TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
E.T.Y.İ. A.Ş. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/596)
|
|
Karar Tarihi: 8/5/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucular
|
:
|
E.T.Y.İ. A.Ş.
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet Mithat KILIÇOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında tarh
edilen katma değer vergisi (KDV) ve vergi ziyaı
cezasına ilişkin açtığı iptal davasının reddedildiğini, bu nedenle Anayasa’nın
10., 36. ve 73. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürerek, ihlalin tespitiyle vergi ziyaı cezalı KDV
tarhiyatı nedeniyle uğradığı maddi zararın tazminine karar verilmesini talep
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölümün İkinci
Komisyonunca, 17/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 10/10/2013
tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 18/11/2013 tarihli görüş yazısı başvurucu vekiline tebliğ
edilmiş ve başvurucu vekili de 4/12/2013 tarihli yazı ile karşı beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun 2002, 2003,
2004 ve 2005 yılı hesaplarının incelenmesi neticesinde düzenlenen … tarih ve …
sayılı vergi inceleme raporu uyarınca, … işlettiği golf sahası, otel ve tatil
köyü ile ilgili olarak yönetim anlaşması yaptığı … isimli şirkete yurt dışında
yaptırdığı reklam ve tanıtım hizmetlerine ilişkin ödediği fatura bedelleri
üzerinden KDV hesaplayarak sorumlu sıfatıyla 2 No.lu KDV beyannamelerini
vermediğinden bahisle, başvurucu aleyhine … YTL KDV ve bu tutar üzerinden … YTL
vergi ziyaı cezası ikmalen
tarh edilmiştir.
8. Başvurucu tarafından
hakkında tarh edilen KDV ve vergi cezasının iptali istemiyle açılan dava, …
Vergi Mahkemesinin 22/10/2008 tarih ve … sayılı kararı ile reddedilmiştir.
Karar oy çokluğuyla verilmiş olup, kararın gerekçesi şöyledir:
“Yukarıda belirtilen kanun hükümlerinin olayla birlikte
değerlendirilmesinden; davacı kurumun yurt dışında yaptırmış olduğu reklam ve
pazarlama hizmetlerinin Türkiye'deki ticari faaliyetlerinin devamlılığı ve karlılığıyla
doğrudan ilişkisi bulunduğu, bu ilişkinin faaliyet konusu olan otelcilik
hizmetlerinden faydalanan müşteri sayısının arttırılmasıyla sağlandığı ve
hizmetten sonuç olarak Türkiye'de faydalanıldığı açık olup, bu reklam ve
tanıtım işlemlerinin yurt dışındaki potansiyel müşterilere yapılıyor olmasının
yapılan hizmetten anıldığı şekilde Türkiye'de faydalanıldığı gerçeğini
değiştirmeyeceği sonucuna varılmaktadır.
Bu durumda, davacı firmanın yurt dışında yaptırdığı reklam
ve pazarlama hizmetlerinden Türkiye'de faydalanıldığının kabul edilmesi
gerektiğinden, bu hizmetlere ait fatura bedelleri üzerinden sorumlu sıfatıyla
katma değer vergisi hesaplayarak 2 nolu beyanname ile
bağlı bulunduğu vergi dairesine beyanda bulunulmayan davacı şirket adına davalı
idarece ikmalen yapılan cezalı katma değer vergisi
tarhiyatlarında yasal isabetsizlik bulunmamaktadır.”
9. Başvurucu tarafından karar
temyiz edilmiş ve Danıştay … Dairesinin 6/10/2011 tarih ve … sayılı kararı ile
temyiz istemi reddedilerek karar onanmıştır.
10. Bu karara karşı yapılan
karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 26/11/2012 tarih ve … sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
11. Karar, başvurucuya 4/1/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
12. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
13. 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu’nun “İkmalen vergi tarhı” kenar başlıklı 29. maddesi
şöyledir:
“İkmalen vergi tarhı, her ne şekilde
olursa olsun bir vergi tarh edildikten sonra bu vergiye müteallik olarak
meydana çıkan ve defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak
miktarı tespit olunan bir matrah veya matrah farkı üzerinden alınacak verginin
tarh edilmesidir.
Özel kanunlarında ikmalen tarhiyata ilişkin olarak yer alan hükümler
saklıdır.”
14. Aynı Kanun’un “Vergi ziyaı”
kenar başlıklı 341. maddesi şöyledir:
“Vergi ziyaı, mükellefin veya
sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya
eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini
veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder.
