TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SABRİ OĞURLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6005)
|
|
Karar Tarihi: 7/7/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil İbrahim DURSUN
|
Başvurucu
|
:
|
Sabri OĞURLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa YILDIZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Kozluk Devlet Hastanesinde göz ameliyatı olan
başvurucunun gözünde görme kaybının meydana gelmesi ve bu duruma sebebiyet
verdiği iddia edilen ilgili personel hakkında Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle, Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın
Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
1- Başvurucunun Gözündeki Ağrı
Nedeniyle Kozluk Devlet Hastanesine Başvurması Üzerine Yaşanan Süreç
5. Başvurucu, sol gözünde kızarıklık, ağrı, batma ve gözünün
üzerinde et parçası olduğu şikâyetleri ile 1/10/2009 tarihinde Kozluk Devlet
Hastanesine başvurmuş ve kendisini daha önceden de muayene etmiş olan Dr. E. K.
tarafından muayene edilmiştir. Dr. E. K. tarafından hazırlanan göz hastalıkları
muayene formunda, gözünde et parçası bulunan başvurucunun 5-6 ay önce Dicle
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde pterjium
ameliyatı olduğu, ameliyattan bir süre sonra et parçasının tekrar etmeye
başladığının fark edildiği, sol göz nüks pterjium cerrahisi yapılmasının planlandığı, hastaya nüks pterjium cerrahisi için
operasyon yapılacağının anlatıldığı, ameliyat sonrası olası problemlerden
bahsedilerek hastanın muvafakatinin alındığı ve yatış işlemlerinin yapıldığı
belirtilmektedir. Başvurucu, söz konusu ameliyat hakkında aydınlatıldığına
ilişkin “bilgilendirilmiş rıza belgesini”
onaylamıştır.
6. Başvurucu, Dr. E. K. tarafından 1/10/2009 tarihinde
ameliyat edilmiştir. Ameliyat kayıt defterinde, sol göz pterjium
eksizyonu yapıldığı, 1-2 dk. M. adlı ilacın
uygulandığı, açıkta kalan bölgeye amniyotik membran ile 8.0 vicrylle sütüre edilerek ameliyata son verildiği belirtilmiştir.
7. Başvurucunun operasyondan 1-2 saat sonra ağrılarından
yakınması üzerine, ameliyat mikroskobu altında yapılan inceleme ile korneanın
açıkta kaldığı bölgelerin ve sütürün ağrı yaptığı
düşünülmüş ve amniyotik membran
kornea üzerine kaydırılmıştır. 2/10/2009 tarihinde yapılan tetkiklerde,
başvurucunun gözünde korneal incelme olduğu,
korneanın temporalinde erime olduğu ve irisin bölgeye
çekinti yaptığı görülmüştür.
8. Tedavisine 6/10/2009 tarihine kadar yatılı olarak devam
edilen başvurucu, poliklinik kontrolüne çağrılarak bu tarihte taburcu
edilmiştir. Başvurucu, yapılan kontroller neticesinde de iyileşme sağlanamaması
üzerine, 18/11/2009 tarihinde korneal erime ön
tanısıyla Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir.
9. Başvurucu, sevk edildiği Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göz Hastalıkları Anabilim Dalında ve kendi isteğiyle başvurduğu İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalında gördüğü
tedaviler neticesinde de olumlu netice alamamıştır. Başvurucu, anılan
hastaneler tarafından gözündeki görme kaybının nedeni olarak Kozluk Devlet
Hastanesinde uygulanan yanlış tedavi ve ameliyatın gösterildiğini
belirtmektedir.
10. Başvurucu, Batman Bölge Devlet Hastanesinden aldığı
20/1/2011 tarihli sağlık kurulu raporuna göre % 30
oranında sürekli görme kaybı; yine aynı Hastaneden aldığı 14/7/2011 tarihli
sağlık kurulu raporuna göre % 50 oranında sürekli görme kaybı yaşamaktadır.
2- Kozluk
Cumhuriyet Başsavcılığına Şikâyet Üzerine Yaşanan Süreç
11. Başvurucu, 29/3/2010 tarihli dilekçe ile dikkatsizlik,
tedbirsizlik ve meslekte acemilik sonucu sol gözünü kaybetmesine neden
olduğundan bahisle Dr. E. K. hakkında Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığına
şikâyette bulunmuştur.
12. Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı, 29/3/2010 tarihinde
müşteki sıfatıyla başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde özetle,
sol gözünde küçük bir et parçası bulunduğunu, bu et parçasının alınması
amacıyla kendisini daha önce de muayene etmiş olan doktor E. K. tarafından
ameliyat edildiğini, ameliyat sonrasında gözündeki ağrı nedeniyle tekrar
ameliyata alındığını, sonuç değişmeyince ertesi gün tekrar ameliyat olduğunu,
bu olaylar nedeniyle gözünde görme kaybı meydana geldiğini, tedavi sürecinde
ihmali olduğunu düşündüğü Dr. E. K.’den şikâyetçi
olduğunu belirtmiştir.
13. Kozluk Kaymakamlığı, 11/1/2011 tarihli ve 3 No’lu kararı ile anılan olayda Dr. E. K.’nin ihmalinin görülmediği, ameliyat öncesinde ve sonrasında
gelişebilecek komplikasyonlar hakkında başvurucunun bilgilendirildiği
gerekçeleriyle, Dr. E.K. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar
vermiştir.
14. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Diyarbakır
Bölge İdare Mahkemesinin 8/2/2011 tarihli ve E.2011/26, K.2011/26 sayılı
kararıyla kabul edilerek, Kozluk Kaymakamlığı kararının kaldırılmasına, Dr. E.
K. hakkında soruşturma izni verilmesine ve dosyanın Kozluk Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmek üzere Kozluk Kaymakamlığına iadesine karar
verilmiştir.
15. Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı, 4/4/2011 tarihinde
şüpheli sıfatıyla Dr. E. K.’nın ifadesini almıştır.
Dr. E. K. ifadesinde özetle, bahsi geçen olayda nüks pterjium eksizyonu sonrası kornea
incelmesi ve sonucunda ön kamara sıvısı sızıntısı komplikasyonu meydana
geldiğini, bu komplikasyon ile ilgili yapılması gereken tıbbi ve cerrahi
müdahalenin zamanında ve tam yapıldığını, söz konusu komplikasyonun
karşılaşılabilecek bir durum olduğunu belirtmiştir.
16. Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı, 7/12/2011 tarihli yazı
ile başvurucu hakkındaki evrakı Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumuna göndermiş ve
başvurucudaki görme kaybına hekim kusurunun sebep olup olmadığının tespiti
hususunda rapor istemiştir.
17. Göz hastalıkları alanında uzman bir üyenin de katılımı
ile Adli Tıp 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu, başvurucunun şikâyet dilekçesi ile Dr.
E. K.’nın ifadesini dikkate alarak ve yukarıda adı
geçen hastanelerde başvurucu hakkında düzenlenen belgeleri inceleyerek,
3/10/2012 tarihli raporu hazırlamış ve sonuç olarak “(…) Nüks pterijyumların
tedavisinde M.’li düzeltici operasyonların yapıldığı
tıbben bilindiğinden gelişen görme kaybının bu ameliyatta kullanılan M. adlı
ilaca bağlı bir komplikasyonu olduğu cihetle hekime atf-ı
kabil kusur bulunmadığı… ” yönünde görüş bildirmiştir.
18. Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı, 14/3/2013 tarihli ve Sor.
No.2010/376, K.2013/119 sayılı karar ile Adli Tıp Kurumu raporuna istinaden
şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
19. Başvurucunun anılan karara ve anılan karara dayanak
teşkil eden Adli Tıp Kurumunun raporuna yaptığı itiraz, Diyarbakır 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 30/5/2013 tarihli ve 2013/514 D.İş sayılı kararı ile, “…kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararın usul ve yasaya uygun
olduğu…” gerekçesiyle reddedilmiştir.
20. Söz konusu karar, 28/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş ve 26/7/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3- İdari
Yargıda Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
21. UYAP üzerinden yapılan araştırma neticesinde,
başvurucunun 18/4/2011 tarihinde Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinin 2011/3138
esas sayılı dava dosyası ile Sağlık Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açtığı,
açılan davanın Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinin 26/9/2011 tarihli kararı ile
yetki yönünden reddine ve dava dosyasının Batman İdare Mahkemesine
gönderilmesine karar verildiği, yetkisizlik kararı sonrasında Batman İdare
Mahkemesince 28/3/2013 tarihli ve E.2011/4457, K.2013/427 sayılı karar ile
davanın reddine karar verildiği ve kararın başvurucu tarafından temyiz edildiği
görülmüştür. Dava, hâlihazırda Danıştay önünde derdesttir.
