TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BAYRAM KELEŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6163)
|
|
Karar Tarihi: 1/12/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Bayram KELEŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Kudret HATİPOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru;
kasten öldürme suçu işlendiği iddiasıyla açılan ceza davasının ve haksız
tutuklama nedeniyle açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığı,
haksız tutuklama nedeniyle tazminat davasında hatalı değerlendirmeler
yapıldığı, bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru,
24/7/2013 tarihinde Düzce 2. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci
Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm
Başkanı tarafından 6/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru
belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin
önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında
görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden tespit edilen ilgili olaylar özetle
şöyledir:
7. Başvurucu
kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla 3/4/2002 tarihinde tutuklanmış,
hakkında Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2002 tarihli iddianamesi ile
Düzce Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
8. Yargılama
devam ederken 21/4/2003 tarihinde başvurucunun, 10.000 TL nakdî kefalet ile
tahliye edilmesine karar verilmiş, başvurucu aynı tarihte “Seri No: D.C., Sıra
No: 781507, Özel No: 733” olarak kayıtlarla alınan makbuz karşılığı 10.000 TL
adli teminatı Adliye veznesine yatırmış ve tutuksuz yargılanmak üzere tahliye
edilmiştir.
9. Yapılan
yargılama sonunda Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, 15/7/2004 tarihli ve E.2002/145,
K.2004/119 sayılı kararı ile başvurucunun 24 yıl ağır hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve tutuklanmasına, kefalet konusu 10.000 TL’nin başvurucuya
iadesine karar vermiştir.
10. Başvurucunun
yeniden tutuklanması üzerine Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, Düzce Vergi Dairesi
Müdürlüğüne yazdığı 27/6/2005 tarihli müzekkere ile 10.000 TL nakdî kefaletin
başvurucu vekiline iade edilmesini istemiştir.
11. İlk
Derece Mahkemesinin mahkumiyet kararının temyiz
edilmesi sonucu Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 21/7/2005 tarihli ve E.2004/4988,
K.2005/2305 sayılı ilamı ile kararı bozmuştur.
12. Bozma
üzerine dosyayı yeniden inceleyen Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, 4/4/2006 tarihli
ve E.2005/255, K.2006/75 sayılı kararı ile başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
13. Temyiz
incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararı, Yargıtay 1. Ceza
Dairesinin, 11/12/2007 tarihli ve E.2007/2255, K.2007/9257 sayılı ilamı ile
bozulmuştur.
14. Bozmaya
uyarak dosyayı yeniden inceleyen Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, 29/4/2008 tarihli
ve E.2008/25, K.2008/102 sayılı kararı ile başvurucunun beraatına hükmetmiş; bu
karar Yargıtay 1. Ceza Dairesinin, 17/5/2010 tarihli ve E.2010/2311,
K.2010/3578 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.
15. Başvurucu,
beraat etmesi üzerine 16/7/2008 tarihinde Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde haksız
tutuklama nedeniyle tazminat davası açmış; ceza yargılaması sırasında 3/4/2002
tarihinde tutuklandığını, 21/4/2003 tarihinde 10.000 TL nakdî kefaletle tahliye
edildiğini, daha sonra 15/7/2004 tarihinde hükümle birlikte tekrar
tutuklandığını, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 11/12/2007 tarihli ilamına kadar
tutukluluk hâlinin devam ettiğini, yargılama sonunda beraat etmesinden dolayı
toplam 4 yıl 5 ay 15 gün haksız olarak tutuklu kaldığını, bu süreçte maddi ve
manevi olarak kayba uğradığını, tahliye edildiği dönemlerde devam eden suç
isnadı nedeniyle iş bulmakta zorlandığını, yargılama masraflarına katlanmak
zorunda kaldığını, tutuklu kaldığı sürede de cezaevi nakilleri ve aylık
giderleri nedeniyle masrafları olduğunu, buna ilişkin masrafların da cezaevi
kayıtlarında mevcut olduğunu, 21/6/2003 tarihinde yatırdığı 10.000 TL nakdî
kefaletin kendisine 21/4/2006 tarihinde geri verildiğini ancak aradaki reeskont
faizinin kazanç kaybı olduğunu belirterek olay tarihinden itibaren bankalarca
uygulanan en yüksek temerrüt faizi oranında hesaplanacak faizi ile birlikte
maddi ve manevi toplam 222.090 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
16. Yargılama
devam ederken Bolu Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun tutuklu kaldığı süre
içinde oluşan maddi ve manevi zararlarının tespit edilmesi için bilirkişi
raporu alınmasına karar vermiş; üç kişilik bilirkişi heyetince düzenlenen
5/11/2010 tarihli rapor Mahkemeye sunulmuştur.
17. Söz
konusu bilirkişi raporuna taraflarca itiraz edilmesi üzerine Bolu Ağır Ceza
Mahkemesi yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir.
18. Yeniden
oluşturulan üç kişilik bilirkişi heyetince 22/4/2011 tarihli yeni bir rapor
düzenlenmiş ve Mahkemeye sunulmuştur.
