TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YASEMİN EKŞİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5486)
|
|
Karar Tarihi: 4/12/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Yasemin EKŞİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Boran ÇİÇEKLİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Tuzla Belediyesinde işçi olarak çalışırken
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakledildiğini, anılan Bakanlıkta
çalıştığı dönemde maaş ve diğer alacaklarının eksik ödendiğini, Kadıköy 3. İş
Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini belirterek, anayasal
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/7/2013 tarihinde Bakırköy 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 2/12/2013 tarihinde,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Orhanlı
Belediyesinde çalışırken, anılan Belediyenin 6/3/2008 tarih ve 5747 sayılı
Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun gereği kapanmasından sonra Tuzla Belediyesine
nakledilmiş, Tuzla Belediyesinde çalıştığı sırada ihtiyaç fazlası personel
olarak 25/11/2010 tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı olarak
İstanbul Tarım İl Müdürlüğüne nakli yapılmıştır.
6. Başvurucunun Tuzla
Belediyesinde çalıştığı dönemde, anılan Belediye ile Hizmet-İş Sendikası
arasında 1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri arasındaki dönem için düzenlenen
toplu iş sözleşmesi başvurucu hakkında uygulanmıştır.
7. Başvurucu, Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığına naklinden sonra, 9/12/2010 tarihinde Tarım-İş
Sendikasına üye olmuş ve anılan Sendika ile Bakanlık arasında 1/1/2011 ilâ
31/12/2012 tarihlerini kapsayan dönem için düzenlenen toplu iş sözleşmesi
hükümleri başvurucuya uygulanmıştır.
8. Başvurucu, 22/11/2011
tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı aleyhine Kadıköy 3. İş
Mahkemesinde açtığı alacak davasında, Tuzla Belediyesinde 1/3/2010 ilâ
29/2/2012 tarihleri arasında geçerli olan toplu iş sözleşmesi ile davalı
işyerinde 1/1/2011 ilâ 31/12/2012 tarihleri arasında geçerli olan toplu iş
sözleşmesi hükümlerinden yararlanması gerektiği halde, 1/3/2010 ilâ 29/2/2012
tarihleri arasında geçerli olan toplu iş sözleşmesi hükümlerinin
uygulanmadığını, 2011 yılı Kasım ayından itibaren ücretlerinin eksik ödendiğini
ileri sürerek ücret alacağı, sosyal yardım alacağı, bayram harçlığı alacağı,
gıda ve giyim yardımı alacağı ile izin harçlığı alacağının tahsilini talep
etmiştir.
9. Mahkemece, 12/12/2012 tarih
ve E.2011/960, K.2012/1087 sayılı kararla, başvurucunun Tuzla Belediyesinde
çalıştığı dönemde Hizmet-İş Sendikasına üye olduğu, Tuzla Belediyesinden, Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına naklinden sonra 9/12/2010 tarihinde Tarım-İş
Sendikasına üye olduğu, yeni sendikaya üye olunurken iradeyi sakatlayan bir
durum bulunmadığı, başvurucuya, 1/1/2011 tarihinde yürürlüğe giren Tarım-İş
Sendikası ile yapılan toplu iş sözleşmesine kadar önceki sendikal haklarının
uygulandığı, bu tarihten itibaren yeni toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yaralandırıldığı, toplu iş sözleşmesi hükümlerinin taraf
işçi sendikası üyelerine uygulanması gerektiği, başvurucunun toplu iş
sözleşmesi ile yeni mali haklar kazandığı, bu uygulamanın 5/5/1983 tarih ve
2821 sayılı Sendikalar Kanunu'na, 5/5/1983 tarih ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi,
Grev ve Lokavt Kanunu ile 6/3/2007 tarih ve 5594 sayılı Büyükşehir Belediyesi
Kanunu, Belediye Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Mahallî İdare Birlikleri
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'a aykırı olmadığı gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine, Yargıtay 22.
Hukuk Dairesinin 12/3/2013 tarih ve E.2013/3916, K.2013/5172 sayılı kararıyla
dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici
sebeplere, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddine
karar verilmesinin doğru olduğu, ancak davalı lehine fazla vekalet ücretine
hükmedilmesinin doğru olmadığı belirtilerek, vekalet ücreti yönünden hüküm
düzeltilerek onanmıştır.
11. Karar, 26/6/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
12. 2822 sayılı Kanun'un 3.
maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Bir işyerinde aynı dönem için birden fazla toplu iş
sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz.”
