TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET SAVNİ KAFADAROĞLU
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5996)
|
|
Karar Tarihi: 15/10/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 17/12/2014-29208
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Elif KARAKAŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Savni KAFADAROĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, devlet
memurluğundan çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada,
hakkında mahkûmiyet hükmü bulunmadığı halde isnatlar doğru kabul edilerek
aleyhine karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını,
karar düzeltme aşamasında verilen karara karşı itiraz hakkının olmadığını ve
verilen karar nedeniyle özlük haklarını kaybettiğini belirterek Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının, 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında
güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
ihlalin tespitiyle zararlarının tazmini talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 1/8/2013 tarihinde
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 9/1/2014
tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir
5. Adalet Bakanlığının
13/2/2014 tarihli görüşü başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu, 7/3/2014
havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Maliye Bakanlığı
Tasfiye İşleri Döner Sermaye İşletmeleri İstanbul Bölge Müdürü olarak görev
yapmakta iken ihaleye fesat karıştırmak ve
ihaleye girenlerden menfaat temin etmek fiillerini işlediği
gerekçesiyle 25/4/2006 tarih 2006/1 sayılı işlemle devlet memurluğundan
çıkarılmıştır.
8. Başvurucunun bu işlemin
iptali istemiyle açtığı dava, İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 18/2/2008 tarih ve
E.2006/2197, K.2008/367 sayılı kararıyla “davacının
söz konusu ihalenin onay makamında olması nedeniyle ihaleye katılanlarla
girdiği ilişkilerin ‘memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz
kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak’ niteliğinde olduğu sonuç ve
kanaatine varıldığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
9. Başvurucu tarafından temyiz
edilen karar, Danıştay 12. Dairesinin 7/12/2010 tarih ve E.2008/4766,
K.2010/6066 sayılı kararıyla, “başvurucu
hakkında ağır ceza mahkemesinde cebri irtikap suçundan kamu davası açıldığı,
ancak mahkemece suçun görevi kötüye kullanma kapsamında değerlendirildiği ve
4483 sayılı Kanun uyarınca kovuşturma izni alınabilmesi için verilen
kovuşturmanın durdurulması kararının temyiz edildiği ve henüz sonuçlanmadığı,
bu durumda davacının üzerine atılı eylemin 5525 sayılı Kanun’da belirtilen
14.2.2005 tarihinden önce gerçekleştiği dikkate alındığında, Yargıtay kararı
neticesinde suçun niteliğine göre yapılacak olan yargılama sonucunda verilecek
karar beklenerek bu karar doğrultusunda 5525 sayılı Kanun hükümleri de
gözetilerek bir karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.
10. Anılan bozma kararına karşı
davalı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi, Danıştay 12. Dairesinin
8/4/2013 tarih ve E.2011/2600, K.2013/2470 sayılı kararıyla, “5525 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca bir
memurun göreviyle sürekli ilişiğinin kesilmesi sonucunu doğuran disiplin
cezalarının af kapsamında bulunmadığı, bu durumda her ne kadar davacı hakkında
ceza mahkemesince verilmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmamakta ise de üzerine
atılı fiilin yüz kızartıcı nitelikte olduğu ve bu nedenle 5525 sayılı Kanun’un
1. maddesinde yer alan istisna suçlar arasında sayıldığı dikkate alındığında,
davacıya verilen devlet memurluğundan çıkarma cezasının af kapsamında
bulunmadığı, ceza mahkemesince hakkında bir mahkûmiyet kararı verilmemiş
olmasının da bu gerçeği değiştirmediği, dava dosyası ile soruşturma raporu ve
eklerinin birlikte incelenerek değerlendirilmesi sonucunda davacıya isnat
edilen fiillerin sübuta erdiği kanaatine varıldığından davacının devlet
memurluğundan çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin işlemde hukuka
aykırılık görülmediği” gerekçesiyle kabul edilerek kararın onanmasına karar
verilmiştir.
