TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
İSMAİL ÇEVİK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası:2013/5727)
Karar Tarihi: 1/12/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
İsmail ÇEVİK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iddianamenin ve iddianamenin kabulü kararının tebliğ edilmemesi, ana dilde savunma yapma talebinin reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 10/7/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur.
4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 21/6/2011 tarihli ve E.2011/413 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle bir kişiyi öldürme (teşebbüs), tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle bir kişiyi öldürme (teşebbüs), kamu malına zarar verme” suçlarından kamu davası açılmıştır.
7. Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/166, K.2011/266 sayılı kararı ile başvurucunun müsnet suçlardan müebbet hapis ve hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
8. Temyiz üzerine anılan kararın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15/1/2013 tarihli ve E.2012/10467, K.2013/798 sayılı ilamı ile “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma ve patlayıcı madde bulundurma” suçlarından kurulan hükümler yönünden onanmasına, “kasten öldürmeye teşebbüs” suçundan kurulan hüküm yönünden düzeltilerek onanmasına ve “mala zarar verme” suçundan kurulan hüküm yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
9. Bozulan suç yönünden yeniden yapılan yargılama sonunda Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 11/7/2013 tarihli kararıyla başvurucu hakkında ceza verilmesine yer olmadığı yönünde karar vermiştir. Anılan karar, temyiz edilmeden 19/7/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
10. Başvurucu, Yargıtay kararını 10/6/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.
11. Bireysel başvuru 10/7/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
12. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tercüman bulundurulacak hâller” kenar başlıklı 202. maddesi şöyledir:
“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.
(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.
(3) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.
(4) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./1. mad) Ayrıca sanık;
a) İddianamenin okunması,
b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,
üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.
(5) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./1. mad) Tercümanlar, il adlî yargı adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan kişiler arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler yalnız bulundukları il bakımından oluşturulmuş listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de tercüman seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”
13. 5271 sayılı Kanun’un “İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması” kenar başlıklı 176. maddesi şöyledir:
(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur.
(2) Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır.
(3) Tutuklu sanığın çağrılması duruşma gününün tebliği suretiyle yapılır. Sanıktan duruşmada kendisini savunmak için bir istemde bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmesi istenir; müdafii de sanıkla birlikte davet olunur. Bu işlem, tutuklunun bulunduğu ceza infaz kurumunda cezaevi kâtibi veya bu işle görevlendirilen personel yanına getirilerek tutanak tutulmak suretiyle yapılır.
(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 1/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 10/7/2013 tarihli ve 2013/5727 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, iddianamenin Mahkemece kabul edildiğine dair kendisine herhangi bir tebligatta bulunulmadığını, iddianamenin tebliğ edilmediğini, ana dilde savunma yapma talebinin reddedilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlandığını, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin her ikisinde de savunma yapamadığını belirterek Anayasanın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
16. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde somut olayda, hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun; sosyal güvenlik kapsamında bir geliri, adına kayıtlı taşıtı veya taşınmaz malı olmadığı, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulü gerekir.
2. Tercümandan Yararlanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
17. Başvurucu, kendisini ana dilinde savunmak istemesine rağmen buna izin verilmemesi nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
18. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendindeki konuya ilişkin düzenleme şu şekildedir:
“3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgarî haklara sahiptir:
…
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.”
20. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendi, hakkında suç isnadı olan kişinin, mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını güvence altına alır. Bu hak yalnızca hakkında suç isnadında bulunulan kişilere tanınmış bir haktır ve bu haktan faydalanabilmek için sanığın ödeme gücü olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır (Ali İlhan Bayar, B. No: 2013/725, 19/11/2014, § 48).
21. Tercüman hakkı, hem belgelerin çevirisine hem de sözlü ifadelere uygulanır; her iki durumda da adil bir yargılama yapılabilmesi için gerekli olan çevirinin yapılması gerekmektedir. Bu hak, bir duruşmada söylenen her sözcüğün ya da tüm belgelerin çevrilmesini gerektirmez; değerlendirilmesi gereken husus, sanığın hakkındaki suçlamaları tümüyle anlayıp yanıt verebilecek düzeyde olup olmadığıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kamasinski/Avusturya, B. No: 9783/82, 19/12/1989, §§ 74, 83).
22. Ancak somut başvuru açısından çözümlenmesi gereken asıl mesele devletin yükümlülüğünün tercüman isteyen tüm sanıklar bakımından geçerli olup olmadığıdır. Bu noktada tercüman hakkının sınırlı bir hak olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Başka bir deyişle tercüman isteyen herkesin değil, adil bir yargılamadan umulan yararın sağlanması amacıyla ve yalnızca yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilere tercüman atanması bir zorunluluktur. Yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilerin bir tercümanın yardımına ihtiyaç duyması hâlinde devletin çeviri sağlama yükümlülüğü doğar.
23. Bu kişilerin böyle bir ihtiyacının bulunup bulunmadığını belirlemek davaya bakan hâkimin görevdir. Hâkim, sanıkla görüştükten sonra yargılamada tercüman bulunmamasından sanığın zarar görmeyeceğinden emin olmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Cuscani/Birleşik Krallık, B. No: 32771/96, 24/9/2002, § 38).
