TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAVUZ ATEŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5412)
|
|
Karar Tarihi: 20/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Yavuz ATEŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Bektaş Salim TOPBAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmaz zilyetliğine müdahalenin men'i kararının iptaline yönelik mahkeme kararının uygulanmaması
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/7/2013 tarihinde İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 6/9/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 4/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır.
6. Başvuru ile ilgisi olarak Fatih Kaymakamlığı ve Vakıflar
Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünden elde edilen bilgi ve belgeler
4/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu söz konusu bilgi ve
belgeler hakkında 19/4/2016 tarihinde cevap vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle veFatih Kaymakamlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul
1. Bölge Müdürlüğünden elde edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Mülkiyeti, Vakıflar Genel Müdürülüğüne
ait olan İstanbul ili Fatih ilçesi Kazgani Sadi
Mahallesi Türkeli Caddesi 1178 ada 24 parsel üzerinde bulunan 129 kapı numaralı
taşınmaz, Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü tarafından
24/10/2003 tarihli noter tasdikli kira sözleşmesi ile Ö.G.ye kiralanmıştır.
9. Ö.G. 21/6/2007 tarihinde kayda alınan dilekçesiyle Vakıflar
Bölge Müdürlüğüne başvuruda bulunmuş ve yanında çalışan başvurucu Yavuz Ateş
ile S. Ateş ve M. Ateş tarafından işyerinin işgal edildiğini belirterek işgalin
sonlandırılması için gereğinin yapılmasını talep etmiştir.
10. Vakıflar Bölge Müdürlüğü 21/8/2007 tarihli yazıyla Eminönü
Kaymakamlığından 4/12/1984 tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun
hükümlerine istinaden işgalin sonlandırılmasını istemiştir.
11. Eminönü Kaymakamlığı 31/8/2007 tarihli kararıyla 3091 sayılı
Kanun gereğince tecavüzün men edilerek yerin müşteki idareye teslim edilmesine
karar vermiştir. Bu karar 20/9/2007 tarihinde infaz edilmiş ve söz konusu
taşınmaz boş olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Vakıflar
Bölge Müdürlüğü, taşınmazı 14/1/2008 tarihli noter senediyle Ö.G. nin ortağı olduğu bir limited şirkete
kiralamıştır.
12. Başvurucu, Kaymakamlıkça tesis edilen söz konusu men'i müdahale kararının iptali istemiyle 5/10/2007
tarihinde dava açmıştır.
13. İstanbul 9. İdare Mahkemesi 26/5/2008 tarihli ve
E.2007/1954, K.2008/1106 sayılı kararıyla davayı reddetmişse de itiraz üzerine
kararı inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve
E.2008/12084, K.2009/3029 sayılı kararıyla itirazı kabul ederek dava konusu
işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Olayda uyuşmazlık
konusu taşınmazın mülkiyetinin Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğu ve davacı
[başvurucu] ile malik arasında yapılmış herhangi bir kira sözleşmesinin mevcut
bulunmadığı tartışmasızdır. Ancak, davacı söz konusu dükkanı
Vakıflar Bölge Müdürlüğünden kiralayan Ö.G.den
kiraladığını öne sürmekte ve adli yargıda bu konuya ilişkin uyuşmazlığın
sürdüğü anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacının olaydaki eyleminin 2004
yılından beri sürdüğü, bu durumun mülkiyet sahibince bilinmemesinin hayatın
olağan akışına uygun olmadığı hususu da dikkate alındığında bu eylemin 3091
sayılı Yasanın Uygulama Yönetmeliğinin "Damlı Yapılar"a
ilişkin olan ve yukarıda alıntısı yapılan 15. maddesindeki [bkz. 24 ]
"fuzuli işgal" tanımına uymadığı; diğer bir deyişle, davacı
uyuşmazlık konusu dükkanı tasarruf hakkına sahip kişiden devralması nedeniyle
eyleminin fuzuli işgal olarak tanımlanmasının mümkün olmadığı sonucuna
varılmıştır."
