TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET İLKER BAŞBUĞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/912)
|
|
Karar Tarihi: 6/3/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet İlker BAŞBUĞ
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Prof. Dr. Fatih Selami MAHMUTOĞLU
|
|
|
Av. İlkay SEZER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında
yürütülen soruşturma ve kovuşturma sürecinde 6/1/2012 tarihinden itibaren
tutuklu olması nedeniyle Anayasanın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili
tarafından 22/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 22/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Başvuru konusu olay ve
olgular 24/1/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı
başvuruya ilişkin görüşlerini 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
5. Adalet Bakanlığı görüşü
25/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/2/2014
tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvurucu 2008-2010 yılları
arasında Türk Silahlı Kuvvetlerinde Genelkurmay Başkanlığı görevini yerine
getirdikten sonra orgeneral rütbesiyle emekli olmuştur.
7. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2010/106 Esas sayılı dosyasında görülen ve kamuoyunda “internet andıcı davası”
adıyla bilinen dava kapsamında Mahkeme 30/12/2011 tarihli duruşmada, sanıkların
savunmayla ilgili beyanlarında ve belgelerde adı geçen Genelkurmay eski Başkanı
başvurucu hakkında gereğinin takdir ve ifası için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına
yazı yazılmasına karar vermiştir.
8. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu vekiline yapılan
bildirim üzerine 5/1/2012 tarihinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 312. ve
314. maddelerinde düzenlenen “cebir ve
şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” ve “Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme”
suçlarından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Cumhuriyet savcısı başvurucuyu
anılan suçlar nedeniyle tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etmiştir.
9. Başvurucu, İstanbul 12. Ağır
Ceza Mahkemesinin 6/1/2012 tarih ve 2012/10 Sorgu sayılı kararıyla “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs”
ve “Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçlarından
tutuklanmıştır.
10. Başvurucu hakkında isnat
edilen suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen
2/2/2012 tarihli iddianame, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiş
ve 2012/14 Esas sayılı dosyada kamu davası açılmıştır. İddianamede Mahkemenin
2010/106 Esas sayılı dosyasında davanın birleştirilmesi talep edildiğinden dava
aynı Mahkemenin 2010/106 Esas sayılı dosyasında birleştirilmiştir.
11. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2010/106 Esas sayılı dosyasında yargılanan başvurucu ilk kez
26/3/2012 tarihli duruşmaya katılmıştır. Başvurucu yargılama kapsamında
mahkemenin görevine itiraz etmiş, bu itiraz Mahkemece reddedilmiştir.
12. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi başvurucunun da yargılandığı davayı (2010/106 Esas sayılı dosya)
kamuoyunda “Ergenekon davası”
olarak adlandırılan 2009/191 Esas sayılı dosyada birleştirmiştir. Başvurucu
birleştirme kararlarından dönülerek dosyaların tefrik edilmesine karar
verilmesini talep etmiş, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince bu talep reddedilmiştir.
13. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi 2009/191 Esas sayılı dosyada 5/8/2013 tarihli duruşmada hükmü
açıklamış ve başvurucunun eylemlerinin bir bütün halinde “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs”
suçunu oluşturduğunu belirterek, sadece bu suç yönünden müebbet hapis cezasıyla
cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu
ayrıca “silahlı terör örgütü kurma ve
yönetme” suçundan cezalandırılmamıştır.
14. Başvurucu mahkûmiyet
kararıyla birlikte verilen hükmen tutukluluk kararına 12/8/2013 tarihinde
itiraz etmiş, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 22/8/2013 tarih ve 2013/553
Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir.
15. Açıklanan hükme ilişkin
gerekçeli karar henüz dava dosyasına girmemiştir.
16. Başvurucu mahkumiyet
kararından sonra hükmen tutuklu olduğu dönemde tahliye talebinde bulunmuş,
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 31/12/2013 tarih ve 2013/872 Değişik İş sayılı
kararla “kovuşturma aşaması tamamlandığı ve
hükmen tutukluluk kararına yapılan itirazın reddine karar verildiği”
gerekçesiyle talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
17. Bu karara yapılan itiraz
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2014 tarih ve 2014/99 Değişik İş
sayılı kararıyla reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
18. Anayasa’nın 145. maddesinin
birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.”
19. Anayasa’nın 148. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı
Yüce Divanda yargılanırlar.”
20. 12/4/1991 tarih ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 3. maddesi şöyledir:
“26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında
yazılı suçlar, terör suçlarıdır.”
21. 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar;
Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı
çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde
görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve
üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde
veya işlerde görevlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın
yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askerî mahkemelerin görevlerine
ilişkin hükümler saklıdır.”
22. 2/7/2012 tarih ve 6352
sayılı Kanun’un 105. maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki hükümler yürürlükten kaldırılmıştır:
…
6) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun 250, 251 ve 252 nci
maddeleri,”
23. 6352 sayılı Kanun’un Geçici
2. maddesinin (4) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:
“(4) Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten kaldırılan 250 nci maddesinin birinci
fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin
hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu
davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemez. 12/4/1991 tarihli ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu
maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır.
(7) Mevzuatta Ceza
Muhakemesi Kanununun 250 nci
maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerine yapılmış olan
atıflar, Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen ağır ceza mahkemelerine yapılmış sayılır.
24. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
25. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.
(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya
salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz
edilebilir.
(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya
geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya
Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde
yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen
de verilebilir.”
26. 5271 sayılı Kanun’un 232.
maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse
açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava
dosyasına konulur.”
