İKİNCİ
BÖLÜM
KARAR
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan : Alparslan ALTAN
Üyeler :
Recep
KÖMÜRCÜ
Engin
YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Raportör : Akif YILDIRIM
Başvurucu : Az. M.
Vekili : Av. Meryem KAVAK
ERTUĞRUL
I.
BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvurucu,
tek tanık anlatımlarının, mahkûmiyet hükmüne belirleyici ölçüde dayanak
yapılarak cezalandırıldığını, ancak tanığı sorgulama imkânı bulamadığını, esas
hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarını mahkemeye sunamadığını, mahkeme
kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. ve
141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 16/1/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3.
İkinci
Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4.
Bölüm
Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.
Başvuru konusu olay ve olgular 5/12/2014 tarihinde
Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık görüşünü 6/2/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6.
Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya
16/2/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı 2/3/2015
tarihinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru
dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen
ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:
8.
Başvurucu,
23/5/2006 tarihinde “terör örgütüne üye olma” suçundan gözaltına alınmış
ve Kocaeli Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinin 24/5/2006 tarihli ve 2006/264 sorgu
sayılı kararı ile tutuklanmıştır.
9.
Başvurucu
hakkında soruşturma evresinde beyanda bulunan tanık R. A., İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2006/150 esasına kayıtlı dosyasında “yasadışı örgüt üyesi
olma” suçundan yargılanmakta olup, savunmasının alınması amacıyla hakkında
yakalama emri çıkartılmıştır.
10. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının 8/6/2006 tarihli ve E.2006/238 sayılı iddianamesi
ile başvurucu hakkında “silahlı örgüte üye olma” suçlamasıyla İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
11. Yargılamanın
2/11/2006 tarihli celsesinde tanık R. A.’nın beyanlarının alınmasından
vazgeçilmesine karar verilmiştir. Celsenin ilgili kısmı şöyledir:
“Sanık Az. M.'den soruldu: Ben R.
A. diye birisini tanımıyorum, hakkımdaki beyanlarını kabul etmiyorum, mağdurum,
üniversite öğrencisiyim, tahliyemi istiyorum, dedi.
Sanık
müdafiinden soruldu: Dosyada sadece R. A.'nın atfı cürümü söz konusudur, geçen
oturumdaki sunduğumuz belgelerde dikkate alınarak müvekkilin mağduriyetinin
giderilmesini ve tahliyesini istiyoruz, dedi.
İddia
makamından soruldu: Bu davanın esaslı tanığı konumunda olan R. A.'nın
dinlenmesi için yeniden celp edilmesini talep ediyoruz, ancak bu aşamadaki
delil durumu dikkate alındığında sanık hakkındaki kuvvetli suç şüphesinin
sürüyor oluşu göz önünde bulundurularak tutukluluk durumunun sürdürülmesine
karar verilmesini talep ediyoruz, dedi…”
12. İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli ve E.2006/127, K.2009/61 sayılı kararı ile
başvurucunun müsnet suçtan altı yıl üç ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Tüm
dosya kapsamından sanık Az. M.’nin [Başvurucu]
R. A. ve D. Y. isimli kişileri terör örgütü PKK’nın kırsal alanına
gönderilmesine yardımcı olduğu, bu amaçla R. A. ve D. Y. ile görüştüğü,
Samsun’da R. A.’yı ziyaret ettiği, sonra tekrar görüştükleri ve örgütün dağ
kadrosuna katılması konusunda sanığın R. A.’ya bilgi ve telefon numarası
verdiği, irtibat kuracağı kişileri söylediği, bunun üzerine tanık R. A.’nın
otobüsle Doğubeyazıt’a giderek buradan İran sınırını geçerek örgüte katıldığı
ve kod ismi aldığı, R. A.’nın siyasi ve askeri eğitim gördüğü, Firaz kod adı
verildiği, R. A.’nın sanığın kimliği ile ilgili olarak verdiği bilgilerin resmi
belgelerle doğrulandığı, bu bağlamda Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesinde
okuduğunun tespit edildiği, tanık R. A.’nın sanıkla ilgili verdiği fiziksel
bilgilerin de doğru olduğunun belirlendiği, tanık R. A.’nın sanığı fotoğraftan
da teşhis ettiği, yine bu tanığın beyanına göre sanığın D… kod adını
kullandığı, tanığın beyanlarda ismi geçen D. hakkında örgüt üyeliği eyleminden
dolayı yakalama emri çıkartıldığı, sanığın ikamet ettiği evde yapılan aramada
haklarında mahkemelerce toplatma kararı verilen kitapların ele geçirildiği, bu
şekilde sanığın faaliyetlerini örgüt üyeliği aşamasına geldiği anlaşıldığından
aşağıdaki şekilde hüküm vermek gerekmiştir.