13. 2822 sayılı Kanun'un 6.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri
toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine
aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet
akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler uygulanır.
Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine
aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri
geçerlidir.”
14. 22/5/2003 tarih ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun 47. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“ Bu Kanun kapsamına giren işyerlerinde çalışan
işçilere, kanunlarda ulusal bayram ve genel tatil günü olarak kabul edilen
günlerde çalışmazlarsa, bir iş karşılığı olmaksızın o günün ücretleri tam
olarak, tatil yapmayarak çalışırlarsa ayrıca çalışılan her gün için bir günlük
ücreti ödenir.”
15. 4857 sayılı Kanun’un 50.
maddesi şöyledir:
“Fazla çalışma karşılığı olarak alınan
ücretler, primler, işyerinin temelli işçisi olarak normal çalışma saatleri
dışında hazırlama, tamamlama, temizleme işlerinde çalışan işçilerin bu işler
için aldıkları ücretler ve sosyal yardımlar, ulusal bayram, hafta tatili ve
genel tatil günleri için verilen ücretlerin tespitinde hesaba katılmaz.”
16. 6/3/2008 tarih ve 5747
sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un geçici 2. maddesinin (6)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Tüzel kişiliği kaldırılan belediyelerden il
özel idaresine veya belediyelere devredilmesi gereken personel, ihtiyaç
duyulması halinde kazanılmış hak aylık dereceleri dikkate alınmak kaydıyla
diğer belediyelere veya vali tarafından merkezi idare kuruluşlarının taşra
teşkilatının boş kadrolarına atanabilir. Bu personelin atandıkları yeni
kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali
hakları toplamının net tutarı, eski kadrosunda en son ayda almakta oldukları
aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali hakları toplamı
net tutarından az olması halinde, aradaki fark atandıkları kadrolarda
kaldıkları sürece hiçbir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın tazminat olarak
ödenir.”
17. 10/7/2004 tarih ve 5216
sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun 5594 sayılı Kanun ile eklenen ek 2.
maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen
hizmet alanlarında ilgili mevzuatı uyarınca ihdası ya da vizesi yapılmış
sürekli işçi kadrolarında veya geçici iş pozisyonlarında 4857 sayılı İş Kanununa göre çalışmakta olanlar ise mevcut kadro ve
pozisyonları ile birlikte büyükşehir belediyesine veya ilgili bağlı kuruluşuna
devredilir. Devredilen işçilerin ücret ile diğer malî ve sosyal hakları, devir
işleminden önce haklarında uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesi veya bireysel
iş sözleşmesi hükümlerine göre belirlenmeye devam olunur. Pozisyon değişikliği
hali dahil yapılacak bu devir işlemi, ücret ile diğer malî ve sosyal haklarda
değişiklik yapılmasına hak kazandırmaz ve başka bir toplu iş sözleşmesinin
uygulanmasını isteme hakkını vermez. Devir işleminden sonra yapılacak toplu iş
sözleşmelerine ise bu işçilerin mevcut ücret ile diğer malî haklarında diğer
işçiler için kararlaştırılacak artış oranı veya miktarını geçecek şekilde artış
öngören ya da diğer işçilerden farklı yeni malî ve sosyal haklar verilmesini
sağlayacak hükümler konulamaz.”
18. Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı ile Tarım-İş Sendikası arasındaki 3/8/2011 tarihli toplantıda alınan
kararla 1/1/2011 ilâ 31/12/2012 tarihleri arasında dönem için düzenlenen toplu
iş sözleşmesine eklenen geçici 3. madde şöyledir:
“Kamu Kurum ve Kuruluşlarından Kanunla Bakanlığa devredilen
işçiler; taraf işçi sendikasına üye oldukları tarihten itibaren bu toplu iş
sözleşmesinin hükümlerinden (Ek Madde 1 ve Ek Madde 2 hariç olmak üzere)
yararlanırlar. ....”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 4/12/2013
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/7/2013 tarih ve 2013/5486
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20.