B. İlgili Hukuk
22. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanun’un “İzin vermeye
yetkili merciler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendi şöyledir:
“Soruşturma izni yetkisi
İlçede görevli memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında kaymakam,
… tarafından bizzat kullanılır.”
23. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
inceleme” başlıklı 5. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci
tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim
elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu
görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme
yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya
kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci,
anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla
yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi,
ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.”
24. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
inceleme yapanların yetkisi ve rapor” başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya
kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün
yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya
diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde
bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor
düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden
çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı
ayrı belirtilir.
Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi
zorunludur.”
25. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
26. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
27. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
28. Danıştay İdari Dava Daireler Kurulunun 22/5/2003 tarihli
ve E.2002/619, K.2003/350 sayılı kararı şöyledir:
“(…)
Ankara 6. İdare Mahkemesi bozma kararına
uymayarak 21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı kararıyla,
uyuşmazlığın davacının uğradığı ses kaybının hatalı operasyon sonucunda oluşup
oluşmadığının tespitine ilişkin olduğundan, Mahkemelerinin 17.3.1999 günlü ara
kararıyla, davacının geçirdiği operasyonlara ilişkin bilgi ve belgelerin
bulunduğu "Hasta Dosyaları" istenilmiş ise de; söz konusu dosyaların
Ankara Numune Hastanesi arşivinde bulunamadığının (kaybolduğunun) bildirilmesi üzerine,
Mahkemece davacı tarafından dosyaya sunulan belgeler ile davacının muayenesi
sonucunda elde edilecek bilgiler ışığında bilirkişi incelemesine karar
verildiği, bilirkişi tarafından hazırlanan 22.11.1999 ve 27.12.1999 günlü
raporlarda, hastada, 8.11.1991 tarihindeki ilk operasyonu sırasında Bilateral Kord Vokal felci
geliştiği, bu sebebin sinir kesisi veya basısına
bağlı olarak gelişebileceği, zaman içinde sinir fonksiyonlarının geri
dönebileceği, ancak hastada, erken dönemde solunum yetersizliği oluştuğu ve zaman
içinde kalıcı hale geldiği, bu tür rahatsızlıklarda, ilk amacın yeterli hava
girişinin sağlanması olduğu, ses kalitesi bozulması ihtimalinin göze
alınabileceği, bu amaçla yapılan 2. ve 3. operasyonlarda ses kalitesinin
düzeltilmediği ve kalıcı sekel niteliğinde uzuv kaybının oluştuğunun
belirtildiği, 24.2.2000 günlü naip tezkeresi ile A.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp
Anabilim Dalı Başkanlığı'na gönderilen davacının yapılan muayenesi sonucunda
düzenlenen raporda, davacının, uzuv kaybının (çalışma gücü oranının) %63
olduğunun belirlendiği, bu oran göz önüne alınarak 10.4.2000 günlü raporda,
davacının fizik bütünlüğü, iktisadi geleceği ve sosyal konumu göz önüne
alınarak 12.857.657.785.lira maddi zararın hesaplandığı, bu durumda davacının
hatalı ameliyatlar sonucu uğradığı zararların hizmet kusuruna dayalı olarak
davalı idarece tazmini gerektiği, davacının, istemde bulunduğu maddi tazminat
miktarı göz önüne alınarak ve istemle sınırlı olarak 1.000.000.000. lira maddi
tazminatın davalı idarece tazminine, maddi tazminata olay tarihinden itibaren
yasal faiz yürütülmesi istenmekte ise de, idarenin gecikmesine karşılık ödenen
yasal faizin, başvuru tarihinden itibaren hesaplanacağı, önceki döneme ilişkin
faiz isteminin de reddi gerekeceğinin açık olduğu, manevi tazminat istemi
yönünden ise, manevi zararlar da, Anayasanın 125. maddesinde ifadesini bulan
şekliyle, tazmin edilmesi gereken zararlardan olup, hukuka aykırı eylem veya
işlemlerden dolayı ilgililerin duyduğu elem ve ızdırabı
kısmen de olsa hafifletmek amacını taşıdığı, buna göre, davacının %63 oranında
kayba uğrayan uzvunun sosyal yaşamdaki fonksiyonları, kayıp oranı ve hükmedilen
maddi tazminat tutarı göz önüne alınarak mahkemelerince takdiren
5.000.000.000.- lira manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine, öte yandan,
davacı vekilince verilen 1.5.2000 günlü dilekçe ile maddi tazminat miktarının
13.000.000.000.- liraya çıkarılması istenmiş ise de, davanın genişletilmesi
niteliğindeki istemin kabulünün mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen
kabulüne, 1.000.000.000.- lira maddi, 5.000.000.000.- lira manevi tazminat
olmak üzere 6.000.000.000.- lira tazminatın davacıya ödenmesine, maddi tazminat
tutarına, davalı idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
başvuru tarihinden önceki döneme ilişkin yasal faiz isteminin reddine ilişkin
bulunan ilk kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare Ankara 6. İdare Mahkemesinin
21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı ısrar kararını temyiz etmek ve
bozulmasını istemektedir.
