TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
OSMAN KONUKTAR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5670)
Karar Tarihi: 23/3/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Yakup MACİT
Başvurucu
Osman KONUKTAR
Vekili
Av. İzzettin GENÇ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idare aleyhine açılan tam yargı davasında maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 22/7/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; mahalle bekçisi olarak görev yapmakta iken Erzurum Valiliğinin 2/1/2003 tarihli oluru ile gündüz ve 12-24 çalışma esasına göre polisevi kalorifer dairesinde kalorifer ateşleyicisi olarak görevlendirilmiş, 3/4/2003 tarihinde polisevinin jeneratör kayışına elini kaptırması ve sol başparmağını kaybetmesi nedeniyle Erzurum 1. İdare Mahkemesinde idare aleyhine tam yargı davası açmış, 45.000,00 TL maddi, 5.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir.
8. Mahkeme 28/6/2006 tarihli ve E.2004/1032, K.2006/1457 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul etmiş; başvurucu lehine 33.366,20 TL maddi, 2.000,00 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Olayda, davacı Osman Konuktar’ın başparmağının kopması nedeniyle %20 oranında fonksiyon kaybının olduğuna ilişkin Atatürk Üniversitesi Süleyman Demirel Tıp Merkezi Yakutiye ve Aziziye Araştırma Hastanesinden alınan raporla kesinlik kazanması üzerine, maddi tazminatın belirlenmesi için re’sen seçilen bilirkişi tarafından yapılan hesaplamalar sonucu düzenlenen raporda davacının gerçek ve kabul edilebilir zararının 33.366,20 TL olarak saptandığı görülmektedir. Söz konusu rapor taraflara tebliğ edilmiş olup, davalı idareler tarafından yapılan itiraz hususları bilirkişi raporunu kusurlandıracak nitelikte görülmemiştir.
Manevi tazminat talebine gelince; davalı idarenin %100 hizmet kusuru sonucunda başparmağını kaybeden davacıya duyduğu elem ve ızdırabın giderilmesi için 2.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesi kanaatine varılmıştır.
…”
9. Temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 8/7/2009 tarihli ve E.2006/6137, K.2009/7477 sayılı ilamıyla hükmün maddi tazminata ilişkin kısmı bozulmuş, manevi tazminat yönünden onanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“İdare hukuku ilkelerine göre maddi zarar; idari işlem veya eylem nedeniyle kişinin mal varlığının aktifinde meydana gelen azalma nedeniyle uğranılan zarar ile elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu uğranılan zarar olup; bedensel nitelikteki maddi zarar ise, kişinin sağlığına kavuşmak için yaptığı tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalması ya da yok olması nedeniyle elde edeceği gelirde meydana gelen azalmayı ifade eder.
Dava dosyasının incelenmesinden; Çarşı ve Mahalle bekçisi olan davacının, yeterli eleman bulunmadığı gerekçesiyle Valilik oluru ile Polisevi kalorifer dairesinde görev yapmakta iken çalışmakta olan jeneratör kayışına sol elini kaptırması ve başparmağının kopması nedeniyle sağlık kurulu raporunda çalışma gücü kaybı oranının %20 olarak belirtildiği; davalı idarenin temyiz dilekçesinden, olaydan sonra davacının aynı yerde, aynı görev unvanıyla çalışmaya devam ettiği, maaş ve özlük haklarında her hangi bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının kaza sonrasında da aynı görevi sürdürmesi, aylık ücretinde her hangi bir eksiklik olmaması, aynı görevi yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi ve davacıya, idarece sağlık kurulu raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun görev verilebileceği de dikkate alındığında, meslekte kazanma gücü kaybı oranına göre hesaplanan efor (iş gücü) tazminatının ödenmesi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.
10. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 20/9/2010 tarihli ve E.2009/15947, K.2010/6474 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
11. Bozma ilamına uyan Mahkeme 27/10/2010 tarihli ve E.2010/1372, K.2010/1446 sayılı ilamı ile başvurucunun maddi tazminat talebini reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
Olayda, davacının kaza sonrasında da aynı görevi sürdürmesi, aylık ücretinde her hangi bir eksiklik olmaması, aynı görevi yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi ve davacıya, idarece sağlık kurulu raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun görev verilebileceği de dikkate alındığında, meslekte kazanma gücü kaybı oranına göre hesaplanan efor (iş gücü) tazminatının ödenmesine hukuken olanak bulunmadığından davacının maddi tazminat isteminin reddi gerekmektedir.