27. 5271 sayılı Kanun’un (mülga)
250. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci
Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332
nci maddeler hariç),
Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi
üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili
kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza
mahkemelerinde görülür.
(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve
memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza
mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın
yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askerî mahkemelerin görevlerine
ilişkin hükümler saklıdır”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 6/3/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 22/1/2014 tarih ve 2014/912
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
29. Başvurucu kişi hürriyetiyle ilgili
olarak,
i. Tutuklama ve tutukluluğun devamına karar veren mahkemenin “görevli” mahkeme olmaması, görevli
mahkemenin Anayasa’nın 148. maddesinin yedinci fıkrası gereğince Yüce Divan
sıfatıyla Anayasa Mahkemesi olması nedeniyle, kanuni hâkim güvencesi kapsamında
hürriyetten yoksun bırakmanın “hukukun
öngördüğü usule uygun olmaması” nedeniyle Anayasanın 19. maddesinin
ikinci ve üçüncü fıkralarının ihlal edildiğini,
ii. Hüküm kesinleşinceye kadar kişi sanık olduğundan ve bu nedenle
hukuken “tutuklu” olması
nedeniyle, makul süre aşıldığı gerekçesiyle serbest bırakılma taleplerinin “ilgili” ve “yeterli” gerekçe gösterilmeden kanuni terimlerin tekrarıyla
görevli olmayan yargı merciince reddedilmesinin, adli kontrole tabi olarak
salıverilme imkânının göz önünde tutulmamasının Anayasanın 19. maddesinin
yedinci fıkrasını ihlal ettiğini,
iii. Kesin hüküm verilinceye kadar kovuşturma aşaması devam
ettiğinden hüküm verildikten sonra tahliye talebi hakkında karar verilmemesi
nedeniyle Anayasanın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
B. Adalet
Bakanlığı Görüşü ve Başvurucu Beyanı
30. Adalet Bakanlığının
şikâyetlerin nitelendirilmesi kapsamındaki görüşünün ilgili kısımları şöyledir:
“Başvurucu
ilk olarak “yetkili ve görevli mahkeme tarafından yargılanmadığını” iddia
etmektedir (Başvuru Formu, s. 4-6). İnsan hakları yargılaması açısından işbu
iddia değerlendirildiğinde, başvuranın iddiasının Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinin 1. paragrafında güvence altına alınan
“yasayla kurulmuş bir yargı organı tarafından yargılanma” (established
by law) hakkına ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu iddianın “adil yargılanma hakkı”
kapsamında ve AİHS’nin yukarıda belirtilen hükmü ile işbu hükme karşılık gelen
Anayasa’nın 37. maddesinin 1. paragrafı çerçevesinde incelenmesinin yerinde
olacağı değerlendirilmektedir.
Başvurucu görevli olmayan mahkemece
hürriyetinden mahrum bırakıldığını iddia ederek Anayasa’nın 19. maddesinin 2 ve
3. paragraflarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Bu iddiasına gerekçe
olarak, hakkındaki suçlamaların görev suçu kapsamında olduğunu ve bu suçlardan
dolayı da Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi önünde yargılanması
gerektiğini iddia etmektedir (Başvuru Formu, s. 18-22). Bakanlığımız işbu
iddiaların, yukarıda ifade edilen (paragraf 3, yukarıda) “yasayla kurulmuş bir
yargı organı tarafından yargılanma” hakkına ilişkin iddialarla sıkı sıkıya
bağlı olduğunu ve dolayısıyla birlikte incelenmesinin yerinde olacağı
değerlendirilmektedir.
Başvurucu ilk derece mahkemesince kısa kararın
(hükmün) açıklanmış olmasına rağmen, gerekçesiz bir karara dayanılarak aylardır
tutuklu bulunmasının (hüküm sonrası tutukluluk) Anayasa’nın 19. maddesinin 2.
paragrafına aykırı olduğunu iddia etmektedir (Başvuru Formu, s. 22-23).
Başvurucu CMK m. 232 § 3 hükmü gereği, kısa karar açıklandıktan sonra gerekçeli
kararın 15 gün içerisinde yazılması gerektiği düzenlemesine dayanarak, AİHS’nin
5. maddesinin 1. paragrafında öngörülen “yasanın öngördüğü usule uygun olmadan
hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı” (in accordance
with a procedure prescribed by law ) ilkesinin belirtilen
nedenle ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
Başvurucu, Anayasa’nın 19. maddesinin 2 ve 3.
paragrafları ile AİHS’nin 5. maddesinin 1 a) ve 1 c)
hükümleri ışığında şimdiye kadar yerleşmiş Anayasa Mahkemesi içtihatlarının
değiştirilerek, kendisinin hali hazırdaki hukuki statüsünün Anayasa Mahkemesi
açısından da “tutuklu” sayılmasını talep etmekte ve Anayasa’nın 19. maddesinin
7. paragrafı anlamında “tutuklulukta makul sürenin aşıldığını” iddia etmektedir.
Başvurucuya göre, mahkûmiyet hükmü kesinleşinceye kadar yargılanan kişi,
hakkında ilk derece mahkemesince mahkûmiyet kararı verilmiş olsa dahi,
Anayasa’nın 19. maddesinin 3. paragrafı anlamında “tutuklu” olarak
nitelendirilmeli ve hukuki statüsü “tutuklu” olarak değerlendirilmelidir.
Başvurucu bu tezine alternatif olarak şu gerekçeyi de ileri sürmektedir: [AİHS
m. 5 § 1 a) hükmü anlamında, eklendi] “hükme bağlı bir
tutmanın” başlangıç noktası, “mahkûmiyete ilişkin hükmün kısa kararla tefhimi
tarihi olmamalı; mahkûmiyet hükmünün gerekçesini öğrenme tarihi olmalıdır”.