11. Karar, başvurucuya 2/7/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 1/8/2013 tarihinde süresi içinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
12. 14/7/1965 tarih ve 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Disiplin
cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar
başlıklı 125. maddesinin E-g bendinde, “Memurluk
sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici
hareketlerde bulunmak” fiili, devlet memurluğundan çıkarılmayı
gerektiren haller arasında sayılmıştır.
13. 22/6/2006 tarih ve 5525
sayılı Memurlar İle Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı
Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Devletin şahsiyetine
karşı işlenen suçlarla basit veya nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar veya istimal ve istihlâk
kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat
karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçları sebebiyle görevleriyle sürekli
olarak ilişik kesilmesi sonucunu doğuran disiplin cezaları ile 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanununun 68 inci maddesinin ikinci fıkrasının (e) ve (f)
bentlerine göre verilmiş yer değiştirme cezaları ve 69 uncu maddesine göre
verilmiş meslekten çıkarma cezaları ile emniyet hizmetleri sınıfına dahil
personel ile çarşı ve mahalle bekçileri hakkında verilen meslekten çıkarma
cezaları hariç olmak üzere; kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve
diğer kamu görevlileri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında 23/4/1999
tarihinden 14/2/2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş
disiplin cezaları bütün sonuçları ile affedilmiştir.”
14. 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 7. maddesi, 11. maddesi,
12. maddesi, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5)
numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 15/10/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 1/8/2013 tarih ve 2013/5996
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, hakkında bir
mahkûmiyet hükmü bulunmadığı halde suç isnadının varlığına dayanarak ve hiçbir
inceleme ya da araştırma olmaksızın hakkındaki isnatlar gerçek kabul edilerek
davasının reddedilmesinin masumiyet karinesinin, yargılamanın yaklaşık yedi
yılda sonuçlandırılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, karar
düzeltme talebi sonucu verilen karara karşı herhangi bir başvuru yolunun
bulunmaması nedeniyle hak arama hürriyetinin ve davasının reddedilmesi sonucu
özlük haklarını kaybetmesinden bahisle de mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
17. Başvurucu, hakkında tesis
edilen devlet memurluğundan çıkarılmasına ilişkin işlem nedeniyle özlük
haklarını kaybettiğini ve bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
18. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
19. Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün
"Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
20. Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle
bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).
Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunması
gereken mülkiyet hakkı kapsamında bir menfaate sahip olup olmadığı hususunun
değerlendirilmesi gerekir.
21. Anayasa'nın 35. maddesinde
herkesin, mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
22. Anayasa ve AİHS'nin ortak
koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan
bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün, bu mülkte
gelecekteki değer artışını da içerecek şekilde mülkiyetini kazanma hakkı,
kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir.
Gelecekte elde edileceği iddia edilen bir kazanç, kazanılmadığı veya bu kazanca
yönelik icrası mümkün bir iddia mevcut olmadığı sürece mülk olarak
değerlendirilemez (B. No: 2013/5049, 28/5/2014, § 24).
23. Yukarıdaki hususun istisnası
olarak belli durumlarda, bir "ekonomik
değer" veya icrası mümkün bir "alacak" iddiasını elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti", Anayasa'nın ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden
yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir
bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya
başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir
yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir.
Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı
kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için
yeterli değildir (B. No: 2013/5049, 28/5/2014, § 25).
24. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, hakkında tesis edilen devlet memurluğundan çıkarılma cezası
nedeniyle gelecekte alması gereken özlük haklarından mahrum kaldığını
belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de, iddia
ettiği hakkı elde etme konusunda başvurucuyu meşru bir beklentiye sevk edecek
bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal bir içtihat bulunmadığından,
başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin
korumadan yararlandırılması mümkün değildir.
25. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir
menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "konu bakımından yetkisizlik" nedeni
ile kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Karar Düzeltme Aşamasında
Verilen Karara Karşı Başvuru Hakkının Olmadığı İddiası
26. Başvurucu, karar düzeltme
talebi üzerine Danıştay ilgili Dairesince verilen karara karşı herhangi bir
başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
27. Anayasa Mahkemesine yapılan
bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından
ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının
yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
28. Hak arama özgürlüğü
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede hak arama hürriyeti
için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş ise de Anayasa’nın,
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin
kanunla düzenleneceğini öngören 142. ve davaların mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasını ifade eden 141. maddelerinin, hak arama hürriyetinin
kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/816,
6/2/2014, § 46).