19. 22/4/2011
tarihli bilirkişi raporunun, başvurucunun ceza yargılaması sırasında ödediği
nakdî kefalete yönelik yasal faiz hesaplamasına ilişkin kısmı şöyledir: “… Davacı dava dilekçesinde 21.6.2003 ila 21.4.2006
arasında 10.000 TL nakit teminatın kaldığını beyan etmiştir. Ancak Mahkeme
kararında 1.000 TL ödediği görülmektedir. Buna yasal faiz talep etmesinin hakkı
olduğu bu durumda; … 924,84 TL faiz isteyebileceği görülmektedir. …”
20. Başvurucu
22/4/2011 tarihli bilirkişi raporuna itirazda bulunmuş, Bolu Ağır Ceza
Mahkemesine sunduğu 21/6/2011 tarihli itiraz dilekçesi ile çeşitli
itirazlarının yanında raporun tahliye karşılığı ödenen nakdî kefaleti için faiz
hesaplaması yapılan kısmının, nakdî kefaletin 1.000 TL olarak kabul edilmesi
nedeniyle hatalı olduğunu ifade etmiştir.
21. Yargılama
sonunda Bolu Ağır Ceza Mahkemesi, 28/6/2011 tarihli ve 2008/1022 Değişik İş
sayılı kararı ile dosya kapsamında sunulan deliller ve hükme esas olmaya
elverişli bulduğu bilirkişi raporu doğrultusunda başvurucunun açtığı davanın
kısmen kabulü ile başvurucuya 21.541,78 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminatın
12/12/2007 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte ödenmesine
hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…Her ne kadar dava dilekçesinde davacı Bayram
Keleş’in amcasına ait olduğu bildirilen şirkette araçlarda şoför olarak
çalıştığı beyan edilmiş ise de, bu çalışmaya uygun belgelerin temini için D. Factoring AŞ.ne yazılan yazılar
sonucu, davacının çalışmasına ilişkin herhangi bir evrakın temin edilemediği,
yazılara cevap verilmediği, bu yönde davacı vekili tarafından da dosyaya yazılı
bir delil ibraz edilemediği, davacının bildirmiş olduğu tanıklar Ü. O., N.K.,
U.K., İ.K. ve K.K.’nın talimat yoluyla beyanlarının
alındığı, Düzce Emniyet Müdürlüğü tarafından davacının sosyal ve ekonomik
durumunun araştırılması sonucu düzenlenen tutanağa göre davacının halen 1.000 TL
ücret ile S.P. isimli işyerinde çalıştığı, annesine ait evde eşiyle birlikte
yaşadığının belirtildiği anlaşılmıştır.
Davacının tutuklu kaldığı dönemlerde başka
cezaevlerine nakil nedeniyle yapmış olduğu masraflara ilişkin cezaevi müdürlüklerine
yazılan müzekkere cevapları ile bu husustaki yapılan masrafların tespiti yoluna
gidilmiştir.
Her ne kadar davacı
tutuklanmadan önce D. Factoring AŞ.de 900 TL aylık
ücretle şoför olarak çalıştığını beyan etmiş ise de,
bu hususta herhangi bir belge ve delil ibraz edilemediği, bildirmiş olduğu
tanıkların beyanlarının çelişkili olduğu nazara alındığında davacının maddi
zararının asgari ücret üzerinden tespiti yoluna gidilmiş, davacının tutuklu
kaldığı dönemlere ilişkin asgari ücret tarifeleri SGK Müdürlüğünden celbedilmiştir.
… Davacı vekili ve davalı vekilinin bilirkişi
raporlarına karşı itirazları nazara alınarak, net asgari ücret tarifeleri celbedilerek yeniden talimat yoluyla bilirkişi incelemesi
yaptırılmış 3 kişilik bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 22.04.2011 tarihli
bilirkişi raporuna göre, davacının asgari ücret üzerinden maddi kaybının
16.973,94 TL, cezaevi nakilleri nedeniyle yapmış olduğu masrafların 925,00 TL,
yatırmış olduğu nakdi kefalet yönünden isteyebileceği faiz miktarının 942,84 TL
olduğu, davacının kendisine tutmuş olduğu avukatlar yönünden baro tarifesi
üzerinden vekalete hükmedilebileceğinin bildirildiği anlaşılmıştır.
22. 04.2011 tarihli
bilirkişi raporunun dosya kapsamına uygun olduğu, davacının maddi zararının
tutuklu kaldığı yıllardaki çalışma sürelerine göre net asgari ücret
tarifelerine göre hesap edildiği, davacının cezaevine nakilleri nedeniyle
yapmış olduğu masraflar ile yargılama sırasında kefaletle tahliyesi sırasında
ödemiş olduğu nakdi kefalet yönünden uğramış olduğu faiz zararının tespit
edilerek maddi zararının tespit edildiği anlaşıldığından, rapor hüküm vermek
için yeterli gerekçeye sahip görüldüğünden davacı vekilinin yeniden bilirkişi
incelemesi yaptırılmasına yönelik itirazları kabul edilmemiştir.
… böylece davacı
Bayram Keleş’in yargılama sırasında 03.04.2002 - 21.04.2003 ve 15.07.2004 -
12.12.2007 tarihleri arasındaki sürelerde haksız olarak tutuklu kaldığı, toplam
1.628 gün tutuklu kaldığı, dava dilekçesinde 1.626 gün tutuklu kaldığının
belirtildiği, bilirkişilerce davanın tutuklu kaldığı dönemlerdeki resmi tatil
ve bayram günleri düşülerek net asgari ücret kaybının hesap edildiği, buna göre
davacının tutuklu kalması nedeniyle çalışamadığı süreler yönünden 16.973,94 TL
maddi kaybının bulunduğu, yine davacının tutuklu kaldığı sırada cezaevlerine
nakil nedeniyle 925,00 TL nakil masrafları yaptığı, davacının 21.04.2003
tarihinde kefaletle tahliye edildiği, kefalet parasının 21.04.2006 tarihinde
ödendiği, bu süre içerisindeki faiz kaybının 942,84 TL olduğu, davacının Düzce
Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/145 Esas, 2005/255 Esas ve 2008/25 Esas sayılı dava
dosyalarında kendini farklı avukatlarla temsil ettirdiği, ancak dosyaya serbest
meslek makbuzu ibraz edilmediğinden dava dosyalarının karar tarihindeki
avukatlık asgari ücret tarifelerine göre 700,00 TL + 900,00 TL + 1.100,00 TL
olmak üzere hesap edilen toplam 2.700,00 TL avukatlık ücreti yönünden maddi
zararının söz konusu olduğu, bu şekilde davacının haksız tutuklama nedeniyle
21.541,78 TL maddi zararının olduğu anlaşılmakla, davacının maddi zararının
davalı hazineden tahsiline karar verilmiştir.
