TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İSMAİL EROL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5723)
|
|
Karar Tarihi: 24/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Fatma KARAMAN ODABAŞI
|
Basvurucular
|
:
|
1. İsmail EROL
|
|
|
2. Niyazi EROL
|
|
|
3. İkbal SARIALTIN
|
Vekili
|
:
|
Av. Nurtekin
SEYMEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kadastro çalışmaları sırasında başvurucuların murisi
adına tespit gören ve 1994 yılında başvurucular tarafından üçüncü kişiye satışı
yapılan taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında hatalı olarak eksik yazılan
yüz ölçümünün 2004 yılında 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı
Kadastro Kanunu'nun 41. maddesine göre düzeltilmesi üzerine açılan alacak ve
tazminat davalarının reddedilmesi sebepleriyle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/2/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/07/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/9/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
22/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 30/9/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle
şöyledir:
8. Ankara ili Gölbaşı ilçesi Taşpınar köyü Yumrutepe
mevkiinde bulunan 142 parsel sayılı taşınmaz 1952 yılında yapılan kadastro
çalışmaları sırasında 15430 m2 yüz ölçümü ile başvurucuların murisleri adına
tespit görerek tapuda tescil edilmiştir.
9. Başvurucular Taşpınar köyü Yumrutepe
mevkii 142 parsel sayılı taşınmazın murislerine ait olmasına rağmen aynı
köydeki 140 parsel sayılı taşınmaza ilişkin Ankara Gezici Kadastro Mahkemesinin
8/6/1956 tarihli ve E.1952/615, K.1956/496 sayılı kararının değiştirilmesi
suretiyle 142 parsel sayılı taşınmaz davalıymış gibi gösterilerek oluşturulan
sahte Mahkeme kararıyla tapu kütüğünde işlem yapıldığını ve aynı yöntemle işlem
yapılan başka taşınmazlar da bulunduğunu belirterek 20/7/1987 tarihinde Gölbaşı
Asliye Hukuk Mahkemesindetapu iptali ve tescil davası
açmışlardır. Mahkemece davanın kabulüne, 142 parsel sayılı taşınmaz ve dava
konusu olan diğer taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile başvurucular adına
tesciline dair verilen22/12/1992 tarihli ve E.1991/380, K.1992/725 sayılı kararınkesinleşerek 23/3/1994 tarihinde tapu siciline
işlendiği anlaşılmaktadır.
10. 142 parsel sayılı taşınmaz 12/4/1994 tarihinde başvurucular
tarafından K.E.ye, 8/3/2000 tarihinde K.E. tarafından Ş.T.ye, 28/3/2000
tarihinde Ş.T. tarafından M.N.E.ye, 20/6/2000 tarihinde de M.N.E. tarafından
A.T.ye satılarak tapuda tescil edilmiştir.
11. Taşınmazı 20/6/2000 tarihinde satın alan A.T. 26/6/2003
tarihinde Kadastro Müdürlüğüne başvurarak 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi
kapsamında taşınmazın yüz ölçümünün düzeltilmesini istemiştir. Kadastro
çalışmaları sırasında 15430 m2 olarak tespit gören taşınmazın yüz ölçümü
30/3/2004 tarihinde 35250 m2 olarak düzeltilmiştir.
12. a) Taşınmazın yüz ölçümünün düzeltme talep eden malik lehine
arttığı ve bu artış oranında kendilerinin zarara uğradığı iddiasıyla
başvurucular tarafından 24/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar
Kanunu'nun 215. maddesi kapsamında malik A.T. aleyhine 25/11/2004 tarihinde
Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde alacak davası açılmıştır.
b) Mahkemece 20/4/2005 tarihli
ve E.2004/618, K.2005/345 sayılı karar ile, krokilerin incelenmesinden dava
konusu taşınmazın kadastro tespitindeki sınırları ile davalı A.T.nin başvurusu sırasındaki sınırları arasında değişiklik
bulunmadığının anlaşıldığı, sonradan 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi gereğince
mesaha tashihi yapılmasının taşınmazın sabit sınırlarında bir değişiklik
meydana getirmediği, 3402 sayılı Kanun'a göre krokili taşınmazlarda taşınmazın
yüz ölçümünün tapudaki miktarlarına göre değil, krokisine göre belirlendiği;
taşınmazın davalı A.T.ye satışı sırasında krokinin aynı kroki olduğu, her iki
tarafın da krokiye göretaşınmazın ne kadar yüz ölçümü
olabileceğini bilmek durumunda oldukları, krokide bir değişiklik olmadığına
göre miktar fazlasının yani sonradan yapılan mesaha tashihi fazlasının
tazminata konu olmasının iyi niyetle bağdaşmayacağı ve davalının iyi niyetli
olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
c) Karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25/10/2005 tarihli ve
E.2005/8849, K.2005/10760 sayılı ilamı ile onanmıştır.
d) Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 23/3/2006 tarihli ve
E.2006/860, K.2006/2940 sayılı ilamıyla reddedilmiş, hüküm 23/3/2006 tarihinde
kesinleşmiştir.