Sonuç olarak başvurucu maruz kaldığı tutukluluk süresinin makul olmadığını
ileri sürmektedir.
Bakanlığımız yukarıda özetlenen başvurucu
şikâyetlerinin AİHS m. 5 § 1 a), 5 § 1 c) ve 5 § 3
hükümleri ile Anayasa’nın bu hükümlere karşılık gelen 19. maddesinin 2, 3 ve 7.
paragrafları çerçevesinde nitelendirilmesinin AİHM içtihatları ile uyumlu
olacağını değerlendirmektedir. Ancak ifade edilmelidir ki, asıl şikâyet
“tutukluluk süresinin makul olmadığı” (AİHS m. 5 § 3 ve Anayasa m. 19 § 7)
olup, Sözleşme’nin 5 § 1 a) ve 5 § 1 c) hükümleri ile
Anayasa’nın 19 §§ 2 ve 3 hükümlerine ilişkin hukuki sorun, başvurunun yapıldığı
tarih dikkate alındığında, söz konusu şikâyetin incelenebilmesi açısından kabul
edilebilirlik şartı olarak ortaya çıkmaktadır. Başvurucu özet olarak
tutuklulukta makul sürenin aşıldığını ve tutukluluğa ilişkin kararların
gerekçelerinin “ilgili” ve “yeterli” olma koşulunu karşılamadığını,
kişiselleştirilmemiş ve basmakalıp gerekçeler içerdiğini, adli kontrol
tedbirinin neden yetersiz kaldığının açıklanmadığını ve yargılama sürecinin
özenli yürütülmediğini ileri sürmektedir (Başvuru Formu, s. 23-29).
Başvurucu son olarak Anayasa’nın 19.
maddesinin 8. paragrafına dayanarak, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 31
Aralık 2013 tarihli kararının “habeas corpus” güvencesinin (AİHS m. 5 § 4) gereklerini
karşılamadığını ve dolayısıyla belirtilen hükmün ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
Başvurucunun kişi hürriyetinin ihlal edildiği
iddialarının, soruşturma, yargılama ve mahkûmiyet kararı sonrasında olmak üzere
her aşamada verilen tutuklama ve tutukluluğun devamına dair kararların
“görevli” olmayan mahkemelerce verilmesi, serbest bırakılma taleplerinin “ilgili”
ve “yeterli” gerekçe gösterilmeden reddedilmesi ve hüküm verildikten sonra
tahliye talebi hakkında karar verilmemesi kapsamında Anayasa’nın 19. maddesi
çerçevesinde olduğu görülmektedir.
31. Başvurucunun bu kapsamdaki beyanı şöyledir:
“Adalet
Bakanlığının görüşünün aksine “yetkili ve görevli mahkeme tarafından
yargılanmadığı” iddiasıyla adil yargılanma hakkının değil, kişi hürriyeti ve
güvenliğini güvence altına alan Anayasa’nın 19. maddesi hükümlerinin ihlal
edildiği ileri sürülmektedir.
Özgürlükten
yoksun bırakma halen devam ettiğinden ve başvuruda belirtilen hususlar
çerçevesinde zaman bakımından yetkisizlik ve süre aşımına ilişkin itirazların
reddedilmesi gerekir.”
32. Adalet Bakanlığının genel
olarak kabul edilebilirlik kapsamındaki görüşünün ilgili kısımları şöyledir:
“Başvurucunun söz konusu hakka ilişkin
şikâyetlerinin bir kısmının, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları kabul
etme tarihi olan 23 Eylül 2012 tarihinden (zaman yönünden yetkisinin başladığı
tarihten) önce gerçekleştiği ve bu türden şikâyetlerin “zaman yönünden
yetkisizlik” itirazıyla karşılaştığını Anayasa Mahkemesinin dikkatine
getirmektedir.
Başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle
ilgili olarak AİHM kararları (AİHM, Rahman / Türkiye, no.9572/05, 15 Şubat
2011, par. 22; Zeki Şahin / Türkiye, no.28807/05, 22 Şubat 2011, par. 26;
Tokmak / Türkiye, no.16185/06, 16 Şubat 2010, par. 27; Yiğitdoğan
/ Türkiye, no. 20827/08, 16 Mart 2010, par. 22) ve
Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda daha önce verdiği kararlar ile 5 Ağustos 2013
tarihli ilk derece mahkemesinin esasa ilişkin kararı birlikte değerlendirildiğinde,
başvurucunun [insan hakları yargılaması anlamında] tutukluluğunun 5 Ağustos
2013 tarihinde sona erdiği görülmektedir. Başvuru tarihi dikkate alındığında,
uzun tutukluluk ve buna bağlı diğer şikâyetlerin 30 günlük başvuru süresinde
Anayasa Mahkemesi’ne sunulup sunulmadığı konusunda değerlendirmenin Anayasa
Mahkemesinin takdirinde olduğu düşünülmektedir.”
33. Adalet Bakanlığının görevli
mahkeme şikâyeti kapsamındaki görüşünün ilgili kısımları şöyledir:
“Anayasa’nın 148/3 ve 6216 sayılı Kanun’un
45/2 hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir.
Dolayısıyla, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından
değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır.
Başvurucu söz konusu iddiasını gerek savcılık
gerek ağır ceza mahkemesi önünde dile getirmiştir. Başvurucunun bu iddiası hem
savcılık iddianamesinde (2 Şubat 2012 tarihli İddianame, s. 3-8)
değerlendirilmiş hem de mahkeme tarafından 26 Mart 2012 tarihli celsede
değerlendirilerek reddedilmiştir.