14. Bu arada 6/3/2008 tarihli ve 5757 sayılı Kanun'un 2.
maddesiyle Eminönü ilçesi Fatih ilçesiyle birleştirilmiş; başvurucu, Bölge
İdare Mahkemesi kararını uygulamadığı iddiasıyla Fatih ilçe Kaymakamı hakkında
suç duyurusunda bulunmuştur. İstanbul Valiliği tarafından soruşturma izni
verilmemesi üzerine başvurucu İstanbul Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş,
Mahkeme 8/7/2010 tarihli ve E.2010/316, K.2010/537 sayılı kararıyla soruşturma
izni verilmesine karar vermiştir.
15. Bu karar üzerine İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan
yargılamada Fatih ilçe Kaymakamı hakkında 24/5/2012 tarihli ve E.2010/8610,
K.2012/1874 sayılı kararla suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı
gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir.
16. Başvurucu, daha sonra Mahkeme kararının uygulanmadığı
iddiasıyla Fatih ilçe Kaymakamı hakkında yeniden suç duyurusunda bulunmuş,
İstanbul Valiliği tarafından yeniden soruşturma izni verilmemiştir. Bunun
üzerine başvurucu, bu karara karşı Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş;
Mahkeme bu sefer 8/5/2013 tarihli ve E.2013/187, K.2013/231 sayılı kararıyla
itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 6/6/2013 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 5/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Bu arada başvurucu hakkında söz konusu taşınmazla ilgili
olarak sahte özel evrak tanzim edip kullanmak suçundan "Ö.G. tarafından işten çıkarılmasından sonra Ö.G.nin başka kurumlara vermiş olduğu imzalı belgelerden
birini ele geçirerek belge içeriğinin yazılı olduğu kısmı kesip imzasının ve
isminin ve "saygılarımla" ibaresinin bulunduğu yerin üst kısmına
"Vakıflar Genel Müdürlüğünde kiralamış olduğum Türkeli cad.
129 nolu işyerime karşılık Yavuz Ateşten 450.000 USD
(dörtyüz ellibin Amerikan
doları) aldım, almış olduğum 450.000 USD nin 250.000
USD (Amerikan doları) Yavuz Ateşe 01/02/2007 tarihinde kendisine nakit olarak
ödeyeceğim. Ayrıca Yavuz Ateşe bu iş yerinde bana ait olan bütün haklarımı da
devrediyorum yani kendi adına vergi levhası asmasına izin veriyorum."
ibaresini bilgisayar ortamında yazarak şikayetçiyi [Ö. G.] 250.000 USD doları
miktarında borç altına sokan belge haline dönüştürüp bu belgeyi suç tarihinde İstanbul
3. İcra Müdürlüğünün 2007/3261 sayılı dosyasında takibe koymak suretiyle
kullandığı" iddiasıyla İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesinde
yargılama yapılmış ve Mahkemenin 20/12/2010 tarihli ve E.2007/494, K.2010/855
sayılı kararıyla başvurucunun on ay hapis cezası ile mahkûmiyetine ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
19. Öte yandan başvurucu, Mahkeme kararının uygulanmadığı
iddiasıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Fatih Kaymakamlığı aleyhine maddi ve
manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmıştır. İstanbul 2. İdare
Mahkemesi, 8/6/2012 tarihli ve E. 2011/1580, K.2012/1077 sayılı kararıyla
davayı reddetmiştir. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 8/10/2015 tarihli ve
E.2012/6254, K.2015/4111 sayılı ilamıyla onanmıştır. Kararının gerekçesi
şöyledir:
"Uyuşmazlık konusu olayda davacı
tarafından uygulanmadığı belirtilen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin
E:2008/12084, K:2009/3029 sayılı kararında özetle; (...) davacı uyuşmazlık konusu
dükkanı tasarruf hakkına sahip kişiden devralması nedeniyle eyleminin fuzuli
işgal olarak tanımlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle Kaymakamlık işleminin
iptaline karar verildiği anlaşılmakla birlikte davacılar tarafından, Ö. G.
