TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN KONUKTAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5670)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Osman KONUKTAR
|
Vekili
|
:
|
Av. İzzettin GENÇ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, idare
aleyhine açılan tam yargı davasında maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 22/7/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
5/6/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın
22/7/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu
kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu; mahalle bekçisi
olarak görev yapmakta iken Erzurum Valiliğinin 2/1/2003 tarihli oluru ile
gündüz ve 12-24 çalışma esasına göre polisevi
kalorifer dairesinde kalorifer ateşleyicisi olarak görevlendirilmiş, 3/4/2003
tarihinde polisevinin jeneratör kayışına elini
kaptırması ve sol başparmağını kaybetmesi nedeniyle Erzurum 1. İdare
Mahkemesinde idare aleyhine tam yargı davası açmış, 45.000,00 TL maddi,
5.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir.
8. Mahkeme 28/6/2006 tarihli ve
E.2004/1032, K.2006/1457 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul etmiş; başvurucu
lehine 33.366,20 TL maddi, 2.000,00 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Karar
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Olayda, davacı Osman Konuktar’ın
başparmağının kopması nedeniyle %20 oranında fonksiyon kaybının olduğuna
ilişkin Atatürk Üniversitesi Süleyman Demirel Tıp Merkezi Yakutiye ve Aziziye
Araştırma Hastanesinden alınan raporla kesinlik kazanması üzerine, maddi
tazminatın belirlenmesi için re’sen seçilen bilirkişi
tarafından yapılan hesaplamalar sonucu düzenlenen raporda davacının gerçek ve
kabul edilebilir zararının 33.366,20 TL olarak saptandığı görülmektedir. Söz
konusu rapor taraflara tebliğ edilmiş olup, davalı idareler tarafından yapılan
itiraz hususları bilirkişi raporunu kusurlandıracak
nitelikte görülmemiştir.
Manevi tazminat talebine gelince; davalı idarenin %100
hizmet kusuru sonucunda başparmağını kaybeden davacıya duyduğu elem ve ızdırabın giderilmesi için 2.000,00 TL manevi tazminata
hükmedilmesi kanaatine varılmıştır.
…”
9. Temyiz üzerine Danıştay
Onuncu Dairesinin 8/7/2009 tarihli ve E.2006/6137, K.2009/7477 sayılı ilamıyla
hükmün maddi tazminata ilişkin kısmı bozulmuş, manevi tazminat yönünden
onanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
“İdare hukuku ilkelerine göre maddi zarar; idari işlem veya
eylem nedeniyle kişinin mal varlığının aktifinde meydana gelen azalma nedeniyle
uğranılan zarar ile elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu
uğranılan zarar olup; bedensel nitelikteki maddi zarar ise, kişinin sağlığına
kavuşmak için yaptığı tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalması ya da yok
olması nedeniyle elde edeceği gelirde meydana gelen azalmayı ifade eder.
Dava dosyasının incelenmesinden; Çarşı ve Mahalle bekçisi
olan davacının, yeterli eleman bulunmadığı gerekçesiyle Valilik oluru ile Polisevi kalorifer dairesinde görev yapmakta iken
çalışmakta olan jeneratör kayışına sol elini kaptırması ve başparmağının
kopması nedeniyle sağlık kurulu raporunda çalışma gücü kaybı oranının %20
olarak belirtildiği; davalı idarenin temyiz dilekçesinden, olaydan sonra
davacının aynı yerde, aynı görev unvanıyla çalışmaya devam ettiği, maaş ve
özlük haklarında her hangi bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının kaza sonrasında da aynı görevi sürdürmesi,
aylık ücretinde her hangi bir eksiklik olmaması, aynı
görevi yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi ve
davacıya, idarece sağlık kurulu raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun
görev verilebileceği de dikkate alındığında, meslekte kazanma gücü kaybı
oranına göre hesaplanan efor (iş gücü) tazminatının ödenmesi yolunda verilen
kararda hukuki isabet görülmemiştir.
…”
10. Karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 20/9/2010 tarihli ve E.2009/15947, K.2010/6474 sayılı ilamı ile
reddedilmiştir.
