TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NAZİF ÇALIKOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5468)
|
|
Karar Tarihi: 18/6/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Nazif ÇALIKOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 5/5/2005 tarihinde İstanbul 8. İş Mahkemesinde
açtığı alacak ve tazminat davasının 2/11/2010 tarihinde zamanaşımı nedeniyle
reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 8/7/2013 tarihinde İstanbul 7. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/11/2013 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
I.4. Birinci Bölümün
12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 17/1/2014
tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 5/5/2005 tarihinde, bir şirket aleyhine
İstanbul 8. İş Mahkemesinde açtığı davada, 21/12/1991 ilâ 17/4/2005 tarihleri
arasında davalıya ait işyerinde çalıştığını, 17/4/2005 tarihinde işveren
tarafından iş akdinin feshedildiğini, 1/10/1992 ilâ 31/3/1995 tarihleri
arasındaki dönem için düzenlenen toplu iş sözleşmesi hükümleri ile belirlenen
ücretlerin eksik ödendiğini ileri sürerek, ücret alacağı ve tazminatların
tahsilini talep etmiştir.
8. Mahkeme, 2/11/2010 tarih ve E.2005/360, K.2010/922 sayılı
kararla, başvurucunun alacaklarının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın
reddine karar vermiştir.
9. Temyiz üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 14/5/2013
tarih ve E.2011/7272, K.2013/14363 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
10. Karar, 5/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu, 8/7/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
12. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
13. 22/5/2003 tarih ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.”
14. 30/1/1950 tarih ve 5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan
kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında
istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri
arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan
hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş
mahkemeleri kurulur.”
15. 5521 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk
oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya
vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas
hakkında hüküm verilir.”
16. 5521 sayılı Kanun’un 15.
maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan
hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
17. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf
yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 8/7/2013 tarih ve 2013/5468 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, 5/5/2005 tarihinde İstanbul 8. İş Mahkemesinde
açtığı alacak ve tazminat davasında beş yıl yargılama yapıldıktan sonra,
alacakların zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verildiğini, davalı şirket ile 1/10/1992 ilâ 31/3/1995 tarihleri arasındaki
dönemi kapsayan toplu iş sözleşmesi düzenlendiğini, buna göre maaşına %48 zam
yapıldığını, bu zammın ilk altı ay uygulandığını, ikinci altı ayda sendika
tarafından muvafakati olmadan zammın geri alındığını, çalıştığı süre boyunca
işini kaybetmemek için dava açmadığını ve maaşlarının yıllarca eksik
ödendiğini, İstanbul 8. İş Mahkemesince delillerinin toplanmadığını ve
tanıklarının dinlenmediğini, bilirkişi raporunda belirtilen eksik belgelerin
toplanmadığını, davalının cevap dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunmasına
rağmen Mahkemece beş buçuk yıl boyunca yargılamaya devam edildiğini, öncelikle
zamanaşımı definin karara bağlaması gerektiğini ve bu defi yerinde görüldüğünde
davanın en geç ikinci celsede reddedilebileceğini, zamanaşımı nedeniyle davanın
reddinin de yanlış olduğunu, Yargıtayın buna rağmen
kararı onadığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi tazminat ödenmesini
talep etmiştir.
B. Değerlendirme
20. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun,
İstanbul 8. İş Mahkemesinde açtığı davada delillerin eksik ve hatalı
değerlendirilmesi sonucunda davanın reddine karar verilmesinin adil yargılanma
hakkını ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmış olup bu iddialar yargılamanın
sonucuna ilişkin olduğu için adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında
değerlendirilmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ise ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun
Adil Olmadığı İddiası Yönünden
21. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
24. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
25. Somut olayda başvurucu, 5/5/2005
tarihinde İstanbul 8. İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasında beş
yıldan fazla yargılama yapıldıktan sonra, alacakların zamanaşımına uğradığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verildiğini, çalıştığı süre boyunca işinden
olmamak için dava açmadığını ve maaşlarının yıllarca eksik ödendiğini,
Mahkemece delillerinin toplanmadığını ve tanıklarının dinlenmediğini, bilirkişi
raporunda belirtilen eksik belgelerin getirtilmediğini, zamanaşımı nedeniyle
davanın reddinin de yanlış olduğunu, Yargıtayın buna
rağmen kararı onadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
26. Başvurucuya ait dava
dilekçesinin davalıya tebliğinden sonra davalının süresi içinde zamanaşımı
definde bulunduğu anlaşılmıştır. Mahkemece, başvurucunun tanık dinletme
talebinin reddine ve bilirkişiden rapor alınmasına karar verilmiş, bilirkişi,
zamanaşımı definin ve davanın kabulü veya reddi hususundaki hukuki durumun
Mahkemeye ait olduğunu belirterek, başvurucunun talep ettiği alacakların hesaplanması
için toplu iş sözleşmelerinin ve başvurucunun aldığı ücretlere dair belgelerin
getirtilmesi gerektiğini bildirmiştir. Mahkemece raporda belirtilen eksik
belgelerin toplanmadığı anlaşılmıştır. Başvurucunun rapora itirazı üzerine
alınan ek raporlarda da aynı eksikliklerin gösterildiği belirlenmiştir.
Mahkeme, ücret zammının başlangıcının 1/4/1993 tarihi olup davanın 5/5/2005
tarihinde açıldığı, zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine
karar vermiştir. Dolayısıyla bilirkişinin rapor ve ek raporların belirttiği
eksikliklerin tamamlanmasına gerek kalmadığı ve davanın ret gerekçesi dikkate
alındığında tanık dinlenmesinin davaya katkısı olmayacağı anlaşılmıştır.
27. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
28. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
29. Açıklanan nedenlerle, başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve
derece Mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası içermediği anlaşıldığından,
başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
İddiası Yönünden
30. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir
2. Esas Yönünden
31. Başvurucu, açtığı tazminat ve alacak davasının makul
olmayan bir sürede tamamlandığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
33. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
34. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması,
yargının görevidir.”
35. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
36. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B.No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
37. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
38. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B.No:2012/13, 2/7/2013, §
40).
39. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
40. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek
suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu
saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §46).
41. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen,
başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
42. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara
ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru
konusu olayda işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi amacıyla açılan
bir davanın söz konusu olduğu görülmekle, 5521 ve 6100 sayılı Kanunlarda yer
verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni
hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
43. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından
5/5/2005 tarihidir.
44. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012
tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren
geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51). Sürenin bitiş tarihi ise
yargılamanın sona erdiği tarihtir.
45. İş mahkemelerinin görevi 5521 sayılı Kanun’un 1.
maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili
arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından
doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına
alınmıştır.
46. Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu
niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin
dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun
uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde
sonuçlandırılmasını amaçlamıştır.
47. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre
içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma
ödevi yükler. İşçi alacaklarının eksik ödendiği iddiasıyla açılan alacak ve
tazminat davasında derhal bir yargı kararı verilmesinde işçinin önemli bir
kişisel yararı bulunmaktadır. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi
hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir.
48. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul
sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesiyle 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe
girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve
bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama
usulü getirilmiştir. Dolayısıyla işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi
amacıyla açılan davalarda takip edilmesi gereken yargılama usulü, 6100 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü
olmuştur.
49. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316.
maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda
uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa
bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
50. Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından toplu iş
sözleşmelerinden kaynaklanan alacak ve tazminatların ödenmesi amacıyla 5/5/2005
tarihinde İstanbul 8. İş Mahkemesinde dava açılmıştır. Davalı, cevap dilekçesi
ile zamanaşımı definde bulunmuş, Mahkemece 2/11/2010 tarihinde alacakların
zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davanın
açıldığı tarihten, hüküm verildiği tarihe kadar dört yıl altı ayı aşkın bir
süre geçmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 14/5/2013 tarihinde
hüküm onanmış ve karar düzeltme yolu kapalı olan hüküm anılan tarihte
kesinleşmiştir. Bu durumda iki dereceli yargılama sisteminde davanın sekiz yılı
aşkın bir süre devam ettiği anlaşılmaktadır.
51. İlk derece mahkemesinde davanın açıldığı 5/5/2005
tarihinde, aynı konuda, tarafları farklı olan yirmi beş ayrı dava açıldığı ve
yargılamalarının aynı şekilde devam ettiği anlaşılmaktadır. Yargılama sırasında
tarafları farklı olan, fakat konuları aynı olan İstanbul 2., 3. ve 6. İş
Mahkemelerindeki dava dosyalarının sonuçlanmaları beklenilmiş ve Mahkemece uzun
bir süre başka bir usuli işlem yapılmamıştır. Anılan
dava dosyalarının sonuçlanmasından sonra Mahkemece bilirkişi raporu alınmasına
karar verilmiştir. Bilirkişi, raporda, zamanaşımı definin olduğunu, davanın
kabulü veya reddi hususundaki takdirin Mahkemeye ait olduğunu, ancak alacak ve
tazminatların hesaplanması için toplu iş sözleşmeleri ile başvurucunun maaş ve
diğer ücretlerinin araştırılması gerektiğini bildirmiştir. Başvurucu vekilinin
rapora itiraz etmesi üzerine ek rapor alınmasına karar verilmiştir. Ek raporun
alınmasından sonra başvurucu vekilinin itirazı üzerine ikinci ek rapor
alınmıştır. İlk raporda belirtilen eksiklikler tamamlanmadan ek raporların
alınmasına karar verildiği görülmektedir. Akabinde başvurucu vekilinin, ikinci
ek raporun da sonuç kısmını kabul etmediğini bildirerek davanın kabulünü talep
ettiği, Mahkemece aynı duruşmada davanın reddine karar verildiği belirlenmiştir.
52. Başvurucu vekilinin yargılama süresince bir duruşmaya
mazeret bildirerek katılmadığı, Mahkemece mazeret kabul edilerek duruşmanın
ertelenmesine karar verildiği, bu duruşma dışında başvurucunun mazereti veya
kusuru nedeniyle ertelenen duruşmanın olmadığı anlaşılmıştır. İlk derece
mahkemesi nezdindeki duruşma aralıklarının ortalama üç ay olduğu
anlaşılmaktadır.
53. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
toplu iş sözleşmesinden kaynaklandığı ileri sürülen tazminat ve alacakların
ödenmesi amacıyla açılan dava; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi
olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.
Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli
haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli
ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
54. Başvurunun konusu olan tazminat ve alacak davasında
yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, davalının
cevap dilekçesinde zamanaşımı defini ileri sürmesine rağmen, ilk derece
mahkemesince farklı mahkemelere ait dava dosyalarının sonuçlanmasının
beklenildiği ve bilirkişi rapor ve ek raporlarının alındığı, sonuç olarak yargılamanın
temyiz süreciyle beraber makul olmayan bir süre olan sekiz yılı aşkın bir
süreçte tamamlandığı görülmektedir. İşçi alacağı ve iş hukukuna dayalı tazminat
davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun
davadaki menfaati dikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.
55. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
56. Başvurucu, alacak ve tazminat davasının reddedilmesi ve
uzun süren yargılama nedeniyle 275.000,00 TL tazminat ödenmesini talep
etmiştir.
57. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
58. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde de
bulunulmuş olup, mevcut başvuruda makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle
Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber,
tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
59. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği nazara alındığında, başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren
7.650,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
60. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
61. Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 7.650,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/6/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.