13. a) Kadastro tespitinde yüz ölçümün hatalı tespit edilmiş
olmasının hizmet kusuru olduğu ve zarara sebebiyet verdiği iddiasıyla
başvuruculardan Niyazi Erol tarafından Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
aleyhine 9/3/2006 tarihinde Ankara 5. İdare Mahkemesinde tazminat istemiyle tam
yargı davası açılmıştır.
b) Mahkemece 21/2/2007 tarihli ve E. 2006/684, K.2007/286 sayılı
karar ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayalı uyuşmazlıklarda adli yargı mercilerinin
görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir.
c) Kararın Danıştay Onuncu Dairesinin 18/9/2009 tarihli ve
E.2007/5189, K.2009/8074 sayılı ilamı ile onandığı ve kesinleştiği
belirtilmiştir.
14. a) Başvurucular tapu işlemlerinin kadastro işlemlerinden
başlayarak birbirini takip eden işlemler olup bir bütün oluşturduğunu, kadastro
çalışmaları sırasında taşınmazın yüz ölçümünün yanlış yazılması sebebiyle
uğradıkları zarardan devletin sorumluluğu bulunduğunu belirterek 4721 sayılı
Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak Maliye Hazinesi
aleyhine 14/9/2010 tarihinde Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat
davası açmışlardır.
b) Mahkemece 24/3/2011 tarihli ve E.2010/630, K.2011/214 sayılı
karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:
"... Dava konusu taşınmaz 1952 yılında
davacıların murisleri adına tespit ve tescil edilmiştir. İlk tespit esnasında
taşınmazın yüzölçümü 15.430,00 m2 olarak belirlenmiştir. ... Taşınmaz şu anda
üçüncü bir şahıs adınakayıtlıdır ve yüzölçümü de
35.250,100 m2 dir. ... asıl olan taşınmazın zemindeki
konumu ve yüzölçümüdür. Tapu kaydında ne kadar gösterilirse gösterilsin
taşınmaz sahipleri taşınmazların zemindeki yüzölçümlerini bilmek ya da
bilebilecek durumda olmak zorundadırlar. Yani taşınmaz sahipleri tapu
kaydındaki kayıtlı yüzölçümünü hiç bilmeseler dahi zemindeki durumu itibariyle
taşınmazlarının miktar ve yüzölçümünü bilirler. Eşyanın tabiatına ve hayatın
olağan akışına uygun olan da budur. ... taşınmaz alım ve satımları esnasında
resmi kayıtlardan önce taşınmazın zemindeki durumu ve yüzölçümü görülüp gerekli
hesaplamalar yapılarak satış işlemleri yapılmaktadır. Bu bağlamda davacı
tarafın satış yapıldıktan sonra alıcı tarafından taşınmazın yüzölçümünün
artırılması sonucunu doğuran müracaatı neticesinde zarara uğradığı iddiası ...
haklı ve yerinde görülmemiştir. Ayrıca dava konusu taşınmazın yüzölçümü
kadastro tespiti esnasında yapılmıştır. Tespit esnasında yapılan yanlışlıklara
dair yasal yollar 3402 sayılı Yasada belirtilmiştir. Bunun gibi mahkeme
kararına konu olan parselin yargılama esnasında da yüzölçümüne itiraz edilmemiş
ve hükmen tescil yapılmıştır. ... Neticede dava konusu taşınmazın tapulama
tespitinin kesinleştiği tarih itibariyle geometrik ve hukuki durumu belirlenmiş
olup tapu kaydındaki alana ilişkin miktarın noksan yazılmasında hukuka
aykırılık olmadığı..."
c) Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarihli ve
E.2011/14696, K.2012/19429 sayılı ilamı ile onanmıştır.
d) Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 6/6/2013 tarihli ve
E.2013/8009, K. 2013/10840 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
15. Karar başvuruculara 10/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular31/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
17. 3402 sayılı
Kanun'un 22/2/2005 tarihli ve 5304 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten
önceki 41. maddesi şöyledir:
"Kadastro sırasında veya sonrasında
yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan taşınmazlarda ölçü,
sınırlandırma, tersimat ve hesaplamalardan doğan
hatalar, ilgilinin müracaatı veya kadastro müdürlüğünce re’sen
düzeltilir. Düzeltme, taşınmaz malikleri ile diğer hak sahiplerine tebliğ
olunur. Tebliğ tarihinden başlayan otuz gün içinde düzeltmenin kaldırılması
yolunda sulh hukuk mahkemesinde dava açılmadığı takdirde, yapılan düzeltme
kesinleşir. Kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle kesinleşmiş
olan taşınmazlarda, değişiklik işlemleri sırasında ortaya çıkan yüzölçümü
farklılıklarından, kadastronun dayandığı teknik kurallarda belirtilen hata
sınırları içinde kalanların re’sen düzeltilmesine
kadastro müdürlükleri yetkilidir.
Bu maddenin uygulanmasında, 12
nci maddede belirtilen hak düşürücü süre
aranmaz."
18. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
20. Başvurucular, kadastro çalışmaları sırasında murisleri adına
tespit gören ve 1994 yılında üçüncü kişiye satışını gerçekleştirdikleri
taşınmazın kadastro tespitinde hatalı olarak eksik yazılan yüz ölçümünün 2004
yılında 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesine göre düzeltildiğini, hatalı yazılan
yüz ölçümü sebebiyle satın alan sonraki malikler lehine olacak şekilde zarara
uğradıklarını, bu kapsamda adli ve idari yargı mercilerinde açılan davaların
reddedildiğini, Yargıtay ilgili hukuk dairelerinin, önceki içtihatlarının
aksine kadastro işlemlerinden kaynaklanan hatalar sebebiyle sebepsiz zenginleşmeye
dayalı olarak açılan alacak davalarının kabulü ve bu hatalar sebebiyle 4721
sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında devletin
sorumluluğu bulunduğu ve tazminat talep edilebileceği yönünde ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları doğrultusunda içtihat değişikliğine
gittiklerini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşler ve tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu
ve ekleri incelendiğinde başvurucuların başvuruya konu şikâyetlerinin üç ayrı
yargılama sürecine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu süreçlerden birincisi
taşınmazın yüz ölçümünün satın alan sonraki malikler lehine olacak şekilde
düzeltilmesi sebebiyle Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde sebepsiz
zenginleşmeye dayalı olarak açıldığı belirtilen alacak davası, ikincisi
kadastro tespitinde taşınmazın yüz ölçümünün hatalı tespit edilmiş olmasının
hizmet kusuru olduğu ve zarara sebebiyet verdiği iddiasıyla Ankara 5. İdare
Mahkemesinde açılan tam yargı davası, üçüncüsü ise kadastro tespitinde yüz
ölçümün hatalı tespit edilmiş olması sebebiyle uğranılan zarardan devletin
sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde 4721
sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak açılan
tazminat davasıdır. Bu kapsamda başvurucuların 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak açtıkları tazminat davasına ilişkin
şikâyetleri diğer yargılama süreçlerine ilişkin şikâyetlerden ayrı incelenmiş;
sebepsiz zenginleşmeye dayalı olarak açıldığı belirtilen alacak davası ile
idari yargıda görülen tam yargı davası kapsamında kalan şikâyetler ise ayrıca
değerlendirilmiştir.
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuruya konu taşınmazın 12/4/1994 tarihindebaşvurucular tarafından üçüncü kişiye satılarak
mülkiyetinin tapuda devredildiği sabittir. Bu satış işleminden sonra taşınmazın
yine üçüncü kişiler arasında birçok defa satış işlemine konu olduğu ve el
değiştirdiği hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Hâlihazırda
başvurucuların mülkiyetinde bulunmayıp rızayla yapılan tasarruf işlemleri
sebebiyle üçüncü kişinin mülkiyetinde bulunduğu anlaşılan taşınmaza ilişkin
olarak başvurucuların taşınmazın eksik yüz ölçümü ile satılmış olması ve bu
kapsamda 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı
olarak açılan tazminat davasının da reddedilmesine ilişkin şikâyetlerinin
yargılama sonucunun adil olmadığı iddiasıyla ilgili bulunduğu değerlendirilerek
4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak
açılan tazminat davası kapsamında kalan tüm şikâyetleri adil yargılanma hakkı
kapsamında incelenmiştir.
1. Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde
Açılan Alacak Davası ile Ankara 5. İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davasına
İlişkin İhlal İddiaları Yönünden
23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler.”
24. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan
tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde
Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S, B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
25. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür
şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51,25/12/2012, §
18).
26. Somut olayda başvurucular, Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk
Mahkemesinde sebepsiz zenginleşmeye dayalı olarak açıldığı belirtilen alacak
davası ile Ankara 5. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının
reddedildiğini, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin son yıllarda AİHM kararları
doğrultusunda kadastrodan kaynaklanan hatalardan faydalanan sonraki maliklere
karşı açılan sebepsiz zenginleşmeye ilişkin davaların kabulü yönünde kararlar
verdiğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
27. Kadastro tespitinde taşınmazın yüz ölçümünün hatalı olarak
eksik yazıldığı ve 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesi gereğince 2004 yılında yüz
ölçümde düzeltme yapıldığı iddiasıyla yüz ölçümün düzeltilmesinden faydalanan
malike karşı 25/11/2004 tarihinde Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde
başvurucular tarafından açılan alacak davası, Mahkemenin 20/4/2005 tarihli
kararı ile reddedilmiş; temyiz üzerine karar Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin
25/10/2005 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar, düzeltme isteminin 23/3/2006
tarihinde reddedilmesi üzerine aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu durumda
Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde taşınmazın düzeltilen yüz ölçümünden
faydalanan malike karşı açılan ve sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayandığı
belirtilen alacak davasına ilişkin şikâyetler zaman bakımından Anayasa
Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
28. Benzer şekilde kadastro tespitinde taşınmazın yüz ölçümünün
hatalı yazılmasının hizmet kusuru olduğu ve zarara sebebiyet verdiği gerekçesiyle
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 5. İdare Mahkemesinde
başvuruculardan Niyazi Erol tarafından açılan tam yargı davası, Mahkemenin
21/2/2007 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, temyiz üzerine Danıştay
Onuncu Dairesinin 18/9/2009 tarihli ilamı ile kararın onandığını ve
kesinleştiğini belirtmiştir. Bu durumda Ankara 5. İdare Mahkemesinde açılan tam
yargı davasına ilişkin şikâyetler de zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin
yetkisi dışında kalmaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk
Mahkemesinin 20/4/2005 tarihli ve Ankara 5. İdare Mahkemesinin 21/2/2007
tarihli başvuruya konu kararların 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. 4721 Sayılı Kanun'un 1007. Maddesi Uyarınca
Açılan Tazminat Davasına İlişkin İhlal İddiaları Yönünden
30. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
31. 6216 sayılı Kanun’un
“Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi”
kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
33. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
34. Başvuru konusu olayda başvurucular 1952 yılında yapılan
kadastro tespit çalışmalarında murisleri adına tespit gören ve 1994 yılında
kendileri tarafından üçüncü kişiye satılarak tapuda devredilen taşınmazın
kadastro çalışmaları sırasında hatalı olarak eksik yazılan yüz ölçümünün 2004
yılında 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesine göre satın alan sonraki malikler
lehine olacak şekilde düzeltildiğini, taşınmazın eksik yüz ölçümü ile satılması
sebebiyle zarara uğradıklarını belirtmişlerdir. Yine Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin önceki içtihatlarının aksine tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki
kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün olduğunu ve kadastro
işlemlerinden kaynaklanan hatalar sebebiyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca devletin sorumluluğu bulunduğunu kabul
ederek AİHM kararları doğrultusunda içtihat değişikliğine gitmesine rağmen 4721
sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat
davasını reddettiğini ve kararın kesinleştiğini belirterek anayasal haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
35. Bakanlık görüş yazısında, 1952 yılında yapılan tesis
kadastrosu ile başvurucuların murisleri adına tespit edilen taşınmazın
krokisinin yapıldığı ve bu kroki hiç değişmeden taşınmazın birden fazla satış
işlemine konu edildiği, sınırları sabit taşınmazlar bakımından tapu kaydındaki
miktarın açıklayıcı nitelikte olduğu, bu tür bir taşınmazın miktarının kroki
ile sınırlanan zemin alanı olup malikin mülkiyet hakkının kroki ile belirlenen
yere ilişkin olduğu, yeni malikin talebi üzerine Kadastro Müdürlüğü tarafından
yapılan ölçümün uygulamada mesaha tashihi olarak adlandırılan
"düzeltmeden" ibaret olduğu ve bu işlem sırasında taşınmazın sabit
sınırlarının ve krokisinin değişmesinin söz konusu olmadığı belirtilmiştir.