Davacının haksız
tutuklu kaldığı 1.626 gün yönünden davacının mali ve sosyal durumu, tutuklu
kaldığı süre, hak ve nesafet kuralları ile manevi
tazminatın sebepsiz zenginleşmeye neden olmayacak şekilde belirlenmesi
hususları nazara alınarak, davacının haksız olarak tutuklu kaldığı süreler
yönünden 20.000 TL manevi tazminata karar verilmiştir.
Davacının fazlaya
ilişkin taleplerinin reddi ile en son tahliye tarihi olan 12.12.2007 tarihinden
itibaren hükmedilen tazminata yasal faiz işletilmesine ve kabul edilen tazminat
miktarı üzerinden karar tarihinde yürürlükte olan avukatlık ücret tarifesine
göre hesap edilen nisbi vekalet ücretinin davalıdan
alınarak, davacıya verilmesine karar vermek gerektiği sonucuna varılmıştır. …”
22. Başvurucu;
İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz etmiş, temyiz dilekçesinde belirttiği
çeşitli itirazlarının yanında, yargılama sırasında ödenen nakdî kefalete
ilişkin faiz hesaplamasının yanlış yapıldığını da belirtmiştir.
23. Temyiz
incelemesi sonunda Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 14/5/2013 tarihli ve E.2013/8652,
K.2013/13479 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş ancak
yeniden yargılama yapılmasına gerek görmeksizin, tutuklu kalınan sürenin eksik
hesaplanması nedeniyle maddi tazminat miktarını 22.528,38 TL’ye yükseltmiş,
tazminatlara eklenecek faizin hesaplanmasında başlangıç olarak belirtilen
tarihi ise 3/4/2002 olarak değiştirmiş, kararı bu hâliyle düzeltilerek
onamıştır.
24. Başvurucu,
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin düzelterek onama ilamını 10/7/2013 tarihinde
öğrendiğini beyan etmiştir.
25. Başvurucu
24/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
26. 17/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tazminat istemi” kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
(1) Suç
soruşturması veya kovuşturması sırasında;
…
e)Kanuna
uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
…
Kişiler, maddî ve
manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
27. 5271
sayılı Kanun’un “Tazminat isteminin
koşulları” kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.
(2) İstem, zarara
uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi
tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi
yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.
…
(6) İstemin ve ispat
belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine
göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her
türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.
(7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme,
kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi,
açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar
verilebilir.
…”
28.
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Haksız fiillerden doğan borç ilişkileri” başlıklı,
“A. Sorumluluk” alt başlıklı ve “I. Genel
olarak” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve
hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
…”
29.
6098 sayılı Kanun’un “Haksız fiillerden
doğan borç ilişkileri” başlıklı, “A.
Sorumluluk” alt başlıklı ve “III.
Tazminat 1. Belirlenmesi” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme
biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak
belirler. …”
30.
4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin
Kanun’un “Kanuni faiz” kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Borçlar
Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi
gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde
oniki oranı üzerinden yapılır.
Bakanlar Kurulu, bu
oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına
kadar artırmaya yetkilidir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
31. Mahkemenin
1/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 24/7/2013 tarihli ve
2013/6163 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
32. Başvurucu;
kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla 3/4/2002 tarihinde tutuklandığını ve
yargılama sonunda beraatına karar verildiğini, yargılama sürecinde 1628 gün
tutuklu kaldığını, hakkında uygulanan koruma tedbirinden dolayı 16/7/2008
tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde haksız tutuklama
nedeniyle açtığı tazminat davasında alınan bilirkişi raporları arasındaki
çelişkilerin giderilmediğini, hükme esas alınan bilirkişi raporunun eksik ve
hatalı olduğunu, maddi tazminata hükmedilirken gerçek durumu gözetilmeden ve
ekonomik koşullara uymayan bir değerlendirme yapıldığını, cezaevinde kaldığı
sürede ve cezaevi nakillerindeki giderlerinin dikkate alınmadığını, manevi
tazminat hesaplamasının da eksik yapıldığını, tahliye olabilmek için 21/4/2003
tarihinde yatırdığı 10.000 TL nakdî kefalete ilişkin faiz hesaplaması yapılırken
1.000 TL üzerinden hesaplama yapıldığını, tutuklu kaldığı sürede yaptığı
masrafların geri ödenmesine hükmedilirken yapılan faiz hesabının bankalarca
uygulanan en yüksek mevduat faizi oranı üzerinden yapılmadığını ve yine faiz
hesaplamasının masrafların yapıldığı tarihten itibaren geçen süre dikkate
alınarak ortaya çıkarılmadığını ayrıca hakkında açılan ceza davası ile koruma
tedbiri için açtığı tazminat davasında yargılamaların makul sürede
sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) diğer maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş;
maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
33. Başvuru
dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun; Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde
açtığı haksız tutuklama nedeniyle tazminat davasında alınan bilirkişi raporları
arasındaki çelişkilerin giderilmediğini, hükme esas alınan bilirkişi raporunun
eksik ve hatalı olduğunu, maddi tazminata hükmedilirken gerçek durumu
gözetilmeden ve ekonomik koşullara uymayan bir değerlendirme yapıldığını,
cezaevinde kaldığı sürede ve cezaevi nakillerinde yapmak zorunda olduğu
giderlerin dikkate alınmadığını, manevi tazminat hesaplamasının da eksik
yapıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ve Sözleşme’nin diğer
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır.
34. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Anılan ihlal iddiaları haksız yere tutuklama nedeniyle hükmedilen tazminat
miktarının yetersizliğine yönelik olduğundan kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının ihlali iddiası başlığı altında değerlendirilmiştir.
35. Öte
yandan başvurucunun tutuklu kaldığı sürede yaptığı masrafların geri ödenmesine
hükmedilirken yapılan faiz hesabının, masrafların yapıldığı tarihten itibaren
geçen süre dikkate alınarak ortaya çıkarılması
ve bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi oranı üzerinden
yapılması gerektiği şikâyeti mülkiyet hakkının ihlali iddiası; tahliye
olabilmek için 21/4/2003 tarihinde yatırdığı 10.000 TL nakdî kefalete ilişkin
faiz hesaplaması yapılırken 1.000 TL üzerinden hesaplama yapıldığı ve bu
itirazına cevap verilmediği şikâyeti gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası,
ceza davasına ve tazminat davasına ilişkin yargılamaların uzun sürdüğü şikâyeti
ise yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı iddiası başlıkları altında
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
36. Başvurucu
tutuklu kaldığı sürede yaptığı masrafların geri ödenmesine hükmedilirken
yapılan faiz hesabının, bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi oranı
üzerinden ve masrafların yapıldığı tarihten itibaren geçen süre dikkate alınarak
yapılmadığını belirterek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
37. Bu durumda öncelikle başvurucunun, başvuruya konu
olayda Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı
kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması
gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu,
B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25; Muzaffer
Gölen, B.No: 2013/3430, 10/6/2015, § 32).
38. Anayasa'nın
"Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
39. Sözleşme’ye Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı
1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama
konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
40. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve
30/03/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre
Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi
için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence
altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
41. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında
yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir.
Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı,
kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu
hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya
icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti", Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36-37).
42. Meşru
beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına
dayanan yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Ayrıca Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); özünde “varlık” olarak kabul görebilecek bir
şahsi menfaatin, ulusal mahkemelerin yerleşmiş içtihadı gibi yalnızca ulusal
hukukta yeterli bir temeli olması hâlinde mümkün olabileceği görüşündedir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Saghinadze/Gürcistan,
B. No: 18768/05, § 103, 27/5/2010; SA Dangeville/Fransa, B. No: 36677/97, 16/4/2002,
§§ 44, 45).
43. Dolayısıyla
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı
mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet
iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma ise mevzuat hükümleri ve yargı
kararları ile yapılabilecektir (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).
44. Anayasa'nın
ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının bireylere,
tazminat davalarında hükmedilen tazminatlara, banka mevduatlarına uygulanan en
yüksek faiz oranı üzerinden hesaplanacak faiz tutarının eklenmesi yönünde bir
güvence sağlamadığı açıktır. Bununla birlikte bu yöndeki bir talep ancak bu
türden bir faiz hesabı yapılması konusunda kanuni düzenleme veya içtihatlarda
yeterli dayanağın olması hâlinde, mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilerek güvencelerden
yararlandırılabilir. Öyleyse bu aşamada değerlendirilmesi gereken husus;
başvurucunun hükmedilen tazminatlara eklenecek faiz tutarının bankaların
uyguladığı en yüksek mevduat faizi oranı üzerinden hesaplanması gerektiği
iddiasının, kanuni düzenlemeler veya yargısal içtihatlar ile desteklenip
desteklenmediği, böylece başvurucunun iddiasının Anayasa'nın 35. maddesi
kapsamındaki güvence hükmüne uygulama alanı sağlayacak yeterlilikte meşru
beklenti oluşturup oluşturmadığıdır (Arzu
Batmaz, B. No: 2013/7915, 16/9/2015, § 39).
45. 5271
sayılı Kanun uyarınca ağır ceza mahkemelerinde görülen koruma tedbirleri
nedeniyle tazminat istemli davaların hukuki dayanağını, yargının ve dolayısıyla
devletin haksız fiilleri oluşturmaktadır. Bu durumda devletin de özel kişiler
arası ilişkilerde olduğu gibi bir kişiye karşı haksız fiilde bulunduğunun sabit
olması hâlinde, talep edildiği takdirde neden olduğu zararı ödeme yükümlülüğü
bulunmaktadır. Çünkü asıl olan, haksızlığa uğrayan kişinin mağduriyetinin
giderilmesidir.
46. 5271
sayılı Kanun’un 142. maddesinin (6) numaralı fıkrası ile koruma tedbirleri
nedeniyle tazminat istemlerine ilişkin davalarda tazminat miktarının
saptanmasında tazminat hukuku genel prensiplerinin dikkate alınacağı hüküm
altına alınmakla birlikte Kanun’un, koruma tedbirleri nedeniyle hükmedilecek
tazminata işletilecek faiz oranına ilişkin herhangi bir düzenleme içermediği
görülmektedir. Bu durumda söz konusu davaların hukuki dayanağını devletin
haksız fillerinin oluşturduğu düşünüldüğünde tazminata ilişkin hüküm kurulurken
6098 sayılı Kanun’un haksız fiile ilişkin hükümlerinin dikkate alınacağı
değerlendirilebilir. Ancak bu hâlde de başvurucunun, haksız tutuklama nedeniyle
hükmedilen tazminata işletilecek faizin banka mevduatlarına uygulanan en yüksek
faiz oranı üzerinden hesaplanması gerektiği şikâyetinin kanuni bir karşılığı
bulunmamaktadır.