…”
13. Temyiz üzerine
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 17/12/2012 tarihli ve E.2010/14410, K.2012/15255 sayılı ilamıyla ile
onanmıştır. Onama gerekçesi şöyledir:
“…Yapılan yargılama sonunda
toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçunun sübutu kabul, olay
niteliğine ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı
azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle
reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş
olduğundan, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle
hükmün ONANMASINA, 17.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi…”
14. Başvurucu, onama
kararını 11/1/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.
15. Bireysel başvuru, 16/1/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
16. 26/9/2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silâhlı örgüt” kenar başlıklı 314.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu
kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla,
silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2)
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis
cezası verilir.”
17. 12/4/1991 tarihli
ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör amacı ile işlenen suçlar”
kenar başlıklı 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:
“Aşağıdaki
suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere
kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör
suçu sayılır:
Türk
Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113,
114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188,
199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316,
317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer
alan suçlar.
…”
18. 3713 sayılı
Kanun’un “Cezaların artırılması” kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“3 ve 4
üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin
edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak
hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her
nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet
hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun,
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde
cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım
yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.
Bu madde
hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.”
19. 4/12/2014 tarihli
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Duruşmada okunmayacak belgeler”
kenar başlıklı 210. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Olayın delili, bir tanığın
açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce
yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın
okunması dinleme yerine geçemez.”
20. 5271 sayılı
Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı
211. maddesi şöyledir:
“(1) a) Tanık veya sanığın
suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer
öğrenilemezse,
b) Tanık veya sanığın suç
ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi
olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı
değilse,
c) İfadesinin önem derecesi
itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,
Bu kişilerin dinlenmesi
yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile
kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.
(2) Cumhuriyet savcısı,
katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında
kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.”
21. 5271 Kanun’un 217.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hâkim, kararını ancak
duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu
deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.”
22. Yargıtay Ceza
Genel Kurulu’nun 18/2/2014 tarihli ve E.2013/4-242, K.2014/79 sayılı kararı
şöyledir:
“…
Ceza muhakemesi hukukumuzda
duruşmanın doğrudan doğruyalığı (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış
olup, hüküm verecek olan mahkeme hâkimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri
ile birebir karşı karşıya gelecek, herhangi bir vasıta olmadan örneğin beyan
delilini dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır. Böylece, belirtilen ilkeler
ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan “adil yargılama”
hakkının temel gerekleri ve CMK’nun 217. maddesi uyarınca hâkim, kararını ancak
duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecektir. Bu
nedenle kural olarak sanık, tanık ya da bilirkişiler mahkeme huzurunda
dinlenecek ve daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı
bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmeyecektir.
Nitekim 5271 sayılı CMK'nun
"Duruşmada okunmayacak belgeler" başlıklı 210. maddesinin 1. fıkrası
da; "Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık
duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş
tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez"
şeklinde düzenlenmiş olup, yargılama konusu olayla ilgili sadece bir tanığın
beyanından başka bir delilin bulunmadığı hallerde bu tanığın duruşmada mutlaka
dinlenmesi gerektiği ifade edilerek doğrudan doğruyalık ilkesi açık bir şekilde
ortaya konmuştur.
…”
23. Yargıtay 13. Ceza
Dairesinin 2/12/2013 tarihli ve E.2013/725, K.2013/37351 sayılı kararı
şöyledir:
“…
Soruşturma aşamasında tanık
olarak dinlenen E. A.’nın sanığı şikâyetçinin ikametinden çıkarken hırsızladığı
eşyalarla birlikte gördüğünü beyan ettiği, ancak bu tanığın duruşmada
dinlenmediğinin anlaşılmasına göre, CMK'nın 210. maddesinin 1. fıkrasında
olayın delilinin bir tanığın açıklamalarından ibaret olması durumunda bu
tanığın duruşmada mutlaka dinlenmesi gerektiğinin, aynı Kanun'un 217.