12. Temyiz üzerine karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 26/4/2013 tarihli ve E.2011/2025, K.2013/3760 sayılı ilamıyla onamıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile Erzurum 1. İdare Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli ve E.2010/1372, K.2010/1446 sayılı kararının ONANMASINA,
13. Onama ilamı 20/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 22/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 14/7/1966 tarihli ve 772 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’nun 4. maddesi şöyledir:
“Çalışma süreleri ve fazla mesai ücreti hakkındaki genel hükümler saklı kalmak şartiyle çarşı ve mahalle bekçileri genel olarak güneşin batışı saatinden doğuşu saatine kadar vazife görürler. Güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan fevkalade hallerde vali ve kaymakamın vereceği emirlerle gündüz de çalıştırılabilir. Bunun dışında her ne suretle olursa olsun, gündüz çalıştırılamazlar.”
15. Anayasanın 125. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkında Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:
“ İdari dava türleri şunlardır:
…
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları
17. 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu; çarşı ve mahalle bekçisi olarak görev yapmakta iken kanuna aykırı olarak polisevi kalorifer dairesinde görevlendirildiğini, 3/4/2003 tarihinde meydana gelen kaza sonucunda jeneratör kayışına elinin sıkıştığını ve sol başparmağını kaybettiğini, Erzurum 1. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında maddi tazminat isteminin reddedildiğini, idarenin hukuka aykırı eylemi ile bedensel bütünlüğünün zarara uğradığını, bu nedenle zararını tazminle yükümlü olduğunu, Anayasanın 17. maddesinde vücut bütünlüğünün ihlal edilmeyeceği hususunun güvence altına alındığını, kaza ile birlikte efor kaybına uğradığını, günlük yaşantısı ve işini devam ettirmek için daha çok enerji sarf etmek zorunda kaldığını, olayda idarenin kusurunun varlığıyla ilgili şüphe bulunmadığını, buna rağmen zarardan sorumlu tutulmamasının Anayasal haklarını zedelediğini, kararla birlikte maddi açıdan da kayba uğradığını, bu nedenle mülkiyet hakkının da zedelendiğini, verilen kararın Danıştayın kendi içtihatları ile diğer yüksek mahkemelerin kararlarına aykırı olduğunu belirterek Anayasanın 2., 17., 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
21. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup özel yaşama saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır (Halime Sare Aysal, B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 45). Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel yaşam” kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Halime Sare Aysal, § 46).
22. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu hukuksal çıkarların Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Halime Sare Aysal, § 47).
23. Başvurucu; kazanın meydana gelmesinde idarenin tamamen kusurlu olduğunu, buna rağmen Mahkemenin, kazadan sonra aynı işe devam etmesi olgusundan hareketle davanın reddine karar vermesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek haksız ve hukuka aykırı olarak verilen karar nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Bekçi olan ve polis evinde kaloriferci olarak çalıştırılan başvurucunun dava konusu olay neticesinde sol el başparmağının kopması sonucu %20 oranında vücut fonksiyonlarında meydana gelen kaybının, vücut bütünlüğünün yanı sıra mesleki ve gündelik yaşamı üzerinde de önemli sonuçlar doğuracağı açıktır. Bu nedenle başvurucunun değişik haklar temelinde ileri sürdüğü ihlal iddiaları Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
26. Başvurucu idare aleyhine açtığı tam yargı davasında maddi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
28. Sözleşme’nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
29. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18). Bu çerçevede başvuru, Anayasa’nın 17. ve Sözleşme’nin 8. maddelerinin ortak koruma alanı kapsamında yer almaktadır.
30. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü, gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır. Bu çerçevede devletin, egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma, failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin, Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
31. Devletin, kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yapılan müdahaleler bakımından söz konusu pozitif yükümlülüğü; ihtilaflar açısından müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § §§ 23, 24, 27; Hajduova/Slovakya, B. No: 2660/03,| 30/11/2010, § 46). Bu çerçevede Anayasanın 125. maddesi ile 2577 sayılı Kanun’un 2. ve 13. maddelerinde, idarenin eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan etkilenen kişilerin idare aleyhine tam yargı davası açabileceklerinin düzenlendiği, yargısal uygulamalarla da bu şekilde zarara uğradığını iddia edenler için tazminat verilebileceği hususunda kararlar verildiği (Danıştay Onuncu Dairesinin 8/11/2000 tarihli ve E.1999/1733, K.2000/5541 sayılı kararı; aynı Dairenin 8/2/2001 tarihli ve E.1998/5695, K.2001/446 sayılı kararı) bu açıdan ihlal iddiasına konu idari eylemle ilgili mevzuat çerçevesinde giderim yolunun öngörüldüğü anlaşılmıştır.
