TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA BAYRI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5718)
|
|
Karar Tarihi: 20/3/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa BAYRI
|
Vekili
|
:
|
Av. Nazım ATA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 1/7/2002
tarihinde hareket halindeki bir trenden kopan parçanın eşinin başına çarpması
üzerine hayatını kaybetmesinden dolaylı uğradığı maddi ve manevi zararların
tazmini istemiyle açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle
Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 100.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili
tarafından 26/7/2013 tarihinde Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 21/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 19/12/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 22/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun eşi, Eskişehir
ili Sivrihisar ilçesi Biçer köyü hudutları içinde ve demiryolu kenarında yer
alan tarlada çalışmakta iken Eskişehir-Ankara istikametinde seyreden Doğu
Ekspresinin geçişi sırasında trenden kopan balatanın başına isabet etmesi
sonucu 1/7/2002 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
8. Başvurucu ve çocukları olay
nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle TCDD Genel
Müdürlüğüne karşı 22/7/2002 tarihinde Ankara 30. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava
açmışlardır.
9. Davalı idare vekilince
sunulan birinci savunma dilekçesinde davanın idari yargı yerinde görülmesi
gerektiği gerekçesiyle görev itirazında bulunulmuştur.
10. Asliye Hukuk Mahkemesi
16/10/2002 tarihinde görev itirazını reddederek görevlilik kararı vermiş, davalı
idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunması
üzerine dava dilekçesi ve eklerini Danıştay Başsavcılığına göndermiştir.
11. Danıştay Başsavcılığı,
uyuşmazlığa konu olayda idari yargı yerinin görevli olduğu düşüncesiyle Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurmuştur.
12. Uyuşmazlık Mahkemesi,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından düşüncesini sunmasını istemiş,
Başsavcılık, Danıştay Başsavcılığının başvurusunun kabul edilmesi gerektiği
yönünde düşüncesini bildirmiştir.
13. Uyuşmazlık Mahkemesi
28/4/2003 tarih ve E.2003/14, K.2003/21 sayılı kararı ile davanın çözümünde
idari yargının görevli olduğuna karar vermiş ve Asliye Hukuk Mahkemesinin
görevlilik kararını kaldırmıştır.
14. Diğer yandan Asliye Hukuk
Mahkemesi görev uyuşmazlığı çözülmeden önce dava hakkında işlemden kaldırma
kararı almış, daha sonra Uyuşmazlık Mahkemesi kararının dosyaya ibraz
edilmesine rağmen 2/7/2003 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar
vermiş, bu karar 17/6/2004 tarihinde kesinleşmiştir.
15. Bunun yanında başvurucu ve
çocukları 19/6/2003 tarihinde davalı idareye başvuru yaparak zararın
giderilmesini istemişler, idare bu talebe cevap vermeyerek zımnen reddetmiş,
zımni ret tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılmamış, ancak başvuru tarihinden
yaklaşık 6 ay sonra idarenin 28/1/2004 tarihli olumsuz cevabının 5/2/2004
tarihinde tebliğ edilmesinden itibaren 60 gün içinde 1/4/2004 tarihinde
Eskişehir İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
16. Mahkeme, 14/10/2004 tarih ve
E.2004/956, K.2004/1272 sayılı kararı ile davayı süre aşımı nedeniyle
reddetmiştir.
17. Başvurucu ve çocukları
tarafından bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi “… İdare Mahkemesince, 2577 sayılı Yasanın 9. maddesi
uyarınca Ankara 30. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararının kesinleşmesinden önce
açılan bu davanın süresinde olduğu kabul edilerek, işin esası incelenmesi
gerekirken, süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen
temyize konu kararda hukuki isabet görülmemektedir” gerekçesine yer
vererek 27/2/2008 tarih ve E.2005/1113, K.2008/947 sayılı kararıyla Mahkeme
kararını bozmuş ve TCDD Genel Müdürlüğünün yaptığı karar düzeltme talebini de
reddetmiştir.