maddesinin 1. fıkrasında ise hâkimin kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve
huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceğinin belirtilmesi karşısında;
her aşamada suçlamayı reddeden sanığın beyanına karşılık, tek delil
statüsünde bulunan tanığın duruşmada mutlaka dinlenilmesi gerektiğinin
gözetilmemesi,
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin
16/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/1/2013 tarihli ve
2013/560 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, sadece
veya belirleyici ölçüde bir tanığın ifadelerine dayanılarak hakkında mahkumiyet
kararı verildiğini, ancak bu tanığı sorgulama ve beyanlarının güvenilirliğini
sınama imkanı bulamadığını, tanığın hazırlık soruşturmasında alınan
ifadelerinin mahkemenin mahkumiyet kararında esas alındığını, mahkemece esaslı
tanığın ifadesinin alınmasından vazgeçilmesine karar verilirken kendisi ya da
vekilinin görüşünün alınmadığını, Cumhuriyet
Başsavcılığının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanlarını mahkemeye
sunamadığını, mahkeme kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını ve
masumiyet karinesine aykırı karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 36., 38.
ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
26. Başvurucu, mahkeme
kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını, aleyhte beyanda bulunan tanığın
ifadelerinin neden üstün tutulduğuna veya bu tanığın beyanlarının alınmasından
neden dönüldüğüne yönelik bir değerlendirme yapılmadığını belirterek,
Anayasa’nın 36. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa’nın 141.
maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
29. Anılan kurallar
uyarınca, ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma
hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların
kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında
kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek
zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün
olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma
hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş,
B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23)
30. Makul gerekçe;
davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan
hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya
koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte
olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı
veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne
uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini
gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir
gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, §
24).
31. Bununla birlikte
derece mahkemelerinin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara cevap verme
zorunluluğu bulunmayıp, hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret
olduğunu ortaya koyması yeterlidir. Diğer taraftan kanun yolu mercilerince;
onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları verilmesi hâlinde alt derece
mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri gerekçeler kabul edilmiş olacağından,
anılan kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek bulunmamaktadır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, §
25). Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu yöndedir (Van
de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
32. Başvuru konusu
olayda, İlk Derece Mahkemesi kararında deliller değerlendirilmiş ve
başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkeme; sanığın savunmasına,
tanığın soruşturma evresindeki beyanlarına, sanığın ikamet ettiği evde yapılan
aramada ele geçirilen dokümanlara dayanarak söz konusu kararı vermiştir (§ 12).
Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller
değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca
ulaşılmıştır. İlk Derece Mahkemesi kararında, hükme
ulaşmayı sağlayan olay, bunların sebepleri ve sonuca götüren değerlendirmelerinin yeterli açıklıkta yapıldığı ve bunların gerekçeye temel
oluşturduğu, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin ilamında, detaylı bir açıklama bulunmamakla birlikte İlk
Derece Mahkemesinin kararındaki gerekçelerin
yeterli bulunduğu anlaşılmaktadır (§ 13).
33. Açıklanan
nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar çerçevesinde bir temel
hak ihlalinin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Silahların
Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkelerinin İhlal Edildiği İddiası
34. Başvurucu, esas
hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarını mahkemeye sunamadığını belirterek,
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Yapılan yargılama
sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve
değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul
edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup, bu ilke adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden
birini oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi gibi ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No.2012/13,
2/7/2013, § 38).
36. “Hakkaniyete uygun
yargılanma”nın
temel unsuru, yargılamanın “çelişmeli” olması ve taraflar arasında “silahların
eşitliği”nin sağlanmasıdır (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No:
28901/95, 16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının
unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında
bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların
yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda
mahkemece tarafların dinlenilmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı
verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden
olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/Spain,
§ 63; Feldbrugge/Netherlands, B. No. 8562/79, 29/05/1986, § 44).
37. “Çelişmeli
yargılama” ilkesi, taraflara, dosyaya giren görüşler ve diğer tarafça
sunulan deliller hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar üzerinde değerlendirme
yapma imkânı verilmesi anlamına gelmektedir. Adil yargılanma hakkı, cezai
konularda, soruşturma/kovuşturma makamlarının, şüphelinin/sanığın lehine veya
aleyhine olarak ellerinde bulundurdukları delilleri savunma tarafına
açıklamalarını gerektirir. Ancak bu husus mutlak olmayıp bazı sınırlamalara
konu olabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Rowe ve Davis/Birleşik
Krallık [BD], B.
No: 28901/95, 16/2/2000, §§ 60-61).
