TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İLHAN CİHANER BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2013/5574)
|
|
Karar Tarihi: 30/6/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
İlhan
CİHANER
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa
GÜLER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, ulusal bir gazetede hakkında çıkan haberler
nedeniyle kişilik haklarına zarar verildiğini, olay sebebi ile başvurduğu hukuk
yollarından sonuç alamadığını belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 25/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/12/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 4/2/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 5/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık
görüşüne karşı beyanlarını 27/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Yaklaşık 20 yıldır ve ulusal düzeyde yayımlanan Yeni
Şafak Gazetesinin 19/2/2010 tarihli nüshasında, o tarihten önce Erzincan
Cumhuriyet Başsavcısı olan başvurucu kastedilerek, “Savcı Boğazına Kadar Batmış” başlığı altında yayın
yapılmıştır.
9. Gazetenin birinci sayfasında “Savcı Boğazına Kadar Batmış” başlığı kullanılmış ve altında
“HSYK’ nın yargı
darbesiyle görevden aldığı Başsavcı Osman Şanal, Ergenekon’a üye olmak
suçlamasıyla tutuklanan Savcı İlhan Cihaner’le ilgili
şok bilgilere ulaştı. Jandarma ve MİT mensupları, Cihaner’in
başkanlığında cemaatlere komplo için bir araya geldi” şeklinde
başvurucuya bazı suçlamalar yöneltilmiştir.
10. Haberin devamı gazetenin 11. sayfasında yer almakta ve
yaklaşık bir tam sayfayı kaplamaktadır. Sayfanın başında büyük puntolarla “Çiçek’le kahvaltıdan sonra düğmeye bastı”
başlığı tercih edilmiştir. Daha sonra başlığın altında “Ergenekon'a üye olmak suçlamasıyla tutuklanan
Başsavcı İlhan Cihaner'in, 'İrtica ile Mücadele Eylem
Planı'nda imzası bulunan Albay Çiçek'le orduevinde buluştuğu ortaya çıktı. Cihaner görüşmeden yaklaşık 2 ay sonra 2007'de cemaatlere
yönelik başlattığı soruşturmayı 16 ili kapsayacak şekilde genişletme kararı
aldı” ifadelerine yer verilmiştir.
11. Başvurucu ile birlikte iki üst düzey askeri yetkilinin de
fotoğrafının kullanıldığı haberin geri kalanı şu şekildedir:
“HSYK tarafından özel yetkileri alınan Erzurum
Cumhuriyet Başsavcısı Osman Şanal'ın yürüttüğü soruşturma kapsamında gözaltına
alınarak sorgulanıp, tutuklanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcı İlhan Cihaner'in, 'AK Parti ve Gülen'i Bitirme Planı'nda imzası
bulunan Albay Dursun Çiçek'le 29 Mart yerel seçimlerinden önce orduevinde
buluştuğu ortaya çıktı. Çiçek'in Ocak-Şubat 2009'da Erzincan'a giderek, önce
Ergenekon kapsamında 'şüpheli' olarak ifadeye çağrılan Orgeneral Saldıray Berk'in başında bulunduğu 3. Ordu Komutanlığı'nda
görüşmelerde bulunduğu ardından, Başsavcı Cihaner'le
orduevinde kahvaltı yaptığı tespit edildi. Bu görüşme trafiği, Cihaner hakkında 'Ergenekon Terör Örgütü'ne üye olmak
suçlamasıyla başlatılan soruşturma dosyasına da girdi.
Görüşmeden Sonra Açıldı
Cemaatler ve polise komplo kurarak, 'Darbe Andıcı'nı Erzincan'da uygulamaya koymakla suçlanan Cihaner-Çiçek görüşmesi, Erzincan Orduevi'nde 29 Mart yerel
seçimlerinden önce, Ocak-Şubat'ta gerçekleşti. Görüşmenin, Cihaner'in,
2007'de cemaatlerle ilgili başlattığı ve ancak 2 yıl sonra 2 Mart 2009'da 16
ilde ünlü işadamları ve tanınmış siyasetçileri de
dahil edecek şekilde genişletmesinden önce gerçekleşmesi dikkati çekti.
Gizli Tanık da Anlattı
Şanal'ın yürüttüğü soruşturmada bir gizli
tanığın verdiği ifadelerde de orduevindeki Cihaner-Çiçek
buluşmasıyla ilgili detaylı bilgilerin yer aldığı öğrenildi. Cihaner'e savcılık sorgusunda da "Albay Dursun Çiçek'i
tanıyor musunuz, daha önce buluştunuz mu, Darbe Andıcı'nı
gördünüz mü" diye soruldu. Cihaner ise Çiçek'i
tanımadığını ve kendisiyle karşılaşmadığını, telefonda görüşmediğini söyledi.
Sizi Ziyaret Etti Mi?
Savcılar sorguda Cihaner'e,
orduevindeki buluşmayla ilgili olarak da "Çiçek Erzincan'da sizi ziyaret etti
mi?", "Kahvaltıda buluştuğunuz tespit edilmiştir, kahvaltıda neleri
değerlendirdiniz?", "Gizli tanık 'Munzur'un beyanına göre Çiçek,
Ocak-Şubat 2009'da gelmiş, heyetçe karşılanmış, özel araçla 3. Ordu
Komutanlığı'na gitmiştir. Sizin de görüştüğünüz dikkate alındığında, ne amaçla
gelmiştir? Plan konusunda görüştünüz mü" sorularını yöneltti.