47. Başvurucunun
şikâyetinin yargısal içtihatlar bağlamında incelenmesinde ise söz konusu
iddianın kabul gördüğüne dair bir uygulamaya ulaşılamamıştır. Yargıtayın bu konuya ilişkin bir Ceza Genel Kurulu
kararında, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında hükmedilecek
tazminata haksız fiil tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi görüşünü
benimsediği görülmektedir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/9/2005 tarihli ve
E.2005/1-88, K.2005/98 sayılı kararı).
48.
Dolayısıyla somut başvuru konusu olayda başvurucunun; 5271 sayılı Kanun’un 141.
ve 142. maddeleri uyarınca koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat
davalarında hükmedilen tazminata, bankaların mevduat faizlerine uyguladıkları
en yüksek faiz oranının uygulanması yönündeki talebinin yürürlükteki kanun
hükümleri veya konuyla ilgili yargı içtihatları tarafından desteklenmediği ve
mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek somutlukta
olmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu da söz konusu şikâyetine dayanak olacak bir
hukuki kural ya da yerleşik yargı içtihadı ortaya koymamıştır. Bu bağlamda
başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin
korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
49. Başvurucunun
haksız tutuklama nedeniyle açtığı tazminat davasında, tutuklu kaldığı sürede
yaptığı masraflar yönünden hükmedilen tazminata işletilecek faiz hesaplanırken
hesaplamanın masrafların yapıldığı tarihten başlatılması gerektiği şikâyetine
ilişkin ileri sürdüğü mağduriyetinin, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin düzelttiği
onama ilamında faiz hesaplanmasında başlangıç tarihinin ilk tutuklama tarihi
olarak değiştirilmesi suretiyle giderildiği tespit edilmiştir (bkz. § 23). Bu
çerçevede, başvurucunun bu şikâyeti yönünden
değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
50. Açıklanan
nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer
bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Düzce Ağır Ceza
Mahkemesinde Yürütülen Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
51. Başvurucu,
Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2002 tarihli iddianamesi ile Düzce Ağır
Ceza Mahkemesinde hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
52. 6216
sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
53. Anılan
Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen
nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir.
Niteliği itibarıyla kamu düzenine ilişkin olan bu başvuru şartını taşımayan
bireysel başvuruların incelenebilmesi mümkün değildir.
54. Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin
yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin
gereğidir (Zafer Öztürk, B. No.
2012/51, 25/12/2012, § 18).
55. Şikâyete
konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde başvurucu hakkında Düzce
Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2002 tarihli iddianamesi ile Düzce Ağır Ceza
Mahkemesinde kamu davası açıldığı, İlk Derece Mahkemesince verilen 15/7/2004 ve
4/4/2006 tarihli kararların Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21/7/2005 ve 11/12/2007
tarihli ilamları ile bozulduğu, 11/12/2007 tarihli ilamın ardından verilen
29/4/2008 tarihli kararın ise Yargıtay 1. Ceza Dairesince Anayasa Mahkemesinin
zaman bakımından yetkisi dışında kalan 17/5/2010 tarihli ilamı ile onanarak
kesinleştiği anlaşılmıştır.
56. Açıklanan
nedenle şikâyet konusu yargılama sürecinin 23/9/2012 tarihinden önce
kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde Yürütülen Yargılamanın Makul
Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
57. Başvurucunun
Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti,
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
d. Kişi
Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
58. Başvurucunun
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden
herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu kısmıyla ilgili
olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
e. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlali İddiası
59. Başvurucunun;
ceza davasına ilişkin yargılama sürecinde tutuksuz yargılanabilmek amacıyla
Adliye veznesine yatırdığı nakdî kefalet miktarının, haksız tutuklama nedeniyle
açtığı tazminat davasında esas alınan bilirkişi raporunda yanlış tutar
üzerinden değerlendirilip faiz hesaplamasının yapıldığı ve buna yönelik
itirazının İlk Derece Mahkemesi kararında ve Yargıtay ilamında
karşılanmamasından dolayı gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin
şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle
başvurunun bu kısmıyla ilgili olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve
Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
60. Başvurucu;
Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde açtığı haksız tutuklama nedeniyle tazminat
davasında maddi tazminata hükmedilirken gerçek durumu gözetilmeden ve ekonomik
koşullara uymayan bir değerlendirme yapıldığını, cezaevinde kaldığı sürede ve
cezaevi nakillerinde yapmak zorunda olduğu giderlerin dikkate alınmadığını,
manevi tazminat hesaplamasının da eksik yapıldığını, bu bağlamda tazminat
hesaplaması için alınan bilirkişi raporları arasındaki çelişkilerin
giderilmediğini, hükme esas alınan bilirkişi raporunun eksik ve hatalı olduğunu
belirterek özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
61. Anayasa’nın
19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş
hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi;
bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak
ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı
veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine
getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde
veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir
müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun
olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek
isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı
verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse
hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
…
Tutuklanan kişilerin,
makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama
süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak
için bir güvenceye bağlanabilir.