29. Anayasa’da, “mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin,
işleyişinin ve yargılama usullerinin” kanunla düzenlenmesi
öngörülmüştür. Buna göre, usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla
düzenlenmesi kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Anayasa’da karar düzeltme
aşamasında verilen kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilmesi hakkını içeren
bir kurala yer verilmemiştir (benzer yöndeki bir AYM kararı için bkz. B. No:
2012/799, 26/3/2013, § 19).
30. Başvurucunun başvuru
dilekçesinde ifade ettiği karar düzeltme aşamasında verilen kararlara karşı
başvuru hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden
olmadığı gibi, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerden herhangi
birinin kapsamına da girmemektedir.
31. Açıklanan
nedenlerle, başvuru
konusu ihlal iddiasının Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından
başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Masumiyet
Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
32. Bakanlık, başvurunun bu
kısmının kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir görüş bildirmemiştir.
33. Başvurucunun masumiyet
karinesinin ihlal edildiği yolundaki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun
değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
34. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, başvurucunun davanın uzun sürdüğüne ilişkin şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığından ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
35. Başvurucu, hakkında bir
mahkûmiyet hükmü bulunmadığı halde hiçbir inceleme ya da araştırma olmaksızın
tarafına yöneltilen isnatların gerçek olarak kabul edildiğini ve davanın
aleyhine sonuçlandığını belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
36. Adalet Bakanlığı görüşünde, ceza
gerektiren herhangi bir suç isnat edilen kişiye ilişkin bir kararın şahsın
yasaya göre suçu kanıtlanmadan önce suçlu olduğu yönünde bir görüşü yansıtması
halinde masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olacağını, bununla birlikte
masumiyet karinesinin, ceza davasında verilen bir beraat kararından sonra aynı
olaylara dayanılarak açılan ve daha hafif bir ispat yükü gerektiren tazminat
davasında kişinin hukuki sorumluluğunun tespitine engel olmadığını, hukuk
yargılamasında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı
kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabileceğini, ancak bunun için
hukuk mahkemelerinin beraat kararını sorgulamamaları gerektiğini, masumiyet
karinesinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirirken üzerinde durulması
gereken önemli hususlardan birinin, yargılamayı yapan makamın yargıladığı
kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığı
hususu olduğunu, somut olayda, başvurucu hakkında aynı olaya ilişkin olarak
ağır ceza mahkemesinde devam etmekte olan ceza kovuşturmasından ayrı olarak bir
disiplin soruşturması yürütüldüğünü, soruşturma sonucunda eyleminin sabit
bulunduğunu ve bu eylemin devlet memurluğundan çıkarılma cezasını gerektiren
bir hareket olarak değerlendirildiğini, uygulanan disiplin cezası işlemine
karşı açılan davanın bağımsız ve tarafsız mahkeme kararıyla reddedildiğini, bu
kararın da yüksek mahkeme tarafından onandığını, masumiyet karinesinin ihlali
iddiasının değerlendirilmesi sırasında belirtilen hususların dikkate alınması
gerektiğini belirtmiştir.
37. Başvurucu cevap
dilekçesinde, Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin tarafına isnat edilen suçu “görevi kötüye kullanma” suçu kapsamında
değerlendiren kararının Yargıtay tarafından onanması halinde devlet
memurluğundan ihracı gerektiren yüz kızartıcı irtikap suçunu işlemediğinin
sübuta ermiş olacağını, buna göre Yargıtay aşaması sonuçlanana kadar tarafına
isnat edilen irtikap suçu ile ilgili olan masumiyet karinesinin geçerliliğini
korumuş olacağını, aynı maddi vakıalara dayanan idari yargı yerindeki dava
yönünden Yargıtay kararının beklenmesinin zorunluluk arz ettiğini belirtmiştir.