aleyhine İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/294 Esas sayılı dosyasında
tedbir istemli açmış oldukları müdahalenin meni davasının, 14.12.2007 tarihinde
müracaatta kaldığı ve akabinde 13.3.2008 tarihinde davanın açılmamış
sayılmasına karar verilmesi karşısında, davacıların anılan vakıf taşınmazı
üzerinde tasarruf edebilmeleri konusunda hukuken korunabilir bir haklarının
mevcut olmadığı, öte yandan davacıların uygulanmadığını öne sürdükleri İstanbul
Bölge İdare Mahkemesi kararının, zilyetliğe müdahalenin menine ilişkin bir
karar olduğu dikkate alındığında iptal kararının uygulanarak tekrar davacılara
teslimi hukuken mümkün olmadığından, davacıların tazminat taleplerinin de
hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır."
B. İlgili Hukuk
20. 3091 sayılı Kanun'un "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
"Bu Kanun; gerçek veya
tüzelkişilerin zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla
kamu idareleri, kamu kurumları ve kuruluşları veya bunlar tarafından idare
olunan veya Devlete ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz
yerlere veya menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya
müdahalelerin, idari makamlar tarafından önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin
güvenliği ve kamu düzenini sağlar."
21. Aynı Kanun'un 2. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz mallara tecavüz
veya müdahale edilmesi halinde; taşınmaz mal merkez ilçe sınırları içinde ise,
il valisi veya görevlendireceği vali yardımcısı, diğer ilçelerde ise
kaymakamlar tarafından bu tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilir ve
taşınmaz mal yerinde zilyedine teslim edilir."
22. Aynı Kanun'un 7. maddesi şöyledir:
"Bu Kanuna göre verilen
kararlar idari yargı yolu açık olmak üzere kesindir. Ancak, açık olan yazı ve
hesap hataları karar veren yetkili makamca kendiliğinden düzeltilir. Taşınmaz
mal üzerinde üstün sayılabilecek bir hakkı olduğunu iddia edenlerin yargı
yoluna başvurması gerektiği kararda belirtilir."
23. 31/7/1985 tarihli ve 18828 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında
Kanun'un Uygulama Şekli ve Esaslarına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik)
"Ortaklık ve kira sözleşmeleri" kenar başlıklı14. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz mal
üzerindeki anlaşmazlığın ortaklıktan veya kira sözleşmesinden kaynaklanmış
olması idarenin taşınmaza eylemli olarak kimin veya kimlerin zilyet olduklarını
araştırarak karar vermesine engel değildir. Ortaklığın veya kira sözleşmesinin
sona erip ermediği, bulunduğu aşamada geçerliliği olup olmadığı adli yargının
çözümleyeceği üstün hak iddiası niteliğindedir."
24. Aynı Yönetmelik'in "Damlıyapı ve fuzuli işgal" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Konut, dükkan, depo ve ahır gibi damlı yapılarda bu Kanunun
uygulanabilmesi taşınmazın fuzulen işgal edilmiş
olmasına bağlıdır.
Fuzuli işgal; bir taşınmazı, sahibinin izin ve
rızası olmayarak işgal etme, başka bir deyişle bir taşınmazın maliki veya onun
yerine bu konuda işlem yapmaya yetkili vekil veya mümessil gibi kimselerle
hukuki bir bağlantı kurmadan rıza dışı, henüz boşaltılmamış veya herhangi bir
suretle boşalan damlı bir yapıya, eylemli bir durum yaratarak kendiliğinden
girme durumudur."