Başvurucu, Tuzla Belediyesinde çalıştığı sırada Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığına nakledildiğini, anılan Bakanlığa bağlı olarak çalıştığı dönemde
eksik ödemeler yapıldığını, Belediyede çalışırken edindiği mali haklarının
eksik ödendiğini, bu ödemelerin tahsili amacıyla Kadıköy 3. İş Mahkemesinde
açtığı davanın reddedildiğini, tarafsız ve adil yargılama yapılmadığını,
davalının Bakanlık olması nedeniyle etki altında karar verildiğini, görev yapan
hâkimlerin mesleğe başlamalarının ve stajlarının Adalet Bakanlığına bağlı
olarak gerçekleştirildiğini, adaylık eğitiminin Adalet Bakanlığına bağlı olan
Adalet Akademisinde verildiğini, çalışma ortamlarının ve iş yüklerinin çok
olduğunu, bu hususların bağımsızlık ve tarafsızlığı zedelediğini, bilirkişinin
resen ve bir kamu kurumunda görevli olan avukatın atandığını, Ulusal Yargı Ağı
Projesi (UYAP) üzerinden gönderdiği
14/3/2012 tarihli beyan dilekçesinin cevaba cevap dilekçesi olduğu gerekçesiyle
iade edildiğini, dosyaya giren bilgi ve belgelerin bu şekilde dosyadan
çıkarılamayacağını, 14/3/2012 tarihli dilekçenin yeniden işleme konulması
talebinin gerekçesiz olarak reddedildiğini ileri sürmüştür.
21.
Başvurucu ayrıca, dava dilekçesinde davacının adresi bulunmadığı gerekçesiyle
adresin bildirilmesi için bir haftalık kesin süre verildiği halde, aynı durumun
davalı için uygulanmadığını, davalı tarafın cevap dilekçesinde adres
bulunmadığı ve bu şekliyle cevap dilekçesi verilmemiş sayılması gerektiği halde
Mahkemece bu hususun dikkate alınmadığını, yargılamayı yapan hâkimlerin de kamu
memurları olduğunu ve bağımsız olmadıklarını, derece Mahkemesi ve Yargıtay
kararlarının gerekçesiz olduğunu, emsal alınan kararın dava dosyası ile
ilgisinin bulunmadığını, Yargıtay tetkik hakiminin görüşünün tarafına
bildirilmediğini, bu şekilde savunma hakkı ve çelişmeli yargı ilkesinin ihlal
edildiğini, nakil yazısında tüm sosyal ve mali haklarla yeni kuruma geçtiği
belirtildiği ve bu şekilde önceki toplu iş sözleşmesinin hizmet akdi haline
geldiği halde bu haklardan yararlandırılmadığını, Tarım-İş Sendikasına üye
olması nedeniyle mali haklarının kesildiğini, sendikaya üye olmayan veya
nakilleri sonradan yapılanların önceki ücretlerini almaya devam ettiklerini,
sendikaya üye olması nedeniyle ayrımcı muameleye tabi tutulduğunu belirterek,
Anayasa'nın 35., 36., 51. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş,
tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Başvurucu, Kadıköy 3. İş Mahkemesince
verilen kararın mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun anılan iddiaları
incelendiğinde, iddiaların özünün derece Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun
mülkiyet hakkının ihlali iddiaları, adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça
keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26,
12/2/2013).
27. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, Tuzla Belediyesinde çalışırken, Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığına nakledildiğini, anılan Bakanlığa bağlı olarak çalıştığı sırada
eksik ödemeler yapıldığını, Kadıköy 3. İş Mahkemesinde açtığı davada tarafsız
ve adil yargılama yapılmadığını, davalının Bakanlık olması nedeniyle etki
altında karar verildiğini, bilirkişinin resen ve bir kamu kurumunda görevli
olan avukatın atandığını, UYAP üzerinden gönderdiği 14/3/2012 tarihli beyan
dilekçesinin cevaba cevap dilekçesi olduğu gerekçesiyle iade edildiğini,
dosyaya giren bilgi ve belgelerin bu şekilde dosyadan çıkarılamayacağını, dava
dilekçesinde davacının adresi bulunmadığı gerekçesiyle adresin bildirilmesi
için bir haftalık kesin süre verildiği halde, aynı durumun davalı için
uygulanmadığını, davalı tarafın cevap dilekçesinde adres bulunmadığı ve bu
şekliyle cevap dilekçesi verilmemiş sayılması gerektiği halde Mahkemece bu
hususun dikkate alınmadığını, emsal alınan kararın dava dosyası ile ilgisinin
bulunmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde belirtilen
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Başvurucu Kadıköy 3. İş
Mahkemesinde açtığı davada, Tuzla Belediyesinde çalıştığı dönemde Belediye ile
Hizmet-İş Sendikası arasında düzenlenen 1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri
arasındaki dönemi kapsayan toplu iş sözleşmesi hükümlerinin, naklin
gerçekleşmesinden sonra hizmet akdi hükmü haline dönüştüğünü ve bu hükümlerden
yararlanmaya devam edeceğini, Tarım-İş Sendikası ile davalı Bakanlık arasında
düzenlenen toplu iş sözleşmesi hükümlerinde öngörülen zamların buna göre
uygulanacağını ve lehine olan 2822 sayılı Kanun'un 6. maddesi gereği hizmet
akdi hükümlerinin uygulanması gerektiğini ileri sürerek alacaklarının tahsilini
talep etmiştir.