Yedek Plan 3. Ordu'dan
Cihaner'e sorguda sorulan bir soru, asker ve MİT mensuplarının tutuklanmasından
sonra şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılan Orgeneral Saldıray
Berk'in komutanlığını yaptığı 3. Ordu'da alternatif bir planın hazırlandığını
ortaya koydu. Cihaner'e savcılar "Şüphelilerin
tutuklanmasından sonra, 3. Ordu Komutanlığı çıkışlı yeni bir plan yapıldığı,
evler kiralanıp, askerlerin yerleştirileceği, Gülen Cemaati'ne ait görüntü
verileceği, baskın yapılıp, cemaat üyelerinin hem silahlı terör örgütü üyesi
olduğu ispatlanacak hem de bu cemaatin Silahlı Kuvvetler'de
illegal kadrolaşma yaptığı izleniminin verileceğine dair bir plan yapıldığı
tespit edilmiştir. Bu girişimlerde sizin konumunuz nedir?" diye sordu.
Paşa Bombaları Biliyor
Tutuklanan Üsteğmen Ersin Ergut'un
hard diskinde ele geçirilen bir belge de polise kurulacak komployu deşifre
etti. Belgeden Cihaner, Alay Komutanı Albay Recep
Gençoğlu ve Orgeneral Berk'in yalancı tanıklarla polisin olduğu kanıtlanacak
bombaların baraja atılmasından haberi olduğu tespit edildi.
'Gülen grubu için delil yaratılacak'
Soruşturmada, Başsavcı Cihaner'in
İl Jandarma İstihbarat Komutanlığı'nda, daha sonra tutuklanan şüpheliler MİT
Bölge Müdürü ve dönemin Jandarma İl Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu ile
toplantılar düzenlediği de tespit edildi. Cihaner'in,
İl Jandarma İstihbarat Karargahı'ndaki toplantılarının bazılarına da başkanlık
yaptığı öğrenildi. Soruşturma kapsamında tutuklanan Üsteğmen Ersin Ergut'ta ele geçirilen notlarda, Cihaner'in
toplantıya başkanlık ettiği ve "Gülen grubunun bir suç örgütü olduğu
ispatlanacak, bunun için de delil yaratılacak" şeklinde ifadelerin yer
aldığı tespit edildi. Bu durum sorguda İlhan Cihaner'e
soruldu. Cihaner iddiaları yalanladı.
Cemaat Evlerine Silah Konacaktı
Soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan
gizli tanık 'Efe' ve 'Munzur', Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu ve Savcı
İlhan Cihaner'in, tutuklanan Astsubay Şenol Bozkurt'u
öğrenci evleri tutmakla görevlendirdiğini söylediler. Gizli tanıklar,
"Öğrenciler cemaat evlerine ve yurtlarına, gidip geleceklerdi. Evlere
silah konulacaktı. Eş zamanlı operasyonlarda silahlar ele geçirilip, cemaati
silahlı terör örgütü gibi göstereceklerdi" şeklinde ifade verdi. Sorguda
savcı, gizli tanıkların ifadeleri ve ele geçirilen delillerin Albay Dursun
Çiçek imzalı "AK Parti ve Gülen'i Bitirme Planı" ile örtüştüğünü
belirterek, Cihaner'den savunmasını istedi.
Can güvenliğim yok diyen 'Munzur' kayıp
Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in
tutuklanması ile ilgili tartışmalar sürerken dün flash
bir gelişme yaşandı. Erzincan Emniyet Müdürlüğü'ne gelen ihbar telefonunda
kendisini 'Munzur' kod adlı gizli tanığın yakın arkadaşı olarak tanıtan bir
kişi "Munzur'un can güvenliğinden endişeliyim" dedi. Bu telefonun
ardından Gizli tanık Munzur'un kayıplara karıştığı ifade edildi.
Şantaja Yardım Et
Erzurum Başsavcılığı tarafından yürütülen
soruşturma kapsamında tutuklanan Jandarma İstihbarat Şubesinde görevli Ş.T.'nin, Munzur'dan kimi bürokratlara ve cemaat evlerine
yönelik komplo kurulmasına yardımcı olması için baskı yaptığı öğrenildi.
Astsubay Ş.T.'un Gizli Tanık "Munzur'u "Bu
işlerden sıyralamazsın bir defa bizim içimize düştün,
dediklerimizi yerine getireceksin. Çok sırrımızı biliyorsun, seni
bitiririz" şeklinde tehdit ettiği de ifadelerde yer alıyordu.
Jandarma Tehdit Ediyor
İhbarda bulunan kişinin telefonda Emniyete
ihbar hattına şöyle dediği kaydedildi: "Munzur, dün akşam Osman Şanal
isimli savcının görevinden alınması sonrası can güvenliğinden iyice endişe
etmeye başladı. Bunu fırsat bilen bazı Jandarma görevlilerinin kendisini tehdit
ettiğini, kendisinden haber alamaması durumunda hemen polise ulaşmamı
istedi." Geçmişte bölgede binlerce faili meçhul cinayetin işlendiği ve son
dönemde Temizöz (Faili Meçhuller) Davası'nda tanıkların tehdit ve şantajla
ifadelerini değiştirmeye zorlandıkları biliniyor.
Paşalar polis koruma istemedi
Ergenekon Soruşturması kapsamında 26 Şubat'a
kadar ifade vermesi beklenen Erzincan 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray
Berk ile 2. Ordu Komutanı Org. Necdet Özel, Genelkurmay Başkanlığı'nda görüşme
yapmak için önceki gün geldikleri Ankara'da tahsis edilen polisleri istemedi. Temaslarda
bulunmak için gelen 2 paşaya askerler refakat etti.”
12. Başvurucu, ayrıntıları yukarıda belirtilen Yeni Şafak
Gazetesinin 19/2/2010 tarihli nüshasında yer alan haber nedeniyle kişilik
haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 18/2/2011 tarihinde Ankara 5. Asliye
Hukuk Mahkemesine tazminat davası açmıştır.
13. Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, Yeni Şafak Gazetesinde
yayınlanan yazının Anayasa’nın 28. maddesinde ve 9/6/2004 tarih ve 5187 sayılı
Basın Kanunu’nda güvence altına alınan basın özgürlüğünün sınırlarını aşmadığı
gerekçesiyle 30/6/2011 tarih ve E. 2011/76, K. 2011/296 sayılı kararı ile
davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
Basın özgürlüğünün Anayasanın 28. maddesi ile
5187 sayılı Basın Yasasının 1 ve 3. maddelerinde güvence altına alındığı,
basına sağlanan güvencenin amacının toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde
yaşayabilmesini gerçekleştirmek olduğu, bu durumun da halkın dünyada ve içinde
yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi
olması ile olanaklı olduğu, basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme,
yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma yetkisi ve
sorumluluğu bulunduğu, ancak basın özgürlüğünün sınırsız olmayıp, basın özgürlüğü
ile Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile T.M.K.nun
24 ve 25. maddelerinde güvence altına alınan kişilik haklarının karşı karşıya
geldiği durumlarda iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekeceği,
burada temel ölçütün kamu yararı olduğu, özellikle yazının gerçek olması, kamu
yararı bulunması, toplumsal ilginin varlığı, konunun güncelliği gözetilerek
özle biçim arasındaki denge korunarak objektif sınırlar içinde kalınarak yayın
yapılması gerektiği ve o anda görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı
anlaşılan olayların yayınından basının sorumlu tutulmaması gerekmektedir.
Dava konusu olan Yeni Şafak Gazetesi'nin
19.02.2010 tarihli nüshasında yer alan haberin üst başlığında "Savcı
Boğazına Kadar Batmış" ifadelerinin yer aldığı, alt başlıkta "Albay
Çiçek ile Andıç kahvaltısı" diğer sahifedeki
yazı başlığında "Çiçek'le kahvaltıdan sonra düğmeye bastı"
ifadelerinin yer aldığı yazının başlık ve içeriği bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, haberde Anayasanın 28. maddesinde ve Basın Yasasının 1.
ve 3. maddelerinde güvence altına alınan basın özgürlüğünün sınırlarının
aşılmadığı, haber verilirken basının kamuoyu oluşturma ve toplumsal eleştiri
hakkının kullanıldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, haberin
görünürdeki gerçekliğe uygun olduğu, hukuka uygunluk sınırları içerisinde
kalındığı, başlıkta yer alan ifadelerin ve haberin içeriğinin davacının kişilik
haklarına saldırı niteliğinde bulunmadığı, manevi tazminat koşullarının
gerçekleşmediği anlaşıldığından, davanın reddine karar vermek gerekmiştir.”
14. Başvurucunun temyizi üzerine söz konusu İlk Derece
Mahkemesi kararı, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/5/2013 tarih ve E.
2012/11135, K. 2013/10003 sayılı ilamı ile onanmıştır.
15. Yargıtay ilamı, başvurucuya, 28/6/2013 tarihinde tebliğ
edilmiş ve başvurucu, 25/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. Anayasa’nın “Yargı
yetkisi” kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır.”
17. Anayasa’nın “Basın
hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesi şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi
kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
(İkinci fıkra mülga: 3.10.2001-4709/10 md.)
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın
26 ve 27 nci maddeleri
hükümleri uygulanır.
Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma
veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin
bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı
amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca
sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hâkim kararıyla; gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir.
Dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört
saat içinde yetkili hâkime bildirir. Yetkili hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı
hükümsüz sayılır.
Yargılama görevinin amacına uygun olarak
yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hâkim tarafından
verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.
Süreli veya süresiz yayınlar, kanunun
gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde
hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî
güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi
bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili
kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci, bu
kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hâkime
bildirir; hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat
içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır.
Süreli veya süresiz yayınların suç soruşturma
veya kovuşturması sebebiyle zapt ve müsaderesinde genel hükümler uygulanır.
Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel
ilkelerine, millî güvenliğe ve genel ahlâka aykırı yayımlardan mahkûm olma
halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli
yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim
kararıyla toplatılır.”
18. Anayasa’nın “Mahkemelerin
bağımsızlığı” kenar başlıklı 138. maddesi şöyledir:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm
verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama
Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme
yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme
kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir
suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
19. Anayasa’nın “Hâkimlik
ve savcılık teminatı” kenar başlıklı 139. maddesi şöyledir:
“Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin
veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük
haklarından yoksun kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan
dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği
kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar
verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.”
20. Anayasa’nın “Hâkimlik
ve savcılık mesleği” kenar başlıklı 140. maddesi şöyledir:
“Hâkimler ve savcılar adlî ve idarî yargı
hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve
savcılar eliyle yürütülür.
Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.
Hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları,
hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin
ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında
disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle
ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlarından dolayı soruşturma yapılması
ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk
veya yetersizlik halleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla
düzenlenir.
Hâkimler ve savcılar altmışbeş
yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler; Askerî hâkimlerin yaş haddi, yükselme
ve emeklilikleri kanunda gösterilir.
Hâkimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden
başka, resmî ve özel hiçbir görev alamazlar.
Hâkimler ve savcılar idarî görevleri yönünden
Adalet Bakanlığına bağlıdırlar.
Hâkim ve savcı olup da adalet hizmetindeki
idarî görevlerde çalışanlar, hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlere
tâbidirler. Bunlar, hâkimler ve savcılara ait esaslar dairesinde
sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hâkimlere ve savcılara tanınan her
türlü haklardan yararlanırlar.”