11. Bozma ilamına uyan Mahkeme
27/10/2010 tarihli ve E.2010/1372, K.2010/1446 sayılı ilamı ile başvurucunun
maddi tazminat talebini reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Dava dosyasının incelenmesinden; Çarşı ve Mahalle bekçisi
olan davacının, yeterli eleman bulunmadığı gerekçesiyle Valilik oluru ile Polisevi kalorifer dairesinde görev yapmakta iken çalışmakta
olan jeneratör kayışına sol elini kaptırması ve başparmağının kopması nedeniyle
sağlık kurulu raporunda çalışma gücü kaybı oranının %20 olarak belirtildiği;
davalı idarenin temyiz dilekçesinden, olaydan sonra davacının aynı yerde, aynı
görev unvanıyla çalışmaya devam ettiği, maaş ve özlük haklarında her hangi bir
değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının kaza sonrasında da aynı görevi sürdürmesi,
aylık ücretinde her hangi bir eksiklik olmaması, aynı
görevi yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi ve
davacıya, idarece sağlık kurulu raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun
görev verilebileceği de dikkate alındığında, meslekte kazanma gücü kaybı
oranına göre hesaplanan efor (iş gücü) tazminatının ödenmesine hukuken olanak
bulunmadığından davacının maddi tazminat isteminin reddi gerekmektedir.
…”
12. Temyiz üzerine karar,
Danıştay Onuncu Dairesinin 26/4/2013 tarihli ve E.2011/2025, K.2013/3760 sayılı
ilamıyla onamıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“…
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup,
dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile Erzurum 1. İdare
Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli ve E.2010/1372, K.2010/1446 sayılı kararının
ONANMASINA,
…”
13. Onama ilamı 20/6/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 22/7/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
14. 14/7/1966 tarihli ve 772
sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’nun 4. maddesi şöyledir:
“Çalışma süreleri ve fazla mesai ücreti
hakkındaki genel hükümler saklı kalmak şartiyle çarşı
ve mahalle bekçileri genel olarak güneşin batışı saatinden doğuşu saatine kadar
vazife görürler. Güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan
fevkalade hallerde vali ve kaymakamın vereceği emirlerle gündüz de
çalıştırılabilir. Bunun dışında her ne suretle olursa olsun, gündüz
çalıştırılamazlar.”
15. Anayasanın 125. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkında Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi şöyledir:
“
İdari dava türleri şunlardır:
…
b) İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları
…”
17. 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari
dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu
konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış
gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren,
dava süresi içinde dava açılabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 23/3/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu; çarşı ve mahalle
bekçisi olarak görev yapmakta iken kanuna aykırı olarak polisevi
kalorifer dairesinde görevlendirildiğini, 3/4/2003 tarihinde meydana gelen kaza
sonucunda jeneratör kayışına elinin sıkıştığını ve sol başparmağını
kaybettiğini, Erzurum 1. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında maddi
tazminat isteminin reddedildiğini, idarenin hukuka aykırı eylemi ile bedensel
bütünlüğünün zarara uğradığını, bu nedenle zararını tazminle yükümlü olduğunu,
Anayasanın 17. maddesinde vücut bütünlüğünün ihlal edilmeyeceği hususunun
güvence altına alındığını, kaza ile birlikte efor kaybına uğradığını, günlük
yaşantısı ve işini devam ettirmek için daha çok enerji sarf etmek zorunda
kaldığını, olayda idarenin kusurunun varlığıyla ilgili şüphe bulunmadığını,
buna rağmen zarardan sorumlu tutulmamasının Anayasal haklarını zedelediğini,
kararla birlikte maddi açıdan da kayba uğradığını, bu nedenle mülkiyet hakkının
da zedelendiğini, verilen kararın Danıştayın kendi
içtihatları ile diğer yüksek mahkemelerin kararlarına aykırı olduğunu
belirterek Anayasanın 2., 17., 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminata karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
21. Özel hayat kavramı eksiksiz
bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup özel yaşama saygı hakkı kapsamında
korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır
(Halime Sare Aysal,
B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 45). Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde
geçen “özel yaşam” kavramı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu
kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Halime Sare Aysal,
§ 46).
22. Özel hayat alanına dâhil
olan tüm hukuksal çıkarlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8.
maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu hukuksal
çıkarların Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği
görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin
kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık
gelmektedir (Halime Sare
Aysal, § 47).
