TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞENOL BÜLBÜL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5390)
|
|
Karar Tarihi: 30/6/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Şenol BÜLBÜL
|
Vekili
|
:
|
Av. Serkan CENGİZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka 2. İş
Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının reddedildiğini, yargılamanın
makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 10/7/2013 tarihinde İzmir 11. İş Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/10/2013 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
İkinci Bölümün 22/11/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet
Bakanlığı, 22/1/2014 tarihli yazı ile yargılamanın makul sürede sonuçlandığını
ve diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğunu bildirmiş,
başvurucu vekili 6/2/2014 tarihli dilekçesinde, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını
belirterek başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade
edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1/7/1997 tarihinde Çukurova A.Ş.’de işçi olarak çalışmaya başlamıştır.
8. Anılan şirket 26/11/2001 tarihinde başka bir şirket
tarafından devralınarak Ege Çelik Endüstri San. Tic. A.Ş. unvanı altında
faaliyetine devam etmiştir.
9. 25/12/2002 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiş,
26/12/2002 tarihinde asıl işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya
başlamış, 26/1/2003 tarihinde tekrar asıl işveren nezdinde işe başlamıştır.
10. Başvurucunun iş akdi işveren tarafından 21/4/2009
tarihinde feshedilmiştir.
11. Başvurucu, 15/5/2009 tarihinde Karşıyaka 1. İş
Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine işe iade istemiyle
dava açmıştır.
12. Mahkemece, 10/8/2010 tarih ve E.2009/262, K.2010/532
sayılı kararla; “iş sözleşmesi feshedilen
işçilerin tamamına yakınının toplu iş sözleşmesi fark alacakları için işveren
aleyhine dava açan kişiler olduğu, davalının kısa çalışma ödeneği başvurusunda
ücretsiz izin uygulamasında aleyhine dava açan işçiler ile açmayan işçiler
arasında dolaylı ayrımcılık yaptığı, iş sözleşmesinin feshinde de, aynı
işçileri işten çıkararak aynı uygulamaya gittiği ve ücretsiz izni kabul edip
etmediği beklenmeden iş sözleşmesinin feshedildiği, feshin geçerli nedene
dayanmadığı” gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe
iadesine karar verilmiştir.
13. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1/11/2010
tarih ve E.2010/40152, K.2010/31168 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
14. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde
Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine açtığı alacak davasında; “işe girdiği 1/7/1997 tarihinde itibaren kesintisiz
çalıştığını, Türk Metal-İş Sendikasına aidat ödemek suretiyle Toplu İş
Sözleşmesi (TİS) hükümlerinden yararlandığını, 2002 yılında davalının görev
yeri değişikliği yaptığını, bunu kabul etmediği için iş akdinin işçi tarafından
feshedilmiş gibi gösterilerek taşeron kayıtları üzerinden kısa bir süre
çalışmış olarak gösterildiğini, daha sonra tekrar davalı şirket kayıtlarına
geçirildiğini, bu süre içerisinde gerçekte başvurucunun çıkışı olmadığını,
sendika üyeliğinde de herhangi bir kesintinin bulunmadığını, davalı işverenin
bu muvazaalı işlemi, işten çıkarma tehdit ve baskısı altında
gerçekleştirdiğini, muvazaalı işlem sonrası işverenin asgari ücret ödemeye
başladığını ve TİS'in orantısal zamlarını asgari
ücrete uyguladığını ileri sürerek, muvazaalı giriş çıkış işleminin yapıldığı
2002 yılından bu yana eksik ödenen ücret, fazla çalışma, ikramiye, gece
çalışma, izin ücreti ve kıdem tazminat farkı yönünden 30.000,00 TL'nin faiziyle
davalıdan tahsilini” talep etmiştir.
15. Mahkemece, 17/12/2010 tarih ve E.2009/320, K.2010/792
sayılı kararla, “davacının, irade fesadına
yönelik herhangi bir iddiasının bulunmadığı, Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi
irade fesadı halinde bir yıllık bir süre öngörmüş olup davacının bu süreyi
geçirdikten sonra işten atılma baskı ve tehdit iddialarına dayanarak talepte
bulunmasının Kanun’a aykırılık teşkil ettiği, muvazaa hükümlerinin de
uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu işlem 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava
tarihine kadar öngörülen yeni ücretler bakımından davacının herhangi bir
itirazı kayıt ileri sürmediği, bu süre zarfında birkaç TİS'in
imzalandığı, bu hususun TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye
dayanan iddialarından vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği,
TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün
olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
16. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin
8/5/2013 tarih ve E.2011/9648, K.2013/13849 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır.