29. Başvurucunun işçi olarak
çalıştığı Orhanlı Belediyesinin tüzel kişiliğinin Kanun gereği sona ermesinden
sonra başvurucu Tuzla Belediyesine nakledilmiş, 25/11/2010 tarihinde de Tuzla
Belediyesinden Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakli
gerçekleştirilmiştir. Tuzla Belediyesi ile Hizmet-İş Sendikası arasında
1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan toplu iş sözleşmesi
düzenlenmiştir. Başvurucu Hizmet-İş Sendikası üyesi olduğu için bu toplu iş
sözleşmesi hükümlerinden yararlanmıştır.
30. Başvurucu, Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığına naklinden sonra 9/12/2010 tarihinde Tarım-İş
Sendikasına üye olmuştur. Tarım-İş Sendikası ile Bakanlık arasında 1/1/2011 ilâ
31/12/2012 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan toplu iş sözleşmesinin
düzenlenmesinden sonra başvurucu anılan toplu iş sözleşmesinden
yararlandırılmıştır.
31. Başvurucu, 9/12/2010
tarihinde Tarım-İş Sendikasına üye olmuş olup, üyelik ilişkisindeki iradesini
sakatlayan hususlar olduğunu ileri sürmemektedir. Mahkemece, tazminat ve
işçilik alacakları hesaplama uzmanı bilirkişisinden rapor alınmış, bilirkişi
2/10/2012 tarihli raporunda uyuşmazlığın, başvurucunun ücret ve diğer sosyal
hakları belirlenirken hangi toplu iş sözleşmesinin uygulanacağı noktasında toplandığını,
davalının yaptığı uygulamanın hukuka uygun olduğunu belirtmiş, başvurucunun
alacaklarını hesaplamıştır. Başvurucu bu rapora, hukuki nitelendirme ve
hesaplama açısından itiraz etmiş, yeniden rapor alınması isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, başvurucunun itirazları dikkate alınmaksızın, hukuki değerlendirme
yapılarak davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçesi
incelendiğinde, hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle hukuki nitelendirme
yapılarak davanın reddine karar verilmiş olup, alacak miktarı yönünden hüküm
kurulmamıştır. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun
266. maddesine göre, “Mahkeme, çözümü hukuk
dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin
talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına
karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle
çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.”
Mahkemece, anılan hüküm gereği hukuki değerlendirme yapılarak davanın reddine
karar verilmiştir.
32. Öte yandan Mahkemece verilen
kararın gerekçesinde, başvurucunun iddia ettiği şekilde, emsal alınan karardan
bahsedilmediği gibi, buna göre de karar verilmediği anlaşılmıştır.
33. Yine başvurucu, Mahkemece
iade edildiğini ileri sürdüğü 14/3/2012 tarihli dilekçesini UYAP üzerinden
Mahkemeye sunmuş olup, anılan dilekçesinde, davalının cevap dilekçesini kabul
etmediğini ve dava dilekçesini tekrar ettiğini bildirerek, davanın kabulüne karar
verilmesini talep etmiştir. Mahkemece anılan dilekçenin reddedildiğine dair
herhangi bir delil bulunmadığı gibi, UYAP üzerindeki dosya ayrıntı bilgileri
incelendiğinde, anılan dilekçenin dosya içinde olduğu görülmektedir.
34. Başvurucu, davalı tarafın,
cevap dilekçesinde Bakanlık adresini bildirmediği halde, başvurucu asilin açık
adresinin bildirilmesi için kesin süre verilmesinin adil yargılanma hakkını
ihlal ettiğini, cevap dilekçesinin verilmemiş sayılması gerektiğini ileri
sürmüşse de, başvurucu vekiline gönderilen ihtarda,
alacak miktarının açıklanarak harcın tamamlanmasının ihtar edildiği, adres
bildirilmesi konusunda ihtarda bulunulmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan, davalının
cevap dilekçesinde davalının “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı adına
İstanbul Muhakemat Müdürlüğü” olarak belirtildiği,
vekilinin adı ve adresinin bildirildiği belirlenmiştir. Davalının cevap
dilekçesinin kabul edilip edilmemesi Mahkemenin takdirinde olup, bu takdir
hakkının kullanımında keyfilik bulunmadığı gibi, anılan dilekçenin verilmemiş
sayılması ise, 6100 sayılı Kanun'un 128. maddesine göre, dava dilekçesindeki
hususların inkârı anlamına gelir. Nitekim davalı Bakanlık da,
cevap dilekçesinde davanın reddini talep etmiştir.
35. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna
ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında açıkça keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
36. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece Mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin
“açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Hâkimlerin
Göreve Başlamaları, Stajları ve Çalışma Koşulları Yönünden Adil Yargılanma
Hakkının ihlali İddiası
37.
Anayasa’nın 138. maddesi şöyledir:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına
uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
38. Anayasa’nın 139. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin
veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük
haklarından yoksun kılınamaz.”
39. Anayasa’nın 159. maddesinin
sekizinci fıkrası şöyledir:
“Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve
savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme
ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler
hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini
yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin
değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve
kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.”
40. 24/2/1983 tarih ve 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun “Adaylığa
atanma” kenar başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Her yıl alınacak aday sayısı, avukatlık mesleğinden
alınacaklarla birlikte Türkiye Adalet Akademisinin görüşü alınmak suretiyle,
kadro ve ihtiyaç durumuna göre Adalet Bakanlığınca tespit edilir.”
41. 2802 sayılı Kanun’un “Atama” kenar başlıklı 13. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Meslek öncesi eğitim sonunda yazılı sınavda başarılı olan
ve mani hâli olmayan, erkekler için askerliğini
yaptığını veya askerlikle ilişiği olmadığını belgeleyen adayların mesleğe
kabullerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.”
42. 11/12/2010 tarih ve 6087
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“(1) Kurulun görevleri şunlardır:
…
b) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;
1) Mesleğe kabul etme,
2) Atama ve nakletme,
… işlemlerini yapmak.”
43. Mahkemelerin “bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil
yargılanmanın koşulları arasındadır. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle
hâkimlerin bağımsızlığı ile eş anlamlı kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni
ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hâkimlerin bağımsızlığı, onlara tanınan
bir ayrıcalık olmayıp, her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak
olarak adalet dağıtacakları yolundaki güven ve inancı yerleştirme amacına
yöneliktir. Demokratik bir toplumda, hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme
organına karşı değil, devlet yapısı içindeki tüm kurum ve kuruluşlar ile
kişilere karşı da sağlanması gerekir. Başka herhangi bir kişi, kurum veya
organdan emir almamak, yasamanın, yürütmenin ve diğer dış unsurların etki
alanının dışında olmak, baskı altında olmamak şeklinde tanımlanan bağımsızlık,
tarafların etki alanının dışında kalmayı, dava taraflarına karşı bağımsızlığı
da kapsamaktadır (AYM, E.2011/29, K.2012/49, 30/3/2012).
44. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesi bakımından bir mahkemenin "bağımsız" olup olmadığı
incelenirken, üyelerinin atanma biçimi ve görev süreleri, dıştan gelecek
baskılara karşı mevcut güvencelerin olup olmadığı ve bir bağımsızlık görüntüsü
verip vermediğine bakılması gerektiğini tekrarlamaktadır. Bu hükmün altındaki
anlamıyla "tarafsızlık" şartı konusunda uygulanacak iki test vardır:
Birincisi belirli bir davada belirli bir yargıcın kişisel kanaati konusundaki
kararı içerir. İkincisi ise hâkimin yasal yöndeki şüpheleri uzak tutmak
konusunda yeterli garantiyi verip vermediğinin araştırılmasıdır. Bu, heyet olan
bir makama uygulandığında heyet üyelerinin kişisel davranışlarından uzak olarak
tarafsızlığına şüphe getirebilecek araştırılabilir gerçeklerin olup olmadığına
karar vermek anlamına gelir. Bağımsızlık konusunda ise görünümün önemi
olabilir. Bir makamın bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal
bir sebebin varolup olmadığına karar verilirken,
tarafsız olmadığını savunanların dayandığı nokta önemlidir. Buna rağmen bu
kesin değildir. Kesin olan, endişenin tarafsız olarak doğruluğunun
kanıtlanmasıdır (bkz. Çıraklar/Türkiye, B.
No. 70/1997/854/1061, 28/10/1998).
45.