18. Bu karar üzerine 9/3/2009 tarihinde
dava dosyası Eskişehir 1. İdare Mahkemesi kayıtlarına yeniden girmiş, Mahkeme
Danıştay kararına uyarak dava dosyasının tekemmülünü sağlamış, 17/06/2009
tarihli ara kararı ile davalı idareden tüm bilgi ve belgeleri içeren işlem
dosyasının gönderilmesi, 16/10/2009 tarihli ara kararı ile Sivrihisar
Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturma dosyasının gönderilmesi, 10/12/2009
tarihli ara kararı ile Sivrihisar Asliye Ceza Mahkemesinden ceza davası
dosyasının gönderilmesi istenmiş, 2/6/2010 tarihinde bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar verilmiş, hazırlanan bilirkişi raporu 13/8/2010 tarihinde
tebliğe çıkarılmış, davalı idare 25/8/2010 tarihinde bilirkişi raporuna itiraz
etmiştir.
19. Eskişehir 1. İdare Mahkemesi
8/10/2010 tarih ve E.2009/157, K.2010/707 sayılı kararı ile “Açıklanan nedenlerle; davacılardan Mustafa
Bayrı'nın maddi tazminat talebinin kabulü, manevi tazminat talebinin ise kısmen
kabulü ile 10.000.TL maddi, 7.000.TL manevi tazminat tutarının ve diğer
davacılar Savaş, Mutlu ve Gökhan Bayrı'nın manevi tazminat taleplerinin kabulü
ile adı geçen davacıların herbiri yönünden 7.000. TL
manevi olmak üzere toplam 10.000.TL maddi 28.000.TL manevi tazminat tutarının
ilk kez görevsiz yargı merciinde davanın açıldığı 22/07/2002 tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacılara
ödenmesine, davacılardan Mustafa Bayrı'nın fazlaya ilişkin manevi tazminat
isteminin ise reddine…” şeklinde karar vermiştir.
20. TCDD Genel Müdürlüğü
tarafından 11/1/2011 tarihinde yapılan temyiz başvurusu, Danıştay Onuncu
Dairesinin 29/4/2013 tarih ve E.2011/3900, K.2013/3780 sayılı kararı ile
reddedilmiş ve Mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir.
21. Bu karar başvurucu vekiline
17/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 26/7/2013 tarihinde de bireysel başvuru
yapılmıştır.
22. Mahkemenin karar verdiği
tazminat tutarı TCDD Genel Müdürlüğünce 1/8/2013 tarihinde ödenmiştir.
23. Diğer yandan Danıştay Onuncu
Dairesinin temyiz hakkında verdiği karara karşı TCDD Genel Müdürlüğü 23/8/2013
tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuş olup, halen bu konuda bir karar
verilmiş değildir.
B. İlgili
Hukuk
24. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve
vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak
üzerinde yapılır.”
25. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme”
kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire
başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare
ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir
işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum;
görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek
dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü
fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak
işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş
gün içinde sonuçlandırılır.”
26. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi”
kenar başlıklı 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda
belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar
Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu
itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de
ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak
suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde
bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri
sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılır.”
27. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması”
kenar başlıklı 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kararın bozulması
halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir.
Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa
gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.”
28. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler”
kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“Danıştay ile bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat
Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler
ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 20/3/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/7/2013 tarih ve 2013/5718
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
30. Başvurucu, davanın makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36 ve 40. maddesi ile AİHS’in 6. ve 13. maddelerinde yer alan adil yargılanma ve
etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmekte ve uğradığını ileri
sürdüğü manevi zarara karşılık 100.000 TL’nin tazminine karar verilmesini
istemektedir.
B. Değerlendirme
31. Başvurucunun şikâyetleri
adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlaline yönelik olduğundan
bu şikâyetlerin ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Etkili
Başvuru Hakkının İhlal Edildiği İddiası
32. Başvurucu, açtığı davada
Anayasa'nın 40. ve AİHS’in 13. maddesinde güvence
altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. 6216 sayılı Kanun'un, "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir. "
34. Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğünün "Bireysel başvuru formu ve
ekleri" başlıklı 59. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d)
bendinde, bireysel başvuru formunda bireysel başvuru kapsamındaki haklardan
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere
ait özlü açıklamaların yer alacağı belirtilmiştir.
35. Başvuruya konu ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu
tarafından soyut şekilde etkili başvuru hakkının ihlal edildiği ileri
sürülmekte olup, bu hakkın nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve
kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (B. No: 2013/2103,
14/1/2014, § 40).
b- Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı
İddiası
36. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 36. ve AİHS’in 6. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
37. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce
açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun
incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde,
yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul
sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik
taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından,
başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir.
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 21-30).
38. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Başvurucu 22/7/2002
tarihinde açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
41. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
42. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
43. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
44. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
45. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde
göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
46. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
47. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının
tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
48. Ancak belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
49. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
50. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların
makul sürede karara bağlanması gerekmektedir Başvuruya konu davanın,
başvurucunun, TCDD Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan bir trenden kopan parça
nedeniyle eşinin ölümünden dolayı uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini
istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, bu sorunun çözümüne
yönelik olan ve 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen
somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir
yargılama olduğunda kuşku yoktur.
51. Medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı
kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut
başvuru açısından 22/7/2002 tarihidir.
52. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
53. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
54. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucunun eşinin Doğu Ekspresinin geçişi
sırasında trenden kopan fren balatasının başına isabet etmesi sonucu 1/7/2002
tarihinde hayatını kaybettiği iddiasıyla başvurucu ve çocukları uğradıkları
maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle TCDD Genel Müdürlüğüne karşı
22/7/2002 tarihinde Ankara 30. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açtıkları
anlaşılmaktadır. Davalı idare birinci savunmasında, davanın idari yargıda
görülmesi gerektiği yönünde itirazda bulunmuş, Asliye Hukuk Mahkemesi
16/10/2002 tarihinde görev itirazını reddetmiş, davalı idarenin olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunması üzerine dava dilekçesi ve ekleri
Danıştay Başsavcılığına gönderilmiş, anılan Başsavcılık uyuşmazlığa konu olayın
çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu düşüncesiyle Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurmuş, Uyuşmazlık Mahkemesi 28/4/2003 tarihli kararı ile
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna karar vermiş ve Asliye Hukuk
Mahkemesinin görevlilik kararını kaldırmış, Asliye Hukuk Mahkemesi ise görev
uyuşmazlığı çözülmeden önce dava hakkında işlemden kaldırma kararı almış, daha
sonra Uyuşmazlık Mahkemesi kararının dosyaya ibraz edilmesine rağmen 2/7/2003
tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş, bu karar 17/6/2004
tarihinde kesinleşmiştir.
55. Diğer taraftan başvurucu ve
çocukları 19/6/2003 tarihinde davalı idareye başvuru yaparak zararın giderilmesi
istemişler, idare bu talebi cevap vermeyerek zımnen reddetmiş, zımni ret
tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılmamış, ancak 28/1/2004 tarihinde
idarenin olumsuz cevabının tebliğinden itibaren 60 gün içinde 1/4/2004
tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkeme, 14/10/2004
tarihli kararı ile davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiş, Danıştay Onuncu
Dairesi 27/2/2008 tarihli kararıyla, davanın süresinde açıldığı gerekçesiyle
Mahkeme kararının bozulmasına karar vermiş, TCDD Genel Müdürlüğünün yaptığı
karar düzeltme talebinin de reddedilmesinin ardından dava dosyası 9/3/2009
tarihinde Eskişehir 1. İdare Mahkemesi kayıtlarına girmiş, Mahkeme, Danıştay
kararına uyarak dava dosyasının tekemmülünü sağlamış, 17/6/2009 tarihli ara kararı
ile davalı idareden tüm bilgi ve belgeleri içeren işlem dosyasının, 16/10/2009
tarihli ara kararı ile Sivrihisar Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturma
dosyasının, 10/12/2009 tarihli ara kararı ile Sivrihisar Asliye Ceza
Mahkemesinden ceza davası dosyasının gönderilmesini istemiş, 2/6/2010 tarihinde
bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiş, hazırlanan bilirkişi raporu
13/8/2010 tarihinde tebliğe çıkarılmış, davalı idare 25/8/2010 tarihinde
bilirkişi raporuna itiraz etmiş, Mahkeme 8/10/2010 tarihinde maddi ve manevi
tazminat istemlerini kısmen kabul ederek davayı sonuçlandırmıştır.
56. Bu karara karşı davalı idare
tarafından 11/1/2011 tarihinde yapılan temyiz başvurusu 13/3/2011 tarihinde
Danıştay Başkanlığına gönderilmiş, Danıştay Onuncu Dairesinin 29/4/2013 tarihli
kararı ile reddedilerek Mahkeme kararı onanmış, bu karara karşı davalı idare
tarafından 23/8/2013 tarihinde karar düzeltme başvurusu yapılmış, dava dosyası
23/10/2013 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesine gönderilmiş olup, halen bu talep
hakkında bir karar verilmiş değildir.