Şahsi, medeni haller veya aile durumu hakkında gerçeğe
aykırı beyanlar ile veya sair suretlerle verginin noksan tahakkuk ettirilmesine
veya haksız yere geri verilmesine sebebiyet vermek de vergi ziyaı
hükmündedir.
Yukarıki fıkralarda yazılı hallerde verginin sonradan
tahakkuk ettirilmesi veya tamamlanması veyahut haksız iadenin geri alınması
ceza uygulanmasına mani teşkil etmez.”
15. 25/10/1984 tarih ve 3065
sayılı Kanun’un “İşlemlerin Türkiye’de
yapılması” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“İşlemlerin Türkiye'de yapılması:
a) Malların teslim
anında Türkiye'de bulunmasını,
b) (Değişik : 27/1/2000 - 4503/3 md.)
Hizmetin Türkiye'de yapılmasını veya hizmetten Türkiye'de faydalanılmasını,
İfade eder.”
16. Aynı Kanun’un “Vergi sorumlusu” kenar başlıklı 9.
maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
“Mükellefin Türkiye içinde ikametgahının, işyerinin, kanuni
merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer
hallerde Maliye Bakanlığı, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla,
vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 8/5/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/1/2013 tarih ve 2013/596
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu şirket, işlettiği
golf sahası, otel ve tatil köyü ile ilgili olarak … isimli şirket ile yönetim
anlaşması yaptığını ve işletmenin yönetimini belirli şartlarla bu şirkete
bıraktığını, belirtilen tesislerin yurt dışı tanıtım ve pazarlama
faaliyetlerinin de bu şirket tarafından yapıldığını, Haziran 2002 ila Aralık
2005 döneminde toplam … YTL yurt dışı tanıtım ve pazarlama gideri yapıldığını,
başvurucu şirket hakkında düzenlenen vergi inceleme raporunda, … isimli şirkete
ödendiği belirtilen hizmet bedelinin KDV’nin konusuna girdiği ve başvurucu
şirket tarafından sorumlu sıfatıyla 2 No.lu KDV beyannamelerinin
verilmediğinden bahisle, … YTL KDV ve bu tutar üzerinden … YTL vergi zıyaı
cezası tarh edildiğini, hakkında tarh ettirilen KDV ve vergi cezasının iptali
istemiyle açılan davanın, … Vergi Mahkemesi kararı ile reddedildiğini ve
kararın kanun yollarından geçerek kesinleştiğini, dava konusu hizmetin KDV’ye
tabi olmadığını gösteren genelgeler, idari kararlar ve Mahkeme içtihadı
olmasına rağmen hakkında KDV ve vergi cezası tarh ettirildiğini, tarh ettirilen
KDV’nin doğru olduğu kabul edilse bile, bu hizmet nedeniyle ödenen verginin 1
No.lu KDV beyannamesinde indirim konusu yapılacağını ve bu suretle ödenen KDV
tutarının değişmeyeceğini, bu nedenle uygulanan vergi cezasının yerinde
olmadığını, ancak belirtilen tüm bu hususlar göz ardı edilerek KDV ve vergi ziyaı cezası tarh ettirilmesinin, ayrıca belirtilen
işlemlerin iptali için açılan davanın reddedilmesinin, eşitlik ilkesine ve adil
yargılanma hakkına aykırı olduğunu, kıyas yoluyla vergi cezası yaratıldığını ve
yürütülen yargılamanın makul süreyi aştığını belirterek, Anayasa’nın 10., 36.
ve 73. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş, haksız
yere tarh ettirilen KDV ve vergi ziyaı cezasının
tahsil tarihinden itibaren faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun,
açtığı davada verilen kararın sonucundan ve yargılamanın makul sürede
bitirilmemesinden şikâyetçi olduğu görülmektedir. Bu nedenle, başvurucunun
yargılama süresinin makul olmadığı iddiasının yanında Anayasa’nın 10. ve 73.
maddesinde tanımlanan haklar ile bağlantı kurarak ileri sürdüğü iddialar adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Konu Bakımından Yetki
20. Başvurucu, vergi aslı ve
vergi cezasının birlikte tarh ettirilmesi işleminin iptali istemiyle açtığı
davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını ve mahkeme kararının adil olmadığını
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
23. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda
açıklanır; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal
güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel
hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin
adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu
göreceği ölçüde, davanın tamamı süresince veya kısmen duruşmalar basına ve
dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.”
24. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma” ifadesi, 3/10/2001 tarih
ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile Anayasa’ya eklenmiştir. Anayasa’da adil
yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir.