…
Bu esaslar dışında
bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel
prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”
62. Sözleşme’nin
5. maddesi şöyledir:
“1. Herkesin kişi
özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen
yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
a. Yetkili mahkeme
tarafından mahkum edilmesi üzerine bir kimsenin
usulüne uygun olarak hapsedilmesi;
b. Bir mahkeme
tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya
yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir
kimsenin usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması;
c. Suç işlediği
hakkında geçerli şüphe bulunan veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra
kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması
dolayısıyla, bir kimsenin yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve
tutulması;
d. Bir küçüğün
gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği
tutulması veya yetkili merci önüne çıkarılmak üzere usulüne uygun olarak
tutulması;
e. Bulaşıcı hastalık
yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin, uyuşturucu madde
bağımlısı bir kişinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak tutulması;
f. Bir kişinin
usulüne aykırı surette ülkeye girmekten alıkonması veya kendisi hakkında sınır
dışı etme ya da geri verme işleminin yürütülmekte olması nedeniyle usulüne
uygun olarak yakalanması veya tutulması;
…
3. Bu maddenin 1.c
fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkes hemen bir
yargıç veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne
çıkarılmalıdır; kişinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma
sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada
hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir.
4. Yakalama veya
tutulma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının
yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı
görülmesi halinde, kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma
hakkına sahiptir.
5. Bu madde
hükümlerine aykırı olarak yapılmış bir yakalama veya tutma işleminin mağduru
olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır.”
63. Anayasa’nın
19. maddesinin son fıkrası ve Sözleşme’nin 5. maddesinin son fıkrası ile ilgili
maddelerde belirtilen durumlar dışında özgürlüğünden mahrum kalanların tazminat
talebinde bulunabilecekleri belirtilmektedir. Bununla birlikte söz konusu
hükümlerde- şartları oluştuğu takdirde- ödenecek tazminatın neye göre
belirleneceği, nasıl hesaplanacağı gibi hususlarda açık düzenlemelere yer
verilmemiştir.
64. Bu
hükümlere paralel olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. ve devamı maddeleri ile
hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerin uğradıkları zararlar
için ağır ceza mahkemeleri nezdinde dava açabilecekleri, uğradıkları her türlü
maddi ve manevi zararın tazminini isteyebilecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu
şekilde açılacak olan bir davada hangi usullerin izleneceği ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir.
65. AİHM
de Sözleşme’nin 5. maddesinin 5. fıkrasının uygulanabilir bir tazminat hakkını
içerdiğini belirtmekle birlikte (Cumber/Birleşik
Krallık, B. No: 28779/95, 27/11/1996), tazminat için Sözleşme’nin
belirli bir miktarı öngörmediğinin de altını çizmiş, ayrıca yerel mahkemelerin
tazminat için somut olayın koşullarına göre takdir yetkisi bulunduğunu kabul
etmiştir (Damian-Burueana ve Damian/Romanya,
B. No: 6773/02, 26/5/2009, § 89).
66. Buna
karşın AİHM, orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminatın, Sözleşme’nin 5.
maddesinin 5. fıkrasına aykırılık oluşturacağını, böyle bir durumun söz konusu
fıkra kapsamında güvence altına alınan hakkın teoride kalmasına ve aldatıcı
olmasına sebep olacağını da vurgulamaktadır (Cumber/Birleşik Krallık).
67. Öte
yandan AİHM’e göre taraf devletin, haksız bir
tutulmanın mağduru olan kişiden mağduriyeti nedeniyle uğradığı zararları delillendirmesini istemesinde bir sakınca bulunmamaktadır.
Ayrıca Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında kişinin mağdur statüsünün varlığı
için ortada bir zararın mevcudiyeti şart olmamakla birlikte tazmin için maddi
veya manevi zararların ortaya konulması gerekmektedir (Wassink/Hollanda, B. No: 12535/86, 27/9/1990, § 38).
68. Sanık
veya şüphelinin suç işleyip işlemediği henüz belli olmadan özellikle delillerin
korunabilmesi, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının sağlıklı bir şekilde
tamamlanabilmesi için başvurulan ceza muhakemesi koruma tedbirleri, kişi hak ve
özgürlüklerine yönelik önemli sınırlamalar getiren, aynı zamanda temel hak ve
özgürlükleri kolayca zedeleyebilecek nitelikte işlemlerdir. Bu nedenle söz
konusu tedbirlere başvurmanın koşullarının hukuk devleti ilkesine ve insan
haklarına saygılı olma yükümlülüğüne uygun olarak düzenlenmesi gerekir.
69. 5271
sayılı Kanun’da öngörülen koruma tedbirlerinden biri olan tutuklama tedbiri,
bireylerin kişi özgürlüğüne yönelik müdahale niteliği taşıyan bir işlemdir. Bu
hâlde soruşturma veya kovuşturma safhalarında kendisi hakkında tutuklama
tedbiri uygulanan bireyin yargılama sonucu beraat etmesi hâli, tutuklu olarak
geçirilen sürenin haksız hâle dönüşmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda
da bireye tutuklu kaldığı sürelerde uğradığı zararlar için tazminat ödenmesi
adaletin gereğidir.
70. 5271
sayılı Kanun’da yer alan düzenlemeler ile kanuna uygun olarak yakalandıktan
veya tutuklandıktan sonra beraatlarına karar verilen kişilerin tutulu kaldıkları
süreler için ikamet ettikleri yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır
ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir
ağır ceza dairesi yoksa en yakın yerdeki ağır ceza mahkemesinde tazminat davası
açabilecekleri hüküm altına alınmıştır.