23. Başvurucu; kazanın meydana
gelmesinde idarenin tamamen kusurlu olduğunu, buna rağmen Mahkemenin, kazadan
sonra aynı işe devam etmesi olgusundan hareketle davanın reddine karar
vermesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek haksız ve hukuka aykırı
olarak verilen karar nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
24. Bekçi olan ve polis evinde
kaloriferci olarak çalıştırılan başvurucunun dava konusu olay neticesinde sol
el başparmağının kopması sonucu %20 oranında vücut fonksiyonlarında meydana
gelen kaybının, vücut bütünlüğünün yanı sıra mesleki ve gündelik yaşamı
üzerinde de önemli sonuçlar doğuracağı açıktır. Bu nedenle başvurucunun değişik
haklar temelinde ileri sürdüğü ihlal iddiaları Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında tanımlanan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
26. Başvurucu idare aleyhine
açtığı tam yargı davasında maddi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle
kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
27. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında,
kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi
deneylere tabi tutulamaz.”
28. Sözleşme’nin 8. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına
saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
29. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun
esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia
edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka
ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18). Bu çerçevede başvuru, Anayasa’nın 17. ve Sözleşme’nin 8. maddelerinin ortak
koruma alanı kapsamında yer almaktadır.
30. Anılan Anayasa ve Sözleşme
hükümleri ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü,
gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır. Bu çerçevede devletin,
egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü altında bulunan kişilerin maddi ve
manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş olan müdahalelere
yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma, failleri tespit edip
cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir şekilde bizzat
karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin
vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan zararlara yönelik etkili bir
tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin, Anayasa’nın 17. maddesinden
doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda kişinin vücut
bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan
Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
31. Devletin, kişilerin maddi ve
manevi varlıklarına yapılan müdahaleler bakımından söz konusu pozitif
yükümlülüğü; ihtilaflar açısından müdahalelere karşı etkili mekanizmalar
kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal
prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların etkili ve adil
bir karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. X ve Y/Hollanda,
B. No: 8978/80, 26/3/1985, § §§ 23, 24, 27; Hajduova/Slovakya, B. No: 2660/03,| 30/11/2010, § 46). Bu çerçevede
Anayasanın 125. maddesi ile 2577 sayılı Kanun’un 2. ve 13. maddelerinde,
idarenin eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan etkilenen
kişilerin idare aleyhine tam yargı davası açabileceklerinin düzenlendiği,
yargısal uygulamalarla da bu şekilde zarara uğradığını iddia edenler için
tazminat verilebileceği hususunda kararlar verildiği (Danıştay Onuncu
Dairesinin 8/11/2000 tarihli ve E.1999/1733, K.2000/5541 sayılı kararı; aynı
Dairenin 8/2/2001 tarihli ve E.1998/5695, K.2001/446 sayılı kararı) bu açıdan ihlal
iddiasına konu idari eylemle ilgili mevzuat çerçevesinde giderim yolunun
öngörüldüğü anlaşılmıştır.
32. Bu bağlamda AİHM, ulusal
mahkemeler tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin Sözleşme’deki ve özellikle 8. maddedeki güvenceleri gözetip
gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu vurgulamakta yaptığı denetime
temel aldığı önemli bir ilke olan ikincillik ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin
takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta ancak ulusal mahkemeler tarafından
ulaşılan sonucun Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen standartlara uygun bir
denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle hakkın özününün
ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir (Marcus Frank Cerny, B. No: 2013/5126,
2/7/2015, § 51).
33. Mevzuatın yorumlanmasıyla
ilgili sorunları çözmek, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk
alanındadır. İç hukukun genel olarak uluslararası hukuka veya uluslararası
anlaşmalara atıf yaptığı hâllerde de durum böyledir. Anayasa Mahkemesinin rolü
ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle
sınırlıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen
usulü denetleme ve Anayasa’nın 17. maddesindeki güvenceleri gözetip
gözetmediğini belirleme yetkisine sahiptir (Marcus Frank Cerny, 62).
34. Özellikle müdahalenin
ölçülülüğü noktasında, derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve
sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda
olan Anayasa Mahkemesi, bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen
gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44).
35. Derece mahkemelerinin;
takdirlerinin gerekçelerini, tarafların kanun yoluna müracaat imkânını etkili
şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları,
ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi yeterli
ve objektif verilere dayandırılması gerekmektedir (Marcus Frank Cerny, § 84).