25. AİHS’in adil yargılanma hakkını
düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için,
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve AİHS kapsamı
dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz. (B. No: 2012/917,
16/4/2013, § 21).
26. Belirtilen doğrultuda
Sözleşme’nin 6. maddesi bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
konu bakımından yetki alanını belirleyen içtihadına bakıldığında, Mahkeme;
vergi mükellefi ile hakim olan toplum arasındaki ilişkinin kamusal nitelikte
olması dolayısıyla vergi meselelerinin kamusal ayrıcalıkların sert
çekirdeğinden bir kısmını oluşturduğunu dikkate alarak, mükellefler açısından
zorunlu olarak maddi etkiler ortaya çıkarsa da vergi uyuşmazlıklarının “medeni hak ve yükümlülükler” dışında
kaldığını kabul etmektedir. (Ferrazzini/İtalya
[BD], B. No:44759/98,
12/6/2001, §29). Ancak, AİHM Bendenoun/Fransa kararında, vergi para cezalarını düzenleyen
kanunun, özel bir durumda olan belli bir grubu değil vergi mükellefi olan bütün
vatandaşları kapsamasını, ek vergi yükümlülüklerinin bir zarara karşılık maddi
tazminat amacını değil, fakat esas itibarıyla yeniden suç işlemeyi caydırıcı
bir yaptırım amacı taşımasını, bunların hem caydırıcılık hem de cezalandırma
amacı olan genel bir kurala göre uygulanmış olmasını, miktarın hem başvurucu
hem de başvurucunun şirketi açısından oldukça önemli bir miktar olmasını ve
başvurucunun öngörülen miktarı ödememesi halinde ceza mahkemelerince hapse
mahkûm edilebileceğini göz önünde bulundurarak, bu uyuşmazlığı “suç isnadı” kapsamında değerlendirmiş ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu uyuşmazlığa uygulanabileceğine işaret etmiştir (Bendenoun/Fransa, B. No:12547/86, 24/2/1994, §47). Öte
yandan AİHM Jussila/Finlandiya kararında
vergi para cezasının miktarının düşük olması halinde dahi suçun cezai
niteliğinin 6. maddeyi uygulanabilir kılmak için yeterli olduğunu kabul
etmiştir (Jussila/Finlandiya
[BD], B. No:73053/01, 23/11/2006, §38). Mieg de Boofzheim/Fransa
kararında ise, mükellefin iyiniyetle
hareket etmesini gerektiren “salt geç ödeme faizi”nin
6. madde kapsamında “bir suç isnadı”
oluşturmadığı bu nedenle 6. maddenin uygulanabilir olmadığı tespiti yapılmıştır
(Mieg de Boofzheim/Fransa,
B. No: 52938/99,
3/12/2002, (k.k.)). Diğer taraftan Georgiou/İngiltere kararında ise KDV aslı ve buna
bağlı vergi kaçakçılığı cezasına karşı birlikte açılan davada başvurucunun adil
yargılanma hakkının ihlâl edildiği iddiasını inceleyen AİHM, kaçakçılık
cezasının suç isnadını içerdiğini, olayın niteliğine bakıldığında, suç isnadına
ilişkin bölümlerle suç isnadı olmayan vergi aslına ilişkin bölümleri
birbirinden ayırmanın güç olduğuna ve bu nedenle başvuru hakkında yapılacak
değerlendirmenin zorunlu olarak vergi tarhiyatını da kapsayacak şekilde olması
gerektiğine karar vermiştir (Georgiou/İngiltere,
B. No: 40042/98, 16/5/2000). AİHM bu kararı ile vergi aslı ile vergi
cezalarına karşı birlikte dava açılması durumunda, adil yargılanma hakkının,
davanın bütününe uygulanması gerektiğini ifade etmektedir.
27. Yukarıda yer verilen
tespitler neticesinde, Anayasa Mahkemesince, Sözleşme’nin 6. maddesinde yer
alan adil yargılanma hakkına ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi
kararlarında da, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından
yetki alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı esas alındığından, başvurucunun medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı
hakkında karar verilmiş olması hâlleri dışında kalan adil yargılanma hakkının
ihlali iddiasına dayanan başvuruların Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanının kapsamı dışında kalacağı ve dolayısıyla bireysel başvuruya konu
olamayacağı kabul edilmiştir. AİHM içtihadında cezai nitelik taşımayan vergisel
uyuşmazlıkların, 6. maddenin güvence kapsamı dışında kalacağı sonucuna
ulaşılmasında vergi aslı yönünden başvuru konusu yapılan uyuşmazlıkların vergi
yükümlüsü ile vergi alacaklısı konumunda bulunan taraf devlet arasında kamusal
niteliği ağır basan bir uyuşmazlık olmasının ve taraf devletlerin kamusal
yetkisinin sert çekirdeği içerisinde yer aldığının kabul edilmesinin rol
oynadığı anlaşılmaktadır.
