TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ BALCIOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5618)
|
|
Karar Tarihi:19/11/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Ali BALCIOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Oluç GÜLER
|
|
|
Av. Sezer KARA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı, tutukluluğun devamına
ilişkin kararların geçerli, yeterli ve yerinde gerekçeler içermediği,
yargılamanın makul olmayan bir süredir devam ettiği ve yargılamanın adil
olmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/7/2013 tarihinde İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile
başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
Bakanlık, görüşünü 25/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 8/4/2014 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 28/6/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 1/7/2009
tarihinde tutuklanmıştır.
9. Başvurucu hakkında, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 220. maddesinin (1) ila (4) numaralı fıkraları uyarınca suç işlemek
amacıyla örgüt kurma ve yönetme; 80. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
insan ticareti; 227. maddesinin (2), (4) ve (6) numaralı fıkraları uyarınca
fuhuş suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
7/12/2009 tarihli ve E.2009/1162 sayılı iddianame düzenlenmiş ve İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/280 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır.
10. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/3/2013 tarihli ve
E.2009/280, K.2013/35 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt
kurma ve yönetme suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla; insan ticareti suçundan
12 yıl 6 ay hapis ve 12.500 TL adli para cezasıyla ve fuhuş suçundan on beş kez
3 yıl 9 ay hapis ve on beş kez 9.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına
ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
11. Tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara yapılan itiraz
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/4/2013 tarihli ve 2013/239 Değişik İş
sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 16/5/2013 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
13. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 29/4/2014 tarihli ve
E.2014/1277, K.2014/5119 sayılı ilamıyla başvurucu hakkında suç işlemek
amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçundan kurulan hükmün onanmasına, fuhuş
suçundan kurulan hükmün düzeltilerek onanmasına, insan ticareti suçundan
kurulan hükmün bozulmasına karar vermiştir.
14. Başvurucu hakkındaki dava, Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2014/337 numaralı dosyasında hâlen devam etmektedir.
B. İlgili Hukuk
15. 5237 sayılı Kanun’un 80. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 220.
maddesinin (1) numaralı fıkrası, 227. maddesinin (2), (4), (6) numaralı
fıkraları.
16. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100.
maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya
sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen
ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı
verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
…
(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya
hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 19/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 19/7/2013 tarihli ve 2013/5618 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu; uzun bir süreden beri tutuklu olduğunu, Derece
Mahkemelerinin somut olayda masumiyet karinesini de göz önünde bulundurarak
kişi özgürlüğünün sınırlanmasını meşru kılan tüm koşulları araştırıp
incelemeleri ve bunun gerekçesini de kararlarında açıkça göstermeleri
gerektiğini, suç işleme şüphesinin tutuklama için zorunlu koşul olmasına rağmen
bir aşamadan sonra tutuklamaya tek başına gerekçe oluşturmayacağını,
tutuklamanın devamına karar verirken bu tedbirin hâlâ gerekli olduğuna dair
gerekçelerin gösterilmesi gerektiğini, tutuklama kararında “dosya münderecatı”, “müsnet
suçun ağırlığı”, “delil durumu” gibi genel ifadeler kullanılıp
kararın yeterince gerekçelendirilmemesinin hukuka aykırı olduğunu, 5271 sayılı
Kanun’un 34. maddesine göre hâkim ve mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli
olarak yazılması gerektiğini, aynı şekilde hâkim ve mahkeme kararlarının
gerekçeli olması zorunluluğunun Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında
belirtildiğini, 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Cumhuriyet savcısının tutuklama isteminde bulunması hâlinde gerekçe
göstermek zorunda olduğunu, tutuklanan kişi bakımından yeterli suç şüphesinin
mevcudiyetinin devamının tutukluluğun devamının geçerliliği için olmazsa olmaz
bir koşul olduğunu fakat şüphenin mevcudiyetinin belirli bir sürenin
geçmesinden sonra tutuklamanın devamı için yeterli sebep teşkil etmeyeceğini,
adli makamlar tarafından özgürlüğün kısıtlanmasının devamı için ortaya konulan
sebeplerin geçerli, yeterli ve yerinde olması gerektiğini, Derece Mahkemesince
gerekçe yazılmaksızın esasa ilişkin karar verildiğini, Derece Mahkemesince
verilen kararda delillerin yeterince değerlendirilmediğini ve somut bulgularla
desteklenmediğini, adil yargılanmadığını, yargılamasının makul olmayan bir
süredir devam ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkının ve 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tahliye ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
19. Başvurucu, formül gerekçelerle uzun süredir devam eden
tutukluluk nedeniyle mağdur olduğunu belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde
tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir. …”
21. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan
bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı
olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının
tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk
hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona
erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla
belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma
amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek
şartıyla tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
22. Ancak başvurucu hakkında ilk derece mahkemesinde mahkûmiyet
kararı verilmiş ise bireysel başvuru açısından talep, hukuka aykırılığın
tespiti ve tazminatla sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları
bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru
yapılmalıdır (Korcan Pulatsü, § 31).
23. Kişi serbest bırakılmadan yargılandığı davada ilk derece
mahkemesinin kararıyla mahkûm olmuşsa mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk
hâli sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı
olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi
açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı
fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla isnat olunan
suçun işlendiği ve bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul
edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para
cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi
ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hâli sona ermektedir. Bu
açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim AİHM ve
Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma hâlini tutukluluk olarak
nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir
sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi
hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma”
olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır
(Korcan Pulatsü, § 33).