Öte yandan, adil yargılanma (kanunla kurulmuş
mahkeme tarafından yargılanma) hakkına ilişkin boyutları da olan işbu şikâyet
açısından kanun yollarının henüz sonuçlanmadığı düşünülmektedir. Yukarıda
belirtildiği gibi, birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bu iki hukuki sorunun
çözümü de ancak temyiz aşamasında Yargıtay tarafından kesin sonuca
kavuşturulacak niteliktedir. Dosyanın henüz temyiz aşaması sonuçlanmadığı için,
bu şikâyet açısından başvuru yollarının henüz tüketilip tüketilmediğinin
Anayasa Mahkemesince değerlendirmesi gerektiği düşünülmektedir.
Ayrıca belirtilmelidir ki, yasaların
uygulanması ve yorumlanması mahkemelerin yetkisinde olup, açıkça keyfi olmadığı
müddetçe derece mahkemelerinin kararlarının beklenmesi, başvuru yollarının
tüketilmesi açısından önemlidir. Benzer bir talep daha önce Yargıtay tarafından
incelenmiş olup, söz konusu talebin Yargıtayca
reddedildiği görülmektedir (9 Ekim 2013 tarihli Yargıtay 9. C.D. Kararı, Esas
No. 2013/9110 – Karar No. 2013/12351). Yargıtay’ın bu kararı da dikkate alınmak
suretiyle, ilk derece mahkemesinin somut olayda yasaları uygulayıp
yorumlamasının görev bakımından ulaştığı sonuç açısından açıkça keyfilik
taşıyıp taşımadığının Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu düşünülmektedir.
Bilindiği gibi, AİHM içtihatlarına göre, keyfi
olmadığı müddetçe yasaların uygulanması ve yorumlanması yargı organlarının
yetkisinde olup, Sözleşme’nin 6. Maddesi açısından bu konudaki şikâyetler 4.
derece türündendir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin içtihatları da bu yönde
gelişmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin 16.4.2013 tarih ve 2012/869 no’lu bireysel başvuru kararı, par. 20).
Sonuç olarak başvurucunun görevli olmayan
mahkeme tarafından özgürlüğünden yoksun bırakıldığı iddiası kabul edilebilirlik
ve esas yönünden incelenirken yukarıdaki bilgilerin de dikkate alınmasında yarar
bulunduğu değerlendirilmektedir.”
34. Başvurucunun bu kapsamdaki beyanı şu
şekildedir:
“Başvuruda
belirtilen şekilde soyut olarak mahkemenin görevli olmadığı yönünden bir itiraz
ileri sürülmediği, iddianamede yüklenen suç fiillerinin isnat edilen suçlar
kapsamında görülemeyeceği, suç fiilleri gerçekten işlenmiş ise bunun görevde
yetkiyi kötüye kullanma olacağı ve yargılama görevinin Yüce Divana ait olduğu
belirtilmektedir. Mahkemece bu hususta yeterli bir değerlendirme yapılmadan
keyfi bir yorumla sonuca ulaşılmıştır.”
35. Adalet Bakanlığının
tutuklulukta makul sürenin aşıldığı şikâyeti kapsamındaki görüşünün ilgili
kısımları şöyledir:
“23 Eylül
2012 tarihinden önce karara bağlanmış tahliye talepleri ile itiraz
incelemelerinin zaman yönünden yetkisizlik itirazı ile karşı karşıya bulunup,
bu duruma söz konusu kararların gerekçesine ilişkin şikâyetlerin de dâhil
olduğu değerlendirilmektedir.
Belirtilen tarihten sonraki duruma gelince,
başvurucu 5 Ocak 2012 tarihinde özgürlüğünden mahrum bırakılmış olup, 5 Ağustos
2013 tarihli ilk derece mahkemesinin esasa ilişkin kararı ile tutukluluğunun
sona erdiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun toplam tutukluluk süresi
bir yıl yedi ay olarak ortaya çıkmıştır.
AİHM kararlarına göre, bir suç işlediği
şüphesiyle bir kişinin hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için, ilgilin atılı
suçu işlediği yönünde makul şüphe (reasonable suspicion) ya da inandırıcı nedenlerin (raisons
plausibles) bulunması gerekli olup, bu gereklilik
tutukluluk açısından olmazsa olmaz bir koşuldur. Bu koşul, kişinin
tutukluluğunun devam ettirildiği her aşamada varlığını sürdürmeli ve makul
şüphenin ortadan kalktığı anda ilgili serbest bırakılmalıdır.
Makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller,
somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında, olaylara dışarıdan
bakan ve tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır.
Toplanan deliller objektif bir gözlemciye sunulduğunda, şüpheli ya da sanığın
atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli
ise, somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile, inandırıcı neden ya
da makul şüphe, “suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair
objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını
gerektirmektedir [Fox, Campbell
ve Hartley / Birleşik Krallık, no. 12244/86 12245/86
12383/86, 30 Ağustos 1990, paragraf 32; O’Hara
/ Birleşik Krallık, no:
37555/97, par. 34).