36. Başvurucu, Erzurum 1. İdare
Mahkemesine açtığı davada 3/4/2003 tarihinde kaza geçirdiğini, kaza nedeniyle
sol başparmağını kaybettiğini belirterek maddi ve manevi tazminata karar
verilmesini istemiş; Mahkeme, toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporlarını
değerlendirerek davanın kısmen kabulüne, davacı lehine maddi ve manevi
tazminata hükmedilmesine karar vermiştir.
37. Temyiz üzerine Danıştay
Onuncu Dairesinin, davacının kaza sonrasında da aynı görevi sürdürmesi, aylık
ücretinde herhangi bir eksiklik olmaması, aynı görevi yürütmeye devam ederken
daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi ve davacıya idarece Sağlık Kurulu
Raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun görev verilebileceği de dikkate
alındığında meslekte kazanma gücü kaybı oranına göre hesaplanan efor (iş gücü)
tazminatının ödenmesi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmediğini
belirterek hükmü esastan bozduğu, Mahkemenin de aynı gerekçelerle başvurucunun
tazminat talebinin reddine karar verdiği anlaşılmıştır.
38. 772 sayılı Kanun’un 4.
maddesinde, çarşı ve mahalle bekçilerinin güneşin batışı saatinden doğuşu
saatine kadar vazife görecekleri, güvenlik veya kamu düzeni bakımından
gecikmede sakınca bulunan fevkalade hâllerde, vali ve kaymakamın vereceği emirlerle
gündüz de çalıştırılabilecekleri, bunun dışında her ne suretle olursa olsun
gündüz çalıştırılmalarının mümkün olmadığı belirtilmiştir.
39. Başvurucunun; Erzurum
Valiliğinin oluru ile gündüz ve 12-24 çalışma esasına göre polisevi
kalorifer dairesinde çalıştırılması hususunda görevlendirildiği, olay günü
polis evinin kazan dairesinde jeneratöre mazot koyup dökülen mazotu temizlerken
jeneratör kayışına elini kaptırması neticesi sol el başparmağının koptuğu
anlaşılmaktadır.
40. Atatürk Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dekanlığı Adli Tıp Anabilim Dalının 8/5/2003 tarihli raporunda
başvurucunun yaralanması nedeniyle hayati tehlike geçirmediği, 15 gün süre ile mutad iştigalinden kaldığı belirtilmiş; yine aynı
Üniversiteye bağlı Süleyman Demirel Tıp Merkezi Yakutiye ve Aziziye Araştırma
Hastaneleri Başhekimliğinin 19/1/2006 tarihli raporunda başvurucunun sol el
başparmağının kopması sonucu %20 oranında vücut fonksiyonunda kayıp meydana
geldiği ifade edilmiştir.
41. Başvurucunun, kazadan sonra polisevindeki görevine devam ettiği anlaşılmaktadır.
42. Başvurucunun; yargılama
sırasında uzuv kaybının olduğu sol elini daha çok kullandığını, gerek özel
yaşantısı gerekse işinde zorluklar yaşadığını, kazadan sonra yazılı emirle ve
valilik onayıyla kazanın meydana geldiği kalorifer dairesinde çalışmaya devam
ettiğini, kalıcı sakatlıklar nedeniyle malvarlığında eksilme meydana gelmemiş
olsa dahi efor kaybı tazminatının ödenmesi gerektiğini, zarar görenin aynı işi
yapmasının idarenin tazminat sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını, aynı işi
yaparken harcamış olduğu eforun kazadan itibaren daha fazla olduğunu ileri
sürdüğü anlaşılmaktadır.
43. Danıştay Onuncu Dairesinin
bir çok kararında, tazminat hukukunda çağın gereklerine uygun olarak geliştirilen
içtihatlarla kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı
nedeniyle gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş
olsa dahi güç (efor) kaybı tazminatı diye tanımlanan tazminatın ödenmesi
gerektiğinin kabul edildiğini, beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı görevi
zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir güç (efor) sarfıyla
yaptığı gerçeğinden hareket edilerek bir anlamda zararının, bu fazladan sarf
edilen gücün oluşturduğu esasının benimsendiğini, kişinin bu zararını bizzat
kendisinin "daha fazla bir güç"
harcayarak gidermiş olması nedeniyle ilgili idarenin tazmin sorumluluğuna
gidildiğinin belirtildiği anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 25/9/2009
tarihli ve E.2004/5845, K.2007/4387 sayılı kararı; aynı Dairenin 22/2/2008
tarihli ve E.2007/7170, K.2008/847 sayılı kararı).