21. 5187 sayılı Kanun’un 3. maddesi şöyledir:
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme,
yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak
demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve
haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının
veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının
sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 30/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 25/7/2013 tarih ve 2013/5574 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, başvuruya konu haberin Yeni Şafak Gazetesinde
yayınlandığı 19/2/2010 tarihinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğunu ve o
tarihte adı geçen gazetenin sahibinin de içerisinde olduğu bazı kişiler
aleyhine ceza soruşturması yürüttüğünü, bu sebeple Yeni Şafak Gazetesinin
kendisi aleyhine mesleki itibarını ve kişilik haklarını hedef alan yayınlar
yaptığını ileri sürmüştür.
24. Başvurucu, ayrıca, 12/9/2010 tarihinde yapılan Anayasa
değişikliği referandumundan sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda
değişiklikler yapıldığını, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının zarar
gördüğünü iddia etmiştir. Başvurucu, Yeni Şafak Gazetesi aleyhine açtığı
tazminat davasının bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkemede, iki celse süren
bir yargılama sonucunda ve Yargıtay’ın emsal nitelikteki kararlarına aykırı
olarak reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil
yargılanma hakkının; kararın gerekçesinin yetersiz olması nedeniyle Anayasa’nın
141. maddesinin ve gazetede yayınlanan yazının kişilik haklarına zarar vermesi
nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
25. Başvurucu,
başvuruya konu kararları veren İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtay ilgili
dairesinin bağımsız ve tarafsız olmadığını iddia etmiştir.
26. Bakanlık
görüşünde başvurucunun, mahkemelerin ve buralarda görev yapan hâkimlerin
bağımsızlığı ve tarafsızlığı hakkındaki şikâyetlerine ilişkin olarak somut bir
olgu ileri süremediği ve şikâyetlerin soyut nitelikli olduğu belirtilmiştir.
27. Anayasa’nın
30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Başvuru dilekçesinde… işlem, eylem ya da
ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan
Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin…, belirtilmesi gerekir….”
28. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
29. Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün bireysel başvuruların
içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu
ve ekleri” başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer
alır:
…
ç) Kamu gücünün
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların
tarih sırasına göre özeti.
d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere
ait özlü açıklamalar.
e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel
hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.
…”
30. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili
fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa
hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak
iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer.
31. Başvurucu, adı geçen gazetede yayımlanan haberin, gazete
sahibi hakkında yürüttüğü soruşturma üzerinde baskı kurmak amacı taşıdığını;
Cumhuriyet Başsavcısı sıfatı ile yürüttüğü mesleki faaliyetleri nedeniyle hedef
haline getirildiğini; 2010 yılı Anayasa değişiklikleri ile yeni bir Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) oluştuğunu, yargıda kadrolaşmaya gidilmesi
nedeniyle davasının bağımsız ve tarafsızlıktan uzak biçimde incelendiğini ileri
sürmüştür.
32. Başvurucunun iddialarına dayanak yaptığı HSYK seçimleri,
Anayasa’nın 159. maddesinin 7/5/2010 tarih ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 22.
maddesi ile değiştirilmesi ve söz konusu değişikliğin 12/09/2010 tarihinde
yapılan referandum ile kabul edilmesinden sonra yapılmıştır.
33. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda
başvurucuların başvurularını titizlikle hazırlama ve takip etme yükümlülükleri
vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvurucu, ihlal edildiğini iddia
ettiği Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak
suretiyle hukuki iddialarını kanıtlamak zorundadır. Başvurucu tarafından soyut
şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulması iddiaların ispatlandığı
anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, Anayasa’ya
aykırılığının soyut biçimde ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak
düzenlenmemiştir.
34. Somut başvuru dosyasında, söz konusu HSYK seçimleri ve HSYK’nın işlemleri ile İlk Derece Mahkemesinin bağımsız ve
tarafsız olmadığı iddiaları arasında bir ilişki kurulamamış; sübjektif veya
objektif esaslar doğrultusunda İlk Derece Mahkemesinin bağımsızlığını ve
tarafsızlığını kuşkulu hâle koyacak bir durum tespit edilememiş ve yargılamanın
bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin herhangi bir husus da saptanmamıştır.
35. Açıklanan nedenlerle, ileri sürülen ihlal iddialarının
başvurucu tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle, başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası İle Kişinin Maddi ve Manevi
Varlığını Koruma Hakkının İhlali İddiası
36. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın
gerekçesiz bir şekilde karar verdiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun şikâyet
ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu
şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
37. Başvurucunun, söz konusu gazetede yayınlanan yazı
nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğüne ve Anayasa’nın 17. maddesinin
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca
başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu
şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Başvurucu ve Bakanlığın
Görüşleri
38. Başvurucu, söz konusu günlük gazetede yayınlanan haberin
kişilik haklarına zarar vermesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, dava konusu haberin yapıldığı tarihten
önce kendisinin Cumhuriyet Başsavcısı sıfatıyla söz konusu gazetenin sahiplerine
karşı bir soruşturma başlattığını, dava konusu haberin kendisine karşı
başlatılan karalama kampanyasının bir parçası olduğunu, haberin asıl amacının
başlatılan soruşturmayı yönlendirmek ve yargı organları üzerinde baskı kurmak
olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucuya göre kendisi yargısal faaliyetleri
nedeniyle hedef haline getirilmiş ve söz konusu haberde bir darbe planlayıcısı
gibi gösterilmesi nedeniyle kişilik hakları ihlal edilmiştir.
39. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
(AİHM) içtihatları hatırlatılarak başvurucunun özel hayatına müdahale
edildiğine dair şikâyetlerinin başvurucunun özel hayatı ile gazetecilerin basın
ve haber verme özgürlüğü arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığı açısından
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
40. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu cevabında, başvuru
dilekçesindeki iddiaları tekrar etmiştir. Başvurucu ayrıca kendisinin haberde
zikredilen olayların geçtiği dönemde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğunu,
ifade özgürlüğünün Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine
getirilmesi” amacı ile sınırlanabileceğini, yargı gücünün otorite ve
tarafsızlığının sağlanması için bir yargı görevlisi olarak kendisinin korunması
amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlanması gerektiğini ileri sürmüştür.
b. Genel İlkeler
i. Kişinin Manevi Bütünlüğü
41. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
42. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür. (B.No:
2013/1123, 2/10/2013, § 33) Başka bir deyişle kişisel itibarının korunması
hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve
şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile
yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir.