Başvurucuların ve murislerinin 1952 yılından 1994 yılına kadar maliki oldukları
zemin alanının kendileri tarafından bilinmemesinin mümkün olmadığı, öte yandan
4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davasında Mahkemece
kadastro işlemleri sebebiyle devletin sorumluluğuna ilişkin bir değerlendirme
yapılmadığı, taşınmazın zemin alanının başvurucular tarafından bilinmesi ve
satışın bu miktar üzerinden yapılması gerektiğinden bahisle yanlızca
yüz ölçümün hatalı yazılmasının tazminatı gerektirmediğine karar verildiği,
başvuruya konu İlk Derece Mahkemesi kararı ile emsal gösterilen Hukuk Genel
Kurulu Kararının bağlamlarının farklı olduğu ifade edilerek şikâyetlerin
incelenmesinde belirtilen hususların da dikkate alınması gerektiği
bildirilmiştir.
36. Başvuru konusu olayda 1952 yılında yapılan kadastro
çalışmalarında 15430 m2 olarak başvurucuların murisi adına tespit
gören taşınmaz 1994 yılında başvurucular tarafından K.E.ye satılarak tapuda
devredilmiştir. Bundan sonra taşınmaz 8/3/2000 tarihinde K.E. tarafından
Ş.T.ye, 28/3/2000 tarihinde Ş.T. tarafından M.N.E.ye, 20/6/2000 tarihinde de
M.N.E. tarafından A.T.ye satılarak tapuda tescil edilmiştir. Taşınmazın 2004
yılındaki maliki A.T.nin başvurusu üzerine 3402
sayılı Kanun'un 41. maddesi uyarınca taşınmazın yüz ölçümü 35250 m2 olarak düzeltilmiştir. Başvurucular,
taşınmazın eksik yüz ölçümü ile satılmış olması sebebiyle zarara uğradıklarını
belirterek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca
Maliye Hazinesi aleyhine tazminat davası açmışlardır. Mahkemece, taşınmazın
tapu kaydı, yüz ölçümün düzeltilmesi işlemine ait kayıtlar, Gölbaşı/Ankara
Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/618 ve Ankara 10. İdare Mahkemesinin
E.2006/684 sayılı dava dosyaları getirtilip mahallinde keşif yaptırılarak
bilirkişilerden rapor alınmış ve 24/3/2011 tarihinde davanın reddine karar
verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/12/2012
tarihli ilamı ile onanmış; karar düzeltme talebi ise reddedilerek hüküm
6/6/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
37. 1952 yılında yapılan kadastro tespit çalışmalarında
taşınmazın yüz ölçümü 15430 m2 olarak
belirlenmiştir. Taşınmaz hâlihazırda üçüncü bir şahıs adına kayıtlı olup 2004
yılında 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesine göre taşınmazın yüz ölçümü 35250 m2 olarak düzeltilmiştir. Mahkeme
gerekçeli kararında, taşınmazın zemindeki konumu ve yüz ölçümünün esas olduğu,
tapu kayıtlarında ne kadar gösterilirse gösterilsin taşınmaz sahiplerinin
taşınmazlarının zemindeki yüz ölçümlerini bilebilecek durumda oldukları, bir
başka deyişle taşınmaz sahiplerinin tapu kayıtlarındaki yüz ölçümü bilmeseler
dahi zemindeki durumu itibarıyla taşınmazlarının miktar ve yüz ölçümünü
bilmelerinin eşyanın tabiatına ve hayatın olağan akışına uygun olduğu
belirtilmiştir. Kararda ayrıca taşınmaz alım ve satımları esnasında resmî
kayıtlardan önce taşınmazın zemindeki durumu ve yüz ölçümü görülüp gerekli
hesaplamalar yapılarak satış işlemlerinin gerçekleştirildiği, bu bağlamda satış
işleminden sonra 2004 yılındaki taşınmaz malikinin talebi üzerine yüz ölçümün
düzeltilmesi sebebiyle başvurucuların zarara uğradıkları iddiasının haklı ve
yerinde görülmediği, dava konusu taşınmazın kadastro tespitinin kesinleştiği
tarih itibarıyla geometrik ve hukuki durumunun belirlenmiş olduğu
vurgulanmıştır.
