TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SEMİH KOÇKALE BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5459)
Karar Tarihi: 16/10/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Engin YLDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
Başvurucu
Semih KOÇKALE
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, tarafı olduğu hukuk davasında ileri sürdüğü delilinin yargılama sırasında tartışılmayarak karar gerekçelerinde değerlendirilmediğini, yargılama süresinin makul olmadığını ve yargılamanın sonucu itibarıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, yargılamanın yenilenmesine ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 19/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 5/9/2014 tarihli yazısı ile, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu aleyhine 12/5/2008 tarihinde, Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin E. 2008/285 sayılı dosyasında, alacak davası açılmıştır.
8. Yargılama sürecinde ayrıca, başvurucu hakkında özel belgede sahtecilik suçundan Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılama neticesinde, Mahkemenin 31/3/2010 tarih ve E.2009/476, K.2010/421 sayılı kararı ile, müşteki tarafından mutabakat içerisinde imzalandığı anlaşılan belgede sonradan rızası alınmadan ilaveler yapıldığı ve bu şekliyle kullanıldığı anlaşılmakla birlikte, suçun, belgenin sahtecilik iğfal kabiliyeti bulunması şeklindeki unsurunun gerçekleşmediği belirtilerek, başvurucunun müsnet suçtan beraatına karar verilmiştir.
9. Başvuruya konu alacak davasında, Mahkemenin 26/5/2011 tarih ve E.2008/285, K.2011/291 sayılı kararı ile, davanın kabulüne ve 10.000,00 TL’nin başvurucudan tahsili ile davacıya verilmesine hükmedilmiştir.
10. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 27/6/2012 tarih ve E.2012/2587, K.2012/4871 sayılı kararı ile onanmıştır.
11. Karar düzeltme talebi Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 13/6/2013 tarih ve E.2013/65, K.2013/3866 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
12. Karar düzeltme talebinin reddine dair karar suretinin 1/8/2013 tarihinde başvurucu tarafından ilgili Mahkeme kaleminden teslim alındığı, bireysel başvuru tarihinin ise 19/7/2013 olduğu anlaşılmıştır.
B. İlgili Hukuk
13. 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 182. ilâ 212. maddeleri ile 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 16/10/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/7/2013 tarih ve 2013/5459 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, tarafı olduğu alacak davasında delil olarak dayandığı 2/8/2007 tarihli mal teslim belgesinin derece mahkemelerince değerlendirmeye tabi tutulmadığını ve belirtilen delile dayandırdığı iddianın gerekçeli karar evrakında tartışılmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, ayrıca adil olmayan yargılama neticesinde davanın kabulü yönünde kurulan hüküm nedeniyle, davanın karşı tarafına haksız olarak ödeme yapmak durumunda bırakıldığını belirterek, Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
i. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
16. Başvurucu tarafı olduğu hukuk davasında ileri sürdüğü delilinin yargılama sırasında tartışılmayarak karar gerekçelerinde değerlendirilmediğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
17. Başvurucunun iddiasının esasen ileri sürdüğü delilin ve bu delilin yargılamaya olan etkisinin derece mahkemesi kararlarında tartışılmayarak, mal teslimine ilişkin iddiasının karşılanmadığı hususuna dayandığı görülmekle, belirtilen iddianın gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
18. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
19. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)
20. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
21. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
22. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
23. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Gerekçeli karar hakkı da adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri olup, Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,§ 38). Ayrıca, hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir.
24. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (B. No: 2013/1780, 20/3/2013, § 67).
25. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
26. Başvuru konusu olayda, başvurucu aleyhine sözleşme ilişkisine istinaden alacak davası açıldığı, başvurucu tarafından, başvurusuna konu ettiği 2/8/2007 tarihli mal teslim belgesine de delil olarak dayanıldığı, ilk derece mahkemesinin karar gerekçesinde, başvurucunun mal teslimine ilişkin olarak ibraz ettiği tutanaklar üzerinde, başvurucu hakkında görülen ceza davasının savcılık aşamasında tahrifat iddiası nedeniyle inceleme yaptırıldığı ve bilirkişilerce, belirtilen belgelerdeki rakamların değiştirilmiş olduğu yönünde beyanda bulunulduğu, bu kapsamda, belgelerin tahrif edilmiş olması nedeni ile, imzanın davacı şirket yetkilisine ait olmasına rağmen, içeriklerinde yer alan mal teslimine ilişkin kayıtların değerlendirilmesinin yerinde olmayacağı ve bu nedenle başvurucunun sunulan faturalar dışındaki mal teslimine ilişkin iddiasının kanıtlanmamış olduğundan bahisle, davanın kabulü yönünde hüküm kurulduğu, bu suretle başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen talebinin ilk derece mahkemesi kararında denetlenerek reddedildiği, ilk derece mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, bu kapsamda yerel mahkeme gerekçesini benimsediği anlaşılan kanun yolu merciince kararlarda ayrıntılı gerekçeye yer verilmediği anlaşılmakla, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edilmediğine yönelik iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
27. Başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki iddialarını ise yargılama neticesine dayandırdığı, özellikle derece Mahkemelerince yürütülen ve adil yargılanma hakkına riayet edilmediği iddia edilen yargılama neticesinde verilen kabul kararı sonucunda davacı tarafa haksız olarak ödeme yapmak durumunda bırakıldığının ve sonucu itibarıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü anlaşılmaktadır. Somut olayda olduğu gibi, özel kişiler arasındaki mülkiyet ihtilafları açısından, çoğu zaman mülkiyet hakkına klasik müdahale biçimlerinden biri söz konusu olmamakla beraber, bu hak kapsamında da yetkili makamlar için geçerli olan usulî özen yükümlülüğü, gerekli usulî güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların özel kişiler arasındaki bir uyuşmazlıkta etkili ve hakkaniyete uygun bir karar vermesini temin etme sorumluluğunu ifade etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96). Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (§§ 18-28) başvurucunun delillerinin ve iddialarının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı çerçevesinde derece mahkemelerince ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutularak karar verildiği tespit edilmiş olmakla, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
ii. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
28. Başvurucu tarafından, aleyhinde açılan hukuk davasının makul sürede sonuçlandırılmadığı belirtilerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddia edilmiş olup, başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
29. Başvurucu, 2008 yılında açılan ve tarafı olduğu hukuk davasının makul sürede sonuçlandırılmamış olduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
30. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
31. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
32. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye ticaret mahkemesi nezdinde açılan bir alacak davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
33. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, 12/5/2008 tarihidir.
34. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52), somut yargılama faaliyeti açısından bu tarih, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin E.2013/65, K.2013/3866 sayılı karar tarihi olan 13/6/2013 tarihidir.
35. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden, yargılamanın konusunun taraflar arasındaki alım satım sözleşmesine dayalı alacak talebinden ibaret olduğu, yargılamasına 12/5/2008 tarihinde başlanıldığı anlaşılan davanın, 26/5/2011 tarihinde ilk derece mahkemesi tarafından karara bağlandığı, ilk derece mahkemesi hükmünün temyiz edilmekle 27/6/2012 tarihinde onandığı, karar düzeltme talebinin 13/6/2013 tarihinde reddi üzerine kararın kesinleştiği, yargılama sırasında bilirkişi raporu alındığı ve başvuruya konu yargılamanın taraflarında iki kişinin yer aldığı görülmektedir.
36. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye ticaret mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 13).
37. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymadığı gibi, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu beş yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
39. Başvurucu, yargılamanın adil olmadığı ve sonucu itibarıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına istinaden, uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına ve yargılama neticesinde ödemek zorunda kaldığını beyan ettiği meblağ karşılığında maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
40. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
41. Başvurucu tarafından uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılması talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal açısından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşılmakla, başvurucunun yeniden yargılama yapılması yönündeki talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
42. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
43. Başvurucunun tarafı olduğu hukuk davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiş olmakla birlikte, başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmadığı anlaşılmakla, bu hususta karar verilmesine gerek görülmemiştir.
44. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun yeniden yargılama yapılmasına ve maddi tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.