TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SULTAN ULUSOY BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7912)
Karar Tarihi:19/11/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Raportör Yrd.
Yusuf Enes KAYA
Başvurucu
Sultan ULUSOY
Vekili
Av. Mehmet Ali KIRDÖK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/10/2013 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 21/2/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün birçok ilde eş zamanlı yürüttüğü yasa dışı MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) örgütüne yönelik operasyon kapsamında 8/9/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve 12/9/2006 tarihinde tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 17/5/2007 tarihinde 2006/1013 Soruşturma sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında anayasal düzeni silahlı ayaklanma yoluyla değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte kimlik kullanma, patlayıcı madde bulundurma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet etme suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır.
9. İddianamenin kabul edilmesinden sonra İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/303 sayılı dosyasında yürütülen davanın ilk duruşması 26/10/2007 tarihinde yapılmıştır.
10. Başvurucu, yargılama süresince birçok kez tahliye talebinde bulunmuş ancak bu tahliye talepleri benzer gerekçelerle reddedilmiştir.
11. Son olarak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 2/9/2013 tarihli kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu 4/9/2013 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiş, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 24/9/2013 tarihli ve 2013/448 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 11/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
12. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2013 tarihli ve E.2007/303, K.2013/192 sayılı kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve resmî evrakta sahtecilik suçlarından 14 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına; hükmolunan ceza miktarı, tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alınarak tahliyesine karar vermiştir.
13. Bu karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
14. Başvurucu 28/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.”
16. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkemece iptaline karar verilen kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.”
17. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.”
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 19/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 28/10/2013 tarihli ve 2013/7912 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu; anayasal düzeni silahlı ayaklanma yoluyla değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte kimlik kullanma, patlayıcı madde bulundurma ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlamaları nedeniyle 12/9/2006 tarihinden beri tutuklu olması, tutukluluğunun kanuni süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğunun devamına karar verilmesinden bahisle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
22. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeninin de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Tutukluluğun Kanuni Süreyi Aştığı İddiası
23. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli iptal kararıyla birlikte tutukluluğunun kanuni dayanağının kalmadığını ileri sürmüştür.
24. Başvurucunun, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
25. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
26. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
27. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların; Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin kural ile uyumludur (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
28. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfî şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği, keyfîliği önlemek için uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2//7/2013, § 45).
29. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (Murat Narman, § 45).
30. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
31. Yargılandığı davada başvurucuya isnat edilen fiiller, 3713 sayılı Kanun'un 10. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında olup aynı fıkrada, bu fiiller bakımından 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen tutuklama sürelerinin iki katı olarak uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla başvurucuya isnat olunan fiiller bakımından uygulanacak toplam tutukluluk süresinin uzatma süreleri dâhil azami on yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Veli Küçük, B. No: 2013/6099, 16/7/2014, § 35).
32. 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararında,
“Ceza hukukunun, toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda hukuk devletinde, ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucu Anayasa'nın temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak koşuluyla, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öğe olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahip olduğu gibi ceza yargılamasına ilişkin kurallar belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi, yargılama usulleri ve yapısı hakkında da Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir.
Ceza yargılamasına ilişkin kuralları ve bu kapsamda suç türlerine göre tutukluluk sürelerini belirlemek kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında bulunmakla birlikte, gerek ulusal mevzuatta ve uygulamada gerekse de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, ilk derece mahkemelerince sanığın suçlu bulunarak mahkûm edilmesinden sonraki sürecin tutukluluk olarak değerlendirilmediği de nazara alındığında, dava konusu kuralda düzenlenen azami tutukluluk süresinin demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek kadar uzun olduğu, bu yönüyle kuralda tutuklamanın adeta bir ceza olarak uygulanabilmesine imkân tanınarak, tutuklama tedbiriyle ulaşılmak istenen hukuki yarar ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı arasındaki makul dengenin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı aleyhine bozulmasına neden olunduğu…”
gerekçesiyle iptal edilmiştir.
33. İptal kararının yürürlüğe gireceği gün sorununu da inceleyen Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 153. maddesi ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası hükümlerine göre söz konusu iptal kararının derhâl uygulanmasını “kamu düzenini ihlal edici nitelikte” görerek iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir.
34. Somut olayda başvurucu, Anayasa Mahkemesinin anılan kararı üzerine tutukluluk hâline son verilmesi istemiyle 18/7/2013 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Başvurucunun talebi İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/9/2013 tarihli kararı ile “Tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçların niteliği, mevcut delil durumu, arama ve yakalama tutanakları, arama sırasında ele geçen belge içerikleri, vahim nitelikteki silahlar ve patlayıcı maddeler, doküman ve bilgisayar inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların kuvvetli suç şüphesi altında bulunmaları, atılı suçların CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, arama ve yakalamalar sırasında sanıkların bir çoğunun sahte olduğu iddia olunan kimlik ve belgelerle yakalanmış olması nedeniyle kaçacakları ve saklanacakları konusunda olgular bulunması, sanıkların üzerine atılı suçun ağırlığına göre serbest kalmaları halinde kaçma şüphesinin karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunması, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanıklar açısından yetersiz kalacağı ve Anayasa'nın 13. maddesinde ifade olunan "Ölçülülük" ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı ve CMK'nın 100. maddesindeki şartlar devam etmesi dikkate alınarak” reddedilmiştir.
35. Başvurucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/9/2013 tarihli kararına itiraz etmiş ancak itiraz İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2013 tarihli ve 2013/448 Değişik İş sayılı kararında “üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, gerektirdiği ceza miktarı, kuvvetli suç şüphesinin bulunması, mevcut delil durumu ve tutuklulukta geçirdikleri süreler göz önüne alınarak mahkemesince verilen tutukluluk hallerinin devamına dair kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığının anlaşıldığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
36. Anayasa Mahkemesinin birçok içtihadında, tutukluluk süresinin hesaplanmasında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerektiği, yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıktığı ve tutma nedeninin ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline dönüştüğü, bu bakımdan temyiz aşamasında geçen sürelerin tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamayacağı belirtilmiştir (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41).
37. Somut olayda başvurucu 8/9/2006 tarihinde gözaltına alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında yaklaşık 7 yıl 2 ay “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur. Her ne kadar 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi tarafından 4/7/2013 tarihinde iptal edilmişse de iptal kararının derhâl uygulanmasının kamu düzenini ihlal edeceği değerlendirilerek iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Başvurucunun Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu 28/10/2013 tarihi itibarıyla söz konusu iptal hükmü yürürlüğe girmemiştir. Bu hâliyle başvurucunun tutuklu kaldığı süre 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrasında öngörülen on yıllık azami süreyi aşmamıştır (Veli Küçük, § 41).
38. Açıklanan nedenlerle tutukluluğun ilgili Kanun’da belirlenen azami süreyi aştığı yönündeki şikâyetler ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “kanunilik” şartının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası
39. Başvurucu uzun bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
40. Başvurucunun uzun bir süredir tutuklu olduğuna ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
41. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
42. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini, soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
43. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde ifade edilen masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, § 61).
44. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konması gerekir (Murat Narman, § 62).
45. Tutuklama tedbirine; kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirilmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara ilişkin olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler; sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Murat Narman, § 63).
46. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 63, 64).
47. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğunun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfî olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
48. İtiraz veya temyiz merciinin itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, § 46).
49. Somut olayda başvurucu, Anayasa Mahkemesinin anılan kararı üzerine tutukluluk hâline son verilmesi istemiyle 18/7/2013 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Başvurucunun talebi İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/9/2013 tarihli kararında “Tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçların niteliği, mevcut delil durumu, arama ve yakalama tutanakları, arama sırasında ele geçen belge içerikleri, vahim nitelikteki silahlar ve patlayıcı maddeler, doküman ve bilgisayar inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların kuvvetli suç şüphesi altında bulunmaları, atılı suçların CMK 100. maddesinin 3.fıkrasında sayılan katalog suçlardan olması, arama ve yakalamalar sırasında sanıkların bir çoğunun sahte olduğu iddia olunan kimlik ve belgelerle yakalanmış olması nedeniyle kaçacakları ve saklanacakları konusunda olgular bulunması, sanıkların üzerine atılı suçun ağırlığına göre serbest kalmaları halinde kaçma şüphesinin karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunması, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanıklar açısından yetersiz kalacağı ve Anayasa'nın 13. maddesinde ifade olunan "Ölçülülük" ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı ve CMK'nın 100. maddesindeki şartlar devam etmesi dikkate alınarak tahliye talebinde bulunan sanıklar müdafilerinin tahliye taleplerinin reddi” gerekçesiyle reddedilmiştir.
50. Başvurucunun İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/9/2013 tarihli kararına itirazı, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2013 tarihli ve 2013/448 Değişik İş sayılı kararında “üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, gerektirdiği ceza miktarı, kuvvetli suç şüphesinin bulunması, mevcut delil durumu ve tutuklulukta geçirdikleri süreler göz önüne alınarak mahkemesince verilen tutukluluk hallerinin devamına dair kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığının anlaşıldığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
51. Başvurucunun tahliye talebi, üzerine atılı suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması ve kaçma şüphesinin varlığı gerekçesiyle, bu karara karşı yapılan itiraz da benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşulu olmakla birlikte bu durumun, devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir (Murat Narman, § 70).
52. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkûmiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hâli sona erer (Murat Narman, §§ 66, 67). Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi 8/9/2006 tarihinde gözaltına alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılması arasındaki 7 yıl 1ay 28 gündür.
53. Derece mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde bu gerekçelerin tutukluluğun devamını haklı gösterecek içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. 7 yılı aşan bir tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Bu çerçevede başvurucunun İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılaması devam ederken tutuklu bulunduğu süre makul olarak değerlendirilemez.
54. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun olduğu yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
55. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
56. Başvurunun incelenmesi neticesinde Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
57. Başvurucu 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
58. Başvurucuya özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut olayın özelliklerini dikkate alarak net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
60. Kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Kanun’da belirtilen azami tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine ve tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
19/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.