38. 3402 sayılı Kanun'un 41. maddesinde, kadastro sırasında veya
sonrasında yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan
taşınmazların ölçü, sınırlandırma, tersimat ve hesaplamalardan
doğan hataların talep üzerine veya kadastro müdürlüğünce resen
düzeltilebileceği belirtilmiştir. Bu bakımdan yalnızca geometrik durumları
kesinleşmiş taşınmazlarda mülkiyet haklarını etkilemeyecek şekilde düzeltme
yapılması mümkün bulunmaktadır.
39. Dava konusu taşınmazın 1952 yılında yapılan kadastro
çalışmaları sırasında tespit edilen yüz ölçümü 15430 m2dir. 3402 sayılı Kanun'un 41.
maddesi kapsamında 2004 yılında Kadastro Müdürlüğüne yapılan başvuru
neticesinde taşınmazın yüz ölçümü kadastro çalışmalarında belirlenen yüz
ölçümün iki katından daha fazla olacak şekilde 35250 m2 olarak düzeltilmiştir. Taşınmazın ilk olarak
belirlenen yüz ölçümü ile düzeltme sonunda belirlenen yüz ölçümü
karşılaştırıldığında ciddi bir farkın bulunduğu ve bu derece büyük bir
farklılığın taşınmazın zeminde fiilen kapladığı alan bakımından başvurucular ve
sonraki maliklerince fark edilmemesinin hayatın olağan akışına uygun
bulunmadığı değerlendirilmiştir. Öte yandan 1994 yılında başvurucular
tarafından üçüncü kişiye satılarak tapuda devredilen taşınmaz, bu tarihten
sonra yine üçüncü kişiler arasında birçok defa satış işlemine konu olmuş ve
rızayla yapılan tasarruf işlemleri sebebiyle el değiştirmiştir. Başvurucular
tarafından üçüncü kişiler arasındaki satış işlemleri ve bu kapsamda rızayla
yapılan tasarruf işlemlerinde taraf hak ve yükümlülüklerinin doğrudan ve
münhasıran taşınmazın tapu sicilinde belirtilen yüz ölçümüne bağlı olarak
belirlendiği iddia edilmediği gibi bu hususta bilgi ve belge de sunulmamıştır.
Düzeltme işlemi yalnızca resmî kayıtlar üzerinde yapılmış olup taşınmazın
geometrik ve hukuki durumu, zeminde fiilen kapladığı alan ile sabit sınırları
değişmemiştir. Taşınmazın aynı sabit sınırlar ile zeminde kapladığı alan
değişmeksizin satış işlemlerine konu olduğu değerlendirilmiştir.
40. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi
uyarınca ileri sürülen taleplerin Kanun'un bu maddesi kapsamında
değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve madde kapsamının belirlenmesi
noktasındaki yorum ile somut olayın bu kapsamda değerlendirilmesi noktasındaki
takdir derece mahkemelerine aittir.
41. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucuların iddiaları
incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet bulunmadığına
ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
42. Başvurucular, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadıklarına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadıklarına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadıklarına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadıkları gibi
Mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
43. Öte yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri
arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi derece mahkemeleri veya temyiz
mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri
arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemez (Miraş Mümessillik İnş. Taah.
Reklam. Paz. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, §
36).
44. Başvurucular tarafından tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki
kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün olduğu ve kadastro işlemlerinden
kaynaklanan hatalar sebebiyle devletin sorumluluğu bulunduğu Yargıtay Dairesi
içtihatlarıyla benimsenmesine rağmen davanın reddedilerek kesinleştiği iddia
edilmiş ise de benimsendiği iddia edilen Yargıtay içtihadının aksine bir yorum
ve değerlendirmeye yer vermeyen somut olayın özeliklerini, taşınmaz satım
işlemlerini etkileyebilecek unsurları ve başvurucular ile taşınmazı satın alan
diğer üçüncü kişiler arasındaki ilişkinin niteliği hususlarında
değerlendirmeler yaparak zarara uğranıldığı iddiasının haklı ve yerinde
görülmediğini vurgulayan Derece Mahkemesi kararında bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit
edilememiştir.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve Derece Mahkemeleri
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan alacak
davası ile Ankara 5. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasına ilişkin ihlal
iddialarının "zaman bakımından yetkisizlik"
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. 4721 Sayılı Kanun'un 1007. maddesi
uyarınca açılan tazminat davasına ilişkin ihlal iddialarının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.