44. Danıştayın; somut olaya benzer
nitelikteki davalarda efor tazminatına ilişkin fiziksel bütünlüğü ihlal edilen
kişinin, meydana gelen sakatlıktan sonra daha az güç harcayarak yürütebileceği
bir göreve atanıp atanmadığı, aynı görevi yürütmekle birlikte kalıcı sakatlığı
aynı iş için daha fazla efor harcamasını gerektirecek boyut ve nitelikte olup
olmadığı, sakatlık durumuna uygun başka bir göreve atanıp atanmadığı gibi
kriterlere göre değerlendirme yaptığı anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu
Dairesinin 18/9/2009 tarihli ve E.2007/57, K.2009/8097 sayılı kararı; aynı
Dairenin 19/2/2010 tarihli ve E.2008/191, K.2010/1355 sayılı kararı).
45. Yine Danıştay kararlarında,
vücut bütünlüğü zarara uğrayanın görev yerinin değişmesi nedeniyle aylık
gelirinde meydana gelen azalma tutarının, efor kaybı tazminatı kapsamında
değerlendirilmediği anlaşılmaktadır (Danıştay Onuncu Dairesinin 22/2/2008
tarihli ve E.2007/7170, K.2008/847 sayılı kararı; yine aynı Dairenin 19/2/2010
tarihli ve E.2008/191, k.2010/1355 sayılı kararı).
46. Nitekim Mahkemenin, somut
olayda maddi tazminat kalemini efor tazminatı kapsamında inceleyerek
başvurucunun kaloriferci olarak görevlendirilmesi nedeniyle idarenin %100
hizmet kusurunun bulunduğunu ve davacının kazadan sonra aynı işte
çalıştırılmaya devam ettiğini tespit ettiği ancak davacının kazadan sonra aynı
görevini sürdürmesi, aylık ücretinde bir eksiklik olmaması, aynı görevi
yürütmeye devam ederken daha fazla efor sarf ettiğini ileri sürmemesi, davacıya
sağlık kurulu raporu ile belirlenen sakatlık durumuna uygun iş verilebileceği
olgularından hareket ederek tazminat talebini reddettiği anlaşılmıştır.
47. Başvurucu; yargılama
sırasında kaza nedeniyle aynı işte çalışmaya devam ettiğini, kazadan sonra
mesleki ve gündelik işleri için daha fazla efor sarf ettiğini belirterek
tazminat talebinde bulunmuş ise de Mahkemenin, yerleşik içtihatlar çerçevesinde
belirlenen kriterlerin somut olaya uygulanması sırasında ret gerekçesi olarak
açıkladığı, başvurucunun aynı işi sürdürürken daha fazla efor sarf ettiğini
ileri sürmediği, aylık ücretinde eksiklik olmadığı, davacıya sağlık kurulu
raporuna göre daha uygun iş verilebileceği ihtimalinin mevcut olduğuna yönelik
gerekçelerinin Anayasanın 17. maddesinde düzenlenen kişinin maddi ve manevi
varlığının korunması hakkı bağlamında başvurucunun yargılama aşamasında hakkın
özüne temas eden hususlarda ileri sürdüğü iddia ve itirazlarının karşılanması
açısından yeterli olmadığı, bu yönüyle Mahkeme tarafından ulaşılan sonucun başvurucunun fiziksel bütünlüğünü korumak bakımından etkisiz kaldığı, ihlalin
tespiti ve giderilmesi için devletin etkin yargılama mekanizması kurma ve adil
bir şekilde yargılamayı yürütmeye ilişkin pozitif yükümlülüğü açısından
Anayasa’nın koruma kapsamındaki hak için öngörülen standartlara uygun
bir denge sağlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
48. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
50. Başvurucu 33.366,20 TL
tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
51. Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
52. Kişinin maddi ve manevi
varlığının korunması hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Erzurum 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
53. Başvurucu tarafından maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlaline ilişkin maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapmak üzere
dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun
ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından
başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması hakkının ihlal İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin
ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Erzurum 1. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat
taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
23/3/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.