38. Bu
bakımdan, lehte ve aleyhteki delilleri tartışma imkânı sunmak için, tüm
delillerin kamuya açık bir duruşmada, sanığın huzurunda ortaya konulması
gerekir. Çelişmeli yargılanma hakkı bu kapsamda, davanın taraflarının,
mahkemenin kararını etkilemek amacıyla bağımsız bir yargı görevlisi tarafından
bile olsa sunulan her türlü delil ve mütalaa hakkında bilgi sahibi olmasını ve
bunlarla ilgili görüş bildirmesi hakkını da içinde barındırır (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Martinie/Fransa, B. N0: 58675/00, 12/4/2006,§
46).
39. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların eşitliği
ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi davanın
taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelir (Yaşasın
Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).
40. AİHM,
dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Savcılık
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği
ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Miran/Türkiye,
B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Savcılık düşüncesinin önceden taraflara
tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı
verilmesi çelişmeli yargılama ilkesi ile ilişkili olarak adil yargılanma
hakkının bir gereğidir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).
41. Anayasa
Mahkemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkeleri bağlamında yapacağı inceleme, başvuru konusu yargılamanın
bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, B. No. 2013/2116, 23/1/2014, §
22).
42. Başvurucunun ve müdafiinin hazır bulunmadığı 26/2/2009 tarihli
duruşmada, Cumhuriyet Başsavcılığının esas
hakkındaki mütalaası alınarak, başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı
verilmiştir. Mahkûmiyet kararına ilişkin gerekçeli kararda bu mütalaaya da yer
verilmiştir.
43. Anılan
karar başvurucu tarafından savunma hakkının kısıtlandığı iddiası da gerekçe
gösterilerek temyiz edilmiş, temyiz neticesinde Yargıtay tarafından 17/12/2012
tarihinde anılan hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu itibarla, söz konusu
gerekçeli kararın başvurucuya tebliği esnasında Cumhuriyet Başsavcılığı
mütalaasının içeriğinden haberdar olduğu görülmektedir. Nitekim başvurucu,
27/5/2009 tarihli temyiz dilekçesinde, hazır olmadıkları son celsede verilen
mahkumiyet kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.
Başvurucu söz konusu dilekçesinde, anılan Cumhuriyet Başsavcılığı mütalaasına
neden katılmadığına ilişkin ayrıca bir açıklamada bulunmamış, fakat genel
olarak mütalaaya uygun verilmiş olan Mahkeme kararına yönelik temyiz
sebeplerini ileri sürmüştür. Buna göre başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığının
esas hakkındaki mütalaasından önceden bilgi sahibi olmasa bile gerekçeli
kararın tebliği sırasında haberdar olmuş ve buna yönelik görüşlerini hazırlama
ve temyiz merciine sunma imkânı bulabilmiştir. Kaldı ki, günü ve saatiyle
ilgili önceden bilgi sahibi olunan celsede esas hakkındaki mütalaa sunulmuştur.
44. Açıklanan
nedenlerle, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine yönelik bir
ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının da "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Aleyhinde Beyanda Bulunan Tanığı Sorguya Çekme
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
45. Başvurucunun,
aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya çekme hakkının ihlaline yönelik şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucu, yargılandığı davada belirleyici ölçüde bir tanığın
ifadelerine dayanılarak hakkında mahkûmiyet
kararı verildiğini, tanığın soruşturma evresinde alınan ifadelerinin mahkemenin
mahkûmiyet kararında esas alındığını, bu sebeple tanığı sorgulayamadığını,
mahkemece esaslı tanığın ifadesinin alınmasından vazgeçilmesine karar
verilirken kendisi ya da vekilinin görüşünün alınmadığını ileri sürmüştür.
47. Bakanlık görüşünün ilgili kısmı şöyledir:
“…
13. AİHM, soruşturma veya kovuşturma aşamasında sanığın sorgulama
imkânı bulamadığı tanığın ifadesine tek veya belirleyici bir kanıt olarak
dayanıp mahkûmiyet hükmü kurulması halinde sanık haklarının kısıtlanmış
olacağını belirtmektedir (Bkz.
Delta/Fransa, no. 11444/85, 19 Aralık 1990; A.M./İtalya, no. 37019/97, 14 Aralık 1999; P.S./Almanya, no. 33900/96, 20
Aralık 2001).
14. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesi yargılamanın herhangi bir
aşamasında sanık veya müdafii tarafından sorgulanamamış olan iddia tanığının
ifadelerine dayanılarak mahkûmiyet hükmü verilmesini ancak iki koşulun birlikte
bulunması halinde mümkün kılmaktadır. İlk koşul, tanığın bulunamaması nedeniyle
yüzleştirmenin yapılamamış olması halinde yetkili makamların yüzleştirme
yapabilmek için aktif olarak çaba sarf etmiş olmalarıdır. İkinci koşul ise söz
konusu tanık ifadesinin mahkûmiyetin dayanacağı tek kanıt olmamasıdır (Bkz. Rachdad/Fransa, no. 71846/01, 13
Kasım 2001).
…
21. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 26/02/2009 tarihli
gerekçeli kararı incelendiğinde, mahkumiyet hükmünün esasen R. A’nın başvurucu
aleyhine verdiği beyanına dayanmakla birlikte, hükme başvurucunun evinde
yapılan aramada ele geçirilen örgütsel nitelikteki belgeler ve kitaplar ile
yine R. A’nın ifadesinde belirttiği D. isimli kişi hakkında örgüt üyesi olması
nedeniyle yakalama emri çıkarıldığı bilgisinin de dayanak teşkil ettiği
anlaşılmaktadır.
…”
48. Başvurucu, başvuru
formunda yer alan iddialarını tekrarlamıştır.
49. Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi
çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 22).
50. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3)
numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından,
hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
51. Sözleşme’nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve “suç isnadı altındaki kişiler”e
ilişkin olan “suçlamayla ilgili bilgilendirilme”, “savunma için
yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma”, “bizzat, müdafii vasıtasıyla
veya adli yardımla savunma”, “tanık dinletme ve tanık sorgulama” ile
“çevirmenden ücretsiz yararlanma” hakları, 6. maddenin (1) numaralı
fıkrasında koruma altına alınmış daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun
yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Sakhnovskiy/Rusya [BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010,
§ 94; Asadbeyli ve Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05,
14729/05 ve 16519/06, 11/12/2012, §§ 130-132). Diğer taraftan, 6. maddenin (3)
numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ
bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri dikkate alınmalıdır
(bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54.).
52. Ulusal hukuktaki
nitelemeye bakılmaksızın “tanık” kavramının Sözleşme kapsamında özerk
bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05,
24/04/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37),
mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02,
24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıkları (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §
81-82) da kapsayabilir. Bu bakımdan, duruşmada ister okunsun ister okunmasın,
ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler,
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık
olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85,
20/11/1989, § 40).
53. Bu nedenle
başvurucunun, olayın tek tanığının, sorgulanamadığı bir döneme ilişkin
ifadelerinin hükme esas alınması nedeniyle ona soru soramadığı yönündeki
iddiasının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
54. Sözleşme’nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığın iddia
tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır.
Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu
kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir.
Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya
belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya
sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere
dayandırılmış ise, sanığın hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle
bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu
tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada
dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulama
imkânı bulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet
kararı verilemez (AİHM kararı için bkz. Sadak
ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96, §§ 64-65).
55. Başvurucunun,
hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru
yöneltebilmesi, onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu
sınama imkânına sahip olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından
gereklidir. Böylelikle başvurucu, aleyhindeki tanık beyanlarının zayıf/itibar
edilmez noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak
onların güvenilirliğini huzurda sınayabilecek (test edebilecek), tanığın inandırıcılığı ve güvenilirliği bakımından sorduğu
sorularla kendi lehine sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının
uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil,
savunmanın argümanlarıyla da algılamasını sağlayabilecektir.
56. Bir sanığı
suçlayan tanıklık veya başka beyan türleri gerçek dışı düzenlenmiş veya sadece
hatalı olabileceği gibi, savunma eğer bu ifadenin sahibinin güvenilirliğini
sınayabileceği veya itibarına şüphe düşürebileceği bilgilerden yoksun kalırsa
bunları aydınlatma ihtimali çok düşük olacaktır. Böyle bir durumda var olan
tehlikeler çok belirgindir (Sebahat Tuncel, B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 95). Bu bakımdan,
sanığın aleyhine olan tanıkları çapraz sorguya tabi tutabilmesi, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin kilit
unsurlarından biridir. Dolayısıyla tanık sorgulama hakkından feragat
edilebilirse de feragatin geri dönülmez bir biçimde ve kesin olarak yapılması
ve herhangi bir kamu yararına aykırılık taşımaması gerekir (Ali Rıza Telek, B.
