TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
İSMAİL EROL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5723)
Karar Tarihi: 24/3/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör
Fatma KARAMAN ODABAŞI
Basvurucular
1. İsmail EROL
2. Niyazi EROL
3. İkbal SARIALTIN
Vekili
Av. Nurtekin SEYMEN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kadastro çalışmaları sırasında başvurucuların murisi adına tespit gören ve 1994 yılında başvurucular tarafından üçüncü kişiye satışı yapılan taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında hatalı olarak eksik yazılan yüz ölçümünün 2004 yılında 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 41. maddesine göre düzeltilmesi üzerine açılan alacak ve tazminat davalarının reddedilmesi sebepleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/07/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 22/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 30/9/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Ankara ili Gölbaşı ilçesi Taşpınar köyü Yumrutepe mevkiinde bulunan 142 parsel sayılı taşınmaz 1952 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 15430 m2 yüz ölçümü ile başvurucuların murisleri adına tespit görerek tapuda tescil edilmiştir.
9. Başvurucular Taşpınar köyü Yumrutepe mevkii 142 parsel sayılı taşınmazın murislerine ait olmasına rağmen aynı köydeki 140 parsel sayılı taşınmaza ilişkin Ankara Gezici Kadastro Mahkemesinin 8/6/1956 tarihli ve E.1952/615, K.1956/496 sayılı kararının değiştirilmesi suretiyle 142 parsel sayılı taşınmaz davalıymış gibi gösterilerek oluşturulan sahte Mahkeme kararıyla tapu kütüğünde işlem yapıldığını ve aynı yöntemle işlem yapılan başka taşınmazlar da bulunduğunu belirterek 20/7/1987 tarihinde Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesindetapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Mahkemece davanın kabulüne, 142 parsel sayılı taşınmaz ve dava konusu olan diğer taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile başvurucular adına tesciline dair verilen22/12/1992 tarihli ve E.1991/380, K.1992/725 sayılı kararınkesinleşerek 23/3/1994 tarihinde tapu siciline işlendiği anlaşılmaktadır.
10. 142 parsel sayılı taşınmaz 12/4/1994 tarihinde başvurucular tarafından K.E.ye, 8/3/2000 tarihinde K.E. tarafından Ş.T.ye, 28/3/2000 tarihinde Ş.T. tarafından M.N.E.ye, 20/6/2000 tarihinde de M.N.E. tarafından A.T.ye satılarak tapuda tescil edilmiştir.
11. Taşınmazı 20/6/2000 tarihinde satın alan A.T. 26/6/2003 tarihinde Kadastro Müdürlüğüne başvurarak 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi kapsamında taşınmazın yüz ölçümünün düzeltilmesini istemiştir. Kadastro çalışmaları sırasında 15430 m2 olarak tespit gören taşınmazın yüz ölçümü 30/3/2004 tarihinde 35250 m2 olarak düzeltilmiştir.
12. a) Taşınmazın yüz ölçümünün düzeltme talep eden malik lehine arttığı ve bu artış oranında kendilerinin zarara uğradığı iddiasıyla başvurucular tarafından 24/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 215. maddesi kapsamında malik A.T. aleyhine 25/11/2004 tarihinde Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde alacak davası açılmıştır.
b) Mahkemece 20/4/2005 tarihli ve E.2004/618, K.2005/345 sayılı karar ile, krokilerin incelenmesinden dava konusu taşınmazın kadastro tespitindeki sınırları ile davalı A.T.nin başvurusu sırasındaki sınırları arasında değişiklik bulunmadığının anlaşıldığı, sonradan 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi gereğince mesaha tashihi yapılmasının taşınmazın sabit sınırlarında bir değişiklik meydana getirmediği, 3402 sayılı Kanun'a göre krokili taşınmazlarda taşınmazın yüz ölçümünün tapudaki miktarlarına göre değil, krokisine göre belirlendiği; taşınmazın davalı A.T.ye satışı sırasında krokinin aynı kroki olduğu, her iki tarafın da krokiye göretaşınmazın ne kadar yüz ölçümü olabileceğini bilmek durumunda oldukları, krokide bir değişiklik olmadığına göre miktar fazlasının yani sonradan yapılan mesaha tashihi fazlasının tazminata konu olmasının iyi niyetle bağdaşmayacağı ve davalının iyi niyetli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
c) Karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25/10/2005 tarihli ve E.2005/8849, K.2005/10760 sayılı ilamı ile onanmıştır.
d) Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 23/3/2006 tarihli ve E.2006/860, K.2006/2940 sayılı ilamıyla reddedilmiş, hüküm 23/3/2006 tarihinde kesinleşmiştir.
13. a) Kadastro tespitinde yüz ölçümün hatalı tespit edilmiş olmasının hizmet kusuru olduğu ve zarara sebebiyet verdiği iddiasıyla başvuruculardan Niyazi Erol tarafından Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü aleyhine 9/3/2006 tarihinde Ankara 5. İdare Mahkemesinde tazminat istemiyle tam yargı davası açılmıştır.
b) Mahkemece 21/2/2007 tarihli ve E. 2006/684, K.2007/286 sayılı karar ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayalı uyuşmazlıklarda adli yargı mercilerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir.
c) Kararın Danıştay Onuncu Dairesinin 18/9/2009 tarihli ve E.2007/5189, K.2009/8074 sayılı ilamı ile onandığı ve kesinleştiği belirtilmiştir.
14. a) Başvurucular tapu işlemlerinin kadastro işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olup bir bütün oluşturduğunu, kadastro çalışmaları sırasında taşınmazın yüz ölçümünün yanlış yazılması sebebiyle uğradıkları zarardan devletin sorumluluğu bulunduğunu belirterek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak Maliye Hazinesi aleyhine 14/9/2010 tarihinde Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır.
b) Mahkemece 24/3/2011 tarihli ve E.2010/630, K.2011/214 sayılı karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:
"... Dava konusu taşınmaz 1952 yılında davacıların murisleri adına tespit ve tescil edilmiştir. İlk tespit esnasında taşınmazın yüzölçümü 15.430,00 m2 olarak belirlenmiştir. ... Taşınmaz şu anda üçüncü bir şahıs adınakayıtlıdır ve yüzölçümü de 35.250,100 m2 dir. ... asıl olan taşınmazın zemindeki konumu ve yüzölçümüdür. Tapu kaydında ne kadar gösterilirse gösterilsin taşınmaz sahipleri taşınmazların zemindeki yüzölçümlerini bilmek ya da bilebilecek durumda olmak zorundadırlar. Yani taşınmaz sahipleri tapu kaydındaki kayıtlı yüzölçümünü hiç bilmeseler dahi zemindeki durumu itibariyle taşınmazlarının miktar ve yüzölçümünü bilirler. Eşyanın tabiatına ve hayatın olağan akışına uygun olan da budur. ... taşınmaz alım ve satımları esnasında resmi kayıtlardan önce taşınmazın zemindeki durumu ve yüzölçümü görülüp gerekli hesaplamalar yapılarak satış işlemleri yapılmaktadır. Bu bağlamda davacı tarafın satış yapıldıktan sonra alıcı tarafından taşınmazın yüzölçümünün artırılması sonucunu doğuran müracaatı neticesinde zarara uğradığı iddiası ... haklı ve yerinde görülmemiştir. Ayrıca dava konusu taşınmazın yüzölçümü kadastro tespiti esnasında yapılmıştır. Tespit esnasında yapılan yanlışlıklara dair yasal yollar 3402 sayılı Yasada belirtilmiştir. Bunun gibi mahkeme kararına konu olan parselin yargılama esnasında da yüzölçümüne itiraz edilmemiş ve hükmen tescil yapılmıştır. ... Neticede dava konusu taşınmazın tapulama tespitinin kesinleştiği tarih itibariyle geometrik ve hukuki durumu belirlenmiş olup tapu kaydındaki alana ilişkin miktarın noksan yazılmasında hukuka aykırılık olmadığı..."
c) Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarihli ve E.2011/14696, K.2012/19429 sayılı ilamı ile onanmıştır.
d) Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 6/6/2013 tarihli ve E.2013/8009, K. 2013/10840 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
15. Karar başvuruculara 10/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular31/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
17. 3402 sayılı Kanun'un 22/2/2005 tarihli ve 5304 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki 41. maddesi şöyledir:
"Kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan taşınmazlarda ölçü, sınırlandırma, tersimat ve hesaplamalardan doğan hatalar, ilgilinin müracaatı veya kadastro müdürlüğünce re’sen düzeltilir. Düzeltme, taşınmaz malikleri ile diğer hak sahiplerine tebliğ olunur. Tebliğ tarihinden başlayan otuz gün içinde düzeltmenin kaldırılması yolunda sulh hukuk mahkemesinde dava açılmadığı takdirde, yapılan düzeltme kesinleşir. Kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle kesinleşmiş olan taşınmazlarda, değişiklik işlemleri sırasında ortaya çıkan yüzölçümü farklılıklarından, kadastronun dayandığı teknik kurallarda belirtilen hata sınırları içinde kalanların re’sen düzeltilmesine kadastro müdürlükleri yetkilidir.
Bu maddenin uygulanmasında, 12 nci maddede belirtilen hak düşürücü süre aranmaz."
18. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
20. Başvurucular, kadastro çalışmaları sırasında murisleri adına tespit gören ve 1994 yılında üçüncü kişiye satışını gerçekleştirdikleri taşınmazın kadastro tespitinde hatalı olarak eksik yazılan yüz ölçümünün 2004 yılında 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesine göre düzeltildiğini, hatalı yazılan yüz ölçümü sebebiyle satın alan sonraki malikler lehine olacak şekilde zarara uğradıklarını, bu kapsamda adli ve idari yargı mercilerinde açılan davaların reddedildiğini, Yargıtay ilgili hukuk dairelerinin, önceki içtihatlarının aksine kadastro işlemlerinden kaynaklanan hatalar sebebiyle sebepsiz zenginleşmeye dayalı olarak açılan alacak davalarının kabulü ve bu hatalar sebebiyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında devletin sorumluluğu bulunduğu ve tazminat talep edilebileceği yönünde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları doğrultusunda içtihat değişikliğine gittiklerini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların başvuruya konu şikâyetlerinin üç ayrı yargılama sürecine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu süreçlerden birincisi taşınmazın yüz ölçümünün satın alan sonraki malikler lehine olacak şekilde düzeltilmesi sebebiyle Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde sebepsiz zenginleşmeye dayalı olarak açıldığı belirtilen alacak davası, ikincisi kadastro tespitinde taşınmazın yüz ölçümünün hatalı tespit edilmiş olmasının hizmet kusuru olduğu ve zarara sebebiyet verdiği iddiasıyla Ankara 5. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davası, üçüncüsü ise kadastro tespitinde yüz ölçümün hatalı tespit edilmiş olması sebebiyle uğranılan zarardan devletin sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat davasıdır. Bu kapsamda başvurucuların 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak açtıkları tazminat davasına ilişkin şikâyetleri diğer yargılama süreçlerine ilişkin şikâyetlerden ayrı incelenmiş; sebepsiz zenginleşmeye dayalı olarak açıldığı belirtilen alacak davası ile idari yargıda görülen tam yargı davası kapsamında kalan şikâyetler ise ayrıca değerlendirilmiştir.