25. Aynı Yönetmelik'in "Men
kararlarının geçerlilik süresi" kenar başlıklı 47. maddesi
şöyledir:
"Yürürlükten kalkmış
olan 2311 ve 5917 sayılı Kanunlara veya 3091 sayılı Kanuna göre yetkili makamlarca
verilmiş ve infaz edilmiş olan tecavüz veya müdahalenin önlenmesi hakkındaki
kararlar, taşınmaz malın hiç el değiştirmemiş ve hukuki durumunun değişmemiş
olması koşuluyla geçerliliğini korurlar.
Karar tarihinden itibaren geçen zaman içinde
tarafların aralarında anlaşmış olmaları, mütecaviz lehine kesin bir mahkeme
kararı veya bir ihtiyati tedbir kararı verilmiş olması veya başka bir nedenle
taşınmazın el değiştirmesi hallerinde, lehine karar verilenin taşınmazla fiili
ilgisi tamamen kesilmiş olduğundan, daha önce verilen kararın geçerliliği
kalmaz ve tekrar uygulanması mümkün olamaz.
Men kararı verildikten sonra mütecavizin üstün
hak iddiası ile mahkemeye başvurarak Medeni Kanuna
göre dava açmış olması halinde, daha sonuçlanmamış veya davacı lehine bir
ihtiyati tedbir kararı verilmemiş ise idarece verilen kararlar geçerliliğini
korurlar."
26. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Kararların sonuçları"
kenar başlıklı 28. maddesi şöyledir:
"Danıştay, bölge idare
mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına
ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye
veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye
tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez...."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu;
kaymakamlık işleminin iptaline ilişkin yargı kararının otuz gün içinde söz
konusu iş yerinin tekrar kendi kullanımına sunulmak suretiyle uygulanması
gerektiğini, bu yönde yaptığı başvuruların sonuçsuz kaldığını, kararı
uygulamakla görevli Fatih Kaymakamı hakkında yaptığı ikinci suç duyurusunda
soruşturma izni verilmediğini, buna yaptığı itirazın da reddedildiğini, lehine
olan yargı kararının uygulanmamasının Anayasa'nın 2. ve 138. maddelerine aykırı
olduğu gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkını da ihlal ettiğini, yargı kararını
uygulamayan kamu görevlilerinin suç işlediğini belirterek kararı uygulamayan
görevliler hakkında soruşturma yapılmasını, söz konusu iş yerinin tekrar
kendisine iade edilmesini ve maddi ve manevi kaybının tazmini için genel
mahkemelerde dava açma yolunun gösterilmesini istemiştir.
B. Değerlendirme
29. Başvurucunun temel şikâyeti 3091 sayılı Kanun kapsamında
tesis edilen kaymakamlık işleminin iptali yönündeki mahkeme karanın
uygulanmadığı şikâyeti olup başvurucu bunun yanında yargı kararını uygulamadığını
ileri sürdüğü Fatih Kaymakamı hakkında soruşturma izni verilmemesidir.
Başvurucunun bu iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında iki başlık altında
incelenmiştir:
1. Mahkeme Kararının Uygulanmadığına İlişkin
İddia
30. Başvurucu, 3091 sayılı Kanun kapsamında kaymakamlık
tarafından tesis edilen men'i müdahale kararının
iptali istemiyle açtığı davada kaymakamlık işleminin iptaline karar verildiğini
bu kararın söz konusu iş yerinin tekrar kendi kullanımına sunulmak suretiyle
uygulanması gerektiği hâlde bunun yapılmadığını belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile
idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının
değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138.
maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi
gerektiği açıktır (Arman Mazman,
B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).
32. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü
ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak
iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde
etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).
33. Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü
Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve
diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
34. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye
erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. Mahkemeye erişim hakkı,
bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın
uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması,
yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir
unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, §
40).