AİHM
kararlarına göre, bir kişinin Sözleşme’nin 5/1-c hükmü kapsamında özgürlüğünden
yoksun bırakılabilmesi için, başlangıçta “makul şüphenin varlığı” yeterli olup,
tutukluluğun devam ettirilmesi açısından “makul şüphenin varlığını sürdürmesi”
gerekmektedir. Ancak, belirli bir sürenin ötesinde tutukluluğun devamı
açısından makul şüphenin varlığı tek başına yeterli olmayıp, özgürlükten yoksun
bırakmayı meşru kılacak gerçek bir kamu yararı gerekliliğinin varlığı
aranmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, tutukluluk süresinin makul
süreyi aştığı iddiasını içeren başvurularda verdiği kararlarda, tutukluluk
süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde
değerlendirilmesi mümkün olmadığını ve bir sanığın tutuklu olarak
bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine
göre değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır ( 2012/1303
nolu, 21 Kasım 2013 tarihli bireysel başvuru kararı; par.
51; 2012/1272 nolu, 4 Aralık 2013 tarihli bireysel
başvuru kararı).
Tutukluluğunun
makul süreyi aştığı şikayetinin kabul edilebilirlik şartları ve esas yönünden
incelenmesi değerlendirmesinin, başvuranın yargılandığı davanın kapsamı ve
kendine özgü karmaşıklık düzeyi, yargılama makamının yargılamayı kendinden
beklenen her türlü dikkat ve özeni gösterir şekilde sürdürüp sürdürmediği,
başvurucunun tutuklu kaldığı sürenin miktarı, yerel mahkemenin başvurucunun
tutukluluğunun devamına yönelik sunduğu ve özellikle 27 Temmuz 2012 tarihinden
beri kullandığı gerekçelerin, AİHM’ kararları da göz önüne alınmak suretiyle
değerlendirilmesi gerektiğini belirtilmektedir.”
36. Başvurucunun bu kapsamdaki beyanı
şöyledir:
“Başvuruda
belirtilen hususlar tekrar edilerek “ilgili” ve “yeterli” gerekçe
gösterilmeden, gerekçe “kişiselleştirilmeden” tutukluluğun sürdürülmesi kişi
hürriyeti ve güvenliğini ihlal etmektedir.
C. Değerlendirme
37. Başvurucunun kişi hürriyetinin ihlal
edildiği iddialarının, soruşturma, ilk derece yargılaması ve mahkûmiyet kararı
sonrasında olmak üzere her aşamada verilen tutuklama ve tutukluluğun devamına
dair kararların “görevli” olmayan mahkemece verilmesi,
serbest bırakılma taleplerinin “ilgili”
ve “yeterli” gerekçe
gösterilmeden reddedilmesi ve hüküm verildikten sonra tahliye talebi hakkında karar
verilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği kapsamında olduğu
görülmektedir.
38. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci,
üçüncü, yedinci ve sekizinci fıkralarının ihlal edildiği iddialarını
içeren başvurunun ilk derece yargılaması ve mahkûmiyet kararı sonrası aşamalar
kapsamında Adalet Bakanlığı görüşü ve başvurucu beyanları dikkate alınarak
kabul edilebilirlik yönünden incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul
Edilebilirlik
a. İlk Derece Yargılaması Aşamasındaki Tutma Yönünden
39. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir.”
40. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı
47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. …”.
41. Başvurucu özetle, kanunen “görevli” olmayan bir yargı merciince
verilen kararlarla, “ilgili” ve “yeterli” gerekçe gösterilmeden, kanuni
ifadelerin tekrarıyla makul süreyi aşan biçimde tutukluluğun devam ettirildiğini ve adli
kontrole tabi olarak salıverilme imkânının göz önünde tutulmadığını
belirterek kişi hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
42. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak ifade edildikten sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve
şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin
hürriyetten yoksun bırakılması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında
belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B.
No: 2012/239, 2/7/2013, § 44). Anayasa’da yer alan kurallara benzer şekilde Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 5. maddesinin 1.
fıkrasında, herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın
(a) ve (f) bentlerinde belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule
uygun olmadan hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı
belirtilmiştir.
43. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile
uyumludur (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 44).
44. Kişi hürriyeti ve güvenliğine
ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama
yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare
organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla
yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde
özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk
durumunun “kanuni” dayanağının
bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği
hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği keyfiliği önlemek için, kanunun
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 45).
45. Buna göre, hürriyetten
yoksun bırakılma ancak Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Kişilerin hürriyetinin
kısıtlanabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Bu çerçevede Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini ve
değiştirilmesini önlemek maksadıyla hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Tutuklamanın kanunda öngörülen şekil ve şartlara uygun olması gerekir. AİHS’nin
5. maddesinin 1. fıkrasında ise, (a) ve (f) bentlerinde belirtilen hallerde
yapılabileceği öngörülen özgürlükten yoksun bırakmanın “yasanın öngördüğü usule uyularak” yapılabileceği
belirtilmektedir.
46. Anayasa’nın 19. maddesinde “kanunda öngörülen şekil ve şartlara” ve
AİHS’nin 5. maddesinde “yasanın öngördüğü
usule” uygun olma ölçütü dikkate
alındığında özgürlükten yoksun bırakmada “kanunilik”
koşuluna sıkı biçimde uyulması gerekmektedir.
47. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde
buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak
gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest
kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun
yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun
olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla
belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma
amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726,
2/7/2013, § 30).
48. Ancak kişi hakkında ilk
derece mahkemesinde hüküm verilmiş ise bireysel başvuru açısından talep, “bir suç isnadına bağlı olarak tutukluluğun”
hukuka aykırılığının tespitiyle sınırlı kalacaktır (B. No: 2012/726, 2/7/2013,
§ 31).
49. Kişi serbest bırakılmadan
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa,
mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda
kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru
incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi
arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş
olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta
erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya
hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir
tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan
mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini
tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla
mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını
AİHS’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak
değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 33).