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuruya konu taşınmazın 12/4/1994 tarihindebaşvurucular tarafından üçüncü kişiye satılarak mülkiyetinin tapuda devredildiği sabittir. Bu satış işleminden sonra taşınmazın yine üçüncü kişiler arasında birçok defa satış işlemine konu olduğu ve el değiştirdiği hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Hâlihazırda başvurucuların mülkiyetinde bulunmayıp rızayla yapılan tasarruf işlemleri sebebiyle üçüncü kişinin mülkiyetinde bulunduğu anlaşılan taşınmaza ilişkin olarak başvurucuların taşınmazın eksik yüz ölçümü ile satılmış olması ve bu kapsamda 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat davasının da reddedilmesine ilişkin şikâyetlerinin yargılama sonucunun adil olmadığı iddiasıyla ilgili bulunduğu değerlendirilerek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat davası kapsamında kalan tüm şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde Açılan Alacak Davası ile Ankara 5. İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin İhlal İddiaları Yönünden
23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
24. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S, B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
25. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51,25/12/2012, § 18).
26. Somut olayda başvurucular, Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde sebepsiz zenginleşmeye dayalı olarak açıldığı belirtilen alacak davası ile Ankara 5. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının reddedildiğini, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin son yıllarda AİHM kararları doğrultusunda kadastrodan kaynaklanan hatalardan faydalanan sonraki maliklere karşı açılan sebepsiz zenginleşmeye ilişkin davaların kabulü yönünde kararlar verdiğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
27. Kadastro tespitinde taşınmazın yüz ölçümünün hatalı olarak eksik yazıldığı ve 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi gereğince 2004 yılında yüz ölçümde düzeltme yapıldığı iddiasıyla yüz ölçümün düzeltilmesinden faydalanan malike karşı 25/11/2004 tarihinde Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucular tarafından açılan alacak davası, Mahkemenin 20/4/2005 tarihli kararı ile reddedilmiş; temyiz üzerine karar Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25/10/2005 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar, düzeltme isteminin 23/3/2006 tarihinde reddedilmesi üzerine aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu durumda Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde taşınmazın düzeltilen yüz ölçümünden faydalanan malike karşı açılan ve sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayandığı belirtilen alacak davasına ilişkin şikâyetler zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
28. Benzer şekilde kadastro tespitinde taşınmazın yüz ölçümünün hatalı yazılmasının hizmet kusuru olduğu ve zarara sebebiyet verdiği gerekçesiyle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 5. İdare Mahkemesinde başvuruculardan Niyazi Erol tarafından açılan tam yargı davası, Mahkemenin 21/2/2007 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 18/9/2009 tarihli ilamı ile kararın onandığını ve kesinleştiğini belirtmiştir. Bu durumda Ankara 5. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasına ilişkin şikâyetler de zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/4/2005 tarihli ve Ankara 5. İdare Mahkemesinin 21/2/2007 tarihli başvuruya konu kararların 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. 4721 Sayılı Kanun'un 1007. Maddesi Uyarınca Açılan Tazminat Davasına İlişkin İhlal İddiaları Yönünden
30. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
31. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
33. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
34. Başvuru konusu olayda başvurucular 1952 yılında yapılan kadastro tespit çalışmalarında murisleri adına tespit gören ve 1994 yılında kendileri tarafından üçüncü kişiye satılarak tapuda devredilen taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında hatalı olarak eksik yazılan yüz ölçümünün 2004 yılında 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesine göre satın alan sonraki malikler lehine olacak şekilde düzeltildiğini, taşınmazın eksik yüz ölçümü ile satılması sebebiyle zarara uğradıklarını belirtmişlerdir. Yine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin önceki içtihatlarının aksine tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün olduğunu ve kadastro işlemlerinden kaynaklanan hatalar sebebiyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca devletin sorumluluğu bulunduğunu kabul ederek AİHM kararları doğrultusunda içtihat değişikliğine gitmesine rağmen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davasını reddettiğini ve kararın kesinleştiğini belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
