurucunun mazereti kabul edilerek, bilirkişi ücretinin başvurucu tarafından yatırıldığı belirlenerek dosyanın bilirkişiye tevdiine karar verilmiştir.
75. Başvurucu vekili, 3/6/2010 tarihli duruşmaya da mazeret bildirmiş, ancak anılan duruşmada bilirkişi raporunun beklenmesine karar verildiği için başvurucunun kusuru nedeniyle duruşmanın uzamadığı anlaşılmıştır.
76. Başvurucu vekilinin 22/10/2010 tarihli duruşmaya da mazeret bildirdiği, anılan duruşmada bilirkişi raporunun okunduğu, davalı vekilinin talebi üzerine raporu inceleyip beyanda bulunması için davalı tarafa süre verildiği belirlenmiştir
77. 17/12/2010 tarihli duruşmaya başvurucu vekilinin yine mazeret bildirerek katılmadığı, Mahkemece, mazeretin belgelendirilmemesi nedeniyle reddine karar verildiği, davalı vekilinin talebi üzerine yargılamaya devam edilerek aynı duruşmada davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
78. Yargılama süresince sekiz duruşma yapıldığı ve yaklaşık iki ay aralıklarla duruşmaların gerçekleştiği, başvurucu vekilinin bazı duruşmalara mazeret bildirerek katılmadığı belirlenmiştir.
79. Duruşmada hazır bulunmayan başvurucu vekiline gerekçeli kararın 17/1/2011 tarihinde tebliğ edildiği ve başvurucu vekilinin temyizi üzerine 20/2/2011 tarihinde dosyanın Yargıtaya gönderildiği anlaşılmıştır.
80. Karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/5/2013 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme yolu kapalı olan hüküm aynı tarihte kesinleşmiştir.
81. Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık bir niteliğe sahip olmadığını gösterdiği, davaya bütün olarak bakıldığında, ilk açılış tarihi olan 1/6/2009 tarihinden itibaren hükmün kesinleştiği 8/5/2013 tarihine kadar 3 yıl 11 ay 7 gün yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır.
82. Başvurunun konusu olan tazminat ve alacak davasında yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, davanın niteliği gereği bilirkişi incelemesini gerektirdiği, iki dereceli yargılama yapıldığı ve başvurucu vekilinin yargılama sürecindeki tutum ve davranışları dikkate alındığında 3 yıl 11 ay 7 gün süren yargılama sürecinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
83. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun;
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Sendikal hakkın ihlali iddiası yönünden “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerine bırakılmasına,
30/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.