43. AİHM, kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı”
kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e
göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi tarafından
korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve Y/Hollanda,
B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AG/ Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete
makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara kaşı bir kimsenin
itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve 30) eleştirel bir gazete
makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre, (kk), B. No: 14991/02, 14/06/2005)
özel yaşam kapsamında görülmüştür.
44. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar
nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve
manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz.
Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır.
45. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının
olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir
ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin itibarına saygı gösterilmesini
isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek
şekilde yapılmış olması gerekir (bkz. Mater/Türkiye,
B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 52).
46. Ayrıca, öngörülebilir şekilde, kişinin kendi eylemleri
sonucu ortaya çıkabilecek itibarının zedelenmesi olgusundan şikâyet etmek için
Anayasa’nın 17. maddesi ileri sürülemez (bkz. Mater/Türkiye,
B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 52).
47. İnceleme konusu olan dava gibi davalarda söz konusu olan,
devletin bir eylemi değil ama yargı mercilerinin, başvurucuların kişisel
itibarlarına sağladıkları korumanın yetersiz olması iddiasıdır. Anayasa’nın 17.
ve Sözleşme’nin 8. maddesi esas olarak kamu görevlilerinin keyfi müdahalelerine
karşı bireyi korumayı amaçlasa da söz konusu maddeler sadece devletin bu tür
müdahalelerde bulunmasından kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın
17. maddesinin birinci fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi
ve manevi varlığına etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif
yükümlülükler eklenebilir. Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan
ilişkilerini de kapsayacak şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme
hakkına saygının güvence altına alınması amacıyla bir takım tedbirler
alınmasını gerektirebilir (Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında benzer kararlar
için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No:
8978/80, 26/3/1985, § 23; Von Hannover/Almanya (no 2), B.
No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel
itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da
başvurulabilir.
48. Başvuruya konu gazete haberinde, Erzincan Cumhuriyet
Başsavcısı iken olayların geçtiği tarihte Ergenekon Terör Örgütüne üye olmak
suçlamasıyla tutuklanan başvurucunun tutuklanmadan önce bazı askeri yetkililer
ile görüşmeleri ile sivil hükümete karşı bazı üst düzey askeri yetkililer
tarafından yapıldığı ileri sürülen darbe planına katıldığı ileri sürülmüş ve
bazı detaylara yer verilmiştir. Söz konusu haberdeki iddialar nedeniyle
başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul
edilmelidir.
ii. Düşünceyi Açıklama
ve Yayma Özgürlüğü ile Basın Özgürlüğü
49. Mevcut başvuruda başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına
alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26.
maddesinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü arasında
bir denge kurulması gerekmektedir. Bu sebeple, bu özgürlüklerin kullanımıyla
ilgili genel ilkelerin belirlenmesi gerekir.
50. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına
sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir
almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon,
sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına
engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi
ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
51. Anayasa’nın “Basın
hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi
kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın
26 ve 27 nci maddeleri
hükümleri uygulanır.
…”
52. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir
ve “başka yollar” ifadesiyle her
türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (B.No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).
53. Anayasa’da basın özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı
düzenlemeler de yer almıştır. Basın özgürlüğü alanındaki temel düzenleme
Anayasa’nın 28. maddesinde yer almaktadır. Bu madde, basılmış materyalleri
kapsayacak, ancak görsel ve işitsel iletişim araçlarını dışarıda bırakacak
şekilde düzenlenmiştir. Nitekim düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
düzenlendiği Anayasa’nın 26. maddesinde “…radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yayımların izin sistemine…”
bağlanabileceği belirtilerek, bu iletişim araçlarının düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğünden yararlanabileceği belirtilmek istenmiştir. Anayasa’nın 28.
maddesine ilave olarak 29. maddede süreli ve süresiz yayın hakkına, 30. maddede
basın araçlarının korunmasına yer verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise
kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından
yararlanma hakkı düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın basın özgürlüğünü
düzenleyen hükümlerinde yer alan “yazanlar”,
“bastıranlar”, “başkasına verenler”, “dağıtımı önleme”, “toplatma”, “süreli yayın” ve “süresiz
yayın” gibi ifadeler ancak “gazete”,
“kitap”, “dergi” gibi basılıp çoğaltılabilen kitle
iletişim araçları için kullanılabilir. Dolayıyla, Anayasa’ya göre basın, kitle
iletişim araçlarından biridir; ancak diğer kitle iletişim araçlarından
ayrılarak özel olarak korunmuştur.
54. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, Anayasa’da yer
alan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten
de gazete, dergi veya kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin
yayılmasının başlıca aracı olan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden birisidir. Basın özgürlüğü, Sözleşme’de ayrı bir madde olarak değil ifade özgürlüğüne
ilişkin 10. maddenin altında koruma altına alınmıştır. Sözleşme’nin 10.
maddesi, yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini
de koruma altına almaktadır.
55. AİHM içtihatlarında sıklıkla vurgulandığı gibi ifade
özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun
ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
oluşturmaktadır. AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak
üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız
veya ilgisiz kabul edilen “bilgi”
ve “fikirler” için değil,
incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli
olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre
ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik
bir toplum”dan
söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
10. maddede güvence altına alınan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın
sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, §
49).
56. Buna karşın basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28-32.
maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap
gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve
eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70,
K.1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve
dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar.
Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla
açıklanabilmesi, açıklanan düşünceye paydaş sağlanabilmesi, düşünceyi
gerçekleştirme konusunda ilgililerin ikna edilebilmesi çoğulcu demokratik
düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile
basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.
57. Demokratik bir sistemde, devletin eylem ve işlemlerinin,
adli ve idari yetkililerin olduğu kadar, basının ve aynı zamanda kamuoyunun da
denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel veya görsel basın
kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini
sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların karar alma süreçlerine
katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini ve
bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına almaktadır (benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya,
B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41; Özgür
radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No:
64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94,
25068/94, 8/7/1999, § 48). Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve
yaşamsal bir özgürlüktür (bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997).
58. AİHM, birçok sefer demokratik bir toplumda basının
oynadığı temel rolün altını çizmiştir. Her ne kadar, özellikle de başkalarının
şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak, bazı sınırları aşmaması
gerekse de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını
ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. Onun böyle konularda bilgi ve
fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı
eklenir. AİHM’e göre bu görevi olmasaydı basın,
vazgeçilmez “bekçi köpeği” rolünü
oynayamazdı (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93,
20/5/1999, §§ 59 ve 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99,
17/12/2004 § 71).
59. Ayrıca bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir
durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemenin yargı
mercilerinin görevi olmadığı (Jersild/Danimarka,
B. No: 15890/89, 23/9/1994, § 31) göz
önünde bulundurulmalıdır.
60. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür
olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basın
özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa
da (Prager ve Oberschlick /Avusturya,
B. No: 15974/90, 26/4/1995, § 38) bu
özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlâkına saygı göstererek doğru ve
güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini de
zorunlu kılmaktadır (Bladet Tromsø ve Stensaas / Norveç [BD], B. No: 21980/93,
10/5/1999, § 65).
61. Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması
bazen kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana,
kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları,
varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla haber verme görevi
zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ve basın kuruluşlarının kendiliğinden
uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan
söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri
hallerinde geçerlidir (bkz. Mater/Türkiye,
B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 54-55).
62. Mutlak değil sınırlanabilir birer hak olan düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğü ile onu tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın
özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine
tabidir. Anayasa’nın 28. maddesinin dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün
sınırlanmasında 26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Böylece basın özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile ilgili genel
hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve akademik ifadelerle ilgili 27.
maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın özgürlüğüne yönelik diğer
sınırlamalar ise 28. maddenin beşinci ve izleyen fıkralarında yer almıştır.
Basının, Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde sayılan sınırlandırmalardan
biri olan “başkalarının şöhret veya
haklarının, özel veya aile hayatlarının” korunması için konmuş olan
sınırlandırmalara uyması gerekir.
63. Son olarak halkın da bu tür bilgileri almaya hakkı
vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, çeşitli fikir ve tutumlarının iletilmesi ve
bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini
sağlamaktadır (benzer yöndeki bir karar için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §§ 41-42).
iii. Olgusal İddialar ve Değer Yargıları
64. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
başvuranı aşırı bir eleştiriden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları
incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük
ölçüde, dava konusu haberin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı
olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer
yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse
de, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün
olmadığı hatırda tutulmalıdır (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46).
iv. Denge Kurmak İçin Başvurulan Uygun Kriterler
65. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu,
prensip olarak, başvurunun ihtilaflı makale veya haberi yayımlamış olan gazete
tarafından Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerine dayanılarak yapılmış olması ile
bu haber veya makaleye konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Gerçekte bu
hakların her ikisi prensip olarak eşit bir saygıyı hak etmektedirler (benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Von
Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 106).
66. Yargı mercilerinin bu iki hak arasında Anayasa Mahkemesi
içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları
gerekir. Basın özgürlüğü ve bu kapsamda düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü
ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak
mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.
α) Kamu yararına katkı
67. Birinci temel unsur, haber, makale veya fotoğrafların
basında çıkmasının kamu yararına yönelik bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover/Almanya (no 2) B.
No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 109). Genel yarar konusu olan hususların belirlenmesi ihtilaflı
yazıların içerikleri ile birlikte somut davanın şartlarına da bağlıdır. Ancak
sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu ( bkz. Egeland ve Hanseid/Norveç,
B. No: 34438/04, 16/4/2009, § 58) durumlarda
böyle bir yararın varlığı kabul edilmelidir.
β) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve haber veya makalenin konusu
68. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve haber, yazı,
röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle
bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada sıradan bireyler ile
kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri
ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi kişisel itibarına
saygı gösterilmesini isteme hakkına ve özel hayat hakkına ilişkin özel bir
korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için
bu derecede bir koruma söz konusu değildir (kamu tarafından tanınan kişiler
için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k),
B. No: 14991/02, 14/6/2005). Mesela resmi bir görevi yerine getiren siyasi
kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek
olaylardan bahseden bir haber ile böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin
özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir haber, bir tutulamaz (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, §
63).
69. Anılan birinci durumda basının rolü basının bir
demokraside kamu yararı bulunan konularda bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü
olan “bekçi köpeği” fonksiyonuyla
örtüşüyorsa da, ikinci durumda bu rol tali önemdedir.
Aynı şekilde kamunun bilgilenme hakkı, kamuda tanınan kişilerin, kamu
görevlilerinin ve özellikle de siyasi kişiliklerin, özel hayatlarının çeşitli
boyutlarına belli bazı durumlarda üstün gelebilse de, yayımlanan haberler ile
onlara eşlik eden fotoğraf ve yorumların bu kişilerin sadece özel hayatlarıyla
ilgili detaylar hakkında olması ve belli bir kesimin bu konudaki merakını
gidermek dışında bir amaç taşımaması durumunda, ilgili kişiler belli bir üne
sahip olsalar bile, böyle bir üstün gelme durumundan bahsedilemez (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, §
65). Bu en sondaki durumda ifade özgürlüğünün daha dar yorumlanması gerekir (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, §
66).