35. Bakanlık görüş yazısında, 1952 yılında yapılan tesis kadastrosu ile başvurucuların murisleri adına tespit edilen taşınmazın krokisinin yapıldığı ve bu kroki hiç değişmeden taşınmazın birden fazla satış işlemine konu edildiği, sınırları sabit taşınmazlar bakımından tapu kaydındaki miktarın açıklayıcı nitelikte olduğu, bu tür bir taşınmazın miktarının kroki ile sınırlanan zemin alanı olup malikin mülkiyet hakkının kroki ile belirlenen yere ilişkin olduğu, yeni malikin talebi üzerine Kadastro Müdürlüğü tarafından yapılan ölçümün uygulamada mesaha tashihi olarak adlandırılan "düzeltmeden" ibaret olduğu ve bu işlem sırasında taşınmazın sabit sınırlarının ve krokisinin değişmesinin söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Başvurucuların ve murislerinin 1952 yılından 1994 yılına kadar maliki oldukları zemin alanının kendileri tarafından bilinmemesinin mümkün olmadığı, öte yandan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davasında Mahkemece kadastro işlemleri sebebiyle devletin sorumluluğuna ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı, taşınmazın zemin alanının başvurucular tarafından bilinmesi ve satışın bu miktar üzerinden yapılması gerektiğinden bahisle yanlızca yüz ölçümün hatalı yazılmasının tazminatı gerektirmediğine karar verildiği, başvuruya konu İlk Derece Mahkemesi kararı ile emsal gösterilen Hukuk Genel Kurulu Kararının bağlamlarının farklı olduğu ifade edilerek şikâyetlerin incelenmesinde belirtilen hususların da dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
36. Başvuru konusu olayda 1952 yılında yapılan kadastro çalışmalarında 15430 m2 olarak başvurucuların murisi adına tespit gören taşınmaz 1994 yılında başvurucular tarafından K.E.ye satılarak tapuda devredilmiştir. Bundan sonra taşınmaz 8/3/2000 tarihinde K.E. tarafından Ş.T.ye, 28/3/2000 tarihinde Ş.T. tarafından M.N.E.ye, 20/6/2000 tarihinde de M.N.E. tarafından A.T.ye satılarak tapuda tescil edilmiştir. Taşınmazın 2004 yılındaki maliki A.T.nin başvurusu üzerine 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi uyarınca taşınmazın yüz ölçümü 35250 m2 olarak düzeltilmiştir. Başvurucular, taşınmazın eksik yüz ölçümü ile satılmış olması sebebiyle zarara uğradıklarını belirterek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca Maliye Hazinesi aleyhine tazminat davası açmışlardır. Mahkemece, taşınmazın tapu kaydı, yüz ölçümün düzeltilmesi işlemine ait kayıtlar, Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/618 ve Ankara 10. İdare Mahkemesinin E.2006/684 sayılı dava dosyaları getirtilip mahallinde keşif yaptırılarak bilirkişilerden rapor alınmış ve 24/3/2011 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarihli ilamı ile onanmış; karar düzeltme talebi ise reddedilerek hüküm 6/6/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
37. 1952 yılında yapılan kadastro tespit çalışmalarında taşınmazın yüz ölçümü 15430 m2 olarak belirlenmiştir. Taşınmaz hâlihazırda üçüncü bir şahıs adına kayıtlı olup 2004 yılında 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesine göre taşınmazın yüz ölçümü 35250 m2 olarak düzeltilmiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, taşınmazın zemindeki konumu ve yüz ölçümünün esas olduğu, tapu kayıtlarında ne kadar gösterilirse gösterilsin taşınmaz sahiplerinin taşınmazlarının zemindeki yüz ölçümlerini bilebilecek durumda oldukları, bir başka deyişle taşınmaz sahiplerinin tapu kayıtlarındaki yüz ölçümü bilmeseler dahi zemindeki durumu itibarıyla taşınmazlarının miktar ve yüz ölçümünü bilmelerinin eşyanın tabiatına ve hayatın olağan akışına uygun olduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca taşınmaz alım ve satımları esnasında resmî kayıtlardan önce taşınmazın zemindeki durumu ve yüz ölçümü görülüp gerekli hesaplamalar yapılarak satış işlemlerinin gerçekleştirildiği, bu bağlamda satış işleminden sonra 2004 yılındaki taşınmaz malikinin talebi üzerine yüz ölçümün düzeltilmesi sebebiyle başvurucuların zarara uğradıkları iddiasının haklı ve yerinde görülmediği, dava konusu taşınmazın kadastro tespitinin kesinleştiği tarih itibarıyla geometrik ve hukuki durumunun belirlenmiş olduğu vurgulanmıştır.