32. Bu bağlamda AİHM, ulusal mahkemeler tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin Sözleşme’deki ve özellikle 8. maddedeki güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu vurgulamakta yaptığı denetime temel aldığı önemli bir ilke olan ikincillik ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta ancak ulusal mahkemeler tarafından ulaşılan sonucun Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen standartlara uygun bir denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle hakkın özününün ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir (Marcus Frank Cerny, B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 51).
33. Mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. İç hukukun genel olarak uluslararası hukuka veya uluslararası anlaşmalara atıf yaptığı hâllerde de durum böyledir. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü denetleme ve Anayasa’nın 17. maddesindeki güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahiptir (Marcus Frank Cerny, 62).
34. Özellikle müdahalenin ölçülülüğü noktasında, derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda olan Anayasa Mahkemesi, bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
35. Derece mahkemelerinin; takdirlerinin gerekçelerini, tarafların kanun yoluna müracaat imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları, ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi yeterli ve objektif verilere dayandırılması gerekmektedir (Marcus Frank Cerny, § 84).
36. Başvurucu, Erzurum 1. İdare Mahkemesine açtığı davada 3/4/2003 tarihinde kaza geçirdiğini, kaza nedeniyle sol başparmağını kaybettiğini belirterek maddi ve manevi tazminata karar verilmesini istemiş; Mahkeme, toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporlarını değerlendirerek davanın kısmen kabulüne, davacı lehine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine karar vermiştir.
37. Temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin, davacının kaza sonrasında da aynı görevi sürdürmesi, aylık ücretinde herhangi bir eksiklik olmaması, aynı görevi yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi ve davacıya idarece Sağlık Kurulu Raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun görev verilebileceği de dikkate alındığında meslekte kazanma gücü kaybı oranına göre hesaplanan efor (iş gücü) tazminatının ödenmesi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmediğini belirterek hükmü esastan bozduğu, Mahkemenin de aynı gerekçelerle başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verdiği anlaşılmıştır.
38. 772 sayılı Kanun’un 4. maddesinde, çarşı ve mahalle bekçilerinin güneşin batışı saatinden doğuşu saatine kadar vazife görecekleri, güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan fevkalade hâllerde, vali ve kaymakamın vereceği emirlerle gündüz de çalıştırılabilecekleri, bunun dışında her ne suretle olursa olsun gündüz çalıştırılmalarının mümkün olmadığı belirtilmiştir.
39. Başvurucunun; Erzurum Valiliğinin oluru ile gündüz ve 12-24 çalışma esasına göre polisevi kalorifer dairesinde çalıştırılması hususunda görevlendirildiği, olay günü polis evinin kazan dairesinde jeneratöre mazot koyup dökülen mazotu temizlerken jeneratör kayışına elini kaptırması neticesi sol el başparmağının koptuğu anlaşılmaktadır.
40. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Adli Tıp Anabilim Dalının 8/5/2003 tarihli raporunda başvurucunun yaralanması nedeniyle hayati tehlike geçirmediği, 15 gün süre ile mutad iştigalinden kaldığı belirtilmiş; yine aynı Üniversiteye bağlı Süleyman Demirel Tıp Merkezi Yakutiye ve Aziziye Araştırma Hastaneleri Başhekimliğinin 19/1/2006 tarihli raporunda başvurucunun sol el başparmağının kopması sonucu %20 oranında vücut fonksiyonunda kayıp meydana geldiği ifade edilmiştir.
41. Başvurucunun, kazadan sonra polisevindeki görevine devam ettiği anlaşılmaktadır.
42. Başvurucunun; yargılama sırasında uzuv kaybının olduğu sol elini daha çok kullandığını, gerek özel yaşantısı gerekse işinde zorluklar yaşadığını, kazadan sonra yazılı emirle ve valilik onayıyla kazanın meydana geldiği kalorifer dairesinde çalışmaya devam ettiğini, kalıcı sakatlıklar nedeniyle malvarlığında eksilme meydana gelmemiş olsa dahi efor kaybı tazminatının ödenmesi gerektiğini, zarar görenin aynı işi yapmasının idarenin tazminat sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını, aynı işi yaparken harcamış olduğu eforun kazadan itibaren daha fazla olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.