No: 2013/2630, 30/12/2014, § 48).
57. AİHM, Sözleşme’nin
6. maddesinin, yargılamanın herhangi bir aşamasında sanık veya müdafii tarafından sorgulanamamış olan iddia
tanığının ifadelerine dayanılarak mahkûmiyet hükmünün ancak iki koşulun
birlikte bulunması halinde verilebilmesini mümkün kıldığını belirtmektedir.
Bunlardan ilki, yüzleştirmenin tanığın bulunduğu yerin tespit edilememesi
nedeniyle yapılamamış olması halinde, yetkili makamların yüzleştirme yapabilmek
için aktif olarak çaba sarf etmiş olduklarının kanıtlanması; diğeri ise, söz
konusu tanık anlatımının, her halükarda mahkûmiyetin dayandırıldığı tek delil
unsuru olmamasıdır (bkz. Rachdad/Fransa,
B. No: 71846/01, 13/11/2003, § 24).
58. 5271 sayılı
Kanun’un 210. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de olayın delili, bir
tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık
duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş
tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.
Yargılama konusu olayla ilgili sadece bir tanığın beyanından başka bir delilin
bulunmadığı hallerde bu tanığın duruşmada mutlaka dinlenilmesi gerektiği ifade
edilerek doğrudan doğruyalık ilkesine açık bir vurgu yapılmıştır. Dolayısıyla,
olayın tek delilinin bir tanığın açıklamalarından ibaret olması halinde, 5271
sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, bu tanığın
duruşmada dinlenmesi yerine önceki beyanlarının okunması ile yetinilebilmesi
mümkün değildir.
59. Somut olayda,
yargılama sürecinde gerçekleştirilen 14/9/2006 tarihli duruşmada, başvurucu,
aleyhine tanıklık eden R. A.’nın mahkeme huzurunda dinlenilmesine yönelik bir
talepte bulunmazken, iddia makamı tarafından bu yönde bir talepte bulunulmuştur. Bunun üzerine Mahkemece, 25/12/2006
tarihli duruşmada, R. A.’nın huzurda dinlenmek ve yüzleştirilmek üzere celbine
karar verilmiştir. Yargılama sürecinde mahkeme, tanık R. A.’ya ulaşılamaması
üzerine adı geçen şahsın ifadesinin alınması, başvurucunun çekilen fotoğrafları
ile teşhisinin sağlanması maksadıyla Mersin Ağır Ceza Mahkemesine talimat
yazılmasına; 20/3/2008 tarihli duruşmada, açık adresi tespit edilerek duruşma
günü beklenmeksizin ifadesi ile ilgili gerekli işlemlerin yapılmasına;
18/9/2008 tarihli duruşmada da, Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da R.
A.’nın yurtdışına çıktığı için temin edilemediğinin bildirilmesi üzerine adı
geçen şahsın Türkiye’ye döndüğünde temin edilerek hazır edilmesi için Mersin
Emniyet Müdürlüğüne yazı yazılmasına karar verilmiştir.
60. Diğer yandan,
20/3/2008 tarihli duruşmada, başvurucunun müdafii tarafından, sözü geçen tanığın mahkeme huzurunda dinlenilmesine ilişkin ara
karardan vazgeçilmesi talebinde bulunulmuştur. Ancak, mahkeme tarafından talep
kabul edilmemiş ve araştırmalara devam edilmiştir. Başvurucunun ve müdafiinin
hazır bulunmadığı 26/2/2009 tarihli duruşmada tanık R. A.’nın yurtdışına
gittiğinden bahisle beyanının alınmasından vazgeçilmesine karar verilmiştir.
Başvurucu, önceki celselerde, sözü geçen tanığın beyanlarını kabul etmediğini
ve onu tanımadığını belirtmiştir.
61.
İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli
gerekçeli kararı incelendiğinde; mahkûmiyet hükmünün esasen tanık R. A.’nın
başvurucu aleyhine verdiği beyanına dayanmakla birlikte, hükme başvurucunun
evinde yapılan aramada ele geçirilen örgütsel nitelikteki belgeler ve
kitapların da dayanak teşkil ettiği anlaşılmaktadır (§ 12).
62. Başvurucunun
suçlu olup olmadığı ya da mahkûmiyetine ilişkin delillerin yeterli ve inandırıcı olup olmadığı
hususunda değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir.