57. Bunun yanında 26/7/2013
tarihinde yapılan bireysel başvurudan sonra Eskişehir İdare Mahkemesince hüküm
altına alınan tazminat tutarı 1/8/2013 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.
58. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, 22/7/2002 tarihinde adli yargı yerinde açılan davada görevli
yargı yerinin 28/4/2003 tarihinde belirlendiği, 1/4/2004 tarihinde görevli
idare mahkemesinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair kararın
Danıştay tarafından bozulması ve karar düzeltme talebinin de reddedilmesi
üzerine 9/3/2009 tarihinde dava dosyasının yeniden Mahkeme kaydına girdiği ve
dosyanın tekemmül ettirilmesinin ardından, 25/5/2009 tarihinde esastan
incelemeye geçildiği, uyuşmazlığın çözümü için 17/6/2009, 16/10/2009,
10/12/2009 tarihli ara kararlar ile ölüm olayına ve bu olay nedeniyle açılan
ceza soruşturması ve davasına ilişkin bilgilerin istendiği, 2/6/2010 tarihli
ara kararı üzerine yaptırılan bilirkişi incelemesinden sonra 8/10/2010
tarihinde esastan karar verildiği anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın başladığı
22/7/2002 tarihinden itibaren yaklaşık bir yıl dokuz ay sonra görevli yargı
yerinde davanın görülmesine geçildiği ve bu tarihten yaklaşık dört yıl on bir
ay sonra dava dosyasının tekemmülünün sağlanmaya başlandığı ve uyuşmazlığın
başladığı tarihten itibaren toplam sekiz yıl iki ay on altı gün sonra dava
hakkında ilk derece Mahkemesince esastan karar verildiği görülmektedir.
59. Kanun yolu incelemesinde yer
alan süreçlerin değerlendirilmesinde, ilk derece Mahkemesinin davanın süresinde
açılmadığına dair kararının temyiz edilmesi üzerine, temyiz mercii tarafından
yaklaşık üç yıl sonra, davanın süresinde açıldığı gerekçesiyle bozma kararı tesis
edildiği, bu karara yapılan düzeltme talebinin de yaklaşık bir yılda
sonuçlandırıldığı, İlk Derece Mahkemesince verilen esasa ilişkin kararın tekrar
temyiz edilmesi üzerine iki yıl bir ay sonra onama kararının verildiği, bu
karara karşı davalı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebinin
23/10/2013 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesine gönderildiği ve bu sürecin halen
devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır.
60. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
61. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Foti ve Diğerleri/İtalya, B. No: 7604/76, 10/12/1982, § 61; Neumeister/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, §
20-21; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/07/1983, §
29-32; Reilly/İrlanda, B. No: 21624/93, 22/2/1995, §
65-66; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, §
84).
62. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, görevli yargı yerinin belirlenmesinde, ilk derece
Mahkemesince ilk önce davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu davanın
esastan görüşülmeye geçilmesinde ve farklı tarihlerde verilen ara kararları
nedeniyle davanın çözüme kavuşturulmasında gecikmelerin yaşandığı, kanun yolu
incelemesinde de benzer şekilde kararın alınması noktasında aksamalar olduğu
tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle
yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin
somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından,
hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin
yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
63. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
64. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın TCDD Genel Müdürlüğüne ait bir trenden
kopan parçanın başvurucunun eşinin ölümüne sebebiyet vermesi sonucu başvurucu
ve çocuklarının uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine yönelik olmasına ve
davanın esastan çözümünün ise İlk Derece Mahkemesince yaklaşık bir yıl yedi ay
içinde tamamlanmış olmasına karşın görevli yargı yerinin tespiti ile davanın
süresinde açıldığının ortaya konulmasının yaklaşık altı yıl sekiz ay sürmesi ve
henüz sonuçlandırılmayan davanın on bir yıl sekiz aydır devam ediyor olması
şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.
65. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
66. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle maruz kaldığı manevi zarar
karşılığında 100.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
67. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on bir yıl sekiz aylık yargılama süresi nazara
alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
takdiren 15.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
69. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
70. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık on bir yıl sekiz ay sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma
hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan
bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü
zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir
örneğinin ilgili Danıştay dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun
1.
Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 15.150,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla ilgili Danıştay dairesine
gönderilmesine,
20/3/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.