71. Somut
olayda başvurucu, hakkında açılan ceza davası kapsamında yargılamanın 1628
gününü tutuklu olarak geçirmiş; yargılama sonunda ise beraat etmiştir.
Başvurucu bunun üzerine tutuklu olarak geçirdiği günlerde uğradığı maddi ve
manevi zararların tazmini için 5271 sayılı Kanun uyarınca Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinde dava açarak haksız tutuklama nedeniyle tazminat talebinde
bulunmuştur. Yapılan yargılama sırasında Bolu Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun
tutuklanmadan önce çalıştığını ileri sürdüğü işe ilişkin herhangi bir evraka
ulaşamamış; başvurucu tarafından da Mahkemeye bu yönde bir belge
sunulamamıştır. Aynı zamanda Mahkeme; başvurucunun tanıklarını dinlemiş, Düzce
Emniyet Müdürlüğünden başvurucunun sosyal ve ekonomik durumunun araştırılmasını
istemiş, başvurucunun cezaevinde kaldığı sürede yaptığı masrafları tespit
etmiş, ceza yargılaması sürecinde vekille temsil olunan başvurucunun herhangi
bir vekâlet sözleşmesi ibraz etmemesi nedeniyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi
üzerinden hesaplanan vekâlet ücretinin maddi zarara eklenmesi usulünü izlemiş,
başvurucunun tutuklanmadan önce çalıştığı işe dair herhangi bir belge
sunamaması üzerine tutuklu kalınan dönemde uğranılan zararın asgari ücret
üzerinden tespiti yoluna gitmiştir. Yine Mahkeme tarafından yargılama
sürecinde, iki ayrı bilirkişi raporu istenerek maddi zararlar
hesaplattırılmıştır (bkz. § 21).
72. Yargılama
sonunda Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 28/6/2011 tarihli ve 2008/1022 Değişik İş
sayılı kararı ile başvurucunun haksız olarak tutuklu kaldığı süre üzerinden
hesaplanan 21.548,78 TL maddi ve 20.000 TL manevi zararın en son tahliye
tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile başvurucuya ödenmesine
hükmetmiştir (bkz. § 21).
73. Temyiz
incelemesi sonucu Yargıtay 12. Ceza Dairesi 14/5/2013 tarihli ve E.2013/8652,
K.2013/13479 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararına esas alınan
bilirkişi raporunda başvurucunun tutuklu kaldığı sürenin eksik hesaplandığını
tespit etmiş, bu yönden maddi tazminat miktarının 22.528,38 TL’ye yükseltilmesine
ve hükmedilen tazminata faiz işletilen tarihin ise ilk tutuklama tarihi olarak
düzeltilmesine karar vermiş, böylece kararın düzeltilerek onanmasına hükmetmiş
ve karar kesinleşmiştir.
74. Bireysel
başvuruya konu edilen somut şikâyetin ve bu şikâyete ilişkin yargılama
sürecinin incelenmesi neticesinde İlk Derece Mahkemesince toplanan deliller ve
dosya kapsamına göre verilen karar sonucu belirlenen ve Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin onamasından geçerek kesinleşen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve başvurucunun uğradığı zararlar
arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
75. Belirtilen
nedenlerle başvurucunun kişi özgürlüğüne yapılan müdahaleye karşılık hükmedilen
tazminat ile adil bir dengenin kurulduğu anlaşıldığından başvurucunun kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinde Yürütülen Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
76. Başvurucu,
Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde 16/7/2008 tarihinde açtığı haksız tutuklama
nedeniyle maddi ve manevi tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
77. Anayasa’nın
36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 49). Başvuru konusu haksız tutuklama nedeniyle açılan maddi ve
manevi tazminat davasında, 5271 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni
hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Kınyas Kaya, B. No:2013/1071, 10/3/2015, § 35).
78. Medeni
hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı
yönündeki iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa
Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul
olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususların dikkate alınacağı belirtilmiştir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 34–64; Hayrettin
Ekim, B. No: 2013/3442, 20/3/2014, §§ 33-55).
79. Başvuru
konusu olayda, Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde açılan bir tazminat davası söz
konusudur. 5271 sayılı mülga Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen
ve medeni hak ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara
bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 50) bu tarih
somut başvuru açısından 16/7/2008’dir.
80. Sürenin
bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın
sona erme tarihi olup (Güher
Ergun ve diğerleri, § 52) somut başvuru açısından söz konusu tarih, İlk Derece Mahkemesi
kararının Yargıtay 12. Ceza Dairesince düzelterek onandığı ve kesinleştiği
14/5/2013’tür.
81. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı şikâyetine
konu yargılama sürecinin incelenmesi sonucu 16/7/2008 tarihinde Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinde haksız tutuklama nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat
davasında esasa ilişkin kararın 28/6/2011 tarihinde verildiği, temyiz üzerine
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 14/5/2013 tarihli ilamıyla hükmün düzeltilerek
onandığı ve aynı tarihte de kesinleştiği, bu durumda iki dereceli bir yargılama
sisteminde davanın yaklaşık 5 yıllık bir sürede sonuçlandığı anlaşılmıştır.
82. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu
tazminat davasının; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi
kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır.
Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz
davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir
yön bulunmadığı ve yaklaşık 5 yıl devam eden yargılama sürecinde makul olmayan
bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
83. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
84. Başvurucu,
iddialarının (bkz. § 58) İlk Derece Mahkemesi kararında ve Yargıtay ilamında
karşılanmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
85. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
86. Anayasa’nın
141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.”