38. 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesinde, kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan taşınmazların ölçü, sınırlandırma, tersimat ve hesaplamalardan doğan hataların talep üzerine veya kadastro müdürlüğünce resen düzeltilebileceği belirtilmiştir. Bu bakımdan yalnızca geometrik durumları kesinleşmiş taşınmazlarda mülkiyet haklarını etkilemeyecek şekilde düzeltme yapılması mümkün bulunmaktadır.
39. Dava konusu taşınmazın 1952 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında tespit edilen yüz ölçümü 15430 m2dir. 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi kapsamında 2004 yılında Kadastro Müdürlüğüne yapılan başvuru neticesinde taşınmazın yüz ölçümü kadastro çalışmalarında belirlenen yüz ölçümün iki katından daha fazla olacak şekilde 35250 m2 olarak düzeltilmiştir. Taşınmazın ilk olarak belirlenen yüz ölçümü ile düzeltme sonunda belirlenen yüz ölçümü karşılaştırıldığında ciddi bir farkın bulunduğu ve bu derece büyük bir farklılığın taşınmazın zeminde fiilen kapladığı alan bakımından başvurucular ve sonraki maliklerince fark edilmemesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmadığı değerlendirilmiştir. Öte yandan 1994 yılında başvurucular tarafından üçüncü kişiye satılarak tapuda devredilen taşınmaz, bu tarihten sonra yine üçüncü kişiler arasında birçok defa satış işlemine konu olmuş ve rızayla yapılan tasarruf işlemleri sebebiyle el değiştirmiştir. Başvurucular tarafından üçüncü kişiler arasındaki satış işlemleri ve bu kapsamda rızayla yapılan tasarruf işlemlerinde taraf hak ve yükümlülüklerinin doğrudan ve münhasıran taşınmazın tapu sicilinde belirtilen yüz ölçümüne bağlı olarak belirlendiği iddia edilmediği gibi bu hususta bilgi ve belge de sunulmamıştır. Düzeltme işlemi yalnızca resmî kayıtlar üzerinde yapılmış olup taşınmazın geometrik ve hukuki durumu, zeminde fiilen kapladığı alan ile sabit sınırları değişmemiştir. Taşınmazın aynı sabit sınırlar ile zeminde kapladığı alan değişmeksizin satış işlemlerine konu olduğu değerlendirilmiştir.
40. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca ileri sürülen taleplerin Kanun'un bu maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve madde kapsamının belirlenmesi noktasındaki yorum ile somut olayın bu kapsamda değerlendirilmesi noktasındaki takdir derece mahkemelerine aittir.
41. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucuların iddiaları incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet bulunmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
42. Başvurucular, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadıklarına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadıklarına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadıklarına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadıkları gibi Mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
43. Öte yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Miraş Mümessillik İnş. Taah. Reklam. Paz. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 36).
44. Başvurucular tarafından tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün olduğu ve kadastro işlemlerinden kaynaklanan hatalar sebebiyle devletin sorumluluğu bulunduğu Yargıtay Dairesi içtihatlarıyla benimsenmesine rağmen davanın reddedilerek kesinleştiği iddia edilmiş ise de benimsendiği iddia edilen Yargıtay içtihadının aksine bir yorum ve değerlendirmeye yer vermeyen somut olayın özeliklerini, taşınmaz satım işlemlerini etkileyebilecek unsurları ve başvurucular ile taşınmazı satın alan diğer üçüncü kişiler arasındaki ilişkinin niteliği hususlarında değerlendirmeler yaparak zarara uğranıldığı iddiasının haklı ve yerinde görülmediğini vurgulayan Derece Mahkemesi kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve Derece Mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan alacak davası ile Ankara 5. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasına ilişkin ihlal iddialarının "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. 4721 Sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davasına ilişkin ihlal iddialarının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.