70. Mevcut başvurudaki gibi düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü ve basın özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının
korunmasının çatışması halinde, eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu
görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi göz önüne
alınmalıdır. Bununla birlikte, kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi
her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu
görevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine
sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı
korumakla sağlanabilir (bkz. Lesnik / Slovakya,
B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53).
γ) İlgili kişinin önceki davranışı
71. İlgili
kişinin haber veya yazının yayımlanmasından önceki davranışı ya da ihtilaflı
bilgilerin daha önce yayımlanmış olması da dikkate alınacak unsurlar içinde yer
almaktadır (Von Hannover/Almanya (no 2) B.
No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 § 111).
δ) Yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
72. Bir
gazetede haberin, röportajın, fotoğrafın veya makalenin yayımlanma şekli ve
hedef alınan kişinin orada sunulma biçimi de değerlendirmelerde göz önüne
alınmalıdır (bkz. Wirtschafts-Trend Zeitschriften-Verlagsgesellschaft
m.b.H./Avusturya (no 3),
B. No: 66298/01 ve 15653/02, 13/12/2005, § 47). Ayrıca haberin, ulusal veya yerel, tirajı az veya çok bir gazetede
yayımlanmış olmasına göre, yayım genişliği de önemli olabilir (bkz. Karhuvaara ve Iltalehti/Finlandiya, B.
No: 53678/00, 16/2/2005,
§ 47).
ε) Haber veya makalenin yayınlanma şartları
73. Son
olarak, haber veya makalenin yayınlanma şartlarının, söz konusu haberde yer
alan olayların geçtiği dönemde ülkede meydana gelen olaylar ışığında
değerlendirilmesi gerekir. Aynı zamanda hedef alınan kişi bakımından
müdahalenin başka bir ifadeyle haberin yayımlanmasının etkilerinin niteliğini
ya da ağırlığını göz önünde bulundurmak gerekir.
c. Bu ilkelerin mevcut olaya uygulanması
74. İlk olarak, bir ulusal günlük gazetede yayınlanan haber
veya yazıların olgular temelinde gelişen bir tartışmaya bir katkı sunup
sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının
kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin
yayımlanmasına o kadar çok boyun eğmesi gerekir. Aksine, yazının bilgilendirme
değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük
tanınması gerekir.
75. Başvurucu, sözü geçen ulusal günlük gazetede yayınlanan
haber ve yazının gerçeğe aykırı bir şekilde yapıldığını ve haberin bütününün
kendisini örgüt üyesi gibi göstermek ve suçlayıcı iddialara yer vermek
suretiyle itibar ve kişilik haklarına zarar verdiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, açtığı tazminat davasında İlk derece Mahkemesinin ve Yargıtayın, itibarını korumadıklarını şikâyet etmiştir.
76. Başvurucunun bireysel başvuru dilekçesine eklediği bilgi
ve belgelere göre İlk Derece Mahkemesinde yapılan yargılamada başvurucu, söz
konusu gazete haberinde verilen olayların gerçek dışı olduğunu ileri sürmüş
olmakla birlikte, gazetede yer alan haberdeki bilginin doğru olmadığını,
bilginin elde edilme yönteminin kabul edilemez olduğunu gösterebilmiş değildir.
Başvurucunun, söz konusu haberin kendisine yönelik karalama kampanyasının bir
parçası olduğu yönündeki soyut değerlendirmelerine karşı davalı, söz konusu
haberin gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifadeler
arasında düşünsel bağ kuralları çerçevesinde yayımlandığını ileri sürmüştür.
Davalı söz konusu haberde aşağılayıcı ifadeler kullanılmadığını, söz konusu
haberin daha önce başka bir gazetede yer aldığını ve kendilerinin esas olarak
bu haberde yer alan bilgilerden faydalandıklarını, haberin görünür gerçeğe
uygun olduğunu ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini,
söz konusu haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim
arasındaki dengenin bozulmadığı gerekçesi ile reddetmiştir.
77. Söz konusu gazete haberinde esas olarak, başvurucunun
özel yetkili mahkemece tutuklanmasına sebep olan bazı faaliyetler yer
almaktadır. Bu kapsamda başvurucunun bazı askeri yetkililerle görüştüğü, bu
görüşmelerden sonra başvurucunun daha önce çeşitli dini cemaatlere yönelik
olarak başlattığı soruşturmanın 16 ili kapsayacak şekilde genişletildiği,
başvurucunun yaptığı soruşturma ile asıl amacının iktidarda olan hükümet ile
soruşturulan dini cemaatler arasında irtibat sağlayarak planlanan askeri
darbeye zemin hazırlamak olduğu ileri sürülmektedir. Söz konusu haberde
başvurucunun özel yetkili savcılar tarafından sorgulanması sırasında
başvurucuya yöneltilen sorular ile başvurucunun tutuklanmasına neden olan
faaliyetlere ilişkin olarak dinlenen iki gizli tanık ve bazı asker kişilerin
beyanlarına yer verilmiştir. Başvurucu soyut olarak söz konusu beyanların doğru
olmadığını ileri sürse bile kendisinin tutuklanmasına neden olan deliller
arasında bulunan beyanlarla gazete haberinin karşılaştırılmasını istememiş, bu
tür bir delile dayanmamıştır. Başvurucu haberde geçen beyanların soruşturma
dosyasında olmadığını da ileri sürmemiştir.