43. Danıştay Onuncu Dairesinin bir çok kararında, tazminat hukukunda çağın gereklerine uygun olarak geliştirilen içtihatlarla kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi güç (efor) kaybı tazminatı diye tanımlanan tazminatın ödenmesi gerektiğinin kabul edildiğini, beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı görevi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir güç (efor) sarfıyla yaptığı gerçeğinden hareket edilerek bir anlamda zararının, bu fazladan sarf edilen gücün oluşturduğu esasının benimsendiğini, kişinin bu zararını bizzat kendisinin "daha fazla bir güç" harcayarak gidermiş olması nedeniyle ilgili idarenin tazmin sorumluluğuna gidildiğinin belirtildiği anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 25/9/2009 tarihli ve E.2004/5845, K.2007/4387 sayılı kararı; aynı Dairenin 22/2/2008 tarihli ve E.2007/7170, K.2008/847 sayılı kararı).
44. Danıştayın; somut olaya benzer nitelikteki davalarda efor tazminatına ilişkin fiziksel bütünlüğü ihlal edilen kişinin, meydana gelen sakatlıktan sonra daha az güç harcayarak yürütebileceği bir göreve atanıp atanmadığı, aynı görevi yürütmekle birlikte kalıcı sakatlığı aynı iş için daha fazla efor harcamasını gerektirecek boyut ve nitelikte olup olmadığı, sakatlık durumuna uygun başka bir göreve atanıp atanmadığı gibi kriterlere göre değerlendirme yaptığı anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 18/9/2009 tarihli ve E.2007/57, K.2009/8097 sayılı kararı; aynı Dairenin 19/2/2010 tarihli ve E.2008/191, K.2010/1355 sayılı kararı).
45. Yine Danıştay kararlarında, vücut bütünlüğü zarara uğrayanın görev yerinin değişmesi nedeniyle aylık gelirinde meydana gelen azalma tutarının, efor kaybı tazminatı kapsamında değerlendirilmediği anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 22/2/2008 tarihli ve E.2007/7170, K.2008/847 sayılı kararı; yine aynı Dairenin 19/2/2010 tarihli ve E.2008/191, k.2010/1355 sayılı kararı).
46. Nitekim Mahkemenin, somut olayda maddi tazminat kalemini efor tazminatı kapsamında inceleyerek başvurucunun kaloriferci olarak görevlendirilmesi nedeniyle idarenin %100 hizmet kusurunun bulunduğunu ve davacının kazadan sonra aynı işte çalıştırılmaya devam ettiğini tespit ettiği ancak davacının kazadan sonra aynı görevini sürdürmesi, aylık ücretinde bir eksiklik olmaması, aynı görevi yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi, davacıya sağlık kurulu raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun iş verilebileceği olgularından hareket ederek tazminat talebini reddettiği anlaşılmıştır.
47. Başvurucu; yargılama sırasında kaza nedeniyle aynı işte çalışmaya devam ettiğini, kazadan sonra mesleki ve gündelik işleri için daha fazla efor sarf ettiğini belirterek tazminat talebinde bulunmuş ise de Mahkemenin, yerleşik içtihatlar çerçevesinde belirlenen kriterlerin somut olaya uygulanması sırasında ret gerekçesi olarak açıkladığı, başvurucunun aynı işi sürdürürken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmediği, aylık ücretinde eksiklik olmadığı, davacıya sağlık kurulu raporuna göre daha uygun iş verilebileceği ihtimalinin mevcut olduğuna yönelik gerekçelerinin Anayasanın 17. maddesinde düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı bağlamında başvurucunun yargılama aşamasında hakkın özüne temas eden hususlarda ileri sürdüğü iddia ve itirazlarının karşılanması açısından yeterli olmadığı, bu yönüyle Mahkeme tarafından ulaşılan sonucun başvurucunun fiziksel bütünlüğünü korumak bakımından etkisiz kaldığı, ihlalin tespiti ve giderilmesi için devletin etkin yargılama mekanizması kurma ve adil bir şekilde yargılamayı yürütmeye ilişkin pozitif yükümlülüğü açısından Anayasa’nın koruma kapsamındaki hak için öngörülen standartlara uygun bir denge sağlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
48. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
50. Başvurucu 33.366,20 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
51. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
52. Kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Erzurum 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
53. Başvurucu tarafından maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlaline ilişkin maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Erzurum 1. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.