AİHM, Sözleşme'nin 6 maddesinin 1. paragrafı bakımından bir mahkemenin
"tarafsızlığını" tespit ederken, öznel bir sınamaya yani belli bir olayda,
belli bir yargıcın kişisel kanı ve davranışları ile nesnel bir sınamaya yani
hiçbir şüpheye mahal vermeksizin yargıca yeterli güvence verilip verilmediğine
bakılarak belirlenmesi gerektiğini hatırlatmıştır (bkz. Şahiner/Türkiye,
B.No. 29279/95, 25/9/2001, § 35, 36).
46.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK),
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararı ile ilgili başvuruda, Kurul
kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasını, yargıç bağımsızlığının ihlali
için yeterli bir neden olarak görmemiştir (AİHK, Uslu/Türkiye, B.No. 29860/96,
20/5/1998).
47. Tüm bu açıklamalar ışığında, AİHM,
hâkimlerin yürütme ve diğer organlara karşı bağımsızlığına dikkat çekmekle
beraber, hangi organ tarafından atandıkları hususunu tek başına mahkemelerin
bağımsızlığını etkilediğini kabul etmemektedir. AİHM’e
göre önemli olan yargılama yaparken hâkimlerin talimat almamalarıdır.
48. Öte yandan, 2802 sayılı Kanun’un 7.
maddesine göre hâkim ve savcı adayları, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’ndaki Genel İdare Hizmetleri Sınıfında bulunup, hâkimlik ve savcılığın
sınıf ve derecelerine dâhil değildirler ve haklarında, Devlet Memurları
Kanunu’nun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. Kanun’un 9. maddesinde,
aynı Kanun’un 8. maddesinde belirtilen niteliklere sahip olup, yazılı yarışma
sınavı ile mülakatta başarı gösterenlerin Adalet Bakanlığınca adaylığa
atanacakları, 10. maddesinde adaylık süresinin 4954 sayılı Türkiye Adalet
Akademisi Kanunu hükümlerine tabi olduğu belirtilmiş, 11. maddesinde adaylar
hakkında düzenlenecek belgeler hâkim ve savcı adayları için ayrıca gösterilmiş,
12. maddesinde de kimi hallerde adaylık süresi içinde adaylığa son verme
işleminin Adalet Bakanlığınca yapılacağı öngörülmüştür. Aynı Kanun’un 13.
maddesinde de, stajını tamamlayan ve mani hali
görülmeyen adayların mesleğe kabullerine, Anayasa’nın 159. maddesine koşut
olarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verileceği belirtilmiştir.
Ayrıca mesleğe kabul, 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun
4. maddesinde de Hâkimler ve Savcılar Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır
(AYM, E.2005/47, K.2007/14, K.T. 7/2/2007).
49. Diğer taraftan, 4954 sayılı Kanun’un 28.
maddesinde, adli ve idari yargıda hâkim ve savcı adaylığına atananların meslek
öncesi eğitim süresinin iki yıl olduğu ve bu eğitim sonunda yazılı sınavda
başarı gösteremeyenlere iki ay içinde bir sınav hakkının daha tanınacağı; bu
sınavda da başarılı olamayanların talepleri halinde Bakanlıkça merkez veya
taşra teşkilatında genel idare hizmetleri sınıfında bir kadroya atanabileceği,
aksi halde bunların adaylığına Bakanlıkça son verileceği öngörülmüştür.
50. Anayasa’da yer alan “mahkemelerin
bağımsızlığı”, “hâkimlik ve savcılık teminatı” ve “hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin ilkeler, hâkimlik ve savcılık mesleğine
kabul edilen ve fiilen bu görevi yapan hâkim ve savcılar için öngörülmüştür.
Hâkimlik ve savcılık ise ancak Anayasa uyarınca mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulup, görev yapan Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunca mesleğe kabul etme işlemi ile mümkündür. Mevcut düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda, adayların mesleğe kabulden
önceki dönemde, adaylığa atama sürecinde Kurul tarafından hâkimlik ve savcılık
mesleğine kabullerinin yapılmamış olması ve adaylık döneminde yargılama
faaliyetinde de bulunmamaları nedeniyle hâkim ve savcı statüsünde sayılmaları
mümkün değildir (AYM, E.2005/47, K.2007/14, 7/2/2007).
51.