Temyiz
edilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve dilekçede ileri sürülen temyiz
sebeplerinin kararın kabule ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı anlaşıldığından davalı idarenin temyiz isteminin reddine…”
29. Danıştay 15. Dairesinin 9/4/2014 tarihli ve E.2013/5560,
K.2014/2559 sayılı kararı şöyledir:
“…
Dava; davacı tarafından, 04/01/2008 tarihinde
Trabzon Numune ve Araştırma Hastanesi'nde gerçekleşen guatır
ameliyatı sonucu ses tellerinin kesilmesi ve felç olmasında idarenin hizmet
kusuru bulunduğundan bahisle 30.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi olmak
üzere toplam 70.000,00 TL tazminatın davalı idareden olay tarihinden itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
Trabzon İdare Mahkemesi'nce; Adli Tıp 3.
İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 03/09/2010 gün ve 8034 sayılı bilirkişi
raporunda; “hasta hakkında, tiroid sintigrafisinde multinodüler olduğu USG hafif diffüz
sol lopta 15x10 mm.lik nodüllerin küçük olduğu, sağda
6,5 mm.lik kistik solid ufak nodül olması dikkate alındığında ameliyat endiksiyonunun uygun olmadığı, ameliyattan önce biyopsi
yapılmamasının eksiklik olduğu, hipoparatroidizim
tablosunun, calsiyum ve parat
hormon düzeylerinin eplasman tedavisini
gerektirmediği, geçici hipoparatirodi olduğu, bilaüteral total operasyonunun tıbbi uygulamalarının uygun
olduğu, bilatüreal kord
vokal paralizisinin komplikasyon olduğu, operasyon öncesi biyopsi yapılmaması
ve endiksiyonun ameliyat kararı alınmasında yeterli
olmadığı nedeniyle (doktor) A. B.'nin uygulamasının
tıp kurallarına uygun olmadığı oybirliğiyle mütalaa olunur." görüşlerine
yer verildiği, hazırlanan rapor doğrultusunda, davacının fonksiyon kaybına
uğramasında idarenin yürütülen tedavide hizmet kusurunun bulunduğu, sonucuna
varılarak kusurlu eylemi ile davacının fonksiyon kaybına uğramasına neden olan
davalı idarenin, davacının bu nedenle uğradığı zarara karşılamakla yükümlü
olduğu, davacının uğradığı efor kaybının belirlenmesi amacıyla yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucunda bilirkişi tarafından düzenlenen 23.11.2012 kayıt
tarihli raporundan, tüm vücut fonksiyon kaybı olan %40 oranına göre 109.898,00
TL olarak hesaplandığı bu durum karşısında, bilirkişi raporunda belirtilen efor
kaybı miktarının davacı tarafından talep olunan şekliyle 30.000,00 TL maddi ve
30.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte, davalı idarece ödenmesi
gerektiği sonucuna varılmıştır.
(…)
Trabzon İdare Mahkemesi'nin 28/12/2012 tarih
ve E:2009/595; K:2012/1509 sayılı kararının ONANMASINA…”
30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve
E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:
“…
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (
BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun
elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği
çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından
doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin
sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak
zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (
BK.321/1.md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün
kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor,
hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın
durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun
gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine
gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir
tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan
kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla
yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın
ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden,
tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek
hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun
394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır.