38. Öncelikle bireysel başvuru
incelemesinin, anayasal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin tespiti ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması ile sınırlı bir inceleme olduğunun ve
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasındaki kural gereğince, kanun yolu
incelemesinde olduğu gibi kararın tüm yönleri ile ele alınarak eksiksiz bir
hukuki denetim imkânı sağlamadığının hatırlanmasında yarar vardır (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26). Bu çerçevede, başvurucu hakkında tesis edilen
devlet memurluğundan çıkarma işleminin ve ardından başvurucunun açtığı iptal
davasına ilişkin yargılama sonucunda yargı yerince ulaşılan sonucun hukuka
uygun olup olmadığı meselesi, Mahkeme kararının tespit ve sonuçları bariz bir
takdir hatası içermedikçe ve bu durum kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki
hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmadıkça bireysel başvuru incelemesinin
kapsamı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun,
Danıştay kararının gerekçesinde, masumiyet karinesine ilişkin anayasal
güvencenin ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi
gerekmektedir.
39. Bireysel başvuru
incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki
alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı esas alınmaktadır (B. No:
2012/1049, § 18, 26/3/2013).
40. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü, Sözleşme’nin
ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenmektedir.
41. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
42. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
43. Masumiyet (suçsuzluk)
karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak,
kişinin masumiyeti “asıl”
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye
suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,
13/6/2013, § 26).
44. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı hükmen sabit olmayan kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı
kesinleşmiş mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde
olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı
kalmamaktadır (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 27).
45. Öte yandan, ceza muhakemesi
hukuku ve idare hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Kamu
görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu
da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ile idarece yürütülen
işlemler farklı süreçlere tabidir. Ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat
edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü idare
makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (Bkz. B. No: 2012/665,
13/6/2013, § 30).
46. Bu kapsamda, ceza davasını
takip eden “ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada” da (hukuk, disiplin gibi),
masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza yargılamasında
mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin
cezası alması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini
otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda “karar vericilerin kullandıkları dil” kritik önem taşır (B. No:
2013/3175, 20/2/2014, § 36). Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde
dikkate alınarak mahkemece kişinin suçlu olduğuna dair bir yargıda ya da imada
bulunulup bulunulmadığının incelenmesi gerekir.
47. Bireysel başvuruya konu olan
yargı kararının gerekçesi şöyledir:
“Uyuşmazlıkta,
davacının, üzerine atılı cebri irtikap suçundan dolayı Kadıköy 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2005/463 esas kaydında açılan ceza davasında verilen 25/9/2007
gün ve K.2007/270 sayılı karar ile “davacı hakkında cebri irtikap suçundan kamu
davası açılmış olup, isnat edilen suçun görevi kötüye kullanma suçuna dönüşmesi
ve hakkında 5237 sayılı Yasanın 257/1. Maddesinin uygulanmasının muhtemel
göründüğü gerekçesiyle 4483 sayılı Yasa uyarınca kovuşturma izni alınabilmesi
için CMK nın 223/son maddesi uyarınca açılan
kovuşturmanın durdurulmasına” karar verilmiş ve bu karardan sonra ceza
kovuşturmasının hangi aşamada olduğuna ilişkin bilgi belgenin dosyada yer
almadığı görülmekte ise de; 657 sayılı Yasanın 131. Maddesi gereğince memurun
ceza kanununa göre mahkum olması veya olmaması hallerinin ayrıca disiplin
cezası uygulanmasına engel olmayacağı belirtildiğinden, dava konusu olayın
disiplin hukuku açısından soruşturma dosyasında yer alan mevcut bilgilere göre
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yukarıda bahsedilen 5525
sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca af kapsamına girecek disiplin cezaları
yönünden bir kısım suçlara yönelik istisnalar getirilmiş, bu suçlar nedeniyle
bir memurun göreviyle sürekli ilişiğinin kesilmesi sonucunu doğuran disiplin
cezalarının af kapsamında bulunmadığı görülmüştür.
Bu durumda her ne
kadar davacı hakkında ceza mahkemesince verilmiş bir mahkumiyet
kararı bulunmamakta ise de üzerine atılı fiilin yüz kızartıcı nitelikte olduğu
ve bu nedenle 5525 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yer alan istisna suçlar arasında
sayıldığı dikkate alındığında, davacıya verilen devlet memurluğundan çıkarma
cezasının af kapsamında bulunmadığı, ceza mahkemesince hakkında bir mahkûmiyet
kararı verilmemiş olmasının da bu gerçeği değiştirmediği açıktır.