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendinin, ancak mahkemede konuşulan dili bilmeyenlerin kullanabileceği bir hak getirdiğini; mahkemenin dilini “anlayan” ve “konuşan” bir sanığın, başka bir dilde -örneğin mensubu olduğu etnik dilde- savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinde ısrar edemeyeceğini belirtmektedir (Lagerblom/İsveç, B. No: 26891/95, 14/1/2003, §§ 61-64).
25. 5271 sayılı Kanun’un 202. maddesine göre sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir. Bu haktan, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar da yararlanır. 5271 sayılı Kanun’un 202. maddesiyle, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmeyen şüphelilerin/sanıkların kendilerini Türkçe dışındaki bir dilde savunmalarına imkân tanınmıştır. Böylece Türkçeyi hiç konuşamayan ve anlayamayan kişilere, ana dilleri ya da bildikleri başka bir dilde şikâyetlerini aktarabilme veya savunma yapabilme imkânı sağlanmıştır.
26. Diğer taraftan 5271 sayılı Kanun’un 202. maddesine 24/1/2013 tarihinde ilave edilen (4) numaralı fıkra ile Sözleşme’de ve AİHM içtihatlarında ortaya konan ölçütlerin ilerisine geçilerek tercüman hakkı genişletilmiştir. Yeni kurala göre sanıkların “İddianamenin okunması ve esas hakkındaki mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde” yapabileceği hükmü getirilmiştir. Böylece “meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen” sanığa da sözlü savunmasını başka dilde yapabilme imkânı getirilmiştir.
27. Somut olayda ise başvurucu, 14/10/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve bu tarihten itibaren soruşturma evresinde Cumhuriyet Başsavcılığında Türkçe ifade vermiştir. Kovuşturma evresinde ise Kürtçe savunma yapmayı talep etmiş ancak tercümandan yararlanma isteği “soruşturma aşamasında Türkçe ifade verdiği, üniversite öğrencisi olduğu ve yeteri kadar Türkçe bildiği” gerekçeleriyle 13/12/2011 tarihli celsede kabul edilmemiştir. Bu durumda, mahkemenin dilini “anlayan” ve “konuşan” başvurucunun, mensubu olduğu etnik dilde savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinin kabul edilmemesinin savunma hakkını kısıtlamadığı ve dolayısıyla adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
28. Açıklanan nedenlerle tercümandan yararlanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Savunma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
29. Başvurucu, iddianamenin Mahkemece kabul edildiğine ilişkin olarak kendisine herhangi bir tebligatta bulunulmadığını, iddianamenin tebliğ edilmediğini, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin her ikisinde de savunma yapamadığını ileri sürmüştür.
30. Başvurucu her ne kadar iddianamenin kabulü kararının kendisine tebliğ edilmediğinden şikâyetçi olmuş ise de anılan hususa savunma hakkının kısıtlandığına yönelik iddialarını dile getirirken vurgu yapmıştır. Başvurucu, kovuşturulmama hakkına yönelik bir iddiada bulunmamış; savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu itibarla dile getiriliş biçimi de nazara alınarak başvurucunun bütün iddiaları savunma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
31. Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
32. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
33. AİHM “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterli ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, §§ 49, 50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik şekilde yorumlanması gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980, § 33).
34. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;
…”
35. Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “hakkaniyete uygun yargılama” kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan fıkradaki haklar, (1) numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama çerçevesindeki haklar ve ilkeler, Sözleşme’nin (3) numaralı fıkrasındaki kapsamlı olmayan listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. Sözleşme’nin (3) numaralı fıkrasında yer alan asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Asadbeyli ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05…, 11/12/2012, § 130).
36. Somut olayda, tutanağa göre soruşturma evresindeki ifadesi öncesinde başvurucuya 5271 sayılı Kanun kapsamındaki hakları hatırlatılmış; başvurucu, avukat yardımından faydalanmak istediğini belirtmiş; başvurucuya zorunlu müdafi atanmıştır. Başvurucu bu evrede müdafii eşliğinde ifade vermiştir. Başvurucuya, Mahkeme huzuruna çıkarıldığı 13/12/2011 tarihli celsede iddianame ve ekleri okunmuştur. Başvurucu ve müdafii, savunmalarını hazırlamak için süre istemediklerini belirtmiş; başvurucu müdafii aynı celsede savunma yapmıştır.
37. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü bir başvuruya ilişkin olarak Erol Aydeğer (B. No: 2013/4784, 7/3/2014) kararında “savunma hakkı”yla ilgili ilkeler belirlemiştir. Bu ilkeler temelinde yapılan değerlendirme neticesinde somut olayda başvurucunun; suçlamanın nedenleri ve niteliği hakkında bilgilendirildiği, duruşmada hazır bulunmasının sağlandığı, savunmasını hazırlaması için gerekli zaman ve kolaylıklardan faydalandırıldığı, bir müdafiin yardımından faydalanmak suretiyle savunma hakkını kullandığı anlaşılmaktadır. Öte yandan dava dosyası ve yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun savunma haklarından yararlandırılmadığını gösteren bir bulguya da rastlanılmamıştır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürdüğü yargılama işlemlerinde açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Tercümandan yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması,
2. Savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin tahsilinin başvurucunun mağduriyetine neden olacağı anlaşıldığından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten tamamen MUAF TUTULMASINA
1/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.