Somut olayda başvurucu, hâkimlerin mesleğe başlamalarının ve stajlarının Adalet
Bakanlığına bağlı olarak gerçekleştirildiğini, adaylık eğitiminin Adalet
Bakanlığına bağlı olan Adalet Akademisinde verildiğini, fiziki şartları kötü
adliyelerde yoğun iş yükü altında çalışmalarının ve kamu memurları olarak görev
yapmalarının bağımsızlık ve tarafsızlıklarını zedelediğini ileri sürerek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun ihlal
iddiaları incelendiğinde Mahkemenin ve hâkimin bağımsızlığı ve tarafsızlığını
kuşkuya düşürecek olgunun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
52.
Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkı yönünden açık bir ihlal
saptanmadığından, başvurucunun bu iddiası da “açıkça
dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
3. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden Adil Yargılanma Hakkının
İhlali İddiası
53.
Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır.”
54. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, § 30, 16/5/2013).
55.
Başvurucu, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürerek Anayasa'nın
141. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
56. Derece mahkemeleri,
kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri
sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması
halinde, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir.
Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir
(benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hiro Balani/İspanya, B.
No. 18064/91, 9/12/1994).
57. Öte yandan temyiz mercilerinin
kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz mercinin, yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı
fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla
kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz mercinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da
bozduğunu göstermesidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Garcia Ruiz
/İspanya, B.No. 30544/96, 21/1/1996, §
28).
58. Somut olayda, Mahkemece,
tarafların iddia ve savunmaları ile tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, hukuk
kuralları ile toplu iş sözleşmeleri yorumlanmak suretiyle davanın reddine karar
verilmiştir (§9). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine
atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm onanmıştır (§ 10).
Dolayısıyla Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz
edilemez.
59. Açıklanan nedenlerle,
Mahkeme ve temyiz merci kararlarının gerekçelerinde açık bir ihlal
saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
4. Tetkik Hâkimi Görüşünün Tebliğ Edilmemesi
Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
60. 4/2/1983 tarih ve 2797
sayılı Yargıtay Kanunu'nun 26. maddesi şöyledir:
“Tetkik hâkimleri kurul ve daire başkanlarının
kendilerine verecekleri dosya ve evrakı, süresinde inceleyerek bir rapor
düzenlerler. Kararlara ve yapılacak işlere ilişkin düşüncelerini rapora yazıp
kurullara açıklamakla yetinirler.
Birinci Başkan, kurul ve daire başkanlarının
verecekleri diğer görevleri yerine getirirler.”
61. Tetkik hâkimleri, daire
başkanı tarafından verilen dava dosyalarının ilk incelemelerini yapar ve
hazırladığı yazılı veya sözlü raporu daire başkanı veya üyelerine sunar.
Dolayısıyla dava dosyası hakkında karar verecek heyet ile birlikte çalışır ve
heyet adına inceleme yaparak rapor hazırlar.
62. Başvurucu, Yargıtay tetkik
hâkiminin görüşünün tarafına bildirilmediğini, bu şekilde savunma hakkı ve
çelişmeli yargı ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. AİHM, Danıştay tetkik
hâkiminin kanaatlerinin önceden tebliğ edilmemesine ilişkin olarak bu yargı
mensubunun görevinin savcının göreviyle mukayese edilebilir olmadığını belirterek
adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHM kararına
göre, tetkik hâkimleri, Danıştay Başkanı ve kurul ve daire başkanları
tarafından kendilerine verilen görevleri yerine getirmekle ve bunlar tarafından
havale edilen davaları incelemekle sorumlu iken, savcılar Danıştay
Başsavcısının emri altında çalışmaktadırlar. Genel olarak tetkik hâkimleri
soruşturma yapmayıp, daha evvel soruşturması tamamlanmış bir dosya hakkında
görüşlerini sunmaktadırlar. Tetkik hâkiminin, mütalaasını yazılı ya da sözlü
olarak sunarak, hâkimlerin karar vermesine yardımcı olmayı amaçladığı doğrudur.
Ancak bu görevin, Danıştay Başkanı ve Daire Başkanlarını temsilen yerine
getirdiği hukuki görevlerinden olduğu gözükmektedir. Danıştay Başkanı ve Daire
Başkanlarının yönetimindeki tetkik hâkimleri karar taslaklarını yazar ve
tutanakları hazırlarlar. Dolayısıyla AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin 1.
fıkrasının bu bakımdan ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (bkz. Meral/Türkiye, B.No.
33446/02, 27/11/2007).