28. Bununla birlikte, hukuk
sistemimizdeki vergi uyuşmazlıkları ayrı bir yargı kolu içerisinde değil idari
yargı kolu içinde ve özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, genel
olarak 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca,
diğer idari uyuşmazlıklarla aynı yargılama usulüne tabi bir yargılama prosedürü
çerçevesinde çözümlenmektedir. Ayrıca, vergilendirme yükümlülüğüne aykırı bir
davranışın tespiti halinde, ilgili idare tarafından tarh edilen vergi ve
öngörülen vergi cezası aynı ihbarname kapsamında mükellefe tebliğ edilerek,
tarh edilen vergi ve kesilen vergi cezaları aynı yargılama prosedürü içerisinde
dava konusu edilmekte, usulsüzlük cezaları gibi ayrıksı durumlar dışında vergi
aslı ve vergi cezası arasındaki bu organik bağ, vergi alacağının tahsili
aşamasında da varlığını sürdürmektedir. Bunun yanı sıra, resen veya ikmalen yapılan tarhiyat işlemlerine karşı açılan davanın
kısmen veya tamamen reddi halinde, ilgili mevzuat uyarınca, hesaplanacak
gecikme faizinin dava süresiyle doğru orantılı olarak artması öngörülmekte (
bkz. 213 sayılı Kanun’un 112. maddenin (3) numaralı fıkrası, 2577 sayılı
Kanun’un 28. maddesinin (5) numaralı fıkrası), bu yönüyle vergi aslını
ilgilendiren uyuşmazlıklar açısından da, özellikle adil yargılanma hakkı
kapsamında yer alan güvence hükümleri arasında yer verilen makul sürede
yargılanma hakkının işlevsel bir rol oynayabileceği ve bu yönüyle daha çok
kamusal niteliği ağır basan bir ilişki olarak kabul edilen salt vergisel
uyuşmazlıkların, başta mülkiyet hakkı olmak üzere medeni hak ve yükümlülükler
alanında önemli yansımaları bulunan bir ilişki olduğu anlaşılmakta ve
belirtilen tespitler çerçevesinde, vergi uyuşmazlıklarının adil yargılanma
hakkına ilişkin güvenceler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmaktadır. Bu durumda başvuru konusu uyuşmazlığa yönelik ihlal iddiaları
Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki alanı içerisinde yer almaktadır.
29. Başvuruda şikâyet konusu
yapılan hususların diğer kabul edilebilirlik kriterleri açısından farklı
niteliklerinin bulunması nedeniyle her bir şikâyete ilişkin değerlendirmenin
ayrı ayrı yapılması gerekmektedir.
b. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası Yönünden
30. Başvurucu, dava konusu
hizmetin KDV’ye tabi olmadığını gösteren genelgeler, idari kararlar ve mahkeme
içtihadı olmasına rağmen hakkında KDV ve vergi cezası tarh ettirildiğini, tarh
ettirilen KDV’nin doğru olduğu kabul edilse bile, bu hizmet nedeniyle ödenen
verginin 1 No.lu KDV beyannamesinde indirim konusu yapılacağını ve bu suretle
ödenen KDV tutarının değişmeyeceğini, bu nedenle uygulanan vergi cezasının
yerinde olmadığını, ancak belirtilen tüm bu hususlar göz ardı edilerek KDV ve
vergi ziyaı cezası tarh ettirildiğini, ayrıca
belirtilen işlemlerin iptali için açılan davanın reddedildiğini belirterek,
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
31. Adalet Bakanlığı görüşünde,
kural olarak yerel mahkemeler tarafından yapılan maddi ve hukuki hataların
ancak AİHS ve Anayasa tarafından güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerin
ihlali söz konusu olduğu ölçüde bireysel başvuruya konu edilebileceğini, AİHS'in 6. maddesi ve Anayasa'nın 36. maddesi her ne kadar
adil yargılanma hakkını teminat altına almakta ise de, bilgi-belgelerin kabul
edilebilirliği veya mevzuatın değerlendirilmesi gibi konuların öncelikle yerel
mahkemeleri ilgilendirdiğini, bireysel başvuruya konu davadaki olayların
kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama
sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir
uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil
olup olmamasının, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi
tutulamayacağını, başvurucuya salınan verginin KDV olduğu ve ilk derece
mahkemesinin ilgili kanun hükümlerinin uygulanmasında takdir hakkını kullanarak,
salınan verginin mevzuata uygun olduğu yönünde karar verdiğini, başvurucunun
şikâyetlerinin kabul edilebilirlik ve esas yönünden incelenmesinde yukarıda
belirtilen hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
32. Başvurucu cevap dilekçesinde,
haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
33. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, Anayasanın
uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının
belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara
uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
34. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel
başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır.
Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
35. Anılan kurallar uyarınca,
bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
36. Başvuru konusu olayda,
başvurucu şirketin 2002, 2003, 2004 ve 2005 yılı hesaplarının incelenmesi
neticesinde düzenlenen vergi inceleme raporunda, başvurucunun ortaklarından …
şirketine yurt dışında yaptırılan reklam ve pazarlama hizmetlerinden Türkiye'de
faydalanılmış olmasına rağmen, söz konusu hizmetlere ilişkin fatura bedelleri
üzerinden KDV hesaplanarak 2 No.lu beyanname ile sorumlu sıfatıyla beyan
edilmediğinden bahisle vergi ziyaı cezalı katma değer
vergilerinin ikmalen salındığı, başvurucu şirket
tarafından açılan davada; tarhiyat öncesi uzlaşmadan yararlandırılmadığı, söz
konusu reklam ve tanıtım hizmetlerinden yurt dışında faydalanıldığı,
dolayısıyla 3065 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (b) bendi uyarınca vergiye tabi
olmadığı, ayrıca bu yönde yayımlanmış çeşitli muktezalar bulunduğu halde
inceleme elemanınca aksi yönde yapılan değerlendirmeler üzerine salınan cezalı
vergilerin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kaldırılmasının istendiği
anlaşılmaktadır.
37. … Vergi Mahkemesi ise,
Danıştay tarafından onaylanan kararında, 3065 sayılı Kanun’un 1., 8. ve 9.
maddelerini birlikte değerlendirerek, yurt dışında yaptırılan reklam ve
pazarlama hizmetlerinin Türkiye'deki ticari faaliyetlerin devamlılığı ve
karlılığıyla doğrudan ilişkisi bulunduğu, bu ilişkinin, faaliyet konusu olan
otelcilik hizmetlerinden faydalanan müşteri sayısının arttırılmasıyla
sağlandığı ve hizmetten sonuç olarak Türkiye'de faydalanıldığı, başvurucu
şirketin bu hizmetlere ait fatura bedelleri üzerinden sorumlu sıfatıyla KDV
hesaplayarak 2 No.lu beyanname ile bağlı bulunduğu vergi dairesine beyanda
bulunmaması nedeniyle ikmalen yapılan cezalı KDV
tarhiyatlarında yasal isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davayı
reddetmiştir.
38. Başvurucu şirketin
iddialarının mevzuatın yorumlanmasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
39. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararların değil, yargılama sürecinin ve
usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel
başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için
başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede
yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası
veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut
olayda başvurucu şirketin yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair
bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın
içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.
40. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir
keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin
Makul Olmadığı İddiası Yönünden
41. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce
açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun
incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde,
yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul
sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik
taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından,
başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir.
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 21-30).
42. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
43. Başvurucu, açmış olduğu
idari davanın beş yıldan uzun bir süre sonra karara bağlandığını beyan ederek,
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
44. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
45. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
46. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde
göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
47. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
48. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
41–45).
49. Ancak, belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
50. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
51. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin ve cezai
alandaki bir suç isnadını konu alan uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak
sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın
36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu
anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun
haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan
davalara da uygulanacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Geouffre de la Pradelle/Fransa, B. No: 12964/87, 16/12/1992).
Bu kapsamda başvuruya konu uyuşmazlıkta suç isnadını içeren vergi cezasıyla
birlikte vergi aslına karşı birlikte açılan davaya ilişkin ihlal iddialarının
bireysel başvuruya konu edildiği anlaşılmaktadır.
52. Makul süre
değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara
bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olmakla beraber,
bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın
ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, §
21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre
değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi,
başvurucuya vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatlarına
ilişkin ihbarnamelerin tebliğ edildiği, 9/11/2007 tarihidir.