78. Söz konusu habere göre başvurucu “Ergenekon Terör Örgütüne” üye olmaktan
tutuklanmıştır. Söz konusu “Örgüt”e
yönelik soruşturmalar 12 Haziran 2007 tarihinde, Trabzon İl Jandarma
Komutanlığı'na telefonla yapılan bir ihbar üzerine, İstanbul'un Ümraniye
ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından yapılan arama ile başlatılmıştır.
Söz konusu polis operasyonu sonucunda çok sayıda askeri mühimmat ile birlikte
Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli olmuş bir astsubaya ait bir adet flaş
belleğe el konulmuştur. Flaş bellekte yapılan incelemede "Lobi, Çok Gizli -
Aralık 1999/İstanbul isimli bir belgeye rastlanmıştır. Bu belgenin "Giriş" bölümünde, "(...) Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde
faaliyet gösteren 'Ergenekon'a bağlı olarak 'Sivil Unsurların' örgütlenmesi
zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir" ifadelerinin bulunduğu
tespit edilmiştir. Elde edilen belge, içeriği ve el bombalarının ciddiyeti
dikkate alınarak soruşturma genişletilmiştir. Bu çerçevede, Ergenekon adı
verilen davada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış,
bu kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce
tutuklanmıştır. Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda
örgütsel doküman ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir.
79. Ergenekon soruşturmasının başlangıç evresinde elde edilen
delillerden yola çıkılarak soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş
ve bu süreçte özellikle bazı emekli veya muvazzaf general ve subaylar
soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin ev ve/veya işyerlerinde yapılan
aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını gösterdiği iddia edilen deliller ile
Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia edilen bazı planlar ele
geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında "Sarıkız", "Yakamoz", "Eldiven", "Ayışığı", "Kafes" ve "İrtica ile Mücadele" isimli
eylem planları bulunmaktadır (söz konusu Ergenekon yargılamalarına ilişkin daha
geniş açıklamalar için bkz. B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 22-37).
80. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan
iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli
eylem planlarının askeri darbeden önceki sürece ilişkin oldukları ve bu
planlardaki temel amacın yapılacak askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz isimli eylem planının askeri
darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven
isimli eylem planının ise askeri darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi
kurumların yeniden yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir.
81. Somut başvuruya konu gazete haberinde başvurucunun, “Ak Parti ve Gülen’i bitirme planı” olarak
anılan planı uygulamaya geçirdiği iddiasıyla tutuklandığı belirtilmiştir.
Dolayısıyla, söz konusu gazete haberi bu haberden önceki Ergenekon soruşturma
süreci ile birlikte değerlendirildiğinde ihtilaflı haber ve yazının, bir
ölçüde, kamusal nitelikli bir tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir. Bu
hususla ilgili olarak, basının kamusal nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak
bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının
eklendiği hatırlanmalıdır.
82. Son olarak başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde
üst düzey bir kamu görevi olan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğu ve gazete
haberinden önce meydana gelen olaylarla birlikte daha da artan ve itiraz
götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, başvurucu, az bilinen bir
kişi olduğunu iddia edemez.
83. Buna karşın savcıların adalet sisteminin düzgün işlemesi
için görev yapan kamu görevlileri olduğu da unutulmamalıdır. Savcılar da diğer
kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar
için bkz. Saday / Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, §
33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan savcılarla birlikte hâkimleri ve
diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin
görevlerindendir.
84. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona
dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı
tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının
korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir.
85. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, ulusal günlük
gazetenin basın özgürlüğü ve bu bağlamda düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlükleri ile başvurucunun şeref ve itibarına saygı hakları arasında bir
denge kurma işlemi yapmıştır. İlk derece Mahkemesi, söz konusu haber ve
yazının, genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı
sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin yapıldığı şartlar üzerine de
eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu yazıda geçen olayların gerçekliği
meselesine eğilmiş ve haberin yayınlandığı tarihte meydana gelen olaylarla
haberin içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığına ve gazete
haberinde geçen olayların “görünür
gerçekliğe uygun” olduğuna karar vermiştir.
86. Diğer yandan söz konusu gazete haberinde hiçbir şekilde
abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının,
demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar
abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği
kabul edilmelidir (Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, §
37). Nitekim somut olayda İlk Derece Mahkemesi özellikle haberin
başlıklarındaki “savcı boğazına kadar batmış”
ve başvurucu hakkında Ergenekon Darbe Planı çerçevesinde “düğmeye bastı” şeklindeki abartılı
ifadeleri değerlendirmiş ve bu ifadelerin hukuka uygunluk sınırları içerisinde
kaldığına karar vermiştir.
87. Diğer taraftan, hakkında dava açılan haberde yer alan
iddialar, olgulara dayalı ithamlar şeklinde de değerlendirilse, değer yargıları
olarak da kabul edilse, İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun tutuklanmasına
ilişkin adli sürecin anlatıldığı haberde yer alan iddiaların olgusal temelden
tümüyle yoksun olmadıklarını değerlendirmiştir. İlk Derece Mahkemesi ayrıca,
hem düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ve hem de bu
özgürlüklerin başkalarının kişilik hakları karşısındaki sınırlarına vurgu
yapmıştır.
88. Başvurucu, olayların meydana geldiği dönemde uzunca bir
süre kendisi hakkında eleştiriler içeren yazıların hedefi olmuştur. Ancak somut
başvuruya konu yazı, o dönemde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan başvurucunun
görevine ilişkin değil hakkında yürütülen ve şüphelisi olduğu bir soruşturma
kapsamında tutuklanmasına neden olan olaylara ilişkin bir haber yazısıdır ve ne
başvuranın sahsına hakaret içermekte, ne ona karşı
şiddeti teşvik etmekte ve ne de başvurucunun yargı görevini engellemektedir.
89. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve
yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları
da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan sebeplerle bu
maddenin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiaları yönünden “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun, maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
30/06/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.