24. Bu nedenle mahkûmiyete ilişkin nihai kararla birlikte sanığın
tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve dolayısıyla tabi olduğu rejim
değiştiğinden 30 günlük başvuru süresinin, itiraz yoluna başvurulmayan
durumlarda tutukluluğun hükümle birlikte devamına dair kararın başvurucu
tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir (Hasan Elçi, B. No: 2013/6398, 3/4/2014, §
33). İtiraz yoluna başvurulmuşsa itirazın reddine dair kararın tebliğ edildiği
tarihten itibaren 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunulması gerekir.
25. Somut olayda başvurucu, isnat edilen suçlar nedeniyle 1/7/2009
tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/3/2013 tarihli
kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar
verilmiştir. Tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara yapılan itiraz İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/4/2013 tarihli ve 2013/239 Değişik İş sayılı
kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 16/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir. Başvurucu 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
26. Bu belirlemeler karşısında, hükümle birlikte verilen tutukluluğun
devamı kararına karşı yapılan itirazın reddine dair kararın tebliğ edildiği
16/5/2013 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 19/7/2013
tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
27. Açıklanan nedenlerle başvuru yollarının tüketildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
28. Başvurucu, Derece Mahkemesince verilen kararda delillerin
yeterince değerlendirilmediğini, suçun vasıf ve mahiyetinin yanlış
belirlendiğini, mağdurların ve şikâyetçilerin beyanlarının alınmadığını ve
somut bulgularla desteklenmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
29. Bakanlığın 25/3/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin
önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen adil yargılanma
hakkına ilişkin şikâyetlerle ilgili olarak görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
30. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı herhangi bir beyanda
bulunmamıştır.
31. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
32. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
33. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
34. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
35. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın
değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı
verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin
incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı
gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına veya bunlara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını
sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğu gibi
mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış
eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir
bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci
Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
36. Somut olayda İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/3/2013
tarihli ve E.2009/280, K.2013/35 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek
amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile; insan
ticareti suçundan 12 yıl 6 ay hapis ve 12.500 TL adli para cezası ile ve fuhuş
suçundan on beş kez 3 yıl 9 ay hapis ve on beş kez 9.000 TL adli para cezası
ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay, başvurucu hakkında suç
işlemek için örgüt kurma ve yönetme suçundan kurulan hükmün onanmasına, fuhuş
suçundan kurulan hükmün düzeltilerek onanmasına, insan ticareti suçundan
kurulan hükmün bozulmasına karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesi müştekilerin
ve mağdurların beyanları, teknik takip tutanakları, iletişimin tespiti
tutanakları, arama tutanakları ve diğer deliller doğrultusunda başvurucunun
mahkûmiyetine karar vermiştir.
37. Başvurucu Derece Mahkemesince verilen kararda delillerin
yeterince değerlendirilmediğini, suçun vasıf ve mahiyetinin yanlış
belirlendiğini, mağdurların ve şikâyetçilerin beyanlarının alınmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucunun şikâyetlerinin özü, Derece Mahkemelerince delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkindir.
38. Başvurucu; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve
görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını
sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili
bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından
dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmamıştır. Ayrıca İlk Derece
Mahkemesinin ve Yargıtayın kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
39. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu ve Derece Mahkemeleri kararlarının bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
40.
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan bu şikâyetin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Başvurucu; örgüt kurma ve yönetme, fuhuş ve insan ticareti
suçlarından hakkında açılan kamu davasında makul sürede yargılama yapılmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38, 39).
42. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ile başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41-45).
43. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere,
cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara
bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2013/625, 9/1/2014, § 31).
Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında “örgüt kurma ve yönetme”, “fuhuş” ve
“insan ticareti” suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır.
Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında, 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, 227. maddesinin
(2), (4), (6) numaralı fıkralarında hapis cezasını gerektirir şekilde
tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B.E., §
32).
44. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucunun göz altına alındığı 28/6/2009’dur.
45. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 28/6/2009
tarihinde gözaltına alınarak 1/7/2009 tarihinde tutuklanan başvurucu hakkında
Başsavcılığın 7/12/2009 tarihli iddianamesi ile “örgüt kurma ve yönetme”,
“insan ticareti” ve fuhuş suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı,
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun savunmasının alındığı,
müştekilerin dinlendiği, toplanan deliller doğrultusunda 5/3/2013 tarihli karar
ile başvurucunun üzerine atılı suçlardan mahkûmiyetine, tutukluluğunun devamına
karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 29/4/2014 tarihli ilamıyla başvurucu hakkında suç işlemek için örgüt
kurma ve yönetme suçundan kurulan hükmün onanmasına, fuhuş suçundan kurulan
hükmün düzeltilerek onanmasına, insan ticareti suçundan kurulan hükmün
bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, Bakırköy 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2014/337 sayılı dosyasında devam etmektedir.
46. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E.,§§
23-41; Ersin Ceyhan, B. No:
2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
47. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul
işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya
koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve altı yılı
aşkın bir süredir devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
50. Başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
51. Başvurucu 100.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
52. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin altı yılı aşkın
bir süredir devam eden yargılama süresi nazara alındığında yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 3.150 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
54. Başvuruya konu yargılamanın altı yılı aşkın bir süredir devam
ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek
anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında; hukuka,
adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi
amacıyla yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2.
Yargılamanın, sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Başvurucuya net 3.150 TL manevi tazminat ödenmesine ve tazminata ilişkin diğer
taleplerinin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
F.
Kararın bir örneğinin Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine
19/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.