50. “Suç
isnadına bağlı olarak” özgürlükten yoksun bırakılma hali AİHS’nin 5. maddesinin 1.
fıkrasının (c) bendi kapsamında, “mahkûmiyet
sonrası tutma” olarak değerlendirilen özgürlükten yoksun bırakma
hali ise 5. maddenin 1. fıkrasının (a) bendi kapsamında değerlendirilmektedir.
Her iki durumda da özgürlükten yoksun bırakma sonucunu doğuran kararların “yasanın öngördüğü usule uygun” olma
koşulunu sağlaması gerektiğinde tereddüt bulunmamaktadır.
51. “Bir suç
isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen
sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı
durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir.
Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece
mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı
değerlendirmesi yapılacaktır.
52. Somut olayda başvurucu isnat
edilen suçlar nedeniyle 5/1/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından
ifadesinin alınması sonrasında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/1/2012
tarih ve 2012/10 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Tutuklu olarak devam
eden yargılamada mahkûmiyet kararının açıklandığı 5/8/2013 tarihinde tutukluluk
hali bu anlamda sona ermiştir.
53. Başvurucunun 5/8/2013
tarihine kadar “bir suç isnadına bağlı
olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, 5/8/2013 tarihinden sonra
özgürlükten yoksun bırakmanın “mahkûmiyet
sonrası tutma” kapsamında olduğu anlaşılmaktadır.
54. Bu belirlemeler karşısında, “görevli” olmayan bir mahkemece verilen gerekçesiz
kararlarla “suç isnadına bağlı
olarak” özgürlükten yoksun bırakılma iddialarına dayanan bireysel
başvurunun, ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar
verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma
dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren
süresi içinde yapılması gerekir. AİHM de, mahkumiyet
kararından itibaren altı ay içinde yapılmayan “bir
suç isnadına bağlı tutukluluk” kapsamındaki başvurunun süresinde
olmadığını belirtmiştir (Atalay Öztürk /
Türkiye, (KK) B. No: 54890/09, 7/1/2014, § 37-41)
55. Bireysel başvurunun kabul
edilebilirlik şartlarından biri başvuru süresidir. Süre, başvurunun her
aşamasında dikkate alınması gereken bir usul şartıdır.
56. Bireysel başvuruların, 6216
sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün
64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (B. No: 2013/2001, 16/5/2013, § 14,15).
57. Somut olayda tutuklu olarak
devam eden yargılamada mahkûmiyet kararının açıklandığı 5/8/2013 tarihinde “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulma
hali sona ermiştir.
58. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci,
üçüncü ve yedinci fıkralarının ihlal edildiği şikâyetleri yönünden başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
b. Mahkûmiyet
Kararından Sonraki Tutma Yönünden
59. Başvurucu hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya
veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” ve “Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçlarından
açılan davada, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı
dosyasında 5/8/2013 tarihli kararıyla, başvurucunun eylemlerinin bir bütün
halinde “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs” suçunu oluşturduğu belirtilerek müebbet hapis cezasıyla
cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
60. Başvurucu yargılama sonunda
mahkûmiyet kararıyla birlikte verilen tutukluluğun devamına dair karara
12/8/2013 tarihinde itiraz etmiş ve itiraz 22/8/2013 tarihinde reddedilmiştir.
61. Açıklanan hükme ilişkin
gerekçeli karar henüz dosyasına konulmamıştır.
62. Başvurucu mahkûmiyet kararı
sonrasında hükmen tutuklu olduğu dönemde tahliye talebinde bulunmuş, İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesi 31/12/2013 tarihinde talep hakkında karar verilmesine
yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesinin 20/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
63. Başvurucu, kendisine isnat
edilen suçlamalara konu eylemlerin görevle ilgili olması nedeniyle Anayasa’da
öngörülen Yüce Divan dışında bir mahkemece yürütülen yargılama sonunda verilen
mahkûmiyet kararıyla tutukluluk halinin devam ettiğini belirtmekte, mahkûmiyet
kararından sonraki aşamada “suç şüphesi”
dışında tutuklama nedeni olarak kabul edilen diğer hususlar ile adli kontrol
hükümleri değerlendirilerek tahliye talebi hakkında bir karar verilmesi
gerektiğini ifade etmektedir.
64. Hukukun öngördüğü usule uygun olma şartı
bakımından kanunen “görevli”
olmayan bir yargı merciince verilen mahkûmiyet kararı kapsamında tutulma hali
devam ederken mahkûmiyet kararının gerekçesinin yasal süre aşılmasına rağmen
açıklanmaması ve tahliye talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle kişi
hürriyetinin ihlal edildiği ileri sürülmektedir.
65. Başvurucunun, yargılama makamının
görevine ve mahkûmiyet kararının gerekçesinin yasal süre içinde dava
dosyasına konulmaması nedeniyle tahliye talebi hakkında karar verilmemesine ilişkin
şikâyetlerinin dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Özgürlükten yoksun
bırakmanın “görevli” olmayan
yargı merciince verilen karar nedeniyle “kanuni”
olmadığı yönündeki şikâyete ilişkin başvurunun, tutulma hali devam ettiği
sürece olağan kanun yolları tüketildikten sonra yapılması mümkündür.
66. Mahkûmiyet kararı sonrasındaki hükmen
tutukluluğa ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve başkaca bir kabul
edilemezlik nedeninin de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
67. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci, ikinci, üçüncü, yedinci ve sekizinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş
hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi;
bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak
ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı
veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine
getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde
veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir
müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun
olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek
isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı
verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden
yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı
halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı
merciine başvurma hakkına sahiptir.”
68. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 5. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda
belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse
özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından
verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun
olarak tutulması;”
…
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için
inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra
kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı
halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
…
3. İşbu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca
yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev
yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu
olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince
serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır
bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir.
4. Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun
kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre
içinde karar verilmesi ve, eğer tutulma yasaya aykırı
ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.”
69. Başvurucu, mahkûmiyetle
birlikte hükmen tutukluluğuna karar verilmesine 12/8/2013 tarihinde itiraz
etmiş, itiraz usulüne göre yapılan değerlendirme sonunda 22/8/2013 tarihli
kararla itiraz kesin olarak reddedilmiştir (§ 14).
70. Başvurucunun 5/8/2013 tarihli mahkûmiyet
kararı sonrasında hükmen tutuklu olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
Dolayısıyla başvurucunun durumu Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası
anlamında “suç şüphesine bağlı tutma”
kapsamından çıkmış, ikinci fıkra bağlamında “bir
mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutmaya” dönüşmüştür. Bu aşamada
ilgili mevzuat gereği, özgürlükten yoksun bırakmanın dayanağı olan hükmün
gerekçesi hükümle birlikte tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından
itibaren en geç on beş gün içinde dava dosyasına konulmalıdır.
71. Ayrıca 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesi, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya
sanığın salıverilmesini isteyebileceği, şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin
devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verileceği, dosya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki kararın
Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verileceği
hükümlerini içermektedir.
72. İlk derece mahkemesindeki yargılamanın
sona erdiği davada temyiz incelemesinin yapılabilmesi için öncelikle gerekçeli
kararın dava dosyasına konulması, sonrasında temyiz talebinde bulunan
tarafların açıklanan hükme dayanak teşkil eden gerekçeye ilişkin varsa
itirazlarını bildirme imkânına sahip olmaları gerekmektedir.
73. 5/8/2013 tarihinde açıklanan nihai
karara ilişkin gerekçe başvuru tarihi itibarıyla dava dosyasına
konulmadığından, temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın Yargıtaya gönderilmesinin ve tahliye talebi hakkında ilgili
Yargıtay Dairesince bir karar verilmesinin mümkün olmadığı görülmektedir.
74. Başvurucunun şikâyetlerinin temeli,
hürriyetten yoksun bırakılmaya ilişkin kararların “görevli” olmayan mahkemece verilmesi, “ilgili” ve “yeterli” gerekçe olmaksızın
hürriyetten yoksun bırakmanın “makul süreyi”
aşan bir şekilde sürdürülmesidir. Başvurucu Anayasa’nın 36. ve 37. maddeleri
ile AİHS’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında güvence altına alınan “yasayla kurulmuş bir yargı organı tarafından
yargılanma” kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmemektedir. Bu aşamada başvurucu hürriyetten yoksun bırakılmaya ilişkin
kararları alan yargılama makamının yetkisizliğinden ve bu kararların anayasal
ilkelere aykırılığından şikâyet etmektedir.
75. Başvurucuya isnat edilen
suçların soruşturma ve kovuşturmayı yürütecek yargı mercilerinin tayinine esas
alındığı, işlendiği iddia edilen suçlar (cebir
ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme)
göz önüne alınarak mahkemenin görevine ilişkin itirazların yargılama sürecinde
reddedildiği ve sonuçta yargılamaya devam edilerek nihai kararın verildiği
görülmektedir.
76. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 2/2/2012 tarihli iddianamesiyle “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan
kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” ve “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçlarından
başvurucunun 6/1/2012 tarihinden itibaren tutuklu olarak yargılandığı dava
sonunda, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararla başvurucunun
eylemlerinin bir bütün halinde “cebir ve
şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçunu oluşturduğunu
belirterek sadece bu suçtan mahkumiyetine karar vermiştir. Başvurucunun ayrıca “silahlı terör örgütü yönetme” suçundan
mahkûmiyetine karar verilmemiştir.
77. İddianamenin sonuç kısmında
yer aldığı şekliyle başvurucunun isnat edilen suçları, “Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün amaçları
doğrultusunda, askeri bir darbe ortamı oluşturmak amacıyla, belirtilen internet
siteleri ve bu siteleri meşrulaştırmak amacıyla düzenlenen andıç
vasıtasıyla kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerini icra ve organize ederek,
örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın açıklamaları ve değişik
faaliyetlerle devam eden Ergenekon Silahlı Terör Örgütüne yönelik soruşturma ve
kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunarak,
Devlet yöneticilerini baskı altına almak, Devlet otoritesini zaafa uğratmak, bu
hususta gerektiğinde kamu düzenini bozup ülkede kaos ve düzensizlik ortamı
oluşturmak, halkı Devlet yöneticilerine karşı kışkırtmak ve anarşi ortamı
oluşturmak, böylece cebir ve şiddet yöntemleriyle hükümetin görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs ederek, suç tarihi
itibariyle konumu ve diğer şüpheliler üzerindeki etkisiyle ara yönetici
sıfatıyla psikolojik harekat faaliyetini yöneterek, örgüt üyelerini
yönlendirerek” işlediği ifade edilmektedir.
78. Başvurucunun, eylemlerin
nitelendirilmesine ve bu kapsamda yargılama görevinin Yüce Divan’a ait olduğuna
ilişkin itiraz ve iddialarının yukarıda belirtilen olgular dikkate alındığında
objektif olarak dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Bu kapsamdaki
itirazın özgürlükten yoksun bırakmanın kanunun öngördüğü usule uygun olması
ölçütü yönünden değerlendirilmesi gerekir.