17. Karar, 12/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 10/7/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
20. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf
yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri
uygulanır.”
21. 30/1/1950 tarih ve 5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan
kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında
istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri
arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan
hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş
mahkemeleri kurulur.”
22. 5521 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü
uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve
taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam
olunarak esas hakkında hüküm verilir.”
23. 5521 sayılı Kanun’un 15.
maddesi şöyledir:
I. “Bu Kanunda sarahat bulunmayan hallerde Hukuk
Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
24. 22/4/1926 tarih ve 818
sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 31. maddesi şöyledir:
“Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan
akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek
hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin
bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata
veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan
eder.
Hile ve haleldar olmuş yahut ikrah ile yapılmış olan bir
akde icazet, zarar ve ziyan talebinden feragati istilzam etmez.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 30/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 10/7/2013 tarih ve 2013/5390 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, 1/7/1997 tarihinde işe başladığını, 25/12/2002
tarihinde işveren tarafından iş akdinin feshedileceği iddiasıyla iradesi fesada
uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını, 25/12/2002 tarihinde çıkışı
yapılarak 26/12/2002 tarihinde asıl işverene bağlı taşeron şirkette yeniden işe
girişinin sağlandığını, 26/1/2003 tarihinde tekrar asıl işverenin işçisi olarak
çalışmaya başlatıldığını, bu arada taşeron şirkette çalışmış gibi
gösterildiğini, bu tarihten itibaren düşük ücretle çalışmaya devam ettiğini,
21/4/2009 tarihinde iş akdinin feshedildiğini, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde
açtığı alacak davasının reddedildiğini, yargılamanın 4 yıl sonra
sonuçlandığını, makul sürenin aşıldığını, TİS’ten
yararlandığı halde ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların bireysel
iş sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını, benzer davalarda Yargıtayın davaların kabulüne karar vermesine rağmen,
sonradan görüş değiştirdiğini, bu davalar sona erdiğinde de Yargıtayın
yine eski görüşü doğrultusunda kararlar vermeye başladığını, işe iade kararı
ile ayrımcılık yapıldığının kesinleşmesine rağmen alacak davasının
reddedildiğini, yargılama sırasında ek bilirkişi incelemesi talebine rağmen bu
talebin kabul edilmediğini ve gerçek zararın kesin olarak belirlenemediğini
belirterek, çalışma hakkı, TİS yapma hakkı, sendikaya üye olma hakkı, mülkiyet
ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş,
ihlalin tespitini ve yeniden yargılama yapılmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
27. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun,
Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedilmesinin çalışma
hakkı, TİS yapma hakkı, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesini
ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun
ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki
nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun anılan iddiaları yargılama sonucunda
verilen kararın adil olmadığına yönelik olup, bu iddialar adil yargılanma
hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun makul
sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
ile sendikaya üye olma hakkının ihlali iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
28. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun
esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz.
Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve
sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve
bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri
ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
32. Somut olayda başvurucu,
25/12/2002 tarihinde işveren tarafından iş akdinin feshedileceği iddiasıyla
iradesi fesada uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını, 25/12/2002
tarihinde çıkışı yapılarak 26/12/2002 tarihinde asıl işverene bağlı taşeron
şirkette yeniden işe girişinin sağlandığını, 26/1/2003 tarihinde tekrar asıl
işverenin işçisi olarak çalışmaya başlatıldığını, bu arada taşeron şirkette
çalışmış gibi gösterildiğini, bu tarihten itibaren düşük ücretle çalışmaya
devam ettiğini, 21/4/2009 tarihinde iş akdinin feshedildiğini, Karşıyaka 2. İş
Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini, TİS’ten
yararlandığı halde ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların
bireysel iş sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını, yargılama sırasında ek
bilirkişi incelemesi talebine rağmen bu talebin kabul edilmediğini ve gerçek
zararın kesin olarak belirlenemediğini belirterek, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Başvurucunun iş akdi ilk
olarak 25/12/2002 tarihinde feshedilerek bu tarihten sonra asıl işverene bağlı
olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamıştır. 26/1/2003 tarihinde ise tekrar
asıl işverene bağlı olarak çalışmaya devam etmiştir. İş akdi 21/4/2009
tarihinde işveren tarafından feshedilmesi üzerine, başvurucu işe iade davası
açmıştır. Bu dava devam ederken 2002 yılından itibaren eksik ödenen tüm ücretlerin
tahsili talebini içeren alacak davası açmıştır.