87. Sözleşme’nin
“Adil yargılanma hakkı” kenar
başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
88. Gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı
gibi adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir (Kırmızı Gaa İnşaat Turizm
Gıda San. Tic. A.Ş., B.No:
2013/2370, 11/12/2014, § 42). Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi
uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi
ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lafzi içeriğinde
yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara,
Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, § 38). Ayrıca hakkaniyete uygun
yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı Anayasa'nın 141. maddesinin
birinci fıkrasında yer verilen “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” hükmüyle
mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir (Muhittin Kaya, Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Limited Şirketi, B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 25).
89. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya, Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama
Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, § 26). Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine göre
değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir
gerekçenin kısa da olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, §
33).
90. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının
mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya
güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru
yapmalarını mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen
bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı
gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez
(Vesim Parlak, § 34).
91. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri
kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün
kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu
şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No: 134/1996/753/952, 19/2/1998, § 42).
92. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanır (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, §
53). Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de
tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların
usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz
incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate
alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması, gerekçeli
karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa
Kahraman, B. No: 2014/2388, 4/11/2014, § 37).
93. Somut olayda başvurucu tarafından Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinde haksız tutuklama nedeniyle tazminat davası açıldığı, Mahkemece
başvurucunun haksız olarak tutuklu geçirdiği sürelerde uğradığı maddi ve manevi
zararın tespit edilebilmesi için bilirkişi raporu alınmasına karar verildiği,
bilirkişi heyetince sunulan 5/11/2010 tarihli rapora taraflarca itiraz edilmesi
üzerine yeni bir bilirkişi raporu alınmasına hükmedildiği ve 22/4/2011 tarihli
ikinci raporun dosya kapsamına uygun bulunup raporda yapılan maddi ve manevi
tazminat hesapları sonucu ortaya çıkan meblağların hükme esas alındığı
anlaşılmıştır (bkz. § 21). Söz konusu hüküm Yargıtay 12. Ceza Dairesi tarafından
da düzeltilerek onanmış ve kesinleşmiştir (bkz. § 23).
94. Başvurucu ise bu süreçte Bolu Ağır Ceza
Mahkemesine 21/6/2011 tarihinde sunduğu dilekçe ile itirazda bulunmuş,
22/4/2011 tarihli bilirkişi raporuna çeşitli itirazlarını ifade etmekle birlikte
raporun ceza yargılamasında tahliye karşılığı ödediği nakdî kefalet için faiz
hesaplaması yapılan kısmının, nakdî kefaletin 1.000 TL olarak kabul edilmesi
nedeniyle hatalı olduğunu belirtmiştir (bkz. §
20). Başvurucu, aynı itirazını ayrıca temyiz dilekçesi ile de ortaya koymuştur
(bkz. § 22).
95. Anayasa Mahkemesince dava dosyasına yönelik yapılan
inceleme sonucu başvurucunun, ceza davasına ilişkin yargılama sürecinde tahliye
olarak tutuksuz yargılanabilmek için nakdî kefalet olarak Adliye veznesine
10.000 TL ödeme yaptığı (bkz. § 8), yargılamanın ilerleyen aşamasında hakkında
mahkûmiyet hükmü kurulması üzerine yeniden tutuklandığı ve söz konusu nakdî
kefaletin 10.000 TL olarak kendisine iade edilmesine karar verildiği
görülmüştür (bkz. §§ 9, 10). Başvurucu da haksız tutuklamaya ilişkin tazminat
davasında hükme esas alınan bilirkişi raporunun bu anlamda hatalı olduğunu,
raporda nakdî tazminat tutarının 1.000 TL olarak kabul edilip faiz hesaplaması
yapıldığını belirtmiştir. Bu hususu gerek İlk Derece Mahkemesi safhasında
gerekse temyiz incelemesi safhasında Derece Mahkemelerine itiraz olarak sunmuş
ancak İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararında ve Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin düzelterek onama ilamında bu hususa ilişkin herhangi bir
değerlendirmede bulunulmamıştır. İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararı ile
Yargıtay ilamında, başvurucunun hükme esas alınan bilirkişi raporunun ilgili
kısmına yönelik itiraz ileri sürdüğü hususa ilişkin herhangi bir
değerlendirmeye yer verilmemesinin gerekçeli karar hakkını ihlal ettiği
sonucuna varılmıştır.
96. Açıklanan nedenlerle bilirkişi raporuna nakdî kefalet
miktarı yönünden yapılan itirazın İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarında
tartışılmamasından dolayı başvurucunun
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
97. Başvurucu;
adil yargılanma hakkının ve Sözleşme’nin diğer maddelerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
98. 6216
sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar
başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi
yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen
ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
99. Başvurucunun
Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde tarafı olduğu haksız tutuklama nedeniyle tazminat
davasına ilişkin yaklaşık 5 yıllık yargılama süresi dikkate alındığında
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 4.360 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
100.
Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde gerekçeli karar hakkı yönünden
Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilerek 6216 sayılı Kanun'un
(2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ve
yeniden yargılama yapılması için kararın Bolu Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
101.
Başvurucu, adil yargılanma hakkının ve
Sözleşme’nin diğer maddelerinin ihlali nedeniyle maddi tazminat talebinde
bulunmuş olup mevcut başvuruda Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit
edilmiş olmakla ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın Bolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine
hükmedildiği için başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
102.
Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Düzce Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılama bakımından makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılamada makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. 1. Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinde yürütülen yargılama bakımından Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2.
Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle başvurucuya net 4.360 TL
manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D.
Gerekçeli karar hakkının ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın Bolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine,
E.
198,38 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
1/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.