Bununla birlikte, başka deliller de var olmasına rağmen mahkûmiyet hükmünün tek
tanık anlatımı üzerine inşa edildiği; başvurucunun sorgulama veya sorgulatma
imkânı bulamadığı ve beyanları soruşturma evresinde tespit olunan bu tek tanık
beyanının mahkemece esaslı ve belirleyici delil olarak değerlendirildiği
görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, sözü geçen tanık beyanının, mahkûmiyetin
dayanağını oluşturmada kilit rol oynadığı, delil olarak belirtilen diğer
unsurların ise bu tanığın verdiği bilgilerle bulunan ve bahsi geçen tanığın
beyanlarının doğruluğunu test etmeye yönelik bilgi ve belgeler olduğu
görülmüştür.
63.
Gerekçeli
kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…R. A.’nın sanığın kimliği ile
ilgili olarak verdiği bilgilerin resmi belgelerle doğrulandığı, bu bağlamda
Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuduğunun tespit edildiği, tanık R.
A.’nın sanıkla ilgili verdiği fiziksel bilgilerin de doğru olduğunun
belirlendiği, tanık R. A.’nın sanığı fotoğraftan da teşhis ettiği, yine bu
tanığın beyanına göre sanığın Diyar kod adını kullandığı, tanığın beyanlarda
ismi geçen D. hakkında örgüt üyeliği eyleminden dolayı yakalama emri
çıkartıldığı,…”
64. İlk
Derece Mahkemesi, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünü, belirleyici olarak, soruşturma evresinde dinlenen ve başvurucu ile
yüzleştirilmemiş bir tanığın beyanlarına dayandırmıştır. Başvurucu, bu tanığın
soruşturma evresinde sunduğu açıklamalarını kabul etmediğini bildirmekle
yetinmiştir. Bahsi geçen tanığın, mahkemenin başka bir
dosyasında başvurucu ile benzer suçtan yargılandığı ve hakkında yakalama emri
çıkartılmış olduğu görülmektedir. Mahkemece, başka dosyada bu tanık hakkında
çıkartılan yakalama emrinin akıbeti sorulmamış, yurda giriş-çıkışı ile ilgili
olarak yetkili birimlerden bilgi alınmamış, yurt dışına çıktığından bahisle
beyanlarının alınmasından vazgeçilmiştir.
65. Başvurucu
ve müdafiinin, tanığın soruşturma evresinde alınmış ifade tutanaklarını görme
ve bu ifadelerin kanıt olarak kullanılmasına karşı çıkma imkanına sahip olması,
başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura
gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95). Başvurucu
müdafiinin, tanık bulunamadığından mahkeme huzurunda dinlenilmesine ilişkin ara
karardan vazgeçilmesine yönelik talebi, tanık sorgulama hakkından feragat
olarak değerlendirilse bile, somut olayda tanık sorgulama imkânı, duruşmada
dinlenmeyen ve soruşturma evresinde verdiği ifadeyle yetinilen tek tanığın
beyanlarının olayın aydınlatılması açısından ağırlığının çok ciddi (kilit
mahiyetinde) olması nedeniyle hayati önemde olduğu açıktır. Bu durumlarda tanık
sorgulama hakkında feragat, savunma tarafına bu haktan vazgeçmesine mütenasip
asgari güvenceler sağlanmadıkça kamu yararına uygunluk taşımaz.
66. Mahkûmiyet
hükmü, belirleyici olarak, başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında
sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir tanık tarafından verilen
ifadelere dayandırılmış ve savunma haklarının korunması için hiçbir tedbir
alınmamıştır. Sonuç olarak, bahse konu mahkûmiyetin belirleyici delilinin tanık
R. A.’nın açıklamaları olduğu, bu tanığın
duruşmada dinlenilmemesi ve sanıkla yüzleştirilmemesinin adil yargılanma
hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.
67. Bu
sebeplerle, başvurucunun, aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya
çekme hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
68. 6216 sayılı
Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
69. Başvurucu,
bir mahkeme kararından kaynaklanması nedeniyle, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesini
talep etmiştir.
70. Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
bakımından hukuki yarar bulunduğundan, yeniden yargılama yapılmak üzere
dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu
tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç
ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle,
A. Başvurucunun,
1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”
2. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerinin ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan aleyhinde beyanda bulunan tanığı
sorguya çekme hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın
36. maddesinde güvence altına alınan aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya
çekme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D.
Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/4/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.