35. Bununla birlikte yargı kararlarının icrasındaki gecikmenin
kural olarak adil yargılanma hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmekle
beraber yargı kararının niteliği ve kapsamı, mahiyeti, icra edilebilme şekli,
icra edilebilirlik hususunda açık ve fiilî bir engelin varlığı gibi hususların
da somut davanın koşullarına göre ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
36. Nitekim AİHM de kesinleşmiş bir yargı kararıyla getirilen
yükümlülüğün idare tarafından uygulanmasının imkânsızlığını haklı gösterecek
koşulların olabileceğini kabul etmektedir (Süzer
ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, § 123).
37. Öte yandan kural olarak mahkeme kararlarının uygulanması,
ilam zamanaşımı dolmadığı sürece her zaman talep edilebilir. Bu yöndeki bir
talebe rağmen mahkeme kararı uygulanmamışsa olumsuz kamu gücü işleminden kaynaklanan
bir süregelen ihlalden söz edilebilir. Bu durumda başvurucu, mahkeme kararının
uygulanması talebini müteakiben makul bir süre bekledikten sonra Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilir. Başvurucunun talebinden vazgeçtiği
ya da takipsiz bıraktığı anlaşılmadıkça bu tür başvuruların süresinde
yapıldığını kabul etmek gerekir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkili
olup olmadığının ve başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığının da bu çerçevede
belirlenmesi gerekir (Ahmet Yıldırım,
B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 29). Somut olayda İstanbul Bölge İdare Mahkemesi
kararının başvuru tarihi itibarıyla uygulanmadığı yönündeki iddianın süregelen
bir duruma ilişkin olduğu dikkate alınarak başvurunun Anayasa Mahkemesinin
zaman bakımından yetkisi içinde olduğu anlaşılmaktadır.
38. Olayda Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan ve Ö.G.ye
kiralanan taşınmaz üzerinde başvurucunun tecavüzünün bulunduğu tespit edilerek
Kaymakamlık tarafından başvurucunun tecavüzünün men'ine
karar verilmiş ve karar infaz edilerek taşınmaz 20/9/2007 tarihinde Vakıflar
Bölge Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Vakıflar Bölge Müdürlüğü de taşınmazı
14/1/2008 tarihinde Ö.G.nin ortağı olduğu bir limited şirkete kiraya vermiştir. Taşınmaz tecavüzünün men'ine dair karara karşı açılan iptal davasında İstanbul
Bölge İdare Mahkemesi, 5/2/2009 tarihli kararıyla ortada fuzuli işgal
bulunmadığı gerekçesiyle Kaymakamlık kararını iptal etmiştir. Bu arada söz
konusu taşınmazla ilgili olarak özel evrak tanzim edip kullanmak suçundan
açılan ceza davasında 20/12/2010 tarihli kararla başvurucunun on ay hapis
cezası ile mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmiştir. Söz konusu ceza mahkemesi kararında (bkz. § 18)belgenin
sahteliğinin ortaya konulduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan başvurucu tarafından
Ö.G. aleyhine açılan müdahalenin men'i davasının ise
14/12/2007 tarihinde takipsiz bırakıldığı ve 13/3/2008 tarihinde de davanın
açılmamış sayılmasına karar verildiği görülmektedir.
39. 3091 sayılı Kanun, gerçek veya tüzel kişilerin zilyet
bulunduğu taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu kurumları ve kuruluşları veya
bunlar tarafından idare olunan veya devlete ait veya devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlere veya menfaati umuma ait olan
taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerin, idari makamlar tarafından
önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlamak
amacıyla çıkarılmıştır. Kanun'un genel amacı, taşınmaz mal zilyedliğine
yapılan herhangi bir tecavüz ya da müdahale nedeniyle kamu düzeninin
bozulmasını önlemek, güvenlik ve asayişi sağlamaktır.