79. Başvuru konusu yargılamada
temyiz süreci sonuçlanmadığından yukarıda belirtilen hususlarda yargısal
başvuru yolları henüz tüketilmemiştir. Bununla birlikte, özgürlükten yoksun
bırakılma kapsamında bu aşamada da anayasal güvencelerin bulunduğu
görülmektedir. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini
ve kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir” kuralı gereğince özgürlükten
yoksun bırakmanın “kanuni” olup
olmadığının “kısa sürede” incelenmesi
gerekir.
80. Anayasanın bu hükmü uyarınca
hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla
yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada kısıtlama sebebi
bakımından bir ayrım yapılmadığından, başvuru hakkı kuvvetli suç şüphesi ve
tutuklama nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılma ile sınırlı değildir.
Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen özgürlükten yoksun
bırakılma hallerinde de bu güvence geçerlidir.
81. Özgürlükten yoksun
bırakmanın hukuka uygunluğu kavramı, buna karar veren merciin kanunen yetkili
olmasını da kapsamaktadır. Bu çerçevede, başvurucunun kendisi hakkında karar
veren mahkemenin görevli olmadığı, yargılama görevinin Yüce Divan’a ait olduğu
yönündeki itirazının özgürlükten yoksun bırakmanın hukukiliğine ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
82. İsnat edilen suçlara ilişkin
eylemlerin nitelendirilmesinin, davanın Yüce Divan’da görülmesi gerektiği
iddiasıyla doğrudan ilgili olduğu, bu çerçevede yargılama merciinin görevli
olmadığıyla ve eylemlerin nitelendirilmesiyle ilgili itirazların temyiz
merciince resen dikkate alınacağı açıktır.
83. Bununla birlikte, bu
hususlara ilişkin kesin bir yargısal karar verilinceye kadar başvurucunun
özgürlüğünün kısıtlanmasının devam edebileceği görülmektedir. Bu süre zarfında
başvurucunun, “hukukun öngördüğü usule uygun
olmadan” özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucu ortaya
çıkabilecektir. Bu nedenle, bu aşamada yargılama merciinin görevine ilişkin
itiraz dikkate alınarak başvurucunun telafi edilemez şekilde mağduriyetinin
ortaya çıkması ihtimalini hukuki çarelerle gidermek gerekir.
84. Hüküm tarihinden itibaren yedi ayı aşan
bir süredir gerekçeli kararın dosyaya konulmamış olması nedeniyle başvurucunun,
mahkûmiyete bağlı olarak tutukluluğun devamına ilişkin kararın görevli olmayan
bir mahkeme tarafından verildiği, dolayısıyla özgürlükten yoksun bırakmanın
hukuki olmadığı yönündeki iddiasını temyiz mercii önüne götürememesi sonucu
ortaya çıkmıştır. Başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakılmasına ilişkin
kararın hukukiliğini temyiz mercii önünde denetletme hakkını kullanamamasının
hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik ilkelerine uygun olduğu söylenemez.
85. İlk derece yargılamasında
verilen nihai karardan sonraki aşamada başvurucu, 31/12/2013 tarihinde
yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinden tahliye edilmesi
talebinde bulunmuştur. Bu tarih itibarıyla Mahkemece gerekçeli kararın
açıklanmadığı ve bununla birlikte talep hakkında “kovuşturma aşaması tamamlandığı ve hükmen tutukluluk kararına yapılan
itirazın reddine karar verildiği” gerekçesiyle karar verilmesine yer
olmadığına karar verildiği, bu nedenle işin esasına girilmeksizin talebe
ilişkin olarak etkili bir yargısal inceleme yapılmadığı görülmektedir. Bu durum
Anayasa’nın
19. maddesinin sekizinci fıkrasında güvence altına alınan hakkı işlevsiz hale
getirmektedir.
86. Açıklanan nedenlerle, hükmün
açıklanmasından itibaren geçen sürede gerekçenin açıklanmaması nedeniyle temyiz
incelemesinin yapılamadığı, özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı
iddiasının ve salıverilme talebinin temyiz merciince incelenemediği dikkate
alındığında adli kontrol hükümleri de değerlendirilerek talep hakkında
yargılamayı yürüten mahkemece bir karar verilmesi gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın
19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
87. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi
yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır.
88. Başvuruda, Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Başvurucunun manevi tazminat talebi bulunmamaktadır. Kişi hürriyeti ve
güvenliği kapsamındaki ihlalin ortadan kaldırılması amacıyla başvurucunun
tahliye talebinin esası hakkında adli kontrol hükümleri de dikkate alınarak yargılama
makamınca bir karar verilmesi gerekmektedir.
89. Başvurucu tarafından yapılan
206,10 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. İlk derece yargılamasında
devam eden özgürlükten yoksun bırakılma kapsamındaki şikâyetlerinin “süre aşımı” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Mahkûmiyet kararının
gerekçesinin yasal süre içinde dava dosyasına konulmaması nedeniyle tahliye talebi
hakkında karar verilmemesi şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki
olmadığı iddiasının Mahkemesince etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi
ve mahkûmiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmamasından dolayı Yargıtay
önüne götürülememiş olması nedenleriyle kişi
hürriyeti ve güvenliği kapsamında Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci
fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Gereğinin yapılması ve başvurucunun
tahliye talebi hakkında karar verilmesi amacıyla karar örneğinin Mahkemesine
gönderilmesine,
D. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
6/3/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.