…”
31. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve
E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:
“…
Dava konusu olay nedeniyle davacıların
Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda
bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı
değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile
bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava
açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir
karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
32. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 26/7/2013 tarihli ve 2013/6005 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
33. Başvurucu, sol gözünün üzerinde et parçası olduğu
şikâyeti ile başvurduğu Kozluk Devlet Hastanesinde uygulanan ameliyat
neticesinde sol gözünde yüksek oranda görme kaybının meydana geldiğini,
ameliyata alınmadan önce hastalığı ve ameliyatın tıbbi sonuçları hakkında
bilgilendirilmediğini, şikâyeti hakkında gerekli tetkiklerin yeterince
yapılmadığını ve ameliyattan sonra gelişebilecek komplikasyonlara karşı
tedbirler alınmadığını, ameliyatı yapan doktorun tıbbi kurallara aykırı uygulamaları
nedeniyle büyük acılar çektiğini belirterek, Anayasa’nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması”
başlıklı 56. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespit
edilmesi, sorumluların cezalandırılması ve tarafına maddi ve manevi tazminat
verilmesi taleplerinde bulunmuştur
34. Başvurucu ayrıca, ameliyatı gerçekleştiren doktor
hakkında Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyetin etkin şekilde
soruşturulmadığını, şikâyeti üzerinden 3 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, körlüğe neden olan M. isimli
ilacın kullanılmasına izin veren kişi ve kurumlar hakkında herhangi bir
soruşturma yürütülmediğini, ilgili üniversitelerden herhangi bir bilirkişi
raporu alınmadan sadece Adli Tıp Kurumunca hazırlanan bilirkişi raporuna
dayanılarak eksik inceleme ile karar verildiğini, kovuşturmaya yer olmadığına
dair karara yaptığı itirazın gerekçeden yoksun bir karar ile reddedildiğini
belirterek, adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Başvuru konusu olay sebebiyle başvurucunun sol gözünde
kısmi duyu kaybının meydana geldiği dikkate alındığında, ceza soruşturmasında
şikâyetçi konumunda olan başvurucunun “adil
yargılanma", “etkili başvuru
hakkı” ile “sağlık hizmetleri”
haklarına bağlı olarak Anayasa’nın 36., 40. ve 56. maddelerinin ihlal edildiği
şeklindeki iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi ile ilişkili görülerek, bu
iddiaların tamamı kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir.
36. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
37. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklarındandır. Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi yaşam ve vücut bütünlüğü
üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük yükleyen
haklardandır (AYM, E.2007/78, K.2010/120, K.T. 30/12/2010). Maddenin amacı esas
olarak, bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı Devlet tarafından
yapılabilecek keyfi müdahalelerin önlenmesidir. Devletin ayrıca, vücut ve
ruhsal bütünlüğe yönelik fiziksel ve cinsel saldırılar, tıbbi müdahaleler,
şeref ve itibarı etkileyen saldırılar karşısında kişilerin maddi ve manevi
varlığını etkili olarak korumaya yönelik pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123,
2/10/2013, § 32).
38. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden
ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını
tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini
kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları
denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır.
39. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında, ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
40. Devletin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma
ve geliştirme hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde
devlet, kişinin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan olaylar
ile doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, kişilerin yaşam
hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruyan hakların etkin bir şekilde
uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının
karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler ile
bireylerin maddi ve manevi varlığına verilen zararlar için hesap vermelerini
sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 54).
41. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı kapsamında devletin yerine
getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli
boyutu, yaşanan ölüm olayının veya bireylerin maddi ve manevi varlığının zarar
görmesine sebep olan vakaların tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu
kişilerin belirlenmesine imkan tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini
gerektirmektedir (Sadık Koçak ve Diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94). Soruşturmanın
etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete
geçmesi ve olayı aydınlatabilecek, sorumluların tespitine imkan
sağlayacak bütün delilleri toplaması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, § 57).
42. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün
ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise, “etkili
bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm
olayları ile maddi ve manevi varlığa verilen zarar halleri için de geçerlidir.
Bu durumlarda, mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve Diğerleri, § 59, Nail
Artuç, § 37).
43. Bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza
soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına
gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, § 38).
44. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle
başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki
sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre
daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç
teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız
fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku
alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten
veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim
imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer
verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin
şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar
çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun
söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza
muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki
sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin
zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya
konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha
yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu
anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır,
B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
45. Bu bağlamda başvuru konusu olayın koşullarına
bakıldığında, başvurucunun sol gözünün üzerinde et parçası olduğu şikâyeti ile
1/10/2009 tarihinde Kozluk Devlet Hastanesine başvurduğu, kendisini daha
önceden de muayene etmiş olan Dr. E. K. tarafından bu tarihte ameliyat
edildiği, ameliyattan sonra sol gözünde görme kaybının meydana geldiği ve tüm
tedavilere rağmen gözündeki görme kaybının giderilemediği görülmüştür. Bunun
üzerine başvurucu, 29/3/2010 tarihinde Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığına
başvurmuş ve gözünde meydana gelen görme kaybının sorumlusu olarak gördüğü Dr.
E. K.’dan şikâyetçi olmuştur.
46. Başvuru konusu olayda, başvurucunun ameliyat olduğu
1/10/2009 tarihinden yaklaşık 6 ay sonra 29/3/2010 tarihinde Kozluk Cumhuriyet
Başsavcılığına yaptığı şikâyet üzerine, Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından derhal soruşturma başlatıldığı, bu kapsamda Kozluk Kaymakamlığından
ilgili doktor hakkında görevi kötüye kullanma ve taksirle yaralama suçlarından
4483 sayılı Kanun gereğince inceleme yapılarak soruşturma izni verilip
verilmeyeceğine dair kararın Savcılığa gönderilmesinin talep edildiği
görülmektedir. Bu talep sonucunda Kozluk Kaymakamlığı, söz konusu olayda Dr. E.
K.’nın ihmalinin görülmediği, ameliyat öncesinde ve
sonrasında gelişebilecek komplikasyonlar hakkında başvurucunun
bilgilendirildiği gerekçeleri ile 11/1/2011 tarihinde soruşturma izni
verilmemesine karar vermiş, bu karara yapılan itiraz üzerine Diyarbakır Bölge İdare
Mahkemesi, 8/2/2011 tarihli karar ile “Ön
inceleme raporu ve eki belgeler isnat edilen fiilden dolayı hakkında ön
inceleme yapılanla ilgili soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelik ve
yeterlilikte olduğu …” gerekçesiyle itirazın kabulüne, Kozluk Kaymakamlığı
kararının kaldırılmasına, Dr. E. K. hakkında soruşturma izni verilmesine ve
dosyanın Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere Kozluk
Kaymakamlığına iadesine karar vermiştir. Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığı,
yaptığı araştırmalar neticesinde 14/3/2013 tarihinde kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermiş ve başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz,
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2013 tarihli kararı ile kesin olarak
reddedilmiştir.
47. Yürütülen ceza
soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat
hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Tıbbi ihmaller sonucunda meydana geldiği ileri sürülen
ölüm olaylarına veya bireylerin maddi ve manevi varlığına verilen zararlara
ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonucunda mutlaka herhangi bir kişinin
cezai sorumluluğunun belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Anayasa'nın 17.
maddesi, başvuruculara üçüncü kişileri (başvuru konusu olayda doktoru) belirli
bir suç (başvuru konusu olayda görevi kötüye kullanma ve taksirle yaralamaya
neden olma suçları) nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm
yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma
yükümlülüğü verdiği şeklinde yorumlanamaz (Nail
Artuç, § 45).
48. Ameliyatı yapan doktorun tıbbi kurallara aykırı
uygulamaları nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü iddiaları açısından
maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkına ilişkin bir ihlal söz
konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (Bilal
Turan ve Diğerleri (2), B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 75). Nitekim
UYAP üzerinden yapılan araştırma neticesinde, cezai sorumluluğun tespiti için
Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığına başvuran ancak sonuç alamayan başvurucunun
Sağlık Bakanlığı aleyhine idarenin hizmet kusuru kapsamında tam yargı davası
açtığı, söz konusu davanın temyiz aşamasında derdest olduğu anlaşılmaktadır. Bu
durumda, maddi ve manevi varlığı koruma hakkının ihlal edildiği yönünde ileri
sürülen iddiaların, yargılama süreci kesin olarak sona ermediğinden, bu aşamada
incelenmesi mümkün değildir.
49. Açıklanan nedenlerle, tıbbi ihmal suretiyle maddi ve
manevi varlığı koruma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvuruda yer alan, tıbbi ihmal suretiyle maddi ve manevi
varlığı koruma hakkının ihlal edildiği iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/7/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.