40. 3091 sayılı Kanun kapsamında taşınmaz mal zilyetliğinin
olduğu gibi korunmasına karar verilmekle birlikte üstün hak iddiasında bulunan
kimseye kanun yoluna başvurabileceği de tebliğ edilmekte ve bu durumda vali ve
kaymakamlara verilen müdahalenin men'iyetkisinin
hukukî mahiyetinin, kamu düzenini korumak için alınan geçici bir idarî önlem
niteliğinde olduğu, taşınmaz malın mülkiyeti hakkında hüküm verme yetkisinin
mahkemelerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
41. Somut olayda başvurucu, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi
kararının söz konusu taşınmaz kendisine teslim edilmek suretiyle uygulanması
gerektiğini ve bu durum sağlanmadığı için adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir. Söz konusu Mahkeme kararı incelendiğinde Bölge
İdare Mahkemesinin başvurucunun olaydaki eyleminin 2004 yılından beri sürdüğü,
bu durumun mülkiyet sahibince bilinmemesinin hayatın olağan akışına uygun
olmadığı ve eyleminin fuzuli işgal tanımına uymadığı, diğer bir deyişle,
başvurucunun, uyuşmazlık konusu taşınmazı tasarruf hakkına sahip kişiden
devralması nedeniyle eyleminin fuzuli işgal olarak tanımlanmasının mümkün
olmadığı gerekçesine dayandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte yukarıda
açıklandığı üzere, başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazı tasarruf hakkına
sahip kişiden devralıp almadığı hususunda bir takım
sorunların bulunduğu, bu kapsamda ceza mahkemesi kararıyla sahte evrak
tanziminin ortaya konulduğu da anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi bireysel
başvurularda yargılama aşamasında öngörülen usule ilişkin tüm güvencelerin tek
tek ihlal edilip edilmediğini değil, somut başvuruya konu olaylara bir bütün
olarak bakmak suretiyle ve sürecin bütününü dikkate alarak Anayasa ve Sözleşme'de korunan hakların ihlal edilip edilmediğine
karar vermektedir.
42. Somut olay 3091 sayılı Kanun'un amacı ve müdahalenin men'i yetkisinin mahiyeti çerçevesinde incelendiğinde ve
üstün hak iddiasında bulunan başvurucunun adli yargıda Ö.G. aleyhine açtığı
müdahalenin men'i davasını takip etmemesi nedeniyle
davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği de gözetildiğinde geçici bir
tedbir mahiyetinde olan Kaymakamlık kararının iptali yönündeki Bölge İdare
Mahkemesi kararının, doğrudan taşınmazın başvurucuya teslim edilmek suretiyle
uygulanmasının mümkün olmadığı ve bu hususta kamu makamlarına yüklenebilecek
bir kusur bulunmadığı anlaşıldığından mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
ihlal bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
43. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Suç Duyurusunun Sonuçsuz Kaldığına İlişkin
İddia
44. Başvurucu, yargı kararının yerine getirilmemesi sebebiyle
ilgili kamu görevlileri hakkında Cumhuriyet Savcılığına yaptığı suç duyurusunun
sonuçsuz kalmasından şikâyet etmektedir.
45. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
46. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
ise bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya
da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından
yapılabileceği düzenlenmiştir.
47. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir.
48. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme
kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
49. AİHM içtihatlarına göre bir ceza davasında üçüncü kişilerin
suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören,
şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler; Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma
alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak
talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş olması veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir
(Perez/Fransa, B No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).
50. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı
ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni
haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca soruşturma izni
verilmemesine dair kararın etkileri ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olup
hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmamaktadır.
51. Başvurucu, suç işlediğini düşündüğü üçüncü kişiler hakkında
soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup talebi
üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla sınırlıdır.
52. Sonuç itibarıyla başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesine
dayanan ihlal iddiasının konusu, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme
kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kalmaktadır.
53. Açıklanan nedenlerle Cumhuriyet Savcılığına yapılan suç
duyurusunun sonuçsuz kalması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkeme kararının uygulanmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Cumhuriyet Savcılığına yapılan suç duyurusunun sonuçsuz
kaldığına ilişkin iddianın konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.