34. Başvurucunun 1/11/2010
tarihinde kesinleşen ilamla işe iadesine karar verilmiştir. Başvuruya konu olan
alacak davasında ise Mahkemece, tarafların delilleri toplanmış, TİS belgeleri
incelenmiş, bilirkişi raporu alınmış ve başvurucunun irade fesadı iddiasının
bulunmadığı, Borçlar Kanunu'nun 31. maddesine göre irade fesadı halinde 1 yıl
içinde talepte bulunulması gerektiği, başvurucunun iddialarının 2002 yılında
gerçekleştiği, bu tarihten itibaren dava tarihi olan 1/6/2009 tarihine kadar
yeni ücretler bakımından itirazi kayıt ileri
sürmediği, bu süre içinde yeni TİS'in imzalandığı, bu
TİS'te başvurucunun iddialarının belirtilmediği,
dolayısıyla başvurucunun önceye dayalı iddialarından vazgeçtiği ve yeni
düzenlenen iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını
talep etmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince hüküm onanarak kesinleşmiştir.
35. Başvurucu her ne kadar
bilirkişi raporuna itiraz ederek ek rapor alınmasını talep etmişse de davanın
ret gerekçesi dikkate alındığında, bilirkişiden ek rapor alınmasını gerektiren
bir husus bulunmadığı belirlenmiştir.
36. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
37. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
38. Başvurucu ayrıca, benzer
davalarda Yargıtayın davaların kabulüne karar
vermesine rağmen, sonradan görüş değiştirdiğini ve davanın ret ile
sonuçlandığını, bu davalar sona erdiğinde de Yargıtayın
yine eski görüşü doğrultusunda kararlar vermeye başladığını, işe iade kararı
ile ayrımcılık yapıldığının kesinleşmesine rağmen alacak davasının
reddedildiğini belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucunun anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
kapsamında değerlendirilmiştir.
39. Aynı hukuki metne ilişkin
olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat
farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği
gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri
ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma
hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45).
40. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Sendikal Hakkın İhlali İddiası
41. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
42. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
43. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
44. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
45. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları
önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline
ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz
(B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
46. Bireysel
başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (B. No:
2012/946, 26/3/2013, § 20).
47. Başvuru konusu olayda, başvurucu,
Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle sendikaya
üye olma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Başvurucu tarafından
Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açılan dava sonunda 17/12/2010 tarihinde davanın
reddine karar verilmiştir. Başvurucu, 20/1/2011 tarihinde kararı temyiz etmiş
olup, temyiz talebinde, sendikaya üye olma hakkı veya örgütlenme hakkının ihlal
edildiğine dair hiçbir iddiada bulunmadığı gibi, bu yönden bozma kararı
verilmesini de talep etmemiştir. Dolayısıyla başvurucu, ihale neden olduğunu
ileri sürdüğü iddiaya ilişkin olarak olağan kanun yollarına başvurmadığı için
yargısal yollar tüketilmemiştir.
49. Açıklanan nedenlerle, hukuk
sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden
sendikal hakkın ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
İddiası
50. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
51. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka 2. İş
Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının makul sürede tamamlanmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun üç defa
mazeret bildirmesi nedeniyle yaklaşık 8 ay duruşmaların ertelendiğini, bu
sürenin değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiştir.
53. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
54. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
55. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
56. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve
AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
57. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
58. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
59. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
60. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
61. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
62. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara
ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru
konusu olayda, işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi amacıyla açılan
dava bulunmakta olup, bu sorunun çözümüne yönelik olarak 5521 ve 6100 sayılı
Kanunlarda yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku bulunmamaktadır.
63. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından
1/6/2009 tarihidir.
64. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012
tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren
geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
65. Sürenin bitiş tarihi ise, yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
66. İş mahkemelerinin görevi 5521 sayılı Kanun’un 1.
maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili
arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından
doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına
alınmıştır.
67. Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu
niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin
dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun
uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde
sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 47).
68. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre
içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma
ödevi yükler. İş akdine dayalı olarak açılan alacak ve tazminat davasında
derhal bir yargı kararı verilmesinde, çalışanın önemli bir kişisel yararı
bulunmaktadır. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda
yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir.
69. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul
sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesiyle 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe
girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve
iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü
getirilmiştir. Dolayısıyla işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi
amacıyla açılan davalarda takip edilmesi gereken yargılama usulü, 6100 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü
olmuştur.
70. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316.
maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda
uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa
bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
71. Anayasa Mahkemesinin, derece mahkemelerinin yargılama
sürelerine riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve
uyguladıklarını denetleme görevi bulunmamakta olup Mahkeme, davaların “makul süre” içerisinde tamamlanıp
tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele alarak,
bu sürenin Anayasa’nın 36. maddesine uygun olup olmadığıyla sınırlı bir
inceleme yapmaktadır.
72. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
başvurucu 1/6/2009 tarihinde, 2002 yılından itibaren eksik ödenen tüm işçilik
alacaklarının ve kıdem tazminatı farkının ödenmesini talep etmiştir.
73. Mahkemece tensip zaptı ile başvurucunun belirttiği
hususlar araştırılmış, ikinci duruşmada, taraflara delillerini bildirmeleri
için süre verilmiştir. Mahkemece TİS ve başvurucunun sendika üyelik fişleri
toplanmış, 9/2/2010 tarihli duruşmada bilirkişi raporu alınmasına ve bilirkişi
ücretinin başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
74. Başvurucu vekili 1/4/2010 tarihli duruşmaya mazeret
bildirerek katılmamış, Mahkemece başvurucunun mazereti kabul edilerek,
bilirkişi ücretinin başvurucu tarafından yatırıldığı belirlenerek dosyanın
bilirkişiye tevdiine karar verilmiştir.
75. Başvurucu vekili, 3/6/2010 tarihli duruşmaya da mazeret
bildirmiş, ancak anılan duruşmada bilirkişi raporunun beklenmesine karar
verildiği için başvurucunun kusuru nedeniyle duruşmanın uzamadığı
anlaşılmıştır.
76. Başvurucu vekilinin 22/10/2010 tarihli duruşmaya da
mazeret bildirdiği, anılan duruşmada bilirkişi raporunun okunduğu, davalı
vekilinin talebi üzerine raporu inceleyip beyanda bulunması için davalı tarafa
süre verildiği belirlenmiştir
77. 17/12/2010 tarihli duruşmaya başvurucu vekilinin yine
mazeret bildirerek katılmadığı, Mahkemece, mazeretin belgelendirilmemesi
nedeniyle reddine karar verildiği, davalı vekilinin talebi üzerine yargılamaya
devam edilerek aynı duruşmada davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
78. Yargılama süresince sekiz duruşma yapıldığı ve yaklaşık
iki ay aralıklarla duruşmaların gerçekleştiği, başvurucu vekilinin bazı
duruşmalara mazeret bildirerek katılmadığı belirlenmiştir.
79. Duruşmada hazır bulunmayan başvurucu vekiline gerekçeli
kararın 17/1/2011 tarihinde tebliğ edildiği ve başvurucu vekilinin temyizi
üzerine 20/2/2011 tarihinde dosyanın Yargıtaya
gönderildiği anlaşılmıştır.
80. Karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/5/2013 tarihli
kararıyla onanmış, karar düzeltme yolu kapalı olan hüküm aynı tarihte
kesinleşmiştir.
81. Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle
icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
bir niteliğe sahip olmadığını gösterdiği, davaya bütün olarak bakıldığında, ilk
açılış tarihi olan 1/6/2009 tarihinden itibaren hükmün kesinleştiği 8/5/2013
tarihine kadar 3 yıl 11 ay 7 gün yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır.
82. Başvurunun konusu olan tazminat ve alacak davasında
yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, davanın
niteliği gereği bilirkişi incelemesini gerektirdiği, iki dereceli yargılama
yapıldığı ve başvurucu vekilinin yargılama sürecindeki tutum ve davranışları
dikkate alındığında 3 yıl 11 ay 7 gün süren yargılama sürecinin makul olduğu
sonucuna varılmıştır.
83. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun;
1. Yargılamanın
sonucunun adil olmadığı iddiası yönünden “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Sendikal hakkın ihlali iddiası yönünden “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucu
üzerine bırakılmasına,
30/6/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.