53. Mevcut başvuruda olduğu
gibi, uyuşmazlığın başlangıç tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı
tarihin farklı olması halinde, makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
54. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden anlaşıldığı kadarıyla, ilgili vergi dairesi müdürlüğünce,
2/11/2007 tarihli vergi inceleme raporuna istinaden, başvurucu hakkında vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatları yapılarak, ilgili
ihbarnameler 9/11/2007 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu
tarafından, 6/12/2007 havale tarihli dilekçe ile … Vergi Mahkemesinden, vergi
inceleme raporuna istinaden yapılan vergi ziyaı
cezalı KDV tarhiyatlarının kaldırılması talep edilmiştir. 7/12/2007 tarihinde
düzenlenen ilk inceleme tutanağı sonrasında gerekli tebligat işlemleri
yapılmış, tarafların cevap ve ikinci cevaplarını Mahkemeye ibraz etmeleri
üzerine 15/4/2008 tarihi itibariyle tekemmül ettiği anlaşılan dosya kapsamında,
22/10/2008 tarihli karar ile başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir.
Kararın 17/12/2008 tarihinde yürütmeyi durdurma talepli olarak temyiz edilmesi
üzerine Danıştay … Dairesi 22/1/2009 tarihinde yürütmenin durdurulması
isteminin davalı idarenin savunmasının alınmasından sonra incelenmesine karar
vermiş, 10/6/2009 tarihinde yürütmenin durdurulması talebini ve 6/10/2011 tarih
ve … sayılı kararıyla da temyiz talebini reddederek Mahkeme kararını onamıştır.
Danıştay … Dairesinin kararı 28/11/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
başvurucunun 8/12/2011 tarihli karar düzeltme talebi üzerine dava dosyası
yeniden Danıştay … Dairesine gönderilmiş ve Dairenin … tarih ve … sayılı kararı
ile karar düzeltme talebi reddedilmiş ve bu karar, başvurucuya 4/1/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Uyuşmazlığın başladığı 9/11/2007 tarihinden
itibaren ilk derece Mahkemesince 11 ay 13 gün içinde karar verildiği, kararın
verildiği tarihten itibaren ise temyiz mercii tarafından temyiz ve karar
düzeltme taleplerinin 4 yıl 1 ay 4 gün içinde tamamlandığı görülmektedir.
55. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
56. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir.
57. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, ilk derece Mahkemesince 15/4/2008 tarihinde
tekemmül eden dava dosyasının 22/10/2008 tarihinde karara bağlandığı, arada
geçen bu süre zarfında uyuşmazlığın çözümü için usuli
bir işlem yapılmadan dosyanın bekletildiği, diğer yandan yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmaması değerlendirilmesinin yapılacağı yerin ise kanun yolu
incelemesinde geçen sürenin olduğu, zira bu inceleme safhasında iki kere
yürütmenin durdurulması hakkında karar verilmesine karşın temyiz talebinin
esastan sonuçlandırılmasının 4 yıldan fazla sürdüğü ve bu süre zarfında ilgili
Daire tarafından yürütmenin durdurulması kararları dışında herhangi bir usuli işlem yapılmadığı tespit edilmekle beraber, yukarıda
yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından
kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin
yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, yargılama
sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var
olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksiklikler yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
58. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
59. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın yurt dışında yaptırılan reklam ve
pazarlama hizmetlerinden Türkiye’de faydalanılıp faydalanılmadığı ve bu durumun
KDV beyannamesi verilmesi gereken bir sorumluluk ortaya çıkarıp çıkarmadığına
yönelik olması ve uyuşmazlığın çözümünde başvurucu dilekçeleri ve davalı idare
savunmaları dışında yargılama mercilerince herhangi bir araştırmaya gidilmemiş
olmasına karşın, derece mahkemelerindeki incelemenin toplam 5 yıl 17 gün
sürmesi ve bu sürenin 4 yıl 1 ay 4 gününün kanun yolunda geçmiş olması,
şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya
koymaktadır.
60. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
61. Başvurucu, haksız yere tarh
ettirilen KDV ve vergi ziyaı cezasının tahsil
tarihinden itibaren faiziyle birlikte tazminine karar verilmesini istemiş,
ancak yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir
tazminat talebinde bulunmamıştır.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, başvurucu tarafından
talep edilen tazminat talebi ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun, tarh edilen KDV ve vergi ziyaı
cezasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü maddi zararının tazmini talebinin
REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
8/5/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.