TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEMİH KOÇKALE BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5459)
|
|
Karar Tarihi: 16/10/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YLDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Semih KOÇKALE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tarafı olduğu
hukuk davasında ileri sürdüğü delilinin yargılama sırasında tartışılmayarak
karar gerekçelerinde değerlendirilmediğini, yargılama süresinin makul
olmadığını ve yargılamanın sonucu itibarıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, yargılamanın yenilenmesine ve uğradığı
zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 19/7/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölümün Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 11/7/2014
tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular
ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet
Bakanlığının 5/9/2014 tarihli yazısı ile, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu aleyhine 12/5/2008
tarihinde, Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin E. 2008/285 sayılı dosyasında,
alacak davası açılmıştır.
8. Yargılama sürecinde ayrıca,
başvurucu hakkında özel belgede sahtecilik suçundan Ankara 17. Asliye Ceza
Mahkemesinde yürütülen yargılama neticesinde, Mahkemenin 31/3/2010 tarih ve E.2009/476,
K.2010/421 sayılı kararı ile, müşteki tarafından mutabakat içerisinde
imzalandığı anlaşılan belgede sonradan rızası alınmadan ilaveler yapıldığı ve
bu şekliyle kullanıldığı anlaşılmakla birlikte, suçun, belgenin sahtecilik
iğfal kabiliyeti bulunması şeklindeki unsurunun gerçekleşmediği belirtilerek,
başvurucunun müsnet suçtan beraatına karar
verilmiştir.
9. Başvuruya konu alacak
davasında, Mahkemenin 26/5/2011 tarih ve E.2008/285, K.2011/291 sayılı kararı
ile, davanın kabulüne ve 10.000,00 TL’nin başvurucudan tahsili ile davacıya
verilmesine hükmedilmiştir.
10. İlk derece mahkemesi kararı
temyiz edilmekle Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 27/6/2012 tarih ve E.2012/2587,
K.2012/4871 sayılı kararı ile onanmıştır.
11. Karar düzeltme talebi
Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 13/6/2013 tarih ve E.2013/65, K.2013/3866 sayılı
kararı ile reddedilmiştir.
12. Karar düzeltme talebinin
reddine dair karar suretinin 1/8/2013 tarihinde başvurucu tarafından ilgili
Mahkeme kaleminden teslim alındığı, bireysel başvuru tarihinin ise 19/7/2013
olduğu anlaşılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
13. 22/4/1926 tarih ve 818
sayılı Borçlar Kanunu’nun 182. ilâ 212. maddeleri ile 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
14. Mahkemenin 16/10/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/7/2013 tarih ve 2013/5459
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
15. Başvurucu, tarafı olduğu
alacak davasında delil olarak dayandığı 2/8/2007 tarihli mal teslim belgesinin
derece mahkemelerince değerlendirmeye tabi tutulmadığını ve belirtilen delile
dayandırdığı iddianın gerekçeli karar evrakında tartışılmadığını, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını, ayrıca adil olmayan yargılama neticesinde
davanın kabulü yönünde kurulan hüküm nedeniyle, davanın karşı tarafına haksız
olarak ödeme yapmak durumunda bırakıldığını belirterek, Anayasa’nın 35. ve 36.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
i. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlali İddiası
16. Başvurucu tarafı olduğu
hukuk davasında ileri sürdüğü delilinin yargılama sırasında tartışılmayarak
karar gerekçelerinde değerlendirilmediğini belirterek, Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
17. Başvurucunun iddiasının
esasen ileri sürdüğü delilin ve bu delilin yargılamaya olan etkisinin derece
mahkemesi kararlarında tartışılmayarak, mal teslimine ilişkin iddiasının
karşılanmadığı hususuna dayandığı görülmekle, belirtilen iddianın gerekçeli
karar hakkı kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
18. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
19. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18)
20. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
21. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin
her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
22. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
23. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Gerekçeli karar hakkı da adil yargılanma
hakkının somut görünümlerinden biri olup, Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6.
maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşmenin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen gerekçeli karar hakkı gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,§
38). Ayrıca, hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar
hakkı Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin uyması
gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir.
24. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve
mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların
hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi
sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir.
Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde
gösterilmesi zorunludur (B. No: 2013/1780, 20/3/2013, § 67).
25. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu
mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu
durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin
benimsendiği kabul edilmelidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
26. Başvuru konusu olayda,
başvurucu aleyhine sözleşme ilişkisine istinaden alacak davası açıldığı,
başvurucu tarafından, başvurusuna konu ettiği 2/8/2007 tarihli mal teslim
belgesine de delil olarak dayanıldığı, ilk derece mahkemesinin karar
gerekçesinde, başvurucunun mal teslimine ilişkin olarak ibraz ettiği tutanaklar
üzerinde, başvurucu hakkında görülen ceza davasının savcılık aşamasında
tahrifat iddiası nedeniyle inceleme yaptırıldığı ve bilirkişilerce, belirtilen
belgelerdeki rakamların değiştirilmiş olduğu yönünde beyanda bulunulduğu, bu
kapsamda, belgelerin tahrif edilmiş olması nedeni ile, imzanın davacı şirket
yetkilisine ait olmasına rağmen, içeriklerinde yer alan mal teslimine ilişkin
kayıtların değerlendirilmesinin yerinde olmayacağı ve bu nedenle başvurucunun
sunulan faturalar dışındaki mal teslimine ilişkin iddiasının kanıtlanmamış
olduğundan bahisle, davanın kabulü yönünde hüküm kurulduğu, bu suretle başvurucu
tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen talebinin
ilk derece mahkemesi kararında denetlenerek reddedildiği, ilk derece
mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle
kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, bu kapsamda yerel
mahkeme gerekçesini benimsediği anlaşılan kanun yolu merciince kararlarda
ayrıntılı gerekçeye yer verilmediği anlaşılmakla, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edilmediğine
yönelik iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
27. Başvurucunun mülkiyet hakkı
kapsamındaki iddialarını ise yargılama neticesine dayandırdığı, özellikle
derece Mahkemelerince yürütülen ve adil yargılanma hakkına riayet edilmediği
iddia edilen yargılama neticesinde verilen kabul kararı sonucunda davacı tarafa
haksız olarak ödeme yapmak durumunda bırakıldığının ve sonucu itibarıyla
mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü anlaşılmaktadır. Somut
olayda olduğu gibi, özel kişiler arasındaki mülkiyet ihtilafları açısından,
çoğu zaman mülkiyet hakkına klasik müdahale biçimlerinden biri söz konusu
olmamakla beraber, bu hak kapsamında da yetkili makamlar için geçerli olan usulî özen yükümlülüğü, gerekli usulî
güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve
idari makamların özel kişiler arasındaki bir uyuşmazlıkta etkili ve hakkaniyete
uygun bir karar vermesini temin etme sorumluluğunu ifade etmektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99,
25/7/2002, § 96). Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (§§ 18-28)
başvurucunun delillerinin ve iddialarının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
çerçevesinde derece mahkemelerince ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutularak
karar verildiği tespit edilmiş olmakla, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
ii. Yargılama
Süresinin Makul Olmadığı İddiası
28. Başvurucu tarafından,
aleyhinde açılan hukuk davasının makul sürede sonuçlandırılmadığı belirtilerek
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddia edilmiş olup, başvuru formu ile
eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
29. Başvurucu, 2008 yılında
açılan ve tarafı olduğu hukuk davasının makul sürede sonuçlandırılmamış
olduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
30. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
31. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
32. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, asliye ticaret mahkemesi nezdinde açılan bir alacak davasının söz
konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre
yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan
bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
33. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, 12/5/2008 tarihidir.
34. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi
olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52), somut
yargılama faaliyeti açısından bu tarih, başvurucunun karar düzeltme talebi
hakkında verilen Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin E.2013/65, K.2013/3866 sayılı
karar tarihi olan 13/6/2013 tarihidir.
35. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, yargılamanın konusunun taraflar arasındaki alım
satım sözleşmesine dayalı alacak talebinden ibaret olduğu, yargılamasına
12/5/2008 tarihinde başlanıldığı anlaşılan davanın, 26/5/2011 tarihinde ilk
derece mahkemesi tarafından karara bağlandığı, ilk derece mahkemesi hükmünün
temyiz edilmekle 27/6/2012 tarihinde onandığı, karar düzeltme talebinin
13/6/2013 tarihinde reddi üzerine kararın kesinleştiği, yargılama sırasında
bilirkişi raporu alındığı ve başvuruya konu yargılamanın taraflarında iki
kişinin yer aldığı görülmektedir.
36. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye ticaret mahkemesi
önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları
konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu
olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 13).
37. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymadığı gibi,
davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu beş yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
39. Başvurucu, yargılamanın adil
olmadığı ve sonucu itibarıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına
istinaden, uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına ve yargılama
neticesinde ödemek zorunda kaldığını beyan ettiği meblağ karşılığında maddi
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
40. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
41. Başvurucu tarafından
uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılması talebinde bulunulmuş olmakla
beraber, tespit edilen ihlal açısından yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmadığı anlaşılmakla, başvurucunun yeniden yargılama yapılması
yönündeki talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
42. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
43. Başvurucunun tarafı olduğu
hukuk davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle, Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmiş olmakla birlikte, başvurucu tarafından manevi
tazminat talebinde bulunulmadığı anlaşılmakla, bu hususta karar verilmesine
gerek görülmemiştir.
44. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun yeniden yargılama yapılmasına ve maddi tazminata
ilişkin taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/10/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.