64. Somut davada Yargıtay tetkik
hâkimi tarafından, Kadıköy 3. İş Mahkemesi dosyası ve kararı incelenerek rapor
hazırlanmış, Yargıtay Daire Başkanı ve üyelerine sunulmuştur. Tetkik hâkiminin
raporu dinlendikten sonra Daire Başkanı ve dört üye tarafından hüküm
düzeltilerek onanmıştır. Mevcut davada, tetkik hâkiminin önyargılı davranmasına
neden olacak rapor sunduğunu gösteren herhangi bir unsur bulunmamaktadır.
Tetkik hâkiminin raporu başvurucuya tebliğ edilmemişse de bu durum adil
yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
65. Açıklanan nedenlerle, tetkik
hâkiminin raporunun başvurucuya tebliğ edilememesinde açık bir ihlal
saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
5. Sendika Üyesi Olma Hakkının İhlali İddiası
66. Anayasa'nın 51. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde,
ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden
izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma
ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye
olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.”
67. 2821 Sayılı Kanun'un 22.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sendikaya üye olmak serbesttir. Hiç kimse
sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanamaz. İşçi veya işverenler aynı
zamanda ve aynı işkolunda birden çok sendikaya üye olamazlar. Birden çok
sendikaya üye olunması halinde, sonraki üyelikler geçersizdir.”
68. Sendika, çalışanların mali
ve sosyal haklarını korumak ve geliştirmek için meydana getirilen kuruluştur.
Sendikal özgürlük kavramı, sendika kurma hakkı ile sendikaya üye olma ve
sendikadan çıkma haklarını kapsamaktadır. Sendikaya üye olma özgürlüğü, bir
kimsenin sendikaya üyeliğinin iradî olmasını gerektirir. Bu özgürlük aynı
zamanda, birden çok sendikadan istenilen sendikayı seçme ve o sendikaya üye
olma hakkını da içerir.
69. AİHM'e göre, Sözleşme'nin 11.
maddesi, biçimsel olarak sendika özgürlüğünün yanı sıra, özeli itibarıyla
dernek kurma ve toplantı özgürlüğü hakkını ortaya koymaktadır. Bu madde
uyarınca, sendika üyelerine Devlet tarafından farklı muamele yapılamaz ve
özellikle sendika üyesi olma hakkı başka bir yere atanmamayı gerektirmez (bkz. Akat/Türkiye, B.No.
450050/98, 20/9/2005). AİHM, 11. maddenin herkesin
bir sendikaya üye olma ve çıkarlarını koruma hakkını güvence altına aldığını
belirtmektedir (bkz. Karaçay/Türkiye, B.No. 6615/03, 27/3/2007).
70. Başvurucu, Tarım-İş
Sendikasına üye olması nedeniyle mali haklarının kesildiğini, sendikaya üye
olmayan veya nakilleri sonradan yapılanların önceki ücretlerini almaya devam
ettiklerini, sendikaya üye olması nedeniyle ayrımcı muameleye tabi tutulduğunu
belirterek, sendika üyesi olma özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
71. Başvurucu, Tuzla
Belediyesinde çalıştığı dönemde Hizmet-İş Sendikasına üye iken ve bu Sendika
ile Belediye arasında düzenlenen toplu iş sözleşmesinden faydalanmakta iken
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakledilmesinden sonra 9/12/2010
tarihinde kendi isteğiyle Tarım-İş Sendikasına üye olmuştur. Başvurucu, anılan
Sendikaya üye olmasından sonra Tarım-İş Sendikası ile Bakanlık arasında
düzenlenen toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmıştır.
72. Başvurucu, Tarım-İş
Sendikasına üye olurken iradesinin sakatlandığı yönünde bir iddiada bulunmadığı
gibi, sendikaya üye olduğu için eksik ödeme yapıldığı ve sendikaya üye olma
özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını dava ve temyiz dilekçelerinde de ileri
sürmemiştir. Başvurucuya, Tarım-İş Sendikası ile Bakanlık arasında düzenlenen
ve Tarım-İş Sendikasına üye tüm çalışanlar için uygulanan toplu iş sözleşmesi
uygulanmıştır. Başvurucu hakkında uygulanan kurallar ve toplu iş sözleşmesi ile
Mahkemece verilen kararın gerekçesi incelendiğinde, başvurucunun sendika üyesi
olma hakkı ihlal edilmediği gibi, sendikaya üye olması nedeniyle farklı bir
muameleye tabi tutulduğundan da bahsedilemez.
73. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun sendikaya üye olma özgürlüğü üzerinde açık ve görünür bir ihlal
saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
V. HÜKÜM
Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu
üzerinde bırakılmasına, 4/12/2013 tarihinde
OY BİRLİĞİYLE karar verildi.