Kararın düzeltilmesi dilekçesinde
öne sürülen nedenler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. Maddesinin
(c) bendine uygun görüldüğünden, Danıştay Onikinci
Dairesinin 7/12/2010 tarih ve E.2008/4766, K.2010/6066 sayılı kararının
kaldırılmasına karar verilerek uyuşmazlığın esası yeniden incelendi;
Dava dosyası ile
soruşturma raporu ve eklerinin birlikte incelenerek değerlendirilmesi sonucunda
davacıya isnat edilen fiillerin sübuta erdiği kanaatine varıldığından davacının
devlet memurluğundan çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin işlemde
hukuka aykırılık görülmemiştir.”
48. Söz konusu Danıştay
kararında, ceza yargılaması sürecinden bahsedilmekle birlikte anılan süreçte
verilen kararlarla ilgili her hangi bir yorumda bulunulmaksızın yalnızca sürecin
özetlendiği ve devlet memurluğundan çıkarma işleminin hukuka uygun olduğu
sonucuna ulaşılırken, ceza yargılaması sürecinden bağımsız olarak disiplin
hukuku açısından soruşturma dosyasında yer alan mevcut bilgilere göre
değerlendirme yapılacağının açıkça vurgulandığı, akabinde de dava dosyası ile
soruşturma raporu ve eklerinin birlikte incelenmesi sonucunda varılan kanaate
göre hüküm kurulduğu görülmektedir.
49. Buna göre, başvuruya konu
davada, ceza yargılamasına göre daha düşük ispat standardı gerektiren disiplin
hukuku ilkeleri çerçevesinde karara varıldığı, başvurucunun cezai sorumluluğu
ile ilgili bir yargıda bulunulmadığı ve dolayısıyla başvurucunun suçlu olduğuna
dair bir ima ya da inancın yansıtılmadığı anlaşılmaktadır.
50. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde, somut olayda masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
b. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
51. Başvurucu 2006 yılında idari
yargıda açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
52. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır.
Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve
AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
53. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41–45).
54. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da
uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali
istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
55. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 29/6/2006 tarihidir. Sürenin bitiş
tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona
erme tarihidir. Somut başvuru açısından bu tarihin, karar düzeltme talebinin
Danıştay 12. Dairesince kabul edilerek kararın onandığı 8/4/2013 tarihi olduğu
anlaşılmaktadır.
56. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, idari yargıda açılan ve başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasına ilişkin
işlemin iptali istemini konu alan iptal
davasında ilk derece mahkemesince,
2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre içerisinde ilk inceleme
tutanaklarının tanzim edildiği, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap aşamalarının
usulüne uygun olarak tamamlandığı ve dosyanın tekemmülünün sağlandığı, ancak
2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen düzenleyici sürenin aşılarak
tekemmül tarihinden itibaren yaklaşık bir yıl sonra dosyanın karara bağlandığı
ve yargılamanın yaklaşık bir yıl sekiz aylık bir sürede sonuçlandırıldığı,
temyiz isteminin yaklaşık iki yıl beş aylık; karar düzeltme isteminin ise
yaklaşık iki yıllık bir sürede sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
57. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (§ 14).
58. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar
ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu
kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
59. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın koşulları, niteliği, göz önüne alındığında
başvuruya konu yargılamanın karmaşık bir nitelik arz etmediği, davaya bütün
olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir
yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yıla yakın yargılama
sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
61. Başvurucu, uğradığını ileri
sürdüğü ihlaller nedeniyle uğradığı zararların tazminine hükmedilmesini talep
etmiş, miktara ilişkin bir açıklamada ise bulunmamıştır.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yedi yıla yakın yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 5.000,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Karar düzeltme aşamasında verilen karara karşı başvuru hakkının olmadığı
yönündeki iddiasının “konu
bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
4.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